Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Sanrılar Ve Sancılar

@viiena_

Hikaye de bahsi geçen her şey hayal ürünüdür.

☀𓇢𓆸

​Sarılanlar ve Sancılar; İz Bırakan Acılar ve Getirileri.

 

Giriş

​​Ankara / Soylu

20.02.2004

****

İri kar taneleri tüm mezarlığı kaplıyordu. Sırayla dizilmiş olan mezar taşları yaprakları dökülmüş ağaç gövdeleri tarafından korunuyor olsa da çoğunun toprağı beyazlar içindeydi. O sırayla dizilmiş mezar taşlarına bir yenisi eklenmişti ve en iri ağacın altındaydı. Dalları budanmayı unutulmuş bir vaziyette uzundu. Görünümü kasvetli havayı tasdiklemek istercesine korkutucuydu. Hem de çok korkutucu.

Korkutucu ağaç o güne dair aklında kalan en keskin anıydı.

Çıkıntı gibi duran, ıslak toprağın etrafına toplanmış ailesi ve toprağa tiksinerek bakan annesi ise bulanıktı. Fakat şimdi zihni dingin bir deniz gibiydi. Her şey yerli yerindeydi. Babası ve en büyük amcası hemen mezarın başındaydı, en küçük halası Halide ise onların biraz gerisindeydi. Başına taktığı büyükçe şapka ile ojeli tırnaklarına bakıyordu. Komik durduğunu farkında değildi belki de ama o, buna çok fazla gülmek istiyordu o gün. En büyük halası Jülide, babaannesi Reyhan ve dedesi Kerim gözleri yaşlıydı, babaannesi küçük kızına bir yandan kızıyor bir yandan da kocasının koluna tutunmuş güç alıyordu ondan. Ortanca amcası elini tuttuğu tek çocuğu olan Filiz ve eşi ile biraz geri de öylece duruyordu. Büyük amcası babasına destek oluyordu fakat...annesine destek olan hiç kimse yoktu. Tek başına ayakta duruyordu. Gerçi birine ihtiyacı varmış gibi değildi, üzgün durmuyordu, gözlerinde ki tiksinti ifadesi ile öylece mezara bakıyordu. Her zaman ki gibi dimdikti.

Her zaman ki gibi memnuniyetsizdi.

Bir de ben vardım. Herkesten geride teyzem ile birlikte bekliyordum. Elimi sıkıca kavramış olan teyzem gözyaşlarını silerken perişan olmuş halini gizliyor gibi durmuyordu. Kafasını kaldırdı ve teyzesine baktı, burnunun ucu kızarmıştı, saçlarına örttüğü siyah şal kaymıştı. Siyah göz kalemi akmış, dudakları kurumuştu. Sonra bakışları ailesi olan diğer insanlara döndü, herkes kendi derdindeyken bir tek annesi donuk bir ifade ile duruyordu. Sanki olan biten hiçbir şey umurunda değil gibiydi, sahi, ne olmuştu ? Neden buradaydılar ?

Hatırlayamadı ama o gün bunun üzerinde çok da durmamıştı çünkü annesi ile göz göze gelmişti. Açık kahve gözleri suratına mıhlanmıştı. Teyzesinin elini biraz daha sıktı. Hiçbir zaman sevgi görmediği gözler onu korkuturdu ama o gün biraz farklıydı, sanki sinirli gibiydi. Çok sinirli ama bir şey yapmamıştı, öylece bekliyordu. Üzerine giydiği kırmızı dizlerine gelen montu, kırmızı eldivenleri, biletlerini geçen siyah botları ve açık saçları açık , tutamları yüzünü örtmüş bir halde herkesten uzak bekliyordu. Evine gitmeyi ve ablası ile oynamayı istiyordu.

Üşümüştü,açıkmıştı. Hava diğer günlere göre daha soğuktu. Burnunun ucu kıpkırmızıydı, eldivenleri olmasa parmak uçlarının da öyle olacağına emindi. Annesi hala yüzüne bakarken bir hareketlilik oldu ve herkes dağılmaya başladı. Amcaları, halaları, babaanne ve dedesi. Dayıları, anne ve babasının arkadaşları ve hatta...ablasının arkadaşları. Sanki o an yeni çarpmıştı bu detay gözlerine. Onlar ne arıyordu burada ? Okulda olmaları gerekmez miydi ? Omuz silkti, onu ilgilendirmezdi. Babası da diğerleri ile giderken annesi teyzesi ve ona doğru gelmeye başladı. Ufak bedeni teyzesine daha çok yanaştı. Hemen ayak ucunda durdu teyzesinin.

" Sana onu buraya getirme demiştim, kötü etkilenecek. Gidelim hadi."

Burnunu çekti teyzesi sertçe. Kafasını kaldırdı ve annesine kafa tutan teyzesine baktı tekrardan.

" Sabahtan beri şikayetlenip duruyorsun ! Bırak da veda etsin. Buna hakkı var, burada olmaya da veda etmeye de hakkı var ! "

" Sana k-"

" Yeter abla," dedi teyzesi annesini diğer eli iteklerken." Sen git, izin verirsen bir dua okuyup veda edip geleceğim. Geleceğiz."

Annesi sustu, kafasını çevirdi ama göz göze gelmemek için o da çevirdi. Birkaç dakika sonra ise uzaklaşan adım seslerini duydu. Hemen ardından teyzesi yanına çömeldi. Sulu gözlerle ne olduğunu anlayamamış olan bana baktı. İki elini de sıkıca kavradı.

" Benim güzel yeğenim," dedi teyzesi gülümsemeye çalışırken. Sesi pürüzlü ve kısıktı." Ablana veda etme vakti."

O toprağın altında yatan ablası mıydı ?

Ah doğru ya, ablası ölmüştü. Nasıl unutmuştu o gün bunu bilmiyordu. Ama sonra psikiyatrisi ona insan beyninin bizleri korumak için bazen bazı anıları sildiğini söylediği zamanı anımsadı. Özellikle canımız çok fazla yandığında, bizi korumak için bazı şeyleri unuttuğunu söylemişti.

Unutmuştu, o kasvetli günde ablasının cenazesi olduğunu unutmuştu. Teyzesi ayaklandı ve mezarın başına yürüttü. Mezarın başına geldiklerinde ise teyzesinin elini bırakmış ve başucuna dikilmiş olan tahta parçasına ilerlemişti. Dizlerinin üzerinde eğildi, ellerini uzatıp tahtaya kazınmış olan yazının üzerinde dolaştırdı parmak uçlarını.

Berrin Aksan

1987/2004

Şimdi anımsıyordu da, ablasının ölümü onu çok sarsmıştı. Hatta öyle ki, yaşamayı unutacak kadar canını yakmıştı. Belki ablasının cansız bedenini bulan kişi o olmasaydı bu denli zarar görmezdi ama bulanda, en fazla darbeyi alanda o olmuştu...

​​İstanbul

10.02.2024

Özel Psikiyatri Kliniği

Hızlı adımlarla aşağı kata inerken oturup ağlamak istiyordu. Ayak tabanı isyan etmek üzereydi ! Lanet olsun en azından bugün normal bir bot tercih etse ne olurdu ki ? Ama hayır ! Elbette ki kendinden ödün vermemek adına yine kaç santimlik çizmelerinden birini giymiş, üstüne üstelik daracık bir etekle isyanına isyan katmıştı.

Merdivenlerin sonuna geldiğinde birkaç saniye nefeslenip saçlarını düzeltti ve hızlı adımlara koridora geçti. Elinde tuttuğu dosyayı sıkıca kavradı ve yanından geçen çalışanlar ve hastalar ona tuhaf bakışlar atsa da o sarı lüle lüle olan saçlarını savurup, vişne kırmızısına boyadığı dudakları ile insanlara iddialı gülücükler yollayıp ilerlemeye devam ediyordu. Yorgunluktan ölmek üzereydi ama asla hem yorgun hem de çirkin olamazdı. Yanından geçtiği insanlar ona bakıp büyük ihtimalle aklını kaçırdığını düşünse de - ki - haksızda sayılmazlardı o hep gülümser ve en iyi halini ortaya koyardı.

Koridorun sonunda ki odaya geldiğinde hiç kapıyı çalmadan içeri girdi. Masa başında işine odaklanmış olan meslektaşı irkilerek kafasını kaldırdığında sarı kaşlarını çattı ve elinde tuttuğu dosyayı masanın üzerine fırlatıp tekli koltuğa yığıldı. Soluk soluğa kafasını geriye atarken arkadaşının ters söylemleri bir kulağından girip diğerinden çıkıyordu.

" Sana defalarca kez kapıyı çalmanı söyledim."

Ha ! O dosyayı alabilmek için neler çekmişti, bir teşekkürü bile hak etmiyor muydu ?

" Nankör," dedi kafasını kaldırıp dosyaya uzanan arkadaşına. " Senin yüzünden neler çektim ettiğin laflara bak."

Arkadaşı onu hiç umursamadan geriye yaslandı ve dosyanın kapağını araladı. Suratı donuklaştı, onun bu hallerini gördüğünde ayaklandı ve arkayı dolanarak arkadaşının oturduğu koltuğun yanına ilişti. Bakışları hasta dosyasına odaklanan arkadaşını buldu ilk önce hemen sonra ise dosyanın kime ait olduğuna baktı.

Güneş Aksan.

" Elif," dedi merakını gizleme gereği duymadan." Kim bu Güneş ve neden bu kadar önemli senin için ?"

Ayaklandı, Elif. Odasında ki cama ilerledi ve omzunu yaslayıp yağan karı seyretti.

" Bir söz." dedi kısaca.Başka bir şey söyleme gereği duymasa da aslında birçok şeyi açıklıyordu o iki kelime.

Bir söz, yıllar önce verilmiş bir sözden ibaretti her şey aslında ve şimdi ise verdiği sözü tutma vaktiydi.

*****

İlk hikayemi yayınlamamda bana her zaman destek olan Zülüş hanıma teşekkürlerimi sunuyorum.

​​​​​Okuyup , şans veren herkese de teşekkür ediyorum.

 

 

Loading...
0%