@violam_s0
|
İntihar etmenin onlarca yolu vardı. Kimileri savaşının sona erdiğini düşünerek ederdi, kimileri acıya katlanamadıkları için. Kimileri ruhsal olarak, kimileri fiziksel ama her şeyin sonunda ölüm kaçınılmazdı. Bazı ölümlerin sebebi olmaz. Kafamdaki kara düşünceler beni esir alırken en son karaladığım çizime bakıyordum. Bir ağaç çizmiştim. Kökleri yerin altına kadar uzanıyordu, yaprakları yoktu ve yaşlıydı. En azından ben öyle çizmiştim. Resme gölge verirken bir el omzuma değdi ve sakince kafamı arkaya çevirdim. “Sabahtan beri çiziyorsun Alina, derse odaklan.” Fizikçinin sakin sesi kulaklarıma dolarken dediğini yaptım. Kağıdı buruşturup hızlıca sıranın altına attım. Olay istemiyordum. Kadın hafifçe tebessüm ederek yanımdan ayrıldığında kollarımı göğsümde kavuşturdum ve derse odaklanmaya çalıştım. Ne de olsa yapacak başka bir şeyim yoktu. *** Ders biteli yarım saat oluyordu ve hala yoldaydım. Hava yağmurlu olduğu için ceketimin fermuarını sonuna kadar çekmiştim, yine de üşüyordum. Tamamen aptallıktı. Meteoroloji tamda bunun için vardı zaten. Bakmadan çıkmak benim hatamdı. Yürümeye devam ettim. En az yirmi dakikalık yürüyüşten sonra eve varabilmiştim. Her yerim su dolmuştu. Ayakkabılarımın içine kadar ıslanmıştım. Çantamı yere fırlatıp koşarak banyoya girdim. Islanmaktan nefret ederdim ve lanet hava bugün fazla yağışlıydı. Liseden nefret ediyordum. Mezun olunca hayatın daha güzel olacağını düşünen aptallardan değildim. Aksine her şey daha berbat olacaktı. Anlamsızlıklar içinde yaşıyorduk. Kurulandıktan sonra yerdeki çantamı alıp odama girdim. Fazlasıyla aç ve bunalmıştım. İçimde bugün hiç hissetmediğim kadar kara bulut kol geziyordu. Yine de mutfağa gidip kendime bir şeyler hazırlayacaktım. Mutfağa girdiğimde içeriden telefonumun sesi yankılandı. Oflayarak tezgaha yaslandım ve kendi kendime mırıldandım. “Doyana kadar bakmayacağım, üzgünüm.” Sırıtarak yemek yapmaya başladığımda midem her defasında guruldayarak kendini hatırlatıyordu. Biraz sonra önümde koca bir makarna ve salatayla masaya oturduğumda hızlıca yemeye başladım. Yağmur sesleri pencereyi döverken, telefonum bir kez daha titredi. Son çatalımı da alıp içeriye girdim. Koltuğun üzerine fırlattığım telefonu alıp ekranı açtığımda ekranda büyük harflerle yazılmış BABAM kelimesiyle karşılaşmayı beklemiyordum tabii. Ekranı açıp son aramalardan babamı aramaya koyuldum. Durduk yere beni aramasına imkan yoktu. Telefon ikinci çalışında açıldı ve babamın tok sesi yankılandı. “Alina.” Dedi babam ciddi bir ifadeyle. “Evet?” “Evde misin?” “Evdeyim?” “Alina çık oradan derhal!” Kafam karışmıştı. Ne saçmalıyordu bu adam? Alayla karışık bir ifadeyle cevap verdim. “Nereye kaçayım, size mi?” Sen ve beni sevmeyen üvey anneme mi? Beni istemeyen sana mı babacığım... “Alina çık diyorum!” Bu sefer bağırmıştı. “Sen iyice delirdin.” “Alina çık ora-” Yüzüne kapattım. Gereksiz yere yine saçmalıyordu. Aylardır aramayıp sormayan adam, şimdi benim iyiliğimi düşünecek kadar sevmezdi beni. İnsana acıyı ailesi yaşatmamalıydı. Bu intihar olurdu. Derin bir nefes alıp odama yöneldim. Odama girdiğimde çalışma masamın üzerindeki deftere kaydı gözlerim ama bir aksilik vardı. Defter yerinde yoktu. Panikle yere eğildim, yoktu. Tekrar bakındım, yoktu. Defter yoktu. Defterimi okula götürmemiştim bile, burada değilse nerede olabilirdi? Başıma giren ağrıyla yatağıma oturdum. Bu kadar stres iyi değildi. Sakindim, sadece aptal bir defterdi. Çıkardı ortaya. Ama onun içinde benim için önemli şeyler vardı. Onu kaybetmek, gerçekliğimi kaybetmekle eş değerdi. Derin bir nefes aldım. Yağmur hala aynı hızıyla pencereyi döverken ayağa kalkmaya çalıştım. Kalkamadım. Başımdaki ağrının çoğaldığını hissettim. Midem hızlı bir şekilde bulanmaya başlayınca refleksle kendimi tekrar yatağa attım. Ne oluyordu? Saçlarım terlemeye başlamıştı. Ellerimin içi karıncalanıyordu. Vücudum gereksiz tepkimelere giriyordu ve delirmek üzereydim. Ölüyor muydum? Ölümümün böyle olacağını düşünmezdim. Yalnız öleceğimi biliyordum ama böyle ölmek mi? Hadi ama bu tam olarak saçmalık. Karanlık çoğalmaya başladı. Ölüyorsam beyaz olması gerekmiyor muydu? Kalkmak için ne kadar dirensem de vücudum bana galip geldi. Göz kapaklarımın ağırlaştığını hissettim ve kendimi sessiz bir karanlığa bıraktım. *** “Cehennemden geçiyorsanız, devam edin,” der Winston Churchill. Buna inanırdım. Eğer yolunda gitmeyen şeyler varsa yoluna sokana kadar devam etmeye inanırdım. Tek inandığım şeydi belki bu acınası hayatımda. Çocukken babamla kurduğum masallara benzerdi, babamın hiçbir zaman tamamlamadığı masallara... Küçük bir kız çocuğunun isteyeceği tek şeydi masallar. Ve onu yarım bırakan babalar. Çocukluğuma dönsem hesap sorardım o aptal kıza, “Hayallere kapılma,” derdim. Ne de olsa yarım kalacaksın, terk edileceksin ve acının bin bir çeşidini yaşayıp, duygusuz olmakla suçlanacaksın. Hayat seni parçalayana kadar beklemelisin, sonrası boş hayaller; acımasız insanlar ve karanlık yollar. Sıcak biraz daha bastırırken vücudumdaki hiçbir uzvu hissedemiyordum. Kalp atışlarım hızlıydı, öldüğümü düşünüyordum. Gözümü aralamamla güneş ışığını görmem bir oldu. Sert bir küfürle doğrulmaya çalıştım ama tek yapabildiğim yerimde saymaktı. Canım acıyordu. Gözlerimi tamamen aralamayı denediğimde bu sefer az da olsa başarabilmiştim. Sert nefesimi dışarı vururken burada ne aradığımı merak ediyordum. İşin daha kötüsü burası neresiydi? Karanlık bir zindan gibi duruyordu. Önünde demirlikler vardı ve yattığım yer toz doluydu. Korkunç derecede tozlu ve pis. Kaçırılmış mıydım? En son ki halimi hatırlamayı denedim, başım kopacak derecede ağrıyordu ve ölmek üzereydim. Burası cehennem miydi yani? Herkes kendi vicdanından asılmaz mıydı cehennemde? Pekala, benim vicdanım bu tozlu zindan mıydı? Ne saçmalıyordum ben! Saçma düşünceleri kafamdan atmaya çalışarak ayağa kalkmayı denedim. Biraz daha bu tozlu yerde kalırsam gerçekten ölecektim. Tozlar ciğerlerime kadar dolmuştu. Birkaç saniyenin sonunda ayağa kalkmayı başarabildiğimde elimde olmadan öksürmüştüm de. Demirliklere yaklaşıp etrafa bakmaya başladım ama pek görebildiğim bir şey yoktu. Zifiri karanlıktan başka... Nefesimi toplayıp bağırmayı denedim. “Biri bana ne olduğunu anlatacak mı?” Sesim karanlık boşlukta yankı yaptı. Geri dönüş alamayınca geriye gittim ve olduğum yere oturdum. Kafamı toplamalıydım, hala olanlara aklım ermiyordu. Kaçırıldıysam, niye kaçırılmıştım önce bunu düşünmem gerekiyordu. Binlerce olasılık geçti aklımdan, en son bilincim kapanmadan önce babamla konuştuklarım aklıma geldi. Tabii ya... Babam evden çıkmamı söylüyordu. Pekala, neden? Kumar oynayıp beni mi satmıştı? Olabilirdi. Babam adi herifin tekiydi ve konu kendi çıkarlarıysa her şeyi yapardı. Sevdiği herkesi gözünü kırpmadan harcardı. Beni de harcamıştı. Yine de bu çok saçmaydı. Daha fazla düşünmeye fırsat kalmadan demir kapıdan ses geldi. Kafamı tozlu yerden kaldırıp önüme baktım. İri yarı, çirkin bir adam kilidi açıyordu. Adamın üzerinde karanlıkta parlayan zırhların olduğunu fark ettim. Delirmek üzereydim. Tarikat mıydı bunlar? Adam kilidi açıp yere fırlattığında başımı alay eder gibi yana eğdim ve dik bakışlarımı iri yarı, çirkin varlığın üzerinde gezdirdim. “Korkmadım.” Sırıtarak söylemiştim bu sözü. Aslında biraz ürküyordum. Yine de neredeysem kendimi ele vermeye niyetim yoktu. Adam cevap vermedi ve üzerime yürümeye başladı. Karşı koymadım ne de olsa çıkmak istiyordum bu lanet yerden. Kolumun birini kavrayıp sertçe yukarıya çekti. Canım acımıştı ama belli etmeden sadece dudaklarımı büzdüm. “Yavaş ol.” Adam beni ittirerek zindanın dışına çıkardığında aniden her yerin parladığını gördüm. Sanki biri aniden ışıkları açmış gibiydi. Hepsinin saçma bir rüya olmasını diledim. Uzun bir koridordaydık. Her yerde birden fazla tablo vardı. Kırmızı bir halının üzerinde, itile kakıla yürüyordum ve bu durum canımı sıkmaya başlamıştı. Saygısızlığa gelemiyorum bay dev. Geçtiğim her kısımda uzun sütunlar beliriyor ve korkutucu bir hal alıyordu. Koridorun en sonunda büyük bir kapı vardı. Burası saray mıydı? Dev beni kapıya kadar yürüttüğünde aniden iki elimden tutup zincir takmaya başladı. İşte buna tahammül edemezdim. “Ne yapıyorsun sen?” Tüm gücümle itmeyi denedim ama sonuç başarısızdı. Dev ellerimi sıkıca kilitlemişti. Daha fazla çırpınmamın zararıma olduğunu anlayıp direnmeyi kestim. En sonunda işi bitmiş ve hazır olda benimle beraber bekliyordu. Kafayı yememek için direniyordum. Gerçekten cehenneme düşmüş olabilirdim. Ve Tanrım yemin ediyorum ki eğer burası cehennemse, günahsız olmayı yeğleyebilirdim. Her şey çok hızlı gelişiyordu. Okuldan eve gelmiştim. Yemeğimi yemiştim ve bayılmıştım. Gözlerimi açtığımda bu saçma tiyatro oyununun içindeydim ve kabul etmekten başka çarem yoktu. Her şey planlanmış gibiydi. Önce yüksek bir çan sesi doldu kulaklarıma. Sonra kapı aniden iki yana açıldı ve büyük bir kalabalık beni karşıladı. Büyük bir insan kalabalığı. *** |
0% |