@violam_s0
|
Kendimi uçurumun kenarında hissediyorum. O uçurumdan atlasam her şey bitecek ama ben taşlardan birine tutunmuş kurtarılmayı bekliyorum. Kendimi uçurumun kenarında hissediyorum. Nefes alacak halim yok ama hala hayattan bir umudum varmış gibi yarını merak ediyorum. Yarın uyandığımda hayatımı değiştirebileceğime inanıyorum. Hissedemiyorum. Artık hiçbir şey hissedemiyorum. İnanmıyorum. Yaşadığım şeyler kurgu olsun istiyorum. Sabah kalktığımda bende istediğim karakteri açıp okuyayım istiyorum. Eğlenceli bir kitap karakteri olayım ve kimseye hesap vermeden sonumu bekleyeyim istiyorum. Ama biliyorum, bir kitap karakteri olsaydım; yazarım delinin teki olurdu. Yaşadığım her şey bir rüyadan ya da kurgudan ibaret olsaydı ve ben bunları görmek zorunda kalmasaydım. Miranda’nın kan dolu vücudu yerde akarken ben neye uğradığımı şaşırmış bir halde sadece olanlara bakıyordum. Yer olduğu gibi kanla kaplanmış, aralardan kanlar sızıyordu. Birkaç yer dağılmış duruyordu: Bu da yaralanmadan önce verdiği savaşı belli eder nitelikteydi. Gözleri kapanmış, göğsünden oluk oluk kan akarken gözlerimi tekrardan Asil’e çevirdim. Asil. Hani o herkesin savaşmak için gardını aldığı adam. Arkasından milyarlarca belki de milyonlarca plan yapılan adam. Bir köken soyundan gelen. Kurucuların soyundan gelen vampir: Asil. Şimdi olduğu yerde ne yapacağını bilmez bir halde öylece bakıyor gibi duruyordu. Çatık kaşlarının arkasında ne düşündüğünü merak ettim. Arel de tam yanında aynı ifadeyle bakıyordu yere. “Miranda...” Ağzımdan çıkan tek kelime buydu. Sadece, Miranda... O an gözüm Asil’in elindeki kağıda kaydı. Düz, küçük bir kağıt parçasını elinde tutmuş bekliyordu. “O kağıt ne?” Asil’in dikkati elindeki kağıda kaydı. Ardından gözleri tekrar beni buldu. “Şafak,” Dedi. Tek diyebildiği cümleymiş gibi. Sanki başka bir şey diyemiyormuş gibi. Şafak. Elindeki kağıda doğru yürüdüm. Ayağımdaki hafif tabanlı botlar her yürüyüşümde tabanda sesler çıkarıyordu. İçim gıcıklandı. Asil’in elindeki kağıdı aldım. Asil tepki vermiyordu halen. Kağıt beyazdı ve arkasından kırmızı bir boyayla yazıldığı belli olan yazıların gölgesi düşüyordu. Kağıdın arkasını çevirdim sakin tutmaya çalıştığım bedenimle. Kırmızı harflerle yazılmış küçük bir cümle. “Benden Asil’e küçük bir hediye.” Şafak. Anlıkta olsa kanım dondu. Şafak bu kadar ileriye gidebilecekse hiç gecikmeden benimde bedenimi böyle yere serebilirdi. Kendimi Miranda’nın yerinde hissettim. Bedenimden kanlar akarken, kendimi yerde yatmış bir şekilde hayal edebilmek zordu. Ama bunların her biri gerçek Alina... O kişi bir gün sende olabilirsin. “Bunu neden yaptı?” Sorum direkt olarak Asil’e doğruydu. Arele bakmıyordum. Arel donmuş gibi olduğu yerde duruyordu sadece. Asil iki kaşını da havaya kaldırdı ve gözlerimin içine baktı. “Benimle geldiğin için.” Zamanın gerisine aksam ve Şafak’ın buraya geldiği ana dönsem Mirandayı kurtarabilir miydim diye düşündüm. Belki Şafak’a yalan söylerdim; onunla kaçmadığımı, kendi kafasında böyle bir şey kurduğu için deli olduğunu ima eder ve bu güçlü cadıyı kurtarabilirdim. Ama ne yazık ki zaman her daim ileri akan bir kavramdı. “Şafak gerçekten kafayı yemiş.” Asil dediğim cümle karşısında bir kez daha konuştu. “Benden intikam alma hayalleri kuruyor sadece... Ona bunun hesabını son derece acı verici bir şekilde ödeteceğimden emin ol.” Bu cümleyi Arel’e söylüyor gibiydi. Ona bakarak. “İyide seninle geldiğimi nereden biliyor?” Arel lafa girdi. “Ares. Ares bu konularda iyi içgüdülere sahip bir herif ve Şafakta ona uymuş.” Bir kez daha Mirandaya baktım. “Onu iyileştiremez miyiz?” “Bıçak çok derinden saplanmış. Bıçağın ucu zehirlide olabilir. Kaldı ki o bir cadı Adelina biliyorsun. Cadılar kendi kendilerini iyileştirirler aksisi ölümdür. Miranda bunu yapamamış belli ki ölmüş. Kalp atışını duyamıyorum zaten.” Asil bana bakmaya devam etti. İki vampirle bir odada yalnız kalmak... Sen hangi yaratıksın Adelina? Bunu bilmemem başıma çok iş açacaktı. Ama bir yandan da bugüne kadar kimsenin beni sorgulamamasını düşündüm. Kimse benim ne olduğumu söylemiyordu. Aslında ben hiçbir şeydim... İnsan olmaktan başka doğaüstü bir lanetim yoktu ve buradakiler de asla bunu sorgulamamışlardı geldiğimden beri. Belki de Adelina da hiçbir şeydir... Bu iyi ve inançlı bir ihtimal olmak üzere rafa kaldıracağım bir konuydu. “Şimdi ne olacak?” Arel, Asil’e döndü. Kafası karışık gibi bir hali vardı. Arel’in neden bu kadar sessiz ve sakin kaldığını anlamamıştım. Mirandayla özel bir bağlarımı vardı ya da aşık mıydı ona? Yine her şey kafa karıştırıcı bir şekilde önümdeydi. Asil cevap vermedi. Arel, Miradanın uzandığı yere eğilip kızıl saçlarını eline aldı. Her yer kana bulanmıştı. Arel, Mirandaya doğru uzanıp kulağına fısıldadı ama bunu hepimiz duyduk. “Bu bir intikam oyunu... Sana acı çektirenleri cehennem azabıyla yakacağım. Kızılım...” Ardından ayağa kalktı. Biz ise sadece durmuş ona bakıyorduk. Büfenin arkasına gidip uzun bir örtü çıkarttı. Ben hala ne yapmaya çalıştığına bakıyordum. Beyaz örtüyü alıp tekrar geldi ve Mirandanın üzerine boylu boyunca örttü. “Buraları temizleyeceğim. Hanginiz bana yardım edecek?” Arel bize bakmadan hala Mirandaya bakarak konuşmaya devam etti. Seviyordu belli ki. Değer veriyordu. Sevdiğin birinin ölmesi nasıl hissettirir diye düşündüm. En büyüğünü kendi annemde yaşamıştım ama ben annemi hiç tanımamıştım. Beni doğurduktan sadece birkaç ay sonra ölüme kucak açmıştı. Resimleri kalmıştı elimde. Beni kollarına almış, sarılıyordu. Mavi gözlerim ona benziyordu. Aksime sapsarı saçları vardı... Bakışları benimki gibi değildi daha canlıydı. Gülmeyi seven bir kadına benziyordu benim annem. Ve öyle bir kadın beni dünyaya getirmişti. Ariana. Ariana Martin. Annem bir ispanyoldu. Annemin soyadını alamadığım için babamın soyadını almıştım. Neden adımın Alina olduğunu ise hiç öğrenemedim. Buradakilerin soyadı olup olmadığını ise bilmiyordum ama olsaydı eminim öğrenirdim. Bunun için giderken yanıma almadığım Minevra Tarihçesi gerekliydi. “Adelina?” Arel’in sesi düşüncelerime ket vururken ona baktım. “Yardımın gerek. Temizleyelim şuraları.” “Asil?” Asil daha fazla beklemeden yürümeye başladı. Bir anda durup bana döndü. “Geleceğim. Ben gelene kadar Arel’le şuraları hallet. Tek bir kan damlası kalmasın.” “Emir vermeyi bırakıp sende yardım edebilirsin?” “Herkesin bir görevi var sevgilim... Üstüme düşeni yapıp geleceğim.” Ve çıktı. Çıkarken kapının üzerindeki çan sesi son derece rahatsız edici olsa da daha fazla uzatmadım ve Arel’e yardım etmek için işe koyuldum. __
Malikane- Şafak malikaneye gelir gelmez uzun ve derin bir nefes aldı. Kimseye görünmeden odasına gitmekten başka istediği bir şey yoktu. Büyük hole girdi, kendinden emin halini asla bozmak istemiyordu ama biri karşısına çıkar da ona hesap sorar diye ödü kopuyordu. Saniyeler birbirini takip etti, Şafak odasının kapısını buldu. İçinde anlamlandıramadığı bir huzursuzluk vardı. Biliyordu. Asil’in onu bulacağını ve canını yakacağını biliyordu. Mavi ve grinin binbir tonuyla bezenmiş odasına girdi. Açık camdan esen rüzgar yüzüne vuruyordu. Beyaz perdeler odada ahengi yaratıyordu.Yatağına doğru hızlıca yürüdü, yatağına ulaşmadan önce komodine dizini çarptı ve ufak bir küfür mırıldandı ağzından. Bekliyordu. Asil’i bekliyordu. Asil’den korkmazdı. Kimse Asil’den korkmazdı. Asil’in yapacaklarından korkarlardı sadece. Asil her zaman aynıydı çünkü. Bin yılda geçse Asildi o. Yatağının başında iyiden iyiye kararan havaya bakıyor ve dizini sallıyordu. Avuç içlerini sıktı. Terden sırılsıklam olmuş avuç içlerine baktı. Elini sertçe siyah pantolonuna sildi ve beklemeye devam etti. Birkaç uzun dakikanın ardından odasının kapısı tok bir sesle tıklandı. İrkildi. Uzun bir yutkunmadan sonra ayağa kalktı. Asil olduğunu düşünüyordu. Asil, oyunları severdi. Kendini olabileceklere hazırladı. “Şafak?” Derin bir nefes verdi ve yatağına geri oturdu. Gelen Silvaydı. “Gel Silva...” Kapı hafif gıcırtılı bir sesle açıldı. Şafak olduğu yerde donakaldı. Silvanın boğazına dayalı bir bıçak ve onu tutan Asilden başkası değildi. Silvanın gözlerinden yaşlar süzülürken Şafak tekrar ayağa kalktı. “O bıçağı yere bırak...” Asil, bir film şeridinden görüntüler izler gibi sadece Şafak’ı izliyordu. “Sana o bıçağı bırak dedim!” Asil, Şafak’ı baştan sona süzdü. En son beyaz tişörtünde kalan kanları gördü. Mirandadan kalan son şey Şafak’ın üzerindeki kanlardı. Bu Asil’i öfkelendirdi. Asil baştan sona nefretti. Ona yapılan şeylerin karşılığını aynı gün verirdi. “Sen buraya nasıl girdin!” Biliyordu. Asil istese buraya elini kolunu sallayarak rahatça girebilirdi. Onun için zor diye bir şey yoktu. “Silva...” Şafak elini Asil’e doğru kaldırdı. “Ne istiyorsun?!” Sözleri odanın içinde yankılandı. “Asil ne istiyorsun? Senin derdin benimle, onu bırak... O masum!” Asil sessizliğini en sonunda bozarak, “Ne tesadüf ki Miranda da masumdu,” dedi. “Senin... Derdin... Benimle...” Asil, Şafak’a aşağılayıcı bir bakış attı. “Ne tesadüf ki senin de derdin benimleydi ama sen Mirandadan intikam almayı seçtin...” Bıçak daha sert bir şekilde Silvaya dayanınca Silva ufak çaplı bir çığlık attı. “Ben sadece canın yansın istedim!” Şafak odanın içinde bağırarak konuşurken, Asil daha sakin konuşmayı tercih ediyordu. Asil gülerek konuşmaya devam etti. “Bende sadece canın yansın istiyorum... Ama benimki daha çok fiziksel bir istek.” Ve Asil, Şafak’ın hiç beklemediği bir anda Silvayı yere fırlatarak bıçağı Şafak’ın göğsüne sapladı. Şafak’ın Mirandaya yaptığı gibi. Şafak gözleri beş karış açık bir şekilde Asil’in yakasını tuttu. Silva olduğu yerde çığlık attı. Şafak sadece Asil’e bakarken Asil konuşmaya devam etti. “Bizim aramızdaki fark hep buydu Şafak... İntikam almak istiyorsan benim canımı yak. Böyle aptalca oyunlara girişmeye kalkma... Sonra sen zararlı çıkıyorsun.” Ve zafer gülümsemesi Asil’in dudaklarında canlandı. Şafak daha fazla dayanamadı ve sertçe yere yığıldı. “Ne yaptın sen!” Silva sürünerek Şafak’ı kollarının arasına aldı. “Ölemez... Ölemez ne yaptın sen?!” Silva çığlık çığlığa bağırırken, merdivenden buraya doğru gelen ayak sesleri odada duyuluyordu. Asil ceketinin yakalarını düzeltti sakince. Silva çığlık çığlığa bağırıyordu. Şafak’ın kanlı göğsüne bastırdı ellerini. “Ölemez! Asil o ölemez! Bir şeyler yap!” Silva kıpkırmızı olmuş gözleriyle arkaya baktı ama her şey için çok geçti. Asil yoktu. Alina- Gökyüzü insana her şeyi anlatabilir. Üzgün olduğunda gökyüzüne bakarsın, sevindiğinde gökyüzüne bakarsın, sinirlendiğinde kafanı gökyüzüne kaldırır ve sakinleşmeyi beklersin. Gökyüzü insana her şeyi verir. Hayal kırıklığı yaşadığında ilk baktığın yer gökyüzü olur. Ama hayal kırıklığının ta kendisiysen bakacağın tek yer aşağısı. Ben her zaman için hayal kırıklığı olan kişiyim. Ya da o bile değildim. Bir insanın hayaline girmeyi bırak, kırıklığı olabilecek kadar yakın değildim kimseyle. Benim için hayat bundan ibaretti. Babam her daim kibirli biri olmayı seçti. Beni terk ettiğinden beri ise bu hep aynı. Onu sadece kibir ve çıkar yönetir. Bazen o çukurdan kafasını kaldırır ve bakar; ben iyi biriyim... Ona göre yaptığı her şey bir gereklilikten ibaret. Yekta Akyel. Babam. Alina Akyel. Arel elindeki bezi yere sürtmekten kıvılcım çıkaracakken bezi sertçe çekerek aldım. “Biraz daha sürtmeye devam edersen ufak bir yangın çıkarabiliriz ve sevdiğin Mirandayı yakarak öteki dünyaya göndeririz.” Elindeki bezi alıp onun yerine ben silmeye başladım kanlı parkeleri. Kan her yerdeydi. Kanı sevmezdim. Bir ara neden bu işi yaptığımı sorguladım? Şuan yerde ceset temizlemek bana göre fazla uçuk bir şeydi. Bunu ise soğukkanlılıkla yapmak daha uçuk... Bezi daha sakin halde yere sürterken Arel’inde arkamda olduğunu biliyordum ama hiç ses çıkarmadan sadece duruyordu. Silmeyi bırakıp kafamı Arel’e doğru çevirdim. Çatık kaşlarıyla yüzüme bakıyordu. “Ne,” dedim sorgular ifadeyle. Arel kaşlarını havaya kaldırdı. “Sevdiğin Miranda?” Az önce söylediğim cümleye takılmıştı. Ve bende aptal kafamla söylediğim cümleyi hatırladım. Nereden biliyorsun ki sevip sevmediğini? Aptal Alina. Ben ağzımı tekrar açamadan o tekrar lafa girdi. “Sen sevmiyor muydun Mirandayı, Adelina? Senin için en yakın dosttu oysaki o...” Gözlerinin az da olsa sulandığını gördüm. Elbette sevmiyorum Arel. Mirandayı tanımıyorum bile. Sadece benim için buraya ilk geldiğimde kahve içtiğim bir kadındı Miranda. Geçmişini ve yaptığı şeyleri bilmediğim bir kadını da sadece bir kupa kahve içtim diye sevecek değildim. Arel’in gereksiz duygusallaşan suratına baktım. Onun için ne ifade ettiğini bilmiyordum ama benim için hiçbir şey ifade etmiyordu ve bu durumu nasıl açıklamam gerektiğini ise düşünmeliydim. Yine aptal bir bahane ya da yalan uydurup sıvışmalıydım. Birkaç saniye geçti ama benim bulanan aklımdan mıdır bilmem bir bahane bulamadım ve sadece Arel’le bakışmaya devam ettik. Ona şimdi her şeyi söylesem bana yardım eder miydi diye düşündüm. Beni çekip alır mıydı onların hayatından? Ya da koşarak herkese söyler miydi benim bir yalancı olduğumu? Bu tahminlerim ise sadece onlara göre bir olguydu. Ben yalancı değildim. Ne kadar ara ara bunu düşünsem de ben sadece buradan kurtulmaya çalışan bir kızdım. Elbette her insanın yapacağı şeyi yapıyordum: Canımı kurtarmak. “Ben sadece senin için konuşuyorum.” Ve bingo! Yalan. Güzel bir yalan. Konuyu değiştirmek için aklıma ilk gelen soruyu sordum Arel’e. “Asil nerede kaldı acaba?” Arel bana bakmayı bırakıp Mirandayı koyduğumuz masaya gitti. Az da olsa ne yaptığını görebiliyordum. Beyaz örtüyü biraz açtı ve olduğu yerde Mirandanın buradan görünen beyaz suratına baktı. Mirandanın ölü ten rengiyle kendiminkini benzettim. O sadece bir ölü teniydi: Soluk, beyaz ve renksiz. Kan yoktu. Bu ise benim kendi ten rengimdi: Soluk, beyaz ve renksiz. Kan vardı. Aramızdaki tek fark buydu. Soruma cevap vermeden sadece Mirandaya bakmayı sürdürdüğünde kapı çanı bir kez daha bütün büfede yankılandı ve kafamı hızlıca kapıya çevirdim. Asil. Yanında sarışın bir kadınla birlikte orada duruyordu. Orta yaşlı bir kadındı bu. Kadın gözlerini önce bana dikti ardından Arel’in olduğu yere döndü. Kadını o an baştan aşağıya süzme gereksinimi duydum. Saman sarısı saçları göğsüne kadar uzun ve kıvrıktı. Üzerinde uzun beyaz askılı bir elbiseyle melek gibi duruyordu. Parmaklarında ışıldayan birkaç yüzükte vardı. Gözlerinin yeşilini buradan görebiliyordum. Tam anlamıyla Tanrıça gibi duruyordu kadın. Pekala neden gelmişti buraya? “Meyra?” Arel’in şaşırmış sesini sonunda duyabildim. Meyra. Kadının aksine beyaz üstüme kan sıçramış, mavilerim solmuş ve yüzümde tek gram renk olmayan ben fazlasıyla absürt duruyordum. Meyra denen kadın önce bana baktı, birkaç saniyenin sonunda ise Arel’e doğru yürümeye başladı şaşkınlıkla. Ben ise Asil’i yeni görebilmiştim. O ise sadece bana bakıyordu. Ben elimdeki beze baktım önce, sonra ayağa kalktım yavaşça ve sanki, buradaki her şeyin sorumlusu benmişim gibi hissettim. Burayı ben yönetmiyordum sadece bana dedikleri şeyi yapıyordum. Neden yapıyordum? Koca bir belirsizlik. “Miranda...” Kadının sesindeki üzüntüyü hissettim. Arkamı döndüm yavaşça. Meyra denen kadın Mirandanın başına usulca elini koydu ve onu alnından öptü önce. Ardından bütün örtüyü attı aşağıya. Kandan kurumuş göğsüne baktı birkaç saniye. Onunda gözleri dolmuşa benziyordu. Hiç beklemediğim bir anda ise omzuma bir el atıldı. Ben kim olduğunu anlamıştım ama Asil beni direkt çıkışa doğru götürmeye başladı. İstesem kaçabilirdim ama yapmadım. Bunu sertçe yapmıyor aksine beni buradan nazikçe çıkartmaya çabalayan bir hareketle yapıyordu. Elimdeki bezle birlikte dışarı çıktığımızda Arel ve Meyra içeride yalnız kaldı. İkimizde dışarıdaydık şimdi. Asil elini usulca çekti. “Neden çıktık?” dedim elimdeki kanlı bezi yere umursamazca atarken. “İkisini yalnız bırakmak istedim,” dedi cebinden bir paket sigara çıkarırken. “Bunu sen istedin yalnız...” Dedim çıkarttığı paketten bir dal alırken. Sigarasını yaktı usulca, o arada da bana göz ucuyla bakmayı ihmal etmedi. “Çakmak?” Elindeki çakmağı bana uzattı. Bende yaktıktan sonra sadece ışıltılı tabelalar eşliğinde sigara içiyorduk. “Sen neredeydin?” Asil cevap vermeden bir duman daha çekti içine. “Şafak’a gittim.” İçimin az da olsa ürperdiğini hissettim. Tahmin ettiğim cevabı verip bizi daha büyük bir savaşa mı götürecekti yoksa bu işi tamamen halletmiş miydi sakinlikle? “Ne yaptın peki?” Asil sigaradan bir duman daha çekti. “Mirandaya yaptığının aynısını yaptım.” Sigarayı yere atıp sertçe ezdim ve tamamen Asil’e baktım. “Gerçekten mi Asil? Bu yaptığınla ne olacak sanıyorsun? Daha büyük bir savaş çıkartmaktan başka işe yaramaz bu!” Sesim ilk defa bu kadar sert çıkmıştı. Ve belki de buraya geldiğimden beri duygulu. Asil bana baktı önce. Dudağının kenarı kıvrıldı sonra ve o da sigarasını yere attı. Sigara onun botları altında ezilirken konuşmaya devam etti. “Biz zaten savaşın içinde büyüdük güzelim. Bundan mı korkuyorsun gerçekten?” Gözlerimi devirmemek için kendimi tuttum. Ben büyümedim ama Asil. Sadece Asil. Daha bir soy adı olup olmadığını bile bilmediğim Asil. Sadece, Asil. “Korkuyorum, evet.” Bu dediğim buraya geldiğimden beri nadir söylediğim doğrulardan biriydi. Ait olmadığım bir yer için kanımı dökecek değildim. Asil soluklaştığına emin olduğum mavi gözlerime baktı. Ben ise kendimi hiç bu kadar öfkeli hissetmedim. “Korkuyorum Asil! Çünkü ben bir insanım! Sizin gibi değilim ben... Aslına bakarsan ben sizin istediğiniz kişi bile değilim biliyor musun? Sizin istediğiniz kişi nerede bilmiyorum bile... Ben sadece insanım! Adım Adelina falan değil benim... Ben kendi dünyamda, o karanlık; üstü kapalı ya da yalnız artık adı her neyse... Ben o dünyaya aitim. Sizin dünyanız size kalabilir ama gerçekler hiçbir zaman bu kadar kolay olamaz, hazmedilemez. Kendime bakıyorum: Elimde kanlı bir bez, üstüm başım kan içinde bir cadı cesedi temizliyorum... Hayat bu kadar ucuz mu gerçekten? Sizin hayatınız size kalsın, ben kendi hayatımda iyiyim.” İçimden dediklerimi dışımdan da söylemek istedim. Ama gerçeklik hep bir yandan vuran sert bir tokat gibiydi. Söylemek için zaman, zaman değildi. Asil dediğim üzerine ağzını açmadı. Birkaç dakika sonunda ise büfeden gelen çan sesini duyabildim. “İkinizde içeriye gelin.” Sarışın kadındı bu. Adı Meyra olan. Kapı tekrar kapandı. Ben arkamı dönüp tam gideceğim sırada Asil’in bileğime sarılan elini fark ettim. Ona döndüm içimdeki sesi susturmaya çalışırken. “Sen benim savaşta önüne siper olacağım tek kişisin.” “Umarım siper olacak bir savaş yaşanmaz Asil.” Asil kehribar gözlerini daha da yaklaştırdı bana. “Savaşlar hep vardır tarihte. İşin ucunda bir zafer varsa eğer, tarih o zaferi yazmak hep ister.” “Ama ben zafer istemiyorum.” Dedim ciddi bir ses tonuyla. Asil tekrar gülümsedi ama bu her zamanki gülümsemesinden farklıydı. “Ama ben kazanmak istiyorum Adelina.” ***
|
0% |