Yeni Üyelik
13.
Bölüm

BÖLÜM 12: YASLAR VE BULUNANLAR

@violam_s0

Varoluşsal sancılar çekiyordum.

Uzun zamandır hiç bu kadar rahatsız hissetmemiştim. Bir kedinin fareyi yakalamaya çalıştığında uzanamadığı o dal kadar rahatsız ve sinirli. Ya da kendi içinde dahi sorunları hallolmamış bir doktorun hasta bakması kadar da sağlıklı.

Bazı şeyleri kabullenmek hiç olmadığı kadar zordu benim için. Ben kendi karakterimi bile zor kabul etmişken şimdilerde kabul ettiğim şeyler oldukça fazla geliyordu bünyeme.

Hayat hiç adil bir oyun değildi ve biz bu oyunda piyon olmak harici bir hiçtik.

Bazen kendi adaletini kendin yaratırsın, işte Minevra tam olarak böyle bir yer. Herkesin kendine göre bir adalet anlayışı var ve kimse bu duruma karışma zahmetine girmiyor.

Bir gün sıranın bana gelmesinden ürkmüyor değildim.

Buna gerek yoktu, hem de hiç gerek yoktu.

Olası bir savaş durumunda buradan nasıl kaçabileceğimden bile bir haber yaşıyordum.

En korkutucu taraf ise benim hangi tarafta olacağımdı?

Burada herkesin kendine göre haklı ve haksız yönleri olabilirdi ama ben kimsenin geçmişini bilmediğim için kafama göre taraf seçiyordum.

Ares, Şafak ve hatta Silva bile buraya ilk geldiğimde bana karşı hiç sorgulamadan, olanları sineye çekerek bana sonsuz bir güvenle bağlanmışlardı. Ben ise onlara koca bir ihanet vermiştim.

Ama bu benim yapımdı.

Asil ise aynı şeyi yapıyor ve bana sonsuz bir güven duyuyordu. Gerçekleri bilse hala eskisi gibi olur muyduk düşünmeden edemedim.

Ama ne Asil’in düşündüğü şeyler ne Şafak’ın ne de Ares’in... Hiçbiri, hem de hiçbiri umurumda değildi. Onların savaşında kendimi kurban edecek değildim. Ben onlardan biri değildim.

Adelina denen kaltağı bulmak ve buradan, mümkünse hafızam sıfırlanmış bir halde, eve dönmek istiyordum.

Ne komikti ama...

Herkes sana inanıyor ve senin tek yaptığın kaçmak...

Benim tek yaptığım kaçmak.

“Onu vadiye götürüp, nehre bırakmalıyız...” Arel’in melankolik sesi son derece rahatsız edici gelmeye başlamıştı.

Meyra denen kadın hala ağlayarak Miranda’nın başında bekliyor ve ağzından birkaç anlamsız cümle mırıldanıyordu. Ben ve Asil bir köşede sadece olanları izliyorduk.

Birkaç dakikanın sonunda Miranda’nın cesedini tekrar kapattılar. Meyra cesedi kapatmadan önce son bir kez daha alnından öptü Miranda’nın.

Meyra’nın gözündeki bir yaşın Miranda’nın cesedi üzerine düştüğünü görebilmiştim. Bu durumu göre Arel hızlıca arkasını döndü.

Herkes yastaydı.

Ben hariç.

“Onu öylece nehre atamayız, cenaze töreni de yapmalıyız.” Arel’in titreyen sesini hepimiz fark etmiştik.

Arel herkesten daha üzgündü.

Ve aklıma takılan şey ise, nehre atmaları?

Gömmekte bir seçenekti mesela?

Yani, en azından ben öyle biliyordum.

“Bunu yapabiliriz elbette ama sizler gelemezsiniz Arel. Miranda bir cadıydı bu yüzden cenazeye sadece onun soyundan olanlar katılabilir.”

Meyra denen kadın bunu Arel’e bakarak söylediğinde onunda bir cadı olduğunu anlamıştım.

“Umurumda değil!” Arel’in ani patlamasıyla birlikte hepimiz ona döndük tekrardan.

Tam bir ergendi.

“Tamam sakin ol Arel. Bunu halledeceğiz bir şekilde.” Dedi Meyra.

Meyra denen kadınla o an tekrardan gözlerimiz kesişti. Bana bakıyordu. Kocaman yeşil gözleri vardı.

“Sen,” dedi bana bakarak. O an Asilin de yanımda olduğunu hatırladım.

“Üzerin kanla kaplanmış. Başka bir şey giymelisin.”

Evet, kan temizlemekten üzerimdeki beyaz bluz olduğu gibi kan olmuştu. Ama maalesef giyebileceğim başka bir kıyafet olmadığından ortalıkta insan yiyen vampir gibi dolaşıyordum.

“Kıyafet getirmedim,” dedim kadına bakarak.

“Her neyse, Mirandayı buradan çıkartmalıyız.” Dedi Meyra.

“Kimin yaptığını sormadın Meyra,” dedi Arel lafa girerek.

Meyra benden çektiği bakışları usulca Arel’e yöneltti. “Kimin yaptığını biliyorum. Şafaktan başkası olamaz.”

Bunu bilmesine gerçekten şaşırmıştım.

Ağzımdan çıkana ise engel olamadım. Herkes kendi fikrini söylüyordu ve ben sadece burada durmuş onları dinliyordum.

“Niye,” dedim kadına alayla karışık gözlerle bakarak. “Sende mi buradaydın?”

Kadın birazda olsa bana afallamış gözlerle baktı, ardından ifadesi yumuşadı.

Arelin de bana nasıl baktığını görebiliyordum.

“Ares, Mirandadan nefret eder. Sırf sen seviyorsun diye görüşmenize engel olmazdı. Bu yüzden tahmin etmek zor değil ama elbette bunu kime yaptırdığını bilmiyorum.”

“Şafak,” diye araya girdi Asil.

Sonunda sessizliğini bozmuştu.

Şafak.

Asil Şafak’ı öldürdüğünü söylemişti. Bunu duyunca içimin tek bir hücresi bile cız etmedi çünkü insan, karşılığını alacağını bildiği şeyleri yapmalıydı.

“Onu geberteceğim.” Dedi Arel, fazlasıyla sinirliydi bugün.

Arel, Asil’in Şafak’ı öldürdüğünü bilmiyordu demek halen.

Dışarıdaki yağmur seslerini net bir şekilde kulağımıza gelirken daha fazla uzatmadan bir plan yapmaya karar verdiler.

Mirandaya bir cenaze töreni yapacaklardı elbette. Arel ve Asil kimseye fark ettirmeden arakadan katılacaklardı. Benimde gelmem gerekiyordu elbette.

Ne kadar cenaze törenlerini sevmesem de gidecektim.

Malikanede tek başıma dolaşmaktan bin kat iyidir.

“Adelinayı götürmelisin buradan Asil,” dedi Meyra.

Onlar burada mı kalacaktı?

Ben kesinlikle uyuyamazdım bu gece malikanede.

Asil cevap vermedi, ona baktım. Kafasını salladığını gördüm.

“Sende onunla kal, biz hallederiz burayı. Yarın akşama doğru nehir’de buluşalım. Dikkat çekemeyecek şekilde gelin, özellikle sen Adelina...” Arel bu cümleleri kurarken adeta bir komutan edasıyla takılıyordu.

Miranda’yı tekrardan bir örtüye sardılar. Arel de arabayla gelmişti. Onun arabası arkadaydı. Biz önden girmiştik Alpina’ya. Arel, Miranda’yı kucaklayarak başka bir yere götürdü. Son kez selam verip çıkmıştık bizde.

Yine Asille aynı arabadaydım. Araba sessizdi. Hava iyiden iyiye kasvetini almıştı. Birkaç dakika sonra konuşan Asil oldu.

“Şafak’ı öldürmedim.”

Bu dediği üzerine dikkatim aniden ona kaydı.

“Ne?”

Şafak’ı öldürmediyse ne yapmıştı? İşler gittikçe daha farklı bir hal alıyordu.

“Öldürmedim. Tam kalbine saplamadım. Ayrıyeten bıçağın üzerinde bir büyü vardı. Onu öldürmeyecek.”

“Sana bu yardımı kim etti?”

Buda soru muydu elbette, Meyra.

Asil bana anlık bir bakış attı ve sanki aklımı okumuş gibi cevap verdi. “Tam olarak aklındaki isim.”

“Neden yaptın bunu?”

Asil bu sefer bana bakmadı.

Kafasında bazı şeyleri düşünüp tarttığını görebiliyordum. Her şeye rağmen bir cevapta bekliyordum.

Kısa bir sessizlik sonrası cevap verdi.

“Duygusal bir adamım belki de?”

Verdiği cevap karşısında anlıkta olsa gülmek istedim. Ama bunu yapmadım çünkü bu bir cevap değildi. Sorudan kaçtığını anlıyordum.

“Ya da,” dedim cama dönerken. “Şafak’ı öldüremeyeceğin kadar seviyorsundur?”

Yine koca bir sessizlik. Anlaşılan bugün için Asil’e ulaşılamıyordu.

Araba malikane yoluna girerken arabadaki sessizlik iyiden iyiye büyümüş, ikimizden de çıt dahi çıkmıyordu. Yağmur camı döverken malikanenin içine girmiştik. Adamlardan iki tanesi demir malikane kapısını iki yana açmış bizi bekliyorlardı.

Asil içeriye girip arabayı park etti.

İkimizde arabadan inip malikaneye doğru yürümeye başladık. Bu sıra üstüm başım az da olsa ıslanmıştı.

Üzerimdeki kan kokusunu alabiliyordum.

Malikaneye girdiğimizde içerisi dışarıdan daha sıcaktı bu yüzden bütün kemiklerim rahatlamış kadar hafif hissettim.

Asil direkt olarak kendi odasına gideceğini söyleyerek yanımdan ayrıldı. Asil’in odasını hiç görmemiştim.

Bununla sonra ilgilenmeye karar verip bende bana verilen odaya doğru çıkmaya başladım.

Biraz sonra odamdaydım ve ilk işim bütün kıyafetlerimi çıkartıp banyoya gitmekti.

Ama maalesef banyo buraya yürüme mesafesinde olduğundan kendime dolaptan rahat bir takım çıkardım. Bulabildiklerim arasından pembe bir şort ve üzerine yine pembe kareli pijama gömleği bulmayı beklemesem de buradaki en rahat şey bunlardı.

Hepsini elime alıp banyoya doğru yürümeye başladım. Etrafta yine kimseler yoktu. Zaten burada mutfakta çalışan kadın harici kimse yoktu.

Banyoya grip kapıyı kilitledim. Hepsini bir yere asıp banyonun aynasından önce kendime baktım. Hiç bu kadar vahşi görmemiştim kendimi. Üzerim kan içindeydi. Pantolona bile kan bulaşmıştı. Yüzüm gözüm de berbattı ve ben buradakilere çok iyi uyum sağlamıştım.

Aslında her şey farklı olacaktı, gidecektim buradan.

Şimdi ise üstüm başım kan içinde bir banyoda kendime bakıyordum.

Bunları daha fazla düşünüp kendimi yormak istemediğimden hızlıca üzerimdekileri bir kenara attım ve banyoya girdim.

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Sonunda kendimi temiz hissettiğimde banyodan çıkmıştım. Üzerime getirdiğim şeyleri hızlıca kurulanıp geçirdim. Saçım hala ıslak olduğundan onu da bir havluya sarmıştım.

Banyodan çıktığımda etrafta hala kimse yoktu. Hızlıca odama tekrar gittim. Bugün yemek yiyecek kadar iyi hissetmiyordum.

O kadar kandan sonra elbette normaldi.

Odama girip kapıyı kapattım. Elimdeki kanlı giysileri ne yapmam gerektiğini bilmediğimden yatağın üzerine fırlattım.

Odadaki boy aynasından hızlıca kendime göz attım. Havluyu çıkartıp elimle saçlarımı taramaya başladım.

Sular hafif hafif süzülüyordu yere. Havluyla son bir kez daha kurulayıp havluyu da bir köşeye attım. Bu sıra kapım iki kere çalındı.

Ben ağzımı açmadan içeriye hizmetli kadın girdi.

“Adelina Hanım, üstünüzü alabilirim isterseniz...”

Üst derken kanlı kıyafetlerimden bahsettiğini tahmin ettim ve elimle yatağı gösterdim. Kadın gidip kendisi aldı kıyafetleri ve geri odadan çıktı hızlıca.

Kapı’nın kapanmasına saniyeler kala bir el durdurdu.

Anlıkta ufak bir irkilme hissetmiştim.

Elin sahibini bulmak ise zor değildi.

Asil. 

Odaya girip bakışlarını bana yönlendirdi. Üzerindeki kıyafetleri çıkartmadığını fark ettim.

“Ne istiyorsun,” dedim ona bakmaya devam ederken.

Asil bir şey demedi ardından bir adım bana yaklaştı.

“Uyuyacak mısın?”

“Hava yeni kararmaya başladı ama çok yorgunum, yani evet.”

İkimizde durmuş öylece birbirimize bakıyorduk.

Bazen insanın içinde yeşeren bazı hisler olurdu. Aşk, hoşlanmak ya da sevgi değildi bu hisler bende. Daha çok birine güvenmek, ona sonsuz bir sadakatle bağlanmak gibi. Bunun adına ne denirse o.

Geldiğimden beri burada güvendiğim kişi Asil’di.

Ne kadar fark etmesem de ben ona güveniyordum.

Hayır, onun aklına güveniyordum. Çünkü bir insan ne kadar nefret edilirse o kadar akıllıydı benim için.

Ya da ona aşık olmaya başladın Alina...

İçimden geçirdiğim sese kulak asmadım. Aslında buna kahkahalarla gülerdim.

Olabilirdi, gönül eğlendirmek benimde hakkımdı.

Havadaki şimşek aniden odanın içinde yankılanınca bakışlarımı Asil’den çektim. Yatağıma doğru yürürken Asil’in arkada olduğunu biliyordum.

Beni izlediğini de.

Yatağa geçip oturdum ve o an aklıma ilk gelen şeyi söyledim.

“Benimle uyur musun?”

Bu dediğim üzerine Asil sadece güldü. Bu soruyu bekliyormuş gibi de bir hali vardı.

“Uyuyabileceğimi sanmıyorum,” derken ceketini çıkartıyordu. “Ama yanında yatarım.”

Altındaki pantolona aldırış etmeden yanıma geldi. Ben yatağın içine girmiştim çoktan. O da girdi ve başını yatağın başına yaslayıp bana bakmaya başladı.

Ben boylu boyunca yatıyordum.

Neden bunu yapıyordum bilmiyorum. Sadece, yapıyordum işte.

Birkaç dakika sonunda uyuyamadığımı fark ederek konuşmaya başladım. “Şafak’ı neden öldürmediğini söylemedin,” dedim uzun bir sessizlikten sonra.

Uyuduğunu düşünmüştüm ama o cevabını geciktirmedi.

“Bilmem, bunu düşünmedim.”

Bir anda kafamı kaldırdım ve ona baktım. O an onunda bana baktığını fark etmemiştim ve kehribar rengi gözleri, soluk mavilerimle bir araya geldi.

“Düşünmediğin şeyler mi yaparsın?” Asil cevap vermeden tekrar önüme dönüp gözlerimi kapattım. Ne kadar uyuyamasam da kendimi zorlamalıydım. Yarın uzun bir gün olacak gibi duruyordu.

“Beni tanımıyor musun, Adelina?”

Sorusu bir anda gözlerimi tekrar açmama sebep oldu.

Cevap ver Alina, hadi cevap ver...

Her zamanki gibi yaptım ve soruyu ona çevirdim. Bu yalan konusunda ise iyice ustalaşmıştım. Ne marifetti ama!

“Belki de artık tanıyamıyorumdur.”

Güzel, güzel.

Asil’den bir cevap bekledim. Dakikalar birbirini kovalarken ağzını açıp tek kelime dahi etmedi.

Havadaki yağmur durmuş, yerini karanlık bir akşamüzeri alırken yine ağır bir sessizliğin içinde kendimdeydim. Göz kapaklarım iyiden iyiye kendini bıraktı. Hava iyiden iyiye ağırlaştı. Gözlerimi daha sıkı kapattım ve kendimi tekrardan karanlığın içine bıraktım.

Daha karanlık.

Her şey daha karanlık.

Tek bir ışık bile yok.

Hava daha kasvetli.

Bir bebeğin dünyaya geldiği ilk an gibi her şey. Pürüzsüz ve berrak.

Kafamda korkunç bir uğultu var.

Herkesin sesini duyabiliyorum ama kimse benim sesimi duyamıyor.

Bomboş bir yer.

Araf.  

Sonra, birden bir şey giriyor kadrajıma.

Bir ses, tanıdık bir ses.

Asil’in sesi.

“Sen, benim her şeyimi çaldın!”

Her şey yavaşça şekilleniyor. Yavaşça renkleniyor kareler.

Bir odanın içindeyim.

Orta çağın ortasında gibi her şey. Mumlar, tablolar. Duvarlar bile taştan gözüküyor.

Asil var, Şafak var ve ben varım sadece.

Asil, Şafak’ın boğazına yapışmış bağırıyor.

Ne olduğunu anlamıyorum.

Asil’in üzerinde eski püskü kıyafetler var. Bir gömlek, altına pantolon ama garip duruyor. Şafakta aynı şekilde.

İkisi de birbirine bakıyor, nefret saçıyor.

Asil, Şafak’ı duvara yaslamış bağırmaya devam ediyor.

“Ailemi çaldın önce,” diyor haykırarak.

“Sonra sevdiklerimi çaldın,” diyor. Her seferinde daha da sinirleniyor. Ayaklarımın bağı yokmuş gibi olduğum yerden kıpırdayamıyorum.

“Sevmediklerimi bile çaldın.”

“Ben senin hiçbir şeyini çalmadım!” Diyor Şafak. O da sinirli duruyor.

Asil gülmeye başlıyor.

Bu benim tanıdığım Asil değil.

“Sevdiğim kadını bile çaldın...”

Yüzündeki ifadeyi görüyorum. Asil’i görüyorum. Kırgınlığını görüyorum.

Hiç görmediğim o adamı görüyorum.

“O kadın seni hiç sevmedi ama Asil, Adelina seni hiç sevmedi!”

Asil bir anda Şafak’ın yakalarını bırakıyor.

İşaret parmağını ona doğru uzatıyor ve konuşmaya başlıyor.

“Gün gelecek, senin o çok sevdiğin kadın ellerinin arasından kayacak. Yerine öyle birini koyacağım ki Şafak, sana dünyayı dar edecek. Her gün aşkından öleceksin, onun için yeri göğü sallayacaksın ama hiçbir şey olmayacak. Sana, yapmam dediğin her şeyi tek tek yaptıracağım.”

Gözlerimi aniden ve refleksle açmamla birlikte bütün nefesimin ciğerimde sıkıştığını hissettim.

Gözümden bir damla yaşın istemeden de olsa yanağımdan düşüşünü beklemiyordum elbette. Neden bunu yaşıyordum şu an? Neden ağlıyordum, oysa ben ağlamaktan korkardım.

Ben ağlamaktan çok korkardım.

Yattığım yerde doğrulduğumda etrafın ışıkla değil de güneşle aydınlanması dikkatimden kaçmamıştı. Geldiğimden beri Minevra’da kasvetten başka bir şey yoktu. Hava hep yağmurluydu.

Gördüğüm rüya daha önce gördüğüm rüyalara benzemez nitelikteydi. Asil’i görmüştüm. Asil’in dediklerini duymuştum. Şafak’ı görmüştüm. Hepsi o kadar gerçekçiydi ki bir an olduğum yeri de yadırgadım.

Belki de hala rüyadayımdır?

Yanıma baktığımda Asil yoktu, gitmişti.

Yataktan bir hışımla kalkıp direkt olarak odadan çıktım. Güneş bütün malikanede aydınlanmış, kasvet yok olmuş, yerini ışıklar yer almıştı.

Kasveti severdim ama güneş ışığını özlemedim desem yalan olurdu.

Malikane’nin içinde yürümeye devam ederken karşıma birden Asil’in çıkmasını beklemiyordum elbette.

Üzerinde dünkü kıyafetlerden eser yoktu. Siyah bir gömlek ve altına ise siyah bir pantolon giymiş bana bakıyordu.

Ayağındaki botları da görüyordum elbet.

“Asil,” dedim sorgular ifademle bakarken. Asil hiç bozuntuya vermedi. “Kahvaltını yap, üzerine bir şeyler giy ve çıkalım,” dedi net bir ifadeyle.

Bu huyumun kimden geldiğini kesinlikle bilmiyordum ama emir cümlelerinden kesinlikle hoşlanmazdım. Birinin bana yapmam gereken şeyi net bir ifadeyle söylemesi sinirimi bozuyordu.

Bu yüzden, “Kahvaltını yapar mısın? Üzerine bir şey giyer misin? Demek istedin herhalde,” dedim suratına boş bir ifadeyle bakarken.

Asil bu sefer benimle inatlaşmaktan kaçındı ve, “Lütfen üzerini giyer misin, kahvaltını yapar mısın?” Dedi.

Sanki büyük bir zafer kazanmış gibi sevinerek banyoya doğru yol aldım. Elimi yüzümü yıkayıp kendime gelmem gerekiyordu.

Bu rüya meselesini ise elbette Asil’e söylemeyi düşünüyordum.

Banyoya girip hızlıca işlerimi hallettim. Çıktığımda yine aynı seri adımlarla mutfağa girmiştim. Hizmetli kadın bana kahvaltı hazırlamıştı bile. Oturup her zaman ki gibi tek başıma yedim hepsini. Sonunda yine odamdaydım.

Dolaptan bulabildiğim en siyah şeylere bakındım. Bir çift siyah etek bulabildim. Üzerine ise yine onunla bütünleşen uzun kollu, dar, siyah bir bluzdu. İkisi fena durmasa da yine üzerine siyah, deri bir ceket atmayı da ihmal etmedim.

Saçlarımı hızlıca elimle tarayıp, bulabildiğim siyah botları ayağıma geçirdim. Bu botlar diğerine göre daha topuklu duruyordu. Yine de giyecektim.

Makyaj kısmına gelirsek çok fazla bir şey sürmek istemediğimden sadece dudaklarıma belli belirsiz bir ruj ve biraz kapatıcı sürmekten çekinmedim.

Her şey hazırdı şimdi. Gidip mutfağa hızlıca kahvaltı etmeliydim.

Odadan çıkıp tekrardan mutfağa girdim. Hizmetli kadın masayı benim için birkaç yiyecekle donatmıştı. Daha fazla duramadan oturup yemeye başladım.

Yiyecekler son derece tazeydi. Bunu seviyordum. Taze olan her şey güzeldir.

Bardakta kalan son meyve suyunu kafama dikip içerken içeriye hizmetli kadın girdi. Kadın bana bakarak kıkırdağında yaptığına o da şaşırmış olacak ki bir anda arkasını döndü ve iş yapmaya başladı.

Bu kadının adını hala bilmiyordum.

“Sana da afiyet olsun,” dedim kadına ima yaparak.

Bir anda dönüp mahcubiyetle bana baktığında onun bana güldüğü için kızdığımı düşündüğünü anladım. “Saçmalama,” dedim kalkarken.

“Burada herkese sinirlenip ateş püskürtebilirim ama üç öğün karnımı doyuran kadına gıkım çıkmaz.”

Kadın bu dediğime sevindi. “Bende sizi seviyorum Adelina Hanım.” Diyerek kaldığı işine geri döndü.

Hala adını öğrenemesem de bu kadın buradaki en saf insandı.

Ya da değildi. Ne de olsa bende ben değildim.

Mutfaktan çıktığımda elimdeki bandajı hatırladım. Bandaj hala sarılı duruyordu. Elim acımıyordu, kesildiğinden beri de aşırı bir acı hissetmemiştim. Sadece ufak tefek sızlamalar.

Ben hızlıca salona indiğimde havanın eskisine göre yine kasvet dolduğunu gördüm. Bu kasaba da asla ama asla güneş beş dakikadan fazla havada durmuyordu. Sanki yasaktı bu insanlara güneş.

Asil her zamanki gibi kanepede oturmuş düşünüyordu. Beni gördüğünde yüzündeki düşünen ifadeden eser kalmadı.

“Çıkalım mı?”

Aklıma rüya meselesi gelse de onu arabada söylemeye karar verdim ve vazgeçtim.

“Arel bizi akşam çağırıyordu ama?” Dedim sadece.

Asil ayağa kalktı. “Evet güzelim ama ben Arel’in aklına uyan biri olsaydım şuan benden eser kalmazdı.”

Egoist.

Daha fazla uzatmadım. Birkaç dakika sonra onunla beraber yine arabadaydım.

Asil hafif yağmurlu yolda yavaş adımlarla arabayı sürüyordu.

Yine radyodan gelen hafif bir müzik eşlik ediyordu bizi. Daha yavaş, daha az aceleciydi. Sakinliği özlediğimi fark ettim.

Kimsenin olmadığı o huzuru özlüyordum. Tek başıma yaşadığım zamanları özlüyordum. Birinin kalbimi kırmasına izin vermektense yalnızlığı özlüyordum.

Tek başıma resim çizmeyi, onlara hayat kurmayı, kendi kafamda onları şekillendirip onlara yeni isimler vermeyi seviyordum. Onlara benim yaşamadığım her şeyi vermeyi seviyordum. Koca bir dünyada, koca bir sokakta ya da koca bir evde kendi kafamın içindekilerle yaşamayı seviyordum çünkü onlar beni incitemez, kıramazdı. Onların kalplerini de, davranışlarını da ben belirliyordum. Onlar benim istediğim gibilerdi.

Tıpkı aslında dışarıdaki insanları da kendim gibi görmenin saçma olduğu gibi.

Herkes sen gibi olamaz. Kimse sana benzemek zorunda değil. Herkes senin gibi düşünemez. Bunu öğrenmem bayağı bir zamanımı aldı.

Ve ondan sonrası ise koca bir yalnızlık.

Çünkü gitmek isteyen herkes hayatımdan çıkıp gitti ve ben kılımı dahi kıpırdatmadım.

Çünkü kalmak isteyen, kalırdı.

Bu kadar basit bir denklem.

Gözlerim anlıkta olsa Asil’e kaydı. Dümdüz bir ifadeyle arabayı ormanlı yolda sürmeye devam ediyordu.

Asil.  

Acaba ne zaman bana ihanet edeceksin? Beni kullanıyor musun? O gördüğüm rüya buna işaretti.

Ona rüyadan bahsetmek istiyordum ama içimden gelmiyordu.

Asil tam olarak büyük bir soru işaretiydi kafamda.

Amacını hala anlayamadığım bir soru işareti.

Belki de sadece hak ettiğini almak istiyordu. Ama burada herkesin kendine göre bir nedeni vardı. Her insanın bir nedeni olurdu.

Bu hikayeyi en çok Asil’in gözünden görmek isterdim.

Gözüm tekrar yola kaydı ve artık ormanlı yoldan ayrıldığımı gördüm. Bu anlıkta olsa heyecanlanmama sebep olurken ellerimi nereye koyacağımı şaşırmamla birlikte sadece yola bakıyordum. Bu sefer de sadece deniz vardı etrafta. Bir uçurumda olduğumuzu fark ettim. Sonradan Asil buradan hızlıca aşağıya doğru inmeye başladı. Araba biraz sallansa da sonunda farklı bir yer görmek insana iyi geliyordu.

Aşağı indiğimizde etraf sadece düzlüktü. İleride uzun bir nehir vardı bunu görebiliyordum. İlerideki kulübeleri de yeni yeni fark etmiştim.

Asil arabayı kimsenin göremeyeceği bir yere park etti.

İleride insanlar ellerinde mumlarla nehre doğru bakıyordu. Hepsinin üzerinde garip birer pelerin vardı. Hepsi siyah bir pelerinle yas tutuyor gibi duruyordu.

Arabadan indiğimizde Asil etrafa ufak bir bakış attı.

Havadaki yağmur azalsa da hava hala kasvetini yitirmemişti.

Arel’in karşıdan bize doğru geldiğini fark ettim.

“Erken gelmeyin demiştim Asil!”

Arel bir bana bir Asil’e bakıyordu.

O da diğerleri gibi üzerine siyah bir pelerin geçirmişti. Buradaki bir yas yöntemi diye düşündüm.

“Mirandayı birazdan uğurlayacakmışsınız. Bu yalanını yakalayamadığımı mı düşündün, biz akşam gelseydik herkes gitmiş olacaktı.”

Arel şaşırmış gözlerle Asil’e baktı.

“Sadece sizi tehlikeye atmak istemediğimden, özellikle Adelinayı.”

“Onu ben düşünürüm sevgili kardeşim,” dedi Asil gülümserken. Biraz daha burada durursak biri biz fark edecekti.

“Hadi içeri gelin, sizi gizleyeyim. Cenaze birazdan başlayacak.”

Asil ve ben hızlıca bir kulübeye girdik. O ara Meyra denen kadında oradaydı. Elindeki muma bir şeyler fısıldamakla meşguldü.

Kulübe dışarıda gözüktüğünden daha büyüktü. Bir kaç yer minderi ve şömineden başka bir şey yoktu. Pencereler olduğundan daha büyük duruyordu, onu da beyaz bir perde kapatıyordu. İçeriyi tamamen meşaleler aydınlatıyordu.

Arel hızlıca bir adet pelerin çıkartıp bana uzattı.

“Batman olmaya gelmedim, yas tutmaya geldim.” Dedi Asil somurturken.

“İtiraz etmeyi kesecek misin,” dedi Arel sinirli bir ifadeyle.

Pelerini üzerime geçirdim. Asil de somurta somurta geçirdi. Gözlerim birkaç saniyeliğine Asil’e takıldı. Gerçekten batman olmuştu.

İstemeden de olsa ağzımdan birkaç kıkırdama kaçtı.

Asil ve Arel hatta Meyra bile bana baktı. Asil bana dönüp iki kaşını da kaldırdı. “Komik mi duruyorum?”

“Öyle bir şey söylemedim, batman...”

Asil kaşlarını indirmişti ki tekrar kaldırdı. “Dikkat et de gecenin sonunda seni de avlamayım.” Bunu derken ki muzipliğine bakamadan edemedim.

“Yakalayabilirsen,” dedim bende kaşlarımı kaldırırken.

“Şuan bir cenaze törenindeyiz ve ikinizde cilveleşiyorsunuz!”

“Ne tören ama!” Dedi Asil ellerini kaldırıp. “Sen öldüğünde daha iyisini yaparız,” dedim.

Sanırım bu son derece yanlış bir cümleydi.

Asil gözlerini dikerek bana baktı. Arel ve Meyra da göz ucuyla tekrar bana bakmıştı.

Ben daha fazla konuşmadan kapı iki kere tıklatıldı. Biri gelmişti.

Arel hızlıca elimize güneş gözlüğü sıkıştırıp kapıya yöneldi.

“Takın,” dedi ve kapıyı araladı.

Esmer, genç bir adam belirdi kapıda. O sıra ikimizde güneş gözlüklerini takmıştık.

“Kesinlikle tanıyacaklar seni,” dedi Asil mırıldanarak.

“Artık Mirandayı çıkartmalıyız. Ona veda etme zamanı geldi.”

“Tamam Pars, bize birkaç dakika ver hemen geliyoruz,” diyerek kapıyı adamın yüzüne kapattı Arel.

Pars denen çocuk bizi görmemişti.

Meyraya baktım. Muma fısıldamayı bırakmış öylece bize bakıyordu.

“Mirandayı ben ile Asil alacağız. Adelina, sen Meyrayı takip et. Sakın sözünden çıkma.” Gözlerimi devirmemek için zor duruyordum. Sanki çocukmuşum da kaybolacakmışım gibi davranıyorlardı bana.

Birkaç dakika sonra Mirandayı bir sandalın üzerinde Asil ve Arel tutuyordu. Meyra ve ben arkadaydık. Hepimiz kulübeden çıktığımızda kalabalık denecek kadar insan buraya bakıyordu. Hepsi nehrin kenarında toplanmış buraya odaklanmıştı. İçlerinde çocuklarda vardı.

Nehre her adımımızda içimi garip bir his sarıyor sanki birazdan bir şey olacak ve başım derde girecek hissinden kurtulamıyordum.

Bunu hissetmiş olacak ki Meyra elimi tuttu. Bunu fark etmemle Meyraya bakmam bir oldu. Bana sakin ol der gibi bakıyordu.

Gerildiğim belli oluyordu sanırım.

Nehre ve insanlara yaklaştığımızda artık o kalabalığın içindeydik. Herkes ellerinde bir mumla cesede dokunmaya çalışıyordu. Asil ve Arel, Mirandayı yere indirdi.

Herkes başına toplanmış birkaç dua okurken bazıları da kendi içinde şarkı mırıldanıyordu.

Şuan bir cenazedeydim. Elbette bunu kabullenmek biraz zordu. Meyra o kalabalağın içinden sıyrıldı. Mirandanın beyaz kesmiş yüzünü tekrar elleri arasına aldı. Herkes ağıtlar yakmaya başladı.

Bir anda belimde hissettiğim elle yanımdakine baktım.

Asil.  

Elini belime dolamış, bana güven vermek istercesine tutuyordu belimi.

Şuan buradaki herkes benim için fazlasıyla tehditti.

Asil elini belimden çekmeden öylece duruyordu. Biraz sonra artık son kez herkes Mirandayla vedalaşmış halde bekliyordu. Herkes bir anda Mirandanın sandalını tuttu ve kaldırdı.

Yavaşça nehre doğru bıraktılar. Miranda nehrin üzerinde süzülmeye başlarken herkes yine ellerindeki mumları havaya kaldırdı. Benim elimde bir mum yoktu. Kimsede bana bakmıyordu zaten.

Arel’in gözünden bir damla yaşın süzüldüğünü gördüm.

Yağmur daha da bastırdı. Asil belimi bırakıp Arel’in yanına gitti. Onu kendine çekti ve sarıldı. Bu yaptığına şaşırmıştım. Asil herkese uzaktı. Arele de çoğu zaman uzaktı ama şimdi onu kolları arasına almış ve sarılmıştı.

Birinin seni teselli etmesi nasıl bir şey merak etmiştim. Kimse beni kolları arasında teselli edecek kadar sevmezdi. Çoğu insan sadece iyi zamanlarında yanında olmak isterdi çünkü.

Herkes kendi yasını tutmakla meşgulken bacağımda hissettiğim bir elle aşağı kaydı gözlerim.

Bir çocuk.

Bacağımı cimcikleyerek ona bakmamı sağlamıştı.

Kız çocuğu.

Sarı saçları yağmurdan birbirine girmişti. Bana garip bakışlar atarken herkesin duyacağı bir ses tonuyla bağırdı.

“Adelina, burada!”

*** 

 

Loading...
0%