@violam_s0
|
Duygular insanı hayatta tutan şeyler miydi? Eğer öyleyse çoktan ölmüş olmam gerekiyordu. Duygusuzum diyecek kadar acımasız değildim ama sizi anlıyorum diyemeyecek kadar da dürüsttüm. Belki de bu yüzden bu kadar dışlanmış ve suçlanmıştım. Ama kimse seni sen olduğun için yargılamamalı... En azından benim için. Ya da kimin umurunda. “Duyguların yokmuş gibi,” demişti gitmeden önce. Bu söz Adelinayı üzebilirdi belki ama benim için bir anlamı yoktu. Daha adının ne olduğunu bile bilmediğim bir adam benim hakkımda gereksiz yargılarda bulunuyordu. Bu durum sinilerimi bozmuştu. Yine de aldırmadım ve güzel bir duşun ardından Adelina denilen kızın yatağında keyif çatmaya başladım. Başa gelen çekilirdi ne de olsa. Beni kaçıran onlardı, onlara Adelina olmadığımı söylememe rağmen hem de. Anlamıyorlarsa böyle devam edebilirlerdi, ben gidene kadar. Yatağın yanında komodinin üzerindeki koca meyve tabağını fark edince acıktığımı hissedip üzerinden bir adet kırmızı elma aldım ve ısırarak yemeye başladım. Üzerimde bornozla elma kemiriyordum. Biri girse, bu halime gülerdi. Her şey rüya gibiydi, korkunç birer rüya... Uyanmak isteyen tarafım ağır bassa da bir yanım sanki gitmemem gerektiğini haykırıyor, biraz daha kalmam gerektiğini kulağıma fısıldıyordu. Ama burayla ilgili hiçbir şey bilmiyordum ve bu büyük bir sorundu. Önce şu kıçımı kaldırıp daha fazla bilgi edinmeliydim. Bunu yaparken kimse benim Adelina olmadığımı anlamamalıydı elbette. Biraz oyundan kimseye zarar gelmez. İç geçirerek yataktan kalktım ve karşımdaki toz pembe dolaba doğru yürüdüm. Adelina denilen kız pembe ve beyazı seviyor olmalıydı. Dolabın içinde yine açık renklerde giysiler vardı. Bulabildiğim en koyu tonu alıp yatağın üzerine serdim. Siyah dar kesim kısa bir tişört aldım önce, askıları olan. Ardından üzerine koyu yeşil bir gömlek bağladım. Oda kısaydı ama içimdeki askılı kapatıyordu en azından. Altıma ise yine zorda olsa bulabildiğim siyah bir etek giydim ve altıma botlarımı geçirdim. Botlar uzun olmadığı için fena durmuyordu. Arkamdaki aynaya döndüğümde suratımın renksizliğini fark edip makyaj masasına ilerledim. Bu kız gerçekten kafayı yemişti, makyaj malzemelerinin çoğu yine nude renklerden oluşuyordu. Biraz rimel ve koyu bir ruj sürdüm. Beyaz tenli olduğum için fazla pembe sürmek istemiyordum. Olsa daha iyisini yapabilirdim elbette ama bu kızın kullandığı renkleri sevmemiştim bu yüzden masadan kalkıp kapıya yöneldim. Daha fazla burada durup bekleyemezdim. Kapıyı açtığımda karşımda duran asansöre baktım önce, yine bir koridordaydım ve sağa sola ayrılan iki yön vardı. Hiçbir yere sapmadan karşımdaki asansöre yöneldim. İçine girip bir üst kata bastım. Bu kızın odası yerin altında falan olmalıydı çünkü bir üst katta bahçe vardı. Asansör hareket etti ve yukarı çıktım. Kapılar iki yana açıldığında kimse yoktu. Bundan istifade dışarıya çıkabilirdim. Asansörden indiğimde hızlı adımlarla karşımdaki bahçeye yürümeye başladım. Tam olarak emin değildim ama karşımda yeşillik gibi gözüken bir kapı vardı. O kapıyı aşınca bahçede olacaktım. Kapıya geldiğimde artık oranın bahçe olduğundan emindim, kapı kolunu yavaşça aşağıya indirerek açılmasını sağladım ve yemyeşil bir manzara beni karşıladı. Tam karşıda büyük bir demirlik vardı. İlerisi orman yoluydu. Bahçenin içinde bin bir çeşit çiçek ve sarmaşık olduğunu görebiliyordum. Bahçeye tam adım attığımda yürümeye başladım. Her adımda altındaki çimenlerin sesini duyabiliyordum. Sanki burası da büyülüydü. Buradaki her şey büyülü gibiydi. Bahçede gezinmeyi bırakıp kaldığım yere döndüğümde buranın saraydan çok büyük bir malikane olduğunu fark ettim. Tek farkı, malikane enineydi, bu boyunaydı. Daha çok okul gibiydi. Sanki akademi gibi. Burada insan yetiştiriyor olabilirler miydi? Neden olmasın diye geçirdim içimden. Burada her şey mümkün duruyordu. Biraz daha ileriye atıldığımda demirliklerin önündeydim. Arkasındaki ormana takıldı gözlerim. Ormanın ortasına koca bir malikâne yapacak kadar delirmişler miydi acaba? Orman klasik bir ormanı andırıyordu. Farklı herhangi bir şey yoktu. Tekrar arkamı döndüğümde esmerin beni izlediğini görmem de cabasıydı. Birkaç adım uzağımda, elleri göğsüne yaslı bir şekilde ukalaca bana bakıyordu. Bu tavırlarının bende merak uyandırmasını bekliyorsa çok yanılıyordu zira aptal değildim. Ona kanacak kadar aptal değildim. Yanıma doğru yürüdüğünde belanın da yaklaştığını hissedebiliyordum. Keşke, önce adını öğrensem esmer. Yanıma geldiğinde bakışlarında bir değişiklik olmadı. Derin bir nefes alıp kollarını çözdü ve yanımdan geçerek demirliklere yaslandı. Sanki kendi kendine mırıldanır gibi konuşmaya başladığında yine aynı şeyleri yaşamak istemediğimi biliyordum ama başka çarem olmadığı için onu dinlemeye koyuldum. "Eskiden, sadece ikimizin yeriydi burası. Bu orman. Sen gitmeden önce tabii..." Altındaki kinayeyi fark etsem de cevap vermedim. "Seni ne kadar özlediğimi bilsen delirirdin." Belki de deliyimdir esmer ama beni özlediğinden mi deliyim, işte orası muamma. "Şimdi diyeceksin, Şafak ne saçmalıyorsun diye ama Adelina," derken bana döndü. Ellerini sakince ellerimin arasına aldığında çekmek için içimde büyük bir mücadele vermeye başladım. Vıcık vıcık sevgi doluydu bu adam. Midemi kaldırıyordu. Ya da Şafak. "Sen yoksan ben zaten yokum. Bu yüzden bir daha beni terk etme, lütfen..." Hâlâ tek başınasın Şafak. Sana gerçekleri anlatmayı isterdim ama duyguların buna engel oluyor. Aptal aşıklar gibi ortada dolanman, inan bana sinirlerimi bozuyor Şafak. Ve eminim Adelina da seni sevmedi çünkü seven insan gitmezdi. Seven insan, ne olursa olsun sevdiği kişiyi de o yangına sürüklerdi. En azından ben öyle yapardım. Şafak ellerimi daha sıkı tutmaya başladı. Gözlerime daha derin bakmaya başladığında yavaşça yaklaştığını fark ettim. Yüzünü yüzümün hizasına getirip dudaklarını dudaklarıma değdirecekti ki bizi ayıran Silva’nın sesi oldu. "Toplantı var." Şafak kafasını Silvaya döndürdüğünde burnundan soluduğunu duyabiliyordum. Net bir sesle, "Tamam Silva." Dediğinde ellerimi yavaşça çektim. Yeterince duygusal an yaşamıştık zaten ilerisine gerek yoktu. "Gidelim mi güzelim?" "Gidelim." Silva yine o sert topuklarıyla önümüzde lider edasıyla yürümeye başladığında gözlerimi devirmemek için zor duruyordum. Buradaki herkes kendini kral zannediyordu. Can sıkıcı durumlardan bir tanesi daha. Şafak yürürken elini elimin içine tekrar almayı denediğinde bu sefer izin vermeyip ondan bir adım daha hızlı yürümeye başladım. Bu adam hoşuma gitmiyordu. Adelina da olmadığım için ilgilenmiyordum ama Adelina ilgileniyor olmalıydı. Haklıydı da yakışıklı ve alımlı biriydi Şafak. Ama son derece salaktı bu yüzden kafamda elemiştim onu. Burada kaldığım sürece Şafak benden soğuyacaktı. O Adelinadan soğuduğunu düşünecek ve günden güne kahrolacaktı aslında ama sevmediği kişi bendim; Alina. Şafak'a bakmadan Silvayı takip etmeye devam ettim. İçeriye girdiğinizde Silva merdivenlere doğru adım attı. Onun peşinden gidip bir kat çıktım ve ilk kattaki odalardan birinde durdu. Arkasını döndüğünde ona boş bakışlarımla bakmaya devam ediyordum. Şafak'ın nefesini arkamda hissedebiliyordum yine de umursamadım. Odaya girmeden önce Şafak kulağıma doğru eğilip buğulu sesiyle fısıldadı. "Bu arada fark etmedim sanma, farklı giyinmişsin." Onun görmeyeceği şekilde gözlerimi devirip Silvanın girdiği kapıdan içeriye girdim. O da arkamdan geldi. İçeriye girdiğimde uzun bir masanın etrafında büyük salonda gördüğüm diğer insanlardan birkaçı vardı. Ares denen herifin yanında oturan diğer yöneticiler Silva ve bir kadın daha bana bakıyordu. Ares beni görünce gülümsedi ve oturmam için önümdeki sandalyelerden birini gösterdi. Sessizce oturdum ve olanları izlemeye başladım. "Şafak gel," dedi Ares eliyle yanımdaki sandalyeyi göstererek. Şafak itiraz etmeden sandalyelerden birine oturdu. Ares sesini düzelterek sanki uzun bir konuşma yapacakmış gibi ayağa kalktı ve ellerini arkasında birleştirdi. Büyük salonda gördüğüm taçlardan yoktu şimdi kafasında. Takım elbisesi hala üzerindeydi. "Zorlu dönemlerden geçtik biliyorsunuz," diye başladı Ares. "Adelinayı kaybettik ama önemli değil; şimdi bizimle, burada. Yanımızda," derken suratıma bakmıştı. "Artık kendi meselemize dönmeliyiz. Savaş yaklaşıyor hissedebiliyorum." Savaş mı? İşte şimdi işler garipleşmeye başlamıştı. Demek savaş olacaktı, bu yüzden mi Adelinayı bulmak istemişlerdi... Gerçi Adelina onlar için ne ifade ediyordu ki? Adelina kimdi? Yine binlerce soru birikmişti kafamda. Hepsi zehir oluyor kafamı bulandırıyordu. Bana gerçekler ve bilgiler lazımdı. Şuan için öğrendiğim en gereksiz bilgilerden birisi de bu kasabayı savaşın beklediğiydi. Ama ben daha vampir olduğunu bildiğim bu kalabalıkta ne olduğumu bile bilmiyordum. Adelinada vampirse bunu muhakkak anlarlardı. Benim o olmadığımı anlarlardı. Derin bir iç çektim. O sırada Silva yerinde huzursuzca kıpırdandı. "Bunun olacağı belliydi zaten. Bu kasaba atalarımızdan bize kalan yer. Aptal cadılar ve büyücülere bırakacak değiliz. Kaldı ki buranın yöneticisi biziz Ares. Kimse bize karşı gelemez kolay kolay biliyorsun. Bu anarşistlik olur." "Bunu Asile de anlat Silva." Asil? İsim listemize bir kişi daha katıldı demek ki... Asil. Silva o ismi duymak istemiyormuş gibi dudak büktüğünde kollarını masada kavuşturup ciddi bir ifadeyle konuşmaya başladı. "Asil bu kasabanın ve bizim felaketimiz. Vampirlerin yüz karası. Kökenlerin sonu. O herif yüzünden kasaba yok olacak. Felaketler çoğaldı." Demek Asil felaketti. Bu hoşuma gitmiş olmalı ki oturanlardan biri, "Ne gülüyorsun sen?" Dedi sinirle. Herkes tekrar bana döndüğünde yüzümdeki ifadeyi silip kaşlarımı kaldırdım. "Gerginlikten olmalı," dedim geçiştirmek ister gibi. Kavga edecek halde değildim bu yüzden cevap vermedim. Kumral olan alay eder gibi güldü bu sefer. "Eminim gerginliktendir." Odada kısa süreli bir sessizlik oluştu bu cümleden sonra. Benim bilmediğim ama onların ve Adelinanın bildiği bir şey vardı anladığım kadarıyla. Ve gerçek Adelina olmadığım için sorgulamadım. Onlara ayak uydurmak gitgide zorlaşmaya başlamıştı. Sessizliği bölen Şafak oldu. "Artık Adelina’nın üzerine gitmeyin. Oldu ve bitti. Geldi işte, yanımızda." Kumral olan tekrar güldüğünde elimi suratına geçirmemek için kendime hakim olmaya çalışıyordum. "Şafak haklı. Şimdi daha önemli konularımız var. Otorite sarsılıyor. Minevra da savaş zilleri yaklaştı, Asilin başlattığı." Ares bunları nefes almadan söylediğinde Asil denen adamın kim olduğunu düşündüm. Anladığım kadarıyla sevilmiyordu. Düşmanlarıydı yani. Odadaki diğer, ismini bilmediğim kadına kaydı gözlerim. Onu ilk defa görüyordum. Silvanın aksine onun daha dağınık ve savaşçı bir görüntüsü vardı. Onunda gözleri beni bulduğunda göz temasını kesmemiştik. Biraz sonra o da konuşmaya dahil oldu. "Farklı görünüyorsun Adelina." Oku bana attı. Benden şüphelenmiş olabilir miydi? Belki de öyleydi. "Değişim güzeldir," dedim sakin bir ifadeyle. Tebessüm ederek kafasını salladı. Aresin de gözlerini üzerimde hissedebiliyordum. "Peki çözüm nedir?" Diye araya girdi bir diğeri. "Asil Minevrayı yok etmeden, onun işini bitirmek." Dedi Ares. Asil her kimse akıllı bir adam olduğunu hissetmiştim. Şafak yanımda huzursuzca kıpırdandı. Sandalyesini oynatmıştı. "Bu intihar olur. O normal bir vampir değil. Güçlü ve manipülasyon dolu biri." "Yönetim biziz Şafak, unutma." Diye araya girdi Silva. Haklıydı da yönetim düşmandan korkmamalıydı. "Plan lazım o halde." Dedi kumral olan. "Yapacağız elbette, zamanı gelince. Şimdi sadece küçük bir uyarı yapmak istedim. Dikkatli olun." Ares sözünü bitirdiğinde yerinden kalktı, onunla beraber herkes ayaklanınca bende ayaklanmıştım. Teker teker odadan çıktığımızda tekrar odama gitmek istemediğin için biraz Minevra’nın dışında dolaşmaya karar verdim. Ya da kaçmaya ve medeniyet bulmaya. Herkes dağılırken Şafak farklı yöne gittiğimi fark edip beni durdurdu. Sinirlendiğimi belli etmeden arkamı döndüm ve siyah gözlerine baktım. "Nereye Adelina?" "Hava almaya." "Akşam oluyor." "Önemli mi?" "Minevra geceleri tehlikeli bir hâl alıyor, biliyorsun. Hem gittiğinden beri eğitimlerini aksattın. Çalışmalıyız." "Ben kendimi korurum Şafak." Dedim sert bir sesle. Buraya geldiğimden beri yakamı bırakmamıştı. Daha fazla burada kalıp ömrümü çürütemezdim. O, ağzını tekrar açmadan arkamı döndüğüm gibi kendimi bahçeye attım. Demirliklere doğru yöneldiğimde karşımda uzun soluklu bir orman duruyordu. Minevra bir kasabaysa eğer, başkaları da elbette vardı. Demirlik kapıyı açıp sertçe kapattım. Ağırdı, canım acımıştı ama önemli değildi. Karşımdaki koca ormana kaydı gözlerim, ağaçlar dev gibiydi. Güneş gitmiş, yerini karanlık bulurlar esir almıştı. Ormana adım attığımda içimden bir ses başımın biraz derde gireceğini söylüyordu. ***
|
0% |