@violam_s0
|
“Odaklan Adelina!” Şafak'ın huzursuz edici sesi kulaklarıma dolduğunda içimden bu talimden bir an önce kurtulmak için dua ediyordum. Dün ki zarftan Şafak'a bahsetmemiştim. Aslında kimseye bahsetmemiştim, bir tek Miranda biliyordu... Bu gece adıma düzenlenen baloda Asilde olacaktı ve belki de bundan sadece benim haberim vardı. Hata yapıyordum belki de... Şafak beni malikaneye geri getirdiğinde direkt odalarımıza çekilip uyumuştuk. Şaşırdığım şeylerden biri de Şafağın beni arabayla almasıydı. Malikane son derece orta çağdan kalmış gibi duruyordu ama arabaya binip telefon kullanıyorlardı. Odayı tekrar bulmada da son derece sorun yaşasam da en sonunda asansörün en alt kata giden tek bir düğmesi olduğunu fark edip gitmiştim odaya. Sabahın köründe de beni atış talimi yapmak için zorla kaldırmıştı. Ne kadar itiraz edip başımdan savuşturmaya kalksam da hiçbir işe yaramamıştı ve şimdi buradaydım. Son attığım ok hedefi tam on ikiden vurunca sakince Şafağa döndüm ve göz kırptım. “Tam isabet.” Şafak göz devirip hiç beklemediğim bir anda belimi kavrayınca elim belime dolanan eline itti ve onu geri ittim. Şafak kırıldığını belli etmeyen ifadesiyle hiçbir şey demeden geri çekildi. Birkaç atış daha yaptıktan sonra temizlenmek ve gece olacak baloya hazırlanmak için tekrar odalarımıza yöneldik. Odaya girdiğimde aynanın karşısındaki ifademi süzdüm. Saçlarımı toplamama rağmen berbat gözüküyordum. Terden enseme yapışan saçlar rahatsız ettiğinde tokayı çıkarıp yatağın üzerine fırlattım. Ardından geldiğimden beri hiç bu odayı araştırmadığımı düşündüm. Belki Adelina hakkında daha fazla şey öğrenebilirdim. Odanın içinde mermer çekmecelerden ayrı olarak ahşaptan yapılmış iki çekmece daha vardı. O iki çekmecenin önüne geçtim. Ahşap eski duruyordu. Elimi eski ahşabın tokmağına getirip açmaya çalıştım ama elbette açılmıyordu, kilitlenmişti. Altındaki çekmeceyi de bir umut denediğimde üsttekinin aksine açılmıştı. Anlık bir heyecan damarlarımda kol gezerken hızlıca göz attım çekmecenin içine. Küçük bir el aynası ve fotoğraftan başka eşya yoktu. Gözlerim fotoğraf karesine kaydığında görmemem gereken bir şeyi görmüşüm gibi irkildim. Fotoğrafı elime alıp biraz daha yaklaştırdım. Koca bir bahçe vardı resimde. Arkada sadece buradaki gibi koca bir orman vardı tek farkı daha canlı ve daha güneşli bir hava veriyordu resme. Şafak ise tam ortada durmuş ve poz vermişti. Üzerinde son derece orta çağdan kalmış bir giysiyle kameraya bakarak poz veriyordu. Bu fotoğrafın son derece eski durması ise dikkatimden kaçmadı. Ne kadar üniversite de resim okumak istesem de tarih ilgim hiçbir zaman azalmamıştı bu yüzden bu resmin eski olduğunu yıpranmış ve eskimiş sayfalardan bile anlayabilirdim. Fotoğrafın arkasını çevirip baktığımda üzerinde yazan tarihi fark ettim. 1864. Bu resim 1864’lere aitti. Bu resim bu tarihe aitse bu insanların yaşlanmamış olması onları gözümdeki vampir anlayışına tamamen uyduruyordu. Ben daha on sekiz yaşımda olmama rağmen Şafak bu resimdekiyle aynıydı. Bu bilgi biraz ürkütücü olsa da kaldığım kasabayı hatırladım. Buradakiler kendilerini vampir olarak tanımlamaktan eksik kalmıyorlardı ama hiçbirinin daha kan içtiğini görmemiştim. Bu yüzden kafamdaki vampir ifadesi daha tam oturmuyordu. Her şey olduğundan fazla hızlıydı. Fotoğrafı biraz daha yaklaştırdığımda resimdeki ayrıntı gözüme çarptı. Arkada, biraz bulanıkta olsa elleri cebinde tebessüm eden bir adam daha vardı. Şafak'a göre bu adamın görüntüsü biraz daha ürkütücü duruyordu çünkü baştan aşağı siyahlara bürünmüş bir takımın içinde, elleri cebinde kumral bir herif köşede durmuş ve poz vermişti. Yine sorular beynime dolarken kapım iki kere tıklatıldı ve aynayı daha fazla inceleyemeden yatağın üzerine fırlatıp, fotoğrafı çekmecenin içine geri koydum. Kapı sakince açıldığında içeriye kırmızı dantelli uzun elbisesiyle Silva girdi. Fazlasıyla şaşalı bir görüntüydü bu. Elinde tuttuğu siyah elbiseye gözüm takıldığında artık dikkatim başka yerdeydi. Silva elbiseyi yatağın üzerine serdi. Uzun ve mat siyah bir elbiseydi. Askıları inceydi, aşağıya doğru inen yırtmacı da vardı. Fazlasıyla büyüleyici duruyordu. “Aslında sen pek siyahı tercih etmezsin, daha renkli şeyler sevdiğini biliyorum fakat bugün biraz daha resmi olmaya karar verdik. Umarım beğenirsin.” Siyahı severdim. Silvaya cevap vermeyip sadece kafamı salladım. O da bunu olumlu algılayarak başka bir şey demeden odadan çıktığında, siyah elbiseye baktım bir kez daha. Sade olmasına rağmen asil duruyordu. Sadeliğin bu kadar asil durması da elbette fazlasıyla hoşuma giden şeylerdi. Biraz sonra duş almış bir şekilde aynanın önünde bornozla saçlarımı tarıyordum. Artık baloya saatler kalmıştı. Saçlarımı taramayı bırakıp Silva gelmeden önce yatağın üzerine fırlattığım aynayı hatırladım. Olduğum yerde dönerek yatağın üzerine bir bakış fırlattığımda ayna halen aynı yerinde duruyordu. Gidip yatağın üzerinden aynayı aldığımda, aynanın kenarlarındaki sarmaşıkları fark ettim. Birbirine dolanmış sarmaşıklarda ellerimi gezdirmeye başladığımda sanki içimde bir yerlerin ürperdiğini hissederek aynayı tekrar yatağa bıraktım. Daha fazla bunun hakkında teori üretecek vaktim yoktu. Hızlıca saçlarımı kurutup yatağın üzerinde serili olan elbiseyi aldım. Üzerimdeki bornozu atarak elbiseye bir bakış attım ve iç çamaşırlardan sonra üzerime adeta çarşaf misali serilen elbiseyi giydim. Aynadaki görüntümle ve dağınık saçlarımla kötü bir kraliçe gibi dursam da bu görüntüyü sevmiştim. Ayaklarıma hızlıca Adelina denen kızın dolabında bulduğum siyah, uzun topuklu ayakkabıları da geçirdim. Sıra makyaja geldiğinde direkt kan kırmızısı ruju yedirdim dudaklarıma, ardından yüzümdeki sevimsiz şeyleri kapatacak şeylerle aydınlattım suratımı. Keskin bir eyeliner ve rimelden sonra kendimi hazır hissediyordum. Siyah saçlarım omzumdan aşağı dökülürken aynada tam olarak vampir gibi duruyordum. Bu gece bir çok şeye benzetiyordum kendimi ama benzettiklerimin hiçbiri prenseslere uygun değildi, adeta karanlıktan çıkıp gelmiş bir cadıya benziyordum. Gözlerim duvardaki saate kaydığında saatin fazlasıyla geçtiğini fark ettim. Baloya bir saatten daha az bir vakit kalmıştı. Kapım iki kere tıklatıldığında içeriye giren Şafak mavi takım elbisesiyle bana uyum sağlıyor gibi duruyordu. Saçları özenle taranmıştı. Karşımda öncekinden daha hoş durduğu kesindi. Beni gördüğünde gözlerini büyüterek bakakaldı. “Adelina... Gitmek sana yaramış demeyeceğim ama fazlasıyla güzelleşmiş görünüyorsun.” “İltifat mı etmeye çalıştın?” Berbattı. Şafak dediğimi duymamış gibi yaparak gülümsedi. Elinde sarkan kolyeye gözüm takıldığında o da neden buraya geldiğini hatırlar gibi elindeki kolyeyi gösterdi. Ucunda kelebek olan altın sarısı bir kolyeydi. Güzeldi. İtiraz etmedim bu sefer ve arkamı dönüp kolyeyi boynuma takmasına izin verdim. Saçlarımı toplayarak kolyeyi boynuma takmasını bekledim. Nefesini ensemde hissederken kolyenin soğukluğu irkilmeme sebep oldu. Tekrar Şafak'a döndüğümde gözleri kolyenin olduğu yerdeydi. Bu adama herhangi bir hareketim hep böyle duygusal anlaşılacaktı anlaşılan. Adelinayla aralarında bir şeyler olmalıydı. Ama ben Adelina değildim. “Kolyeye mi bakıyorsun yoksa dekolteme mi?” Sorumla gözlerini yüzüme çevirdi. “Her ikisine de desem...” Muzip bir gülümseme yüzünde peyda olacağı sırada onu tuttuğum gibi kapıya götürmeye başladığımda afallamış ifadesini hissedebiliyordum. “Baloda görüşürüz.” Dedim ve kapıyı yüzüne kapatacakken eliyle engel oldu. “Bir dakika biz eşiz?” “Ağzımdan ne zaman öyle bir şey çıktı?” “Balo, eşsiz olmaz Adelina.” “Ben istiyorsam pekala olur.” Ve kapanış. Bu adamla çok işimiz vardı. Akrep yelkovanı yakalar gibi zaman geçerken artık balo vakti gelip çatmıştı. Oda da bir pencere yoktu çünkü oda tamamen karanlık bir bodrum katındaymış gibiydi. Yerin altına yapılmış gibi bir odaydı bu ve o an Adelina’nın nasıl şartlarda korunduğunu düşündüm. Bu kıza herkes bu kadar saygı duyup önemserken niye gitmişti? Ya da gitmiş miydi? Adelina kimdi mesela? Artık benimde aşağı inme vaktimin geldiğini hissettim. Aynada son kez kendime bakarak kapıyı açtım. Asansöre basıp gelmesini beklerken artık ne düşünmem gerektiğini bile bilmez bir haldeydim. Asansör geldiğinde sakince binip beni yukarı çıkartmasını izledim. Heyecanlı biri değildim ama bu duygu her tarafımı sarmaşık misali sararken heyecanı tüm uzvumda hissedebiliyordum. Heyecanın sebebini bilmiyordum belki de türünün ne olduğunu bilmediğim vampir ya da cadılarla aynı ortama girecek olmamdı. Ya da Adelinadan nefret eden ve onu, yani beni ateşe vermek isteyen bir grupla karşılaşacak olmamdı. İhtimaller çoğalırken asansör durup iki yana açıldığında sayısını sayamayacağım kadar insan uzun kokteyl masalarında, ellerinde kadehlerle dikiliyordu. Birkaç kişinin gözü bana takıldığında öylece oldukları yerde kaldılar. Bende öylece olduğum yerde duruyordum. En sonunda bir el beni çekip çıkardığında bu kişi Şafaktan başkası değildi. O an mutlu olmuştum çünkü ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Şafak elimi kolundan geçirerek etrafa eşmişiz havası verirken halinden oldukça memnun görünüyordu. Ben ise kaçmak istiyordum. Merdinlerin başında ve duvarlarda mumlar vardı. Etrafta sakin bir müzik çalıyordu ve insanlar oldukça memnun görünüyordu ta ki beni görene kadar çünkü beni gören herkes yüzünde dehşet bir ifadeyle suratıma bakıyordu. Kimsenin beklemediği sürpriz. Bu insanlar beni büyük salonda da görmemiş miydi? Yüzlerindeki ilk defa görmüş dehşet ifadesini anlayamıyordum. Şafakla yürürken sormadan edemedim. “Bu insanlar beni daha dün görmediler mi?” Şafak önce bana baktı ardından soruma yanıt verdi. “Dün ki insanlar şuan burada değiller, bunlar vampir Adelina. Dünküler cadı ve büyücüydü. Ve biliyorsun böyle soylu etkinliklere sadece bizden olanlar katılır. Burası vampirliğin şehri, kan şehri... Ne kadar lanetlenmiş olsak da burası bizim şehrimiz!” Bunu söylerken içindeki coşku kendini belli etti. Aklıma takılan bir diğer gerçek ise lanetlenmiş olduklarıydı. Ortalarda Ares ve Silva yoktu, belli ki assolistler en son çıkacaktı. Etrafta Fransızca bir şarkının melodileri kulağıma doluyordu. Bu hissi sindirmeye çalıştım kendimce. Etrafta bir sürü göz sürekli meraklı bakışlarla bana dönüyordu. Kendimi gerçekten önemli hissetmeme neden olan bir ton bakış... Elbette kendimce önemliydim ama gerçek benliğim buranın sahibi olmadığımı içime haykırırken, anda kalmak benim için çok zordu. Şafak beni bir grup insanın başında durduğu kokteyl masalarından birine götürürken kolumu hafifçe çekiştirmeye başlamıştım bile. Masaya geldiğimizde saniyelik bir sessizlikten sonra Şafak söze girdi. “Özlemişsinizdir!” Herkesin durgun ifadesi yerini gülümsemeye bırakırken kolumu hala sımsıkı tutan Şafak'a kaydı bakışlarım. Bana bakmıyordu sadece önündeki insanlara sahtece gülümsemekle meşguldü. Bir süre sonra bende masadaki insanlara çevirdim bakışlarımı. İki erkek ve bir kadın, şatafatlı giysiler içinde oldukça lüks duruyordu. Anlıkta olsa imrenmiştim. “Adelina döndüğüne çok sevindik,” dedi ortadaki sarışın olan. Hemen hemen Şafakla aynı yaşta duruyordu. Vampirlerin yaşı varsa tabii. Kadehini bana doğru kaldırıp bir yudum içtikten sonra tekrar Şafak'a dönüp gülümsedi. Şafakta ona başıyla selam verdi. Bu ortam dakikalar aktıkça daha da sıkıcı bir hal almaya başlarken saatin tik tak sesi tüm salonu doldurdu ve kapılar anında iki yana açılarak merdivenlerin başında Ares ve Silva berildi. O an aklıma gerginlikte düşünemediğim Asil geldi. Benimle dans etmek istediğini biliyordum. O da burada olacaktı. Olacak mıydı? Ares ve Silva tüm ihtişamıyla tam karşımızda dururken, Ares kadehini kaldırarak konuşmaya başladı. “Bildiğiniz üzere ben ve ailem Minevra kurucularındanız. Bu kasaba ben ve ailem için kalkan olan tek yerdir. Çünkü bizler, insanlık tarafından dışlanmış kansızlarız.” Son dediği kelime komiğime gittiği için sessiz salonda hafif bir gülme sesi çıkarttığımda bütün gözler üzerimdeydi. O an kan damarlarımdan çekilmiş gibi irkilerek gözümü Aresden ayırmadım. Ares bana güven vermek istercesine tebessüm ederek gergin ortamı yok etti. “Bizim tek kuralımız vardır; aile her şeydir. Sonsuza dekte öyle kalacaktır. Ve benim biricik Adelinamın tekrar aramızda olduğunu hepinize buradan duyurmaktan onur duyarım. Biz yıkılamaz bir aileyiz. Kökeniz. Unutmamanız dileğiyle... Şimdi herkes balonun keyfini çıkarsın lütfen.” İşte şimdi bütün gözler benim üzerimdeydi. Ares elinde tuttuğu kadehi bana kaldırarak içtiğinde herkesin sorgulamadan aynı şeyi yaptığını fark ettim. Biraz sonra Aresin yanına birkaç insan daha geldi ve balo kaldığı yerden devam etti. Artık ne düşünmem ve ne yapmam gerektiğini bilmez bir haldeydim. Anın içinde olmak, onu yaşamaktan daha zordu. Ayrıyeten bugün bu baloda benimle dans etmek isteyen bir düşman daha vardı. Daha ortalarda gözükmüyor gibiydi ya da buradaydı. Ne de olsa nasıl bir şeye benzediğini bilmiyordum. Şafak'ın yanımdan ayrıldığını ve yeni gelen insanlarla selamlaşmaya gittiğini ise yeni fark ettim. Düşünceler daha çok kafamda gezinmeden bir el beni olduğum andan ayırdı. Kafamı çevirdiğimde Şafakla kokteyl masasında selamlaştığımız adamlardan sarışın olan karşımda duruyordu. O da herkes gibi üzerine geçirdiği takımıyla salonda ışık saçarken, birden elini bana doğru uzattığını fark ettim. Aslında tam olarak yapmak istediğim daha farklı bir şey vardı, gidip içki masalarına dalmak gibi... “Dans etmeyi bilmem.” Karşımdaki cüretkar herif dudaklarında hafif bir gülümsemeyle kaşlarını kaldırdı. “Dans etmek zaten öğrenilecek bir şey değil leydim.” Leydim? “Güzel,” dedim dirseklerimi arkadaki kokteyl masasına yaslarken. “Ama ben hala dans etmeyi bilmiyorum.” Bu sefer sırıtıyordu. “Biraz sonra valse başlayacak ve ben seninle eş olmak istiyorum.” Bu gece ne kadar çok eşim vardı öyle. “Ne kadar çok ortak yönümüz var, ben istemiyorum.” Bu adamı daha fazla beklemek istemediğimden hızla arkamı dönüp önümdeki içki büfesine doğru ilerlemeye başladım. Umarım peşimden gelmez diye dua ederek masaya geldiğimde önümde duran şişeyi küçük bardaklardan birine doldurdum. Rengi beyazdı ve anladığım kadarıyla sekti. Tuz ve limon olmadığından boğazıma tahriş etmişti. Bu insanlar bunu nasıl böyle içiyor diye düşünürken onların normal insanlar gibi olmadıklarını hatırladım. Korkunç gerçekler yine kafama dank ediyordu. Bir kez daha anladım, insan gerçekteyken daha yaşamaktan korkuyormuş. Oysa kendini vampir ve ne olduğunu bilmediği varlıkların içinde bulunca yaşamak için çırpınacağı ve endişe duyacağı aklına gelmiyorken. Korkuydu belki de insanı yaşatan? Ya yarın güneş açarsa ve ben çoktan ölmüş olursam? Soru, soru ve soru... Elime gelen şişeyi kafama diktiğimde hiçbir şeyi önemsemedim ve olduğum yere çöktüm. Biraz alkole ihtiyacım vardı. Biraz yaşamaya ihtiyacım vardı. Ortamdaki müzik aniden değişip valse başladığında herkes aniden şekil değiştirdi ve sıra oldular. Beyler gayet centilmen bir şekilde kadınların önünde hiza aldığında aynı şeyi biraz sonra kadınlarda yapmıştı. Daha dans başlamazken önümde yine o adam belirince irkilerek geri çekildim ve mavi irislerimi ona diktim. Fazlasıyla nefret içerikli bakıyordum. “Hadi,” demesiyle beni kaldırması bir oldu. O an şaşkınlıktan gözlerim fal taşı gibi açılırken bu gücün fazla olduğunu düşündüm. Fazlasıyla sertti. Elimde koca bir şişe ve ben onu takip ediyorduk. Beni ışıkların altına götürürken valse çoktan başlamıştı. Elimdeki şişeyi görünce gözlerini devirdi ve şişeyi elimden alarak yanımızdan geçen garsonun tepsisine bıraktı. Eli hızlıca belimi sardığında sakin ama bir o kadar da hızlı ritimlerle dans ediyorduk. Ne yaptığımı bilmiyordum sadece ayak uydurmaya çalışıyordum. “Gayet iyi dans ediyorsun.” Suratımdaki ifade bozulmadan cevap verdim. “Bu hala dans etmek istediğim anlamına gelmiyor, yine de gururunu kırıp seni dansın ortasında terk etmek istemem.” Ona acıyan gözlerle bakarken tekrar gülümsedi. Dans devam ederken birden ayaklarımın yerden kesildiğini fark ettim ve beni kaldırarak döndürdükten sonra tekrar indirdi, ardından yine hızlı ama bir o kadar sakin adımlarla daire çizerek ilerledik. Dansın sonuna yaklaştığımızı hissettiğimde artık daha fazla dayanamayacaktım. Son kez beni çevirmeye başladığında başımın döndüğünü hissederek kaçmaya çalıştım ama başarısız oldum. Hala durmadan ben çevirmeye devam ederken bir şeylerin yanlış gittiğini sezdim. Son kez çevirip, beni kollarının arasına aldığında gözlerimi sımsıkı kapatmak zorunda kaldım. Kendime geldiğimde ilk işim ondan hesap sormak olacaktı. Gözlerimdeki bulanıklık yavaş yavaş geçtiğinde gördüğüm şey işte şimdi beni dehşete düşürecek kadar büyüktü. Karşımda tamamen farklı bir adam duruyordu. Sarı gözleriyle öylece bana bakıyordu ve ben o an bu adamın kim olduğunu az da olsa anımsadım. Fotoğrafı biraz daha yaklaştırdığımda resimdeki ayrıntı gözüme çarptı. Arkada, biraz bulanıkta olsa elleri cebinde tebessüm eden bir adam daha vardı. Şafak'a göre bu adamın görüntüsü biraz daha ürkütücü duruyordu çünkü baştan aşağı siyahlara bürünmüş bir takımın içinde, elleri cebinde kumral bir herif köşede durmuş ve poz vermişti. *** Bölüm : 18.12.2024 04:55 tarihinde eklendi |