@violam_s0
|
İnsan zihninde bazı anılar kopuk kopuk olurdu. O anının iyi mi kötü mü olduğunu hatırlayamadığın zaman, işte o zaman başlardı her şey. Kafamın içinde dolaşan şeytanlar her uzvumda hüküm sürerdi benim. Ben buydum. Böyle doğmuştum. İnsanlar hayatlarında az da olsa yalan söylemeyi göze alırdı, bu iyi bir şey olsa bile. Ben alamadım. Neysem oydum. Bu yüzden de hiç sevilmedim. Çünkü insanlar gerçeklerden korkuyorlardı. Çünkü herkes bir yalanın içinde yaşamayı kabul ediyordu. Ben kabul etmedim. Onlara da hiçbir zaman böyle oldukları için kızmadım ya da yargılamadım çünkü onlar bunu yapabilecek kadar kendilerine güveniyorlardı. Oysa insanı insan yapan şey yanlışlarıydı. Odanın karanlığı gözümü alırken açtığım kara kaplı deftere bakıyordum. Sadece ay ışığının yettiğince gördüğüm çizimlere göz gezdirdim. Sıkıldığımda yaptığım birkaç çizim vardı ve arada onlara bakmayı seviyordum. Arka sayfayı çevirdim usulca. Geçen gün çizdiğim kolyeyi gördüm. Sarmaşık şeklinde bir kolyeydi. Bütün boynu kaplar niteliğinde ince ve zarifti. Eğer bir kolye tasarımcısı olsaydım ilk işim kendime bu kolyeyi yapmak olurdu. Diğer sayfayı çevirirken kapımın usulca açıldığını duyarak bakışlarımı o tarafa sabitledim. Açılan kapıdan içeriye babamın siyah silüeti girdiğinde defteri usulca kapatıp yanıma sakladım. “Alina, uyumadın mı daha?” “Uyku tutmadı.” Hafifçe tebessüm ederek, anladım der gibi kafa salladı. “Alina bak, bana kızgın olduğunu biliyorum-” Lafını keserek araya girdim çünkü ona kızgın değildim. “Ne ironik baba sana kızgın değilim.” Babam şaşırmış gibi kaşlarını kaldırdı. “Ama...” “Üvey annemle bu evde çok mutlu olacağına inanıyorum.” “Alina hayır... Böyle davranma. Bu ikimizin de iyiliği için gerekli bir şey. Hem artık reşitsin kendi kararlarını verecek yaştasın, senin yaşındaki kızlar kendi evlerine çıkmak için ailelerine yalvarıyor. Bunu ayrılık olarak düşünme.” Histerik bir gülüş kendini dudaklarımdan bırakırken babamın suratındaki ifadeyi daha net görmek için ona döndüm. “Hayatım boyunca senden nefret ederek yaşayıp, kendi hayatımı boka çevirmeyeceğim. Sen o fakir edebiyatını kendine sakla baba çünkü bunları yemeyecek kadar senin kızınım ben.” Kaşlarının ortasındaki yarık daha da derinleşti. Ellerini sıktığını gördüm. Çenesinin kasıldığını fark ettim. Çok yazık kendi dünyasında bana acıyordu babam, bunu belli etmese de bana acıyordu. Benim yitip gideceğime çok inanıyordu ama hiçbir zaman belli etmiyordu. Haklıydı, ben yitip gidecektim. Ama en azından dediklerim için bir gün bile pişman olmadan. “Çok yazık, hayatın boyunca bir kadının kuklası olacaksın. Annem senin bu hallerini görseydi ne yapardı acaba?” Annem. Babam, annemi hiç sevmiş miydi acaba? Ya da annem beni bu halde görse babama ne yapardı? Şimdi gelip beni pataklamasını beklerken o tahmin ettiğim gibi davranmadı ve bir anda yumuşayan gözlerle bana baktı. “Güzel Alinam benim... Güzel kızım.” “Sen hep benim kızım olarak kalacaksın. Koca bir dünyanın içinde yalnızda olsan sen hep benimsin, benim kızımsın. Bir gün eğer kaldıramayacağın bir gerçekliğin içine düşersen, seni tekrar oradan kurtaracak olan şey yine sen olacaksın bunu biliyorum.” Daha fazla katlanmak istemediğimden, “İyi geceler baba,” diyerek yatağın içine girip yorganı kafama kadar örttüm. Babamın hala orada olduğunu biliyordum. “Sana da iyi geceler Adelina.” Adelina? “İsmimi bu kadar çabuk unutacağını düşünmemiştim.” dedim mırıltılı bir sesle. Kapı cızırtılı bir şekilde kapandığında yüzümü camdan yansıyan aya çevirerek derin bir uykuya daldım. *** Sarı hiç bu kadar korkutucu gelmemişti gözüme. İki çift kehribar gözlerini bana dikmiş bakıyordu oysa daha deminki adamla bu, aynı kişi değildi. Gerçeklik algım burada kaldığım saatler boyunca her dakika daha da azalırken, ben karşımda hiç tanımadığım bu adama sadece bakakalmayı beklemiyordum. Sanki burası bir sahneydi ve bütün ışıklar bizim üstümüzdeydi. Herkes susmuş sadece bize bakıyor ve yapacağımız diğer hamle için heyecanla bekliyor gibiydi. Geri çekilmeye çalıştığım an çok zorlanmadım, beni olduğum gibi kaldırdı ve yüz yüze gelecek şekilde karşısına dikti. Kumral saçlarına baktım, kehribar gözlerine ve giydiği siyah takıma. Bu kimdi? Gözüm önce Şafak'ı aradı. Bir masada durmuş öylece bana bakarken yüzündeki siniri buradan görebiliyordum. Ares konuşma yaparken aniden yanımdan kaybolmuştu ve bende sorgulamamıştım ama şimdi orada öylece durmuş bir bana bir de karşımdaki adama bakıyordu. İşin kötü yanı sadece o bakmıyor, etrafımdaki herkes buraya dönmüş ve ağızları iki karış halde sadece buraya bakıyor oluşuydu. Ben ağzımı açamadan arkamdan bir ses, “Asil bu,” diye fısıldadı ve ben karşımdaki adamın kim olduğunu öğrenmiş oldum. “Asil,” dedim tek kaşımı kaldırarak. Bu ifadem onun hoşuna gitmiş olacak ki gülümsedi. “Ta kendisi.” Demek Asil buydu. Anlamadığım nokta benim dans ettiğim adam başkaydı, pekala Asil bunu nasıl yapmıştı? Gerçi etrafıma baktığımda kana susamış insanların içinde olduğum, Asilin bunu nasıl yaptığından daha korkunçtu. Geriye çekildim hızlıca, bildiğim kadarıyla Asil buralarda pek sevilen biri isim değildi ve ben daha ilk günden adımın kötüye çıkmasını istemezdim. Asil bu yaptığıma tepki vermedi. Acaba Adelinayla aralarında bir şey var mı diye düşünmeden edemediğim sırada Asil tekrar konuştu. “Beni özledin mi?” Ne? Tahmin ettiğim gerçek miydi bilmiyordum ama bu sorusu yeterince afallamama yetmişti. Adelina ve Asil arasında bir şeyler mi vardı? O gün Viola Alpina’da o mektubu boşuna almamış mıydım? Asil ve Adelina demek ha? Bu Adelina düşündüğümden daha zekiydi. Bu fikir hoşuma gitmiş gibi gülümsedim. Asil’in gözleri gülümsememe takıldığında tepki vermeden gülümsememi genişlettim. Belki de Asil benim çıkış biletim olabilirdi? “Bilmem, özlemiş miyim seni?” Bu sefer o da dudaklarındaki gülümsemeyi genişlettiğinde sanki zafer kazanmış bir edayla bir adım yanıma yaklaştı. Tam ağzını açacakken arkadan gelen Şafağın sesiyle ikimizde ona döndük. “Asil!” Şafak alnındaki damarları şişmiş bir şekilde Asile bakıyordu. Etrafta aniden bir uğultu silsilesi oluştuğunda içimden kaos çıkmaması için dua ediyordum ama artık çok geçti çünkü Şafak, Asil’in kolundan tutup götürmeye kalktığı anda ani bir hareketle kafasını arkadaki kokteyl masalarından birinde yaslanmış halde buldu. Bu ani savaşa ağzım açık bakmaktan başka bir şey yapamıyordum. Aralarına girip lütfen yapmayın diye ayıracak değildim. Aralarındaki meseleyi halledebilecek kadar büyümüş duruyorlardı ama onların yırtıcı bir hayvandan daha kötü olan içgüdüleri, işte beni korkutan şey buydu. Şafak kalkmak için direnirken eliyle kafasına bastıran Asil gayet rahat duruyordu. Asil amber rengi gözlerini bana dikerek konuşmaya başladı. “Senden daha güçlü olduğumu bildiğin halde bunu yapman gerçekten çok komik...” “Baksana,” derken Şafak'ın saçlarından tutup kaldırmış ve etrafa zorla bakmasını sağlamıştı. “Şuan ellerimin altında bir hiçsin.” “Adelina git buradan!” Asil tekrar gülerek Şafak'ı öne doğru attığında insanlar aniden kaçışmaya başladı ve biraz önce kaos olmasın diye dua ettiğim ortam adeta cehenneme dönüştü. Silva topuklu ayakkabılarını yere vura vura hole girdiğinde adeta gözlerinden ateş fışkırıyordu. Asil ellerini ve üstünü çırparken Şafak tekrar ayaklandı ve Asil’e yeniden saldırmaya yeltendiği sırada araya Silva girdi. Kafamı Asil’e çevirdiğimde bana baktığını fark ettim. “Seni öldürmeden önce derhal buradan git yoksa Ares gelecek ve sonun hiç iyi olmayacak Asil.” “En çokta bu yönünüzü seviyorum.” “Defol!” Gözüm tekrar Asil’e kaydığında hala bana bakıyor olduğunu fark ettim. Daha fazla ona bakmak istemediğim için Şafak'a döndüm ve onun hala nefret dolu gözlerle soluduğunu gördüm. Etraf şimdi bomboştu, tek bir insan bile yoktu. Asil’in olduğu yere döndüğümde gittiğini fark ettim. Birden yok olmuştu. “Neler oldu burada?” Ares’in kızgın sesi tüm holde yankılandığında hepimiz ona dönmüştük. Sahi bu koca malikanede tek bir koruma bile yok muydu, Asil nasıl girmişti buraya? “Bir şey olduğu yok Ares,” dedi Silva ukala bir tavırla. “Sen ve soyunun başımıza açtığı belalar!” Şafak, sakinleşmesi için Silvanın kolunu sıvazladığında bu görüntüye kusmamak için direniyordum. “Asil mi geldi?” dedi Ares merdivenin son basamağından da inerken. “Geldi... Geldi ve her zamanki gibi ortalığı başımıza yıkarak gitti! Sen ve senin uslanmaz soyun...” “Kelimelerini düzgün seç Silva,” dedi Ares sakinliğini bozmadan. Ben ise orada durmuş olan biteni izliyordum. Ama Silva konuşurken dikkatimi çeken bir detay daha vardı; Asil, Ares’in soyundan mıydı? Bu evin içindeki kan bağlarını bile düzgün bilmiyordum ki... Bu durum yine canımı sıkmaya yetmişti. “Bu malikaneyi ve bizi korumakla yükümlü olanlar nerede?” Ares sert bir ses etrafa bağırdığında Silva tekrardan araya girdi. “Hah! Nerede olacaklar, Asil hepsini uyutmuş! Koridordakilerin ve dışarıdakilerin hepsi yerde serili yatıyor.” “Çok belli değil mi? Başka birinin bedeninde buraya girmiş. Bir cadıdan yardım aldığı belli.” Dedi Şafak. “Hangi cadıymış o? Söyle de gidip kanını kurutayım...” Silva sinirli bir şekilde burnundan soludu bunları söylerken. “Bilmiyorum ama öğrenmek yakındır,” dedi Şafak. Cadılar, vampirler... Savaş ve bilmediğim kasaba. Neyden bahsettiklerini bile anlayamıyordum. Tek isteğim gitmekti ama ben burada durmuş onlara ayak uyduruyordum hem de daha geleli saatler olmasına rağmen. Kafam ciddi anlamda daha da bulanıyordu. Düşünceler arasından çıktığımda gözlerim tekrar Şafağa döndü ve bana da nefretle baktığını gördüm. Onun dediklerini yapmamış olmam mıydı sorun yoksa erkekliğine yediremeyerek dayak yemiş olması mı? Her ne olursa olsun yaptığı çok anlamsızdı. Senden güçlü olduğunu düşündüğün birine silah doğrultmamalıydın çünkü bir şekilde o namlunun ucu sana dönerdi. Ateş eden senken, edilen oluyordun. Şafak gözlerini benden ayırıp Silvayla birlikte dışarı çıktığında salonda Aresle yalnız kaldım. Ares uzun uzun yere baktı ardından yavaşça gözlerini üzerime çevirdi. Ben hala olduğum yerdeydim. Ne ileri ne geri gidiyordum, balo tahmin ettiğim gibi cehenneme dönmüştü ve herkes kaçarken o cehennemin içinde bir tek ben kalmıştım. Ares bana doğru bir adım attı. Acaba şimdi kellemi alır mıydı diye düşünemeden edemedim. Belki de burada öldürürdü, cesedimi de aç vampirlere yem ederdi. Kara bulut misali kafamda dolaşan düşüncelerin arasına Ares’in sesi girdiğinde ona baktım. “Neden Asil’den kurtulmak için çaba sarf etmedin?” Güzel soru ama cevabı vardı. Aslında yoktu, uyduracaktım. “Baloda tatsızlık çıksın istemediğimden.” Ares uzun uzun gözlerime baktı. Benden şüphelenme ihtimalini düşündüm. Olabilirdi ne de olsa ben istediği kişi değildim. “Yeterince tatsızlık çıkmadı mı sence Adelina?” Buz gibi gözlerle Arese bakmaya devam ettim. Evet tatsızlık çıkmıştı yeterince ama bu benim sorunum değildi. Burada olanların hiçbiri benim umurumda değildi. Umursamazlıkla alakası yoktu çünkü ben bir gün evimden alınmış, bu hiç bilmediğim fantastik yaratıkların içine, olmadığım biri olarak onun yerinde yaşıyordum. Minevra denilen bu kasaba neredeydi, hangi konumdaydı onu bile bilmiyordum. Gerçeği söylemeye ise cesaretim yoktu. Bu açık ve netti. “Bu benim elimden olan bir şey değil.” Dedim kendimi toparlayarak. Asil’in baloda çıkardığı kavganın sorumlusu ben olamazdım. Bu çok anlamsız olurdu. Ares derin bir iç çekti ardından ellerini altta birbirine kenetledi. “Asil tehlikeli biri Adelina. Belki bu tehlikeli halleri seni etkiledi bilemem ama o aşık olunması gereken biri değil. Şu aralar Şafakla pek iyi değil gibisiniz, eskiden daha yakın görüyordum sizi belki de o boşluk sana Asil’i getirdi ama unutma ki geçmişte olan şeyler geçmişte kalır. Asil hep böyleydi ve böyle de olmaya devam edecek. Onunla herhangi bir yakınlığın bizim için felaket olacağını unutma ve ona göre hareket et.” Buna diyecek bir şey gelmiyordu aklıma. Öncelikle Şafaktan hiçbir halükarda hoşlanmamıştım ve hala da hoşlanmıyordum. Asil’in geçmişte nasıl biri olduğunu da bilmiyordum. Tek bildiğim o fotoğraf karesiydi. Eskiden Asil de bu ailenin içindeydi belli ki ama şuan herkes tarafından tehlikeli bir yaratık olarak görülüyordu. Asil’e yakın olmama fikri benim için yine de saçmaydı ben her daim tarafsızdım. Adelina’nın tarafı ne kadar belli olsa da Alina her daim tarafsız olandı. Yine de Ares’in dediklerini onaylayacaktım. Onunla daha fazla burada kalıp kafa yormak bu gece için fazlaydı. “Haklısın daha dikkatli olacağım,” dedim net bir sesle. Ares daha fazla konuşmadı. Kafasını iki yana sallayarak merdivenlerden hızlıca yukarıya çıktı. Ben ise orada öylece dikilmiş etrafı süzüyordum. Gidip bende uyumak istiyordum. Derin ve rahat uykunun kollarına kendimi bırakmak benim de en büyük hakkımdı. Hatta en çok benim hakkımdı. Birkaç dakika sonra asansörün düğmesine basıp aşağıya indiğimde artık odamdaydım. En önemlisi ise yalnızdım ve beni rahatsız edecek herhangi biri yoktu. Hızlıca üzerimdekileri bir köşeye fırlatıp dolaptan kendime rahat parçalar alıp kendimi yatağın üzerine bıraktım. Yüzümdeki makyajı çıkarmakla bile uğraşmadım. Odadaki mumlar hafifçe odayı aydınlatarak güzel bir loşluk katıyordu. Bu dinginlik ve sakinlik içinde geldiğimden beri ilk defa bu kadar rahat bir uykunun esiri olacaktım bu yüzden aklımdaki bütün düşünceleri durdurdum. Kafamdaki bütün soruları bir kenara attım ve bu esrarengiz, bilmediğim yaratıklarla dolu kasabada derin ve güzel bir uykuya kollarımı açtım. *** |
0% |