@violam_s0
|
Korku, insanı gerçekten yaşatan şey miydi gerçekten? Yoksa tamamen insanları cesaretlendirmek için söylenen süslü sözlerden biri miydi? Bana kalırsa hiçbiri. Çünkü insan yaşamak istiyorsa bir kere, ne olursa olsun hayata bir şekilde tutunurdu. Korku sadece anlık gelişen bir istekti. Çocukken karanlıktaki canavarlardan korkup yatağın altına saklanan ya da annesinin babasının kollarına koşan çocuklardan olmadım hiç. Orada bir canavar olduğuna inanarak uyuyan çocuklardandım. Sabah olduğunda ve o canavar elveda dediğinde her şeyi unutup günü geçirmeye devam eder, akşam yine o canavarın orada olduğunu bilerek uyuyan o çocuk. Hisleri olmadan yaşamayı öğrenen o çocuk; bendim. Ve o çocuklar gün gelip büyüdüğünde onlardan şefkat bekleyemezsiniz. “Gerçekten burada mı yaşıyorsun?” İçimden söylediğimi sandığım sesime Asil araya girerken kendime geldim. “Ne kadar çabuk unutmuşsun burayı Adelina.” Hiç gelmediğim bu cehenneme önceden geliyormuş taklidi yapmak elbette ki fazlasıyla zordu. Zor ve bunaltıcı. “Unutmuşum işte,” dedim umursamaz bir ifadeyle. O sırada elime gelen bir elmayı kaparak ısırmaya başladım. Asil’in teklifini kabul ettiğimden bu saate sadece birkaç saat geçmişti. Hava tamamen zifiri karanlıktı ve Asil’in yaşadığı bu malikaneye gelmiştik. Ben yürüyerek geliriz diye düşünürken Asil için çalıştığını düşündüğüm adamlardan biri arabayla bizi Ares’in malikanesinin dışında bekliyordu. Elimde tek bir çöp olmadan kaçmıştım. Kimse bizi fark etmedi, korumalar yoktu ortalarda. Şafak, Silva ya da Ares hiç kimse yoktu ve ben bir haftadır ne kadar gitmeye çalışsam da gidemediğim malikaneden sadece birkaç saat önce rahatça, elimi kolumu sallaya sallaya çıkıp gitmiştim. Burası geldiğim yerden daha korkunçtu. Dışarıdan bile malikaneye benzemeyen korkunç bir şato şeklindeydi. Buraya gelirken yine tek bir medeniyet izine rastlamamıştım. Orman yolundan bile geçmiştik. Burası da diğeri gibi ormanın içindeydi. Birazdan kanımın son damlasına kadar kurutulup bir köşeye atılabilirdim. Eskiden olsa bu kasvet hoşuma giderdi. Şimdi ise tam olarak bu kasvetin bir parçası olmak ilginç geliyordu. Şatoya benzeyen bu duvarlar tablolarla bezenmişti. 1800’lü yıllardan kalma insanlar vardı resimlerde. Diğer malikanedeki gibi dolambaçlı merdivenler vardı. Yine orta çağdan kalma aydınlatmalar; meşale ve mumlar. Romantik biri olsaydım kesinlikle bayılırdım. Burada fazlasıyla koruma da vardı. Yine bir ormanın içindeydi. Bahçesi diğer malikaneye göre daha büyüktü ama karanlık olduğu için fazla bir şey görememiştim. Merak ediyordum bu lanet yerde başka bir medeniyet var mıydı? Şu ana kadar Violadan başka hiçbir yerde bir şey görmemiştim. İşin kötüsü insan sayısı da azdı. Oysa buraya ilk geldiğimde, büyük salonda beni onlarca insan karşılamıştı. Asil’in elimdeki elmayı almasıyla yine kendime gelmem bir oldu. “Bu aralar çok fazla düşünüyorsun,” dedi aldığı elmayı ısırırken. Ardından kendini siyah tekli koltuklardan birine bıraktı. Salon dedikleri bu yer, şömine birkaç tablo ve koltuktan oluşuyordu. Ve tabii kocaman bir masa da vardı. Yemek yediklerini düşündüğüm masa... Yemek yiyorlarsa tabii. “Ares beni bulabilir mi?” “Elbette bulur sevgilim. Seni ömrünün sonuna kadar burada tutamam, sen özgür bir kadınsın...” Eğer bunu dudağının kenarındaki o alaycı ifadeyle söylemeseydi inanırdım. Ve pekala sevgilim? Aniden balodaki yakınlık geldi aklıma. Tabi ki boşa değildi tüm bunlar, Adelinayla Asil’in arasında bir şeyler olmalıydı. Hatta vardı. “Bu sefer öldürürler beni.” Asil gözünün ucuyla bana bakıp elmadan son ısırığını da aldı ve yanan şöminenin içine fırlattı. Şömine hafifçe alevlenirken Asil tekrar ayağa kalktı. Gözleri bu sefer bendeydi. Tek bir adım yakınıma gelmeden konuşmaya başladı. “Kendini koruyabilecek kadar yetenekli olduğunu sanıyordum.” Ya da centilmen ol ve sen beni koru Asil, ha ne dersin? “Ares kadar güçlü olduğumu düşünmüyorum.” “Kimse onun kadar güçlü değil zaten.” Ne anlatmaya çalışıyordu yine? “Birini yenmek için illa ondan güçlü olman gerekmiyor,” dedi bir adım yaklaşırken. Ağzından gerçekten ne çıkacağını merak etmiştim. “Çok güçlü olman gerekiyor.” Dediği karşısında aniden gelen histerik bir gülüş etrafımı sardığında o da benimle birlikte gülümsedi. “Oysa oradaki herkes senden bahsediyor. Tehlike olduğunu düşünüyorlar ve sen onların daha güçlü olduğunu savunuyorsun?” “Gerçekçi bir tehlike diyelim biz ona.” Kaşlarımı havaya kaldırarak konuşmak için hazırlandım. “Kaybedeceğini bildiğin bir savaşa girmek... Çok gerçekçiymişsin sende(!)” “Ya kazanırsam?” “Yazık, gerçekçi biri olduğunu düşünmüştüm.” Tebessüm etti. “Acıktın mı?” Bu vampirlere gerçekten anlam verememiştim. Gerçek bir vampir gibi kan içtiklerini hiç görmemiştim. Ne yazık ki ne sorabiliyordum ne de cevap alabiliyordum. Asil bana yiyecek bir şeyler getirmek için çıktığında pencereye kaydı gözlerim. Havadaki zifiri karanlık sanki hiç görmediğim bir karanlıkmış gibi duruyordu. Acaba şuan benim olmadığımı fark etmişler miydi? Ares’in malikanesinden çıkmak neden bu kadar kolay olmuştu hiç anlam verememiştim. Ben kaçarken kimse yoktu. Asil nasıl öylece içeriye girmişti o bile belli değildi. Birkaç dakika sonra Asil elinde koca bir sandviçle gelince karnımın gurultusunu hatırladım. Hızlıca tekli koltuklardan birine geçerken Asil öylece bana bakıyordu. Ekmeği bana uzattığında içindeki şeylerin kokusu burnuma sinmişti bile. Ben yerken Asil bana bakmaya devam etti. Ardından hafifçe gülümseyerek diğer tekli koltuklardan birine geçti. Gerçekten bu adam anlatıldığı kadar korkunç muydu yoksa uydurulan birkaç efsaneden biri miydi anlamıyordum. Şafaktan daha olgundu gerçi orası aşikardı. Aklıma yine o balo gecesi geldiğinde Asil’in oradaki halini anımsadım. Gözünü kan bürümüş o vahşilikten şimdi eser yoktu. Ben daha ne olduğunu anlamadan elimdeki sandviç bitmişti bile. Olduğum yerde ellerimi ve üstümü çırparak Asil’e baktım. Olduğu yerde sadece beni izliyordu. Açlıktan sandviçi hızlıca bitirmiştim. “Ee,” dedim ellerimi kaldırarak. “İçecek bir şeyler de getirseydin bari...” “Mutfağın yerini biliyorsun Adelina,” dedi kafasını koltuğa yaslarken. Alttan bana baktığını görebiliyordum. Cevap vermeden salondan çıktım. Adelina biliyordu elbette mutfağın yerini ama maalesef kendim için aynı şeyi söyleyemeyecektim. Gelirken az da olsa göz atmıştım bu yüzden çıktığım gibi yukarı çıkmaya başladım. Uzun ve dolambaçlı merdivenlerden yukarı çıktıktan sonra uzun bir koridor karşıladı beni. Kimse olmadığına emin olduğum koridorda yürürken duvarlardaki tablolara da göz atıyordum. Her birinde farklı bir insan vardı. Her biri birer portreden ibaretti. Koridorda yürümeye devam ederken kapılardan birinden bir kadın çıktı dışarıya. Üzerindeki yemek önlüğü zaten oranın neresi olduğunu anlamama yetmişti. Kadına doğru yürüdüm ve tam mutfaktan içeriye girecekken kadının tiz sesi kulaklarıma doldu. “Ne istersiniz leydim?” Leydi? Gerçekten komik tabirlerdi bunlar. Buradaki her şey modernlikle orta çağ arasında gidip geliyordu sanki. Kadına dönerek onu incelemeye başladım. Arkadan örülmüş siyah saçları yüzüne hafif bir masumluk katıyordu. Orta yaşlarında biraz yaşlı duran bir kadındı bu. Benimkilere benzeyen mavi gözleri vardı ve ay gibi parlıyordu karanlık koridorda. Üzerinde ise klasik bir hizmetkar elbisesi duruyordu. “İçecek bir şeyler alacaktım, sen gidebilirsin.” Kadın yüzündeki masum gülümsemesiyle arkasını dönüp karanlık koridorda kayboldu. Ben ise mutfağa girip içeriye bakmaya başlamıştım bile. Yine aynı kasvet vardı burada da... Ama diğerlerinden biraz farklı duruyordu. Eski gibiydi her şey. Ahşaptan yapılma gibi duruyordu. Masa ve tazgah sert bir ahşaptı. Dolap ve diğer eşyalarda eskiydi. Tarihi bir müzenin içinde miyim diye kendimi sorgularken aklıma dank eden gerçekle gözlerimi büyülttüm. Bu kasabada vampirler vardı, büyücüler ve cadılar da vardı. Ares bir kökendi, Asil de bir kökendi, Şafak bile bir şeydi pekala Adelina neydi? Herkes birer yaratıktı burada ama ben kendimin ne olduğunu bile bilmiyordum. Anlayan bile olabilirdi benim Adelina olmadığımı. Bu his içimi sararken Asil’i düşündüm. O da anlamış mıydı benim Adelina olmadığımı... Adelina neydi ki? Nasıl bir yaratıktı? Neredesin Adelina? O kızla alakalı bildiğim tek şey benden daha savaşçı olmasıydı. Ve elbette daha cesur. Eğer burada doğup büyümüş olsaydım belki bende onun gibi olabilirdim. Coğrafya kaderdir ne de olsa. Dolaplara doğru yürümeye başladım sakin adımlarla. Tek amacım bardak bulup içecek bir şeyler almaktı. Susamıştım, fazlasıyla. Ahşaptan yapılma dolaplara vardığımda rastgele bir tanesini açtım, içinde sadece tabak vardı. Diğer dolaba uzandığımda bu sefer hedefi tutturmuştum, bardaklar bu dolaptaydı. Bir tanesini hızlıca alıp buzdolabına gittim. Aslında bir fincan kahve şuan için daha iyi bir ihtimaldi ama daha fazla burada durmak istemediğimden dolaptaki meyve suyunu çıkartıp bardağa doldurmaya başladım. İşim bitiğinde hepsini geri yerine koyup bardakla beraber mutfaktaki pencereye yürüdüm. Dışarısı iyiden iyiye kararmıştı. Hava az da olsa yağmurlu duruyordu. Büyük kara bulutlar vardı etrafta. Aslında bu tam olarak benim sevdiğim bir havaydı. Kasvetli hava bana göre insana huzur verebilirdi. Yağmur damlalarının tek tek yere düşüşüne bakarken arkamdan gelen sesle birlikte kafamı çevirdim. Tanımadığım bir sesti bu. “Adelina!” Siyah saçlı ve uzun boylu bir adam adımı haykırarak söylemişti bunu. Ben ne olduğunu anlayamadan koşarak bana sarıldığında elimdeki bardağı az daha düşürüyordum. Siyah saçlı adam geriye çekildiğinde bir elimi sıkıca kavrayıp diğer eliyle beni taradı. “Ve Tanrı kadını yarattı...” Koca yeşil gözleriyle öylece suratıma bakıyor ve ben asla ne olduğunu anlamıyordum. “Konuşmayacak mısın benim güzeller güzeli kraliçem! Bu ne mükemmellik bu ne güzellik... Şu surata bak! O çamurlu eteklerden kurtulmuşsun sonunda. Bir güzellik gelmiş sana!” Bu deli tam olarak ne demeye çalışıyordu bana? “Asil beni gördüğüne sevinecek, uzun bir süredir kasaba dışındaydım. Birkaç cadıyla anlaştım ve birkaç gün alem yaptım. Tabi o aralar Asil’de seni bulmak için hiç geç kalmamış... Nerelerdeydin sen ha?” Hala ne demeye çalıştığını anlayamıyordum ama dediği bir şey dikkatimi çekmişti. Adelina’nın çamurlu etekleri tabii... Benim eteklerimde sadece hayal kırıklığı vardı bayım maalesef. Bu adam kimdi bilmiyordum ve ilk defa görüyordum. Ben hala adama bön bön bakarken adam konuşmaya devam ediyordu. “Asil’le aranız nasıl? Eminim seni gördüğü an üzerine atlamıştır ve sabaha kadar...” “Aşağıya inelim artık!” Dedim daha fazla dayanamayarak. “İnelim tabii...” Dedi muzipçe. Bana öncelik tanıyarak arkamdan benimle birlikte aşağıya indi. Aşağıya indiğimizde Asil öylece şömineye bakarak oturuyordu. Bir şeyler düşünür gibiydi. Ama tek farkla, suratındaki o ifade değişmiş ve yerini o balo gecesindeki muziplik almıştı. Arkamdaki siyah saçlı adam sessizliği bölerek Asil’e doğru koştu. “Asil! Benim yakışıklı lordum...” Asil adamı gördüğü an olduğu yerde durdu ve adam koşarak ona sarıldı. Asil elleri aşağıda sarılmanın bitmesini bekler vaziyette bana bakıyordu. Ardından gözleri yavaşça hala elimde tuttuğum bardağa kaydı. Ben yeni fark etmiştim bu bardağı elimde tuttuğumu. Adam geri çekildikten sonra bir Asil’e, bir bana bakarak mekik dokuyordu sanki. “Sana da merhaba Arel.” Demek siyah saçlı lordumuzun adı Arel’di. Pekala Arel kimdi? Biraz sonra benim fazla düşünmeme gerek kalmadan Arel kim olduğunu söyledi. “Hoş buldum kardeşim!” Kardeşi? Asil’in bir kardeşi vardı demek. Arel koltuklardan birine kendini atarken bende elimdeki bardağı masaya bırakıp diğer tekli koltuklardan birine geçtim. Arel kardeşiyle konuşmak için fazlasıyla heyecanlı duruyordu. Asil ise pek oralı değildi. “Adelina dönmüş demek, ha?” Bana bakarak kurduğu bu cümle için onu öldürmek istiyordum. Zaten yeterince hiçbir şeyden haberim yoktu. Şimdi de abuk sabuk sorulara maruz kalıp iyice kendimi belli edecektim. “Ya, ne demezsin...” “O yaşlı bunak seni gördüğü an eminim apışıp kalmıştır!” Yaşlı bunak diye bahsettiği kişi Ares olmalıydı. Buna verecek bir cevabım olmadığından sadece baktım. Arel hiç bıkmadan konuşmaya devam ediyordu. “E, Asil sende döndüğüne göre artık şunlara gününü göstermeliyiz. Ne de olsa Adelina da bizim taraftan.” Asil’de döndüğüne göre.? Adelina’nın arkasından Asil’de gitmişti demek. Bu ikisinin arasında aşktan daha fazla şey vardı belli ki... Hem Adelina ayrıyeten Şafakla da eğleniyor gibi duruyordu. Benden de akıllısın Adelina... Asil olduğu yerden konuşmaya başladı. “Savaşmak için fazlasıyla erken Arelcik,” dedi oturduğu yerde hafifçe dikleşerek. “Hem Adelina yeni geldi, eminim eskisi kadar iyi kavga edemiyordur.” Yanlış bilgi, hiç kavga edemiyor. Arel gülerek beni süzdü. “Bu hatun git gide ne güzel oluyor ya!” Arel’in bu dediğinden sonra Asil’inde bana bakmasını beklerken o sadece olduğu yerde Arel’e bakıyordu. Arel üstündeki bakışları fark etmiş olacak ki daha fazla konuşmadı. Üçümüzde öylece oturmuş etrafı seyrediyorduk. Dakikalar geçti ama hala üçümüzden de ses yoktu. En sonunda sessizliği bozan ben oldum. “Ares beni arıyordur. Buraya gelmeleri muhtemel.” Acaba şuan neredeydiler? En kötüsü ise ben Asil’le neden kaçmıştım? Bunların cevabını kendi içimde bile veremiyordum. Benim çıkarım neydi de kaçmıştım? Asille bir anlaşma bile yapmamıştım üstelik. Belki de bunu bilerek beni istediği gibi kullanacaktı. Ares beni bulduğunda ne yapacaktı peki? Ona ya da onlara ne diyecektim. Eminim şuan Silva zafer nidaları atıyordu malikanede. Gerçekten ama gerçekten çok sıkılmıştım. Zaten buraya geldiğimden beri tek yaptığım şey yakınmaktı. Cevabını asla alamadığım sorularla boğuşup isyan etmek ve yakınmak... Geride bıraktıklarımı düşündüm. Babam şimdi ne yapıyordu? Hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam mı ediyordu? Babamı bu hikayede konumlandıramıyordum. “Gelecekleri varsa görecekleri de var,” dedi Arel ciddi bir ifadeyle. Yine uzun bir sessizlikten sonra Arel ne kadar yorgun olduğunu ve dinlenmek istediğini söyleyerek odadan ayrıldı. Yine ben ve Asil baş başaydık. Olduğum yerde mayışmıştım. Üstümdeki kazak ve pantolonla çokta rahat edemesem de gözkapaklarım beni kapat diye diretmeye başlamıştı bile. Şömine ateşi iyiden iyiye harlanırken ortamdaki sıcaklık git gide artmaya başladı. Koltuğun kenarına başımı koydum ve iyiden iyiye uykumun gelmesini sağladım. Ortamdaki sesler gitgide boğuklaşırken gördüğüm son şey Asil’in bana bakan keskin gözleriydi. *** |
0% |