@violam_s0
|
“Bu kadar zayıf olma Asil!” “Bu kılıç o tatlı yüzünde güzel bir iz bırakacak gibi Şafak.” Şafak kılıcını Asil’in üzerine savurdukça savurdu. Asil her defasında bundan başarıyla sıyrılmayı başarıyordu. Şafak bu konuda çok da iyi sayılmazdı o daha çok elle yapılan şeylerde iyiydi. Kılıç strateji gerektirirdi ama Asilden de aşağı kalır bir yanı yoktu. Her sabah ikisi uyanıp malikanenin bahçesinde kılıçla birbirlerine meydan okurlardı. Daha çok bunu isteyen Şafaktı çünkü Asilden daha güçlü olma düşüncesi onu hep mutlu ederdi. Ama bunun imkanı yoktu çünkü Şafak bir köken soyundan gelmiyordu. “Babana söyle sana yeni bir kılıç alsın.” Birkaç saniye süren sessizlik. Bu Asil’in Şafak’a yönelttiği bir cümleydi. Birkaç dakikanın ardından Şafak anlamamış gibi kafasını kılıçtan kaldırarak Asil’in yüzüne baktı ve savaşmayı bıraktı. Kılıcı yere atıp Asil’e doğru bakmaya devam etti. “Ne demeye çalışıyorsun?” Asil anlamamış numarasına yatarak Şafak'a bakmaya devam etti ama o çok iyi biliyordu ki Şafağın derin yarasıydı bu ve Asil, bu yaranın üzerine tuz basmayı seviyordu. “Kılıcın körelmiş, yeni kılıç lazım diyorum...” Bu cümlesinin altında yatan muzipliği bir tek Şafak anlayabilirdi. Onlar çocukluktan beri beraber büyüyen iki dosttu. Ama ikisinin de kibri birbirlerine karşı nefrete ve kine sebep oluyordu. Özellikle Asil’in iğneleyici ve muzip tavırları Şafağı her defasında daha da sinirlendirmeye yetiyordu. Şafak elindeki kılıcı aniden Asil’in üzerine doğrulttu. Asil bunu biliyormuş gibi kendini savunmaya aldı ama pek bir işe yaramadı çünkü tam şuan da kılıç boğazına dayalı bir haldeydi. “Evet ben bir piç olabilirim... Annem de babam da belli olmayabilir ama hiç kimse senin kadar aşağılık yaklaşmaz bu duruma!” Asil kılıcın arkasından o her zamanki gülümsemesini takındı. “Ares sana bakıyor işte! Bu kadar kırılacak ne var?” Şafak sinirden kılıcı biraz daha Asil’in boynuna dayadı. Ve kılıçtan akan hafif kanlar eline damlamaya başlamıştı bile. Asil olduğu yerde sadece dişlerini sıkıyordu. “Ares benim için yapılmayacak şeyler yaptı; beni büyüttü. Aslında ikimizi bir büyüttü ama sen böyle aşağılık bir pislik olmayı seçtin!” Asil, boğazından hala kanlar akarken konuşmaya devam ediyordu. “Senin anlamadığın şeyde bu zaten aptal Şafak, ben Ares’in soyundanım. Benim de annem babam yok ama benim bir soyum var. Senin gibi soysuz bir piç olsaydım ne yapardım bilmiyorum.” Şafak öfkesine yenik düşecekti ki son anda ne yaptığını fark etti ve kılıcı Asil’in boğazından çekti. Yapamazdı. Asil’i burada öldüremezdi. Ares’in gözünden düşerdi. Asil ne kadar bencil ve kibirli olsa da çok iyi bir oyuncuydu. Ne yapar eder kendini haklı çıkarırdı ama Şafak’a kimse inanmazdı. Asil boğazından akan kanları üstüyle sildi. “Bunu Ares’e söyleyecek misin?” Dedi Şafak. Asil dişlerine kadar gelen kanla Şafak’a baktı tekrar. Kumrala dönük saçlarına bile kan bulaşmıştı. Kehribar gözleri de cabasıydı. Asil önce Şafak'a baktı. Şimdi Asilin eline bir koz geçmişti ama bunu böyle kullanacak değildi. “Yok,” dedi Asil kanlı dişleriyle muzipçe sırıtırken. “İkimizin arasında.” Şafak da aynı ifadeyle Asil’e bakıyordu. “İkimizin arasında,” dedi Şafak Asil’e tebessüm ederken. *** Uyku beni bir sarmaşık misali sarmışken tekrar uyanmak fazlasıyla zordu ama kafamın üzerinde bana bakan iki çift rahatsız edici göz uyanmama yetiyordu. Bu kişi tanımadığım iki çift gözdü. “Adelina Hanım uyanmalısınız.” Ben gözlerimi hala tam aralayamamışken karşımda bir kadın bana uyanmam için anlamadığım buğulu sözler söylüyordu. “Git başımdan,” dedim sanki kadını tanıyormuşum gibi. “Uyanmanız gerek Adelina hanım.” Gözlerimi zorda olsa hafifçe kaldırdım. Bu yorgunluk beş gün uyusam bile geçmezdi. Kendimi hiç olmadığım kadar halsiz ve bitkin hissediyorum. Yattığım koltuk ise beni içine çekmiş gibiydi yerimden kıpırdayamıyordum bile. “Ne?” Dedim oldukça kaba çıkan sesimle. “Uyanmanız ve bir şeyler yemeniz gerek, sabah oldu.” Daha adını bile bilmediğim bu kadın bana kalkmam ve bir şeyler yemem için ikaz ediyordu. İstemiyordum, sadece uyumak istiyordum. “Aç değilim.” Sesim uykulu çıkmıştı. Etrafa doğru dürüst bakmadan tekrar gözlerimi kapattım. Tam uykuya tekrar dalacağım sırada bir ses bütün uykumu mahvetmişti bile. “Kraliçe!” Arel. Bu adamın sesi kesinlikle hiç olmadığı kadar rahatsız ediciydi. Şafaktan bile daha aptal olduğunu düşünüyordum. “Kalk,” derken beni kollarımın arasından tutup kaldırmıştı. Üzerime kimse bir şey örtmediğinden donmuştum burada. Arel beni sıkıca kavrayıp dik bir pozisyona getirdikten sonra elleriyle yüzümü avuçlarının arasına aldı ve yüzüme üflemeye başladı. Bu herifin tam olarak ne yapmaya çalıştığını anlamıyordum. Gözlerimi açıp onun o koca ela gözlerine baktım. Asille kardeşlerdi. Asil’in gözleri daha sarıydı Arel’e göre. Arel’in şuan tam olarak ne istediğini anlamasam da uyanmam için bu kadar baskı uygulanması sinirimi bozuyordu elbette. “Kes şunu,” dedim Arel’in ellerini yüzümden çekerek. Etrafa biraz göz attığımda şömine sönmüştü, Asil ise etrafta yoktu. Hava biraz daha açıktı ama hala kendinden ödün vermeyecek kadar kasvetliydi. Ellerimle gözlerimi ovuşturdum ve Arel’e baktım. O çoktan kendini tekli koltuklardan birine atmış keyif yapıyordu. İsmini bilmediğim kadın ise salondan çıkmıştı. “Beni neden uyandırdın?” Arel elini düşünceli bir şekilde çenesinin altına koydu. “Uyanman gerekiyordu Kraliçe.” “Neden uyanacakmışım?” Arel ifadesinden ödün vermeden cevap verdi. “Çünkü Şafak kapıya dayandı bir saat önce.” Duyduğum cümleyle gözlerim yerinden oynar gibi açıldı. İşte başlamıştı... Şafak, Ares ve Silva elbette ki hiç durmayacaklardı. Beni alana kadar savaşıp duracaklar, alana kadar vazgeçmeyeceklerdi. Ama istedikleri sen değilsin Alina. İstedikleri Adelina. Sorunda tam olarak buydu zaten... Her şeye bir son verip benim Adelina olmadığımı söylemek istiyordum. “Ben Alinayım, sizin istediğiniz kız nerede bilmiyorum,” diye haykırmak ve kaçmak... Bu bir girdap ve sen çıkamazsın. Bu bir paradoks ve sen tam içindesin Alina. Kaçış yok. Çıkmak yok. Sonun belli değil. Ürperti tekrar bedenimi esir aldı. Korku değildi ama ürpermek ve gerilmekten çok yorulmuştum. Daha on sekiz yaşındaydım ve hayatımda imkansıza yakın şeyler yaşamıştım. Bir korku filminin içindeymişim gibiydi hayat. “Asil nerede,” dedim Arel’in umursamaz suratına bakarken. Arel oturduğu yerde dikleşirken kollarını göğsünde bağladı. Bana anlayamadığım bakışlar atarken içimdeki ürperti hissine engel olamıyordum. Her defasında daha fazla karanlığın içine çekiliyormuşum gibi bir ürperti bütün bedenimi esir alıyordu. Bitmeyecekti işte... Ben bu lanet yerde çürüyüp gidecektim. Kemiklerim bile kalmayacaktı. Aklıma daha iki hafta önceki hayatım geldi; insanlara göre somurtkan olan suratımla her şeye karşı hissiz yaklaşan Alinaya. Burada bütün duyguları bir yaşıyormuşum gibi geliyordu. Bazen fazla heyecanlanıyordum bazen ürperiyordum. Kendimi hiç bilmediğim bir savaşın içinde buluyordum bazen de... Ama buradaydım ve yaşıyordum. Buradaki insanların bana Adelina demesine o kadar alışmıştım ki kendi adımı bazen unutuyor ve Adelina olduğumu düşünüyordum. Kendimi unutuyordum. Arel’in konuşması için sadece yüzüne bakmaya devam ettim. Ağzını açmadan bana bakmaktan vazgeçmiyordu. En sonunda dayanamayarak lafı ben açtım. “Ne diye öyle bakıyorsun?” “Seni gördüğümden beri canım kardeşimle bayağı bir uzaksınız. Bu uzaklığın sebebini gözlerinizde arıyorum Kraliçem, o yüzden bakıyorum.” Gözlerimi devirmemek için zor durdum. “Sorduğum sorunun yanıtı değil bu.” Arel bir kere gülümsedikten sonra koltuktaki rahat pozisyonunu tekrar aldı. “Geçit’e gitti, gelir birazdan.” Geçit? Yeni kelimemiz: Geçit. Evet yeni bir yer daha öğrendiğimize göre bunu da kendimizin araştırıp bulması gerekli. Çünkü ben Adelinayım. “Ne yapacakmış ki orada,” dedim sanki orayı biliyor muşum gibi yaparak. Yani en azından sesimin öyle çıkmasını umarak. “Geçitte ne yapılırsa onu yapacak kraliçe, niye şaşırdın ki bu kadar?” Sesimin şaşırmış gibi çıkmasını beklemiyordum elbette. Olduğum yerde titredim. Şömineyi ne diye söndürmüşlerdi ki? Donmak üzere gibiydim. Arel’e baktım tekrar, gözlerini kapatmış rahat bir pozisyonda oturuyordu. “Şafak problemini nasıl çözdünüz?” Arel kapalı gözlerinin arkasından cevap verdi. “Çözmedik, birkaç tılsım işe yaradı diyebiliriz. Şafak içeriye girdi ama seni göremedi. Bilirsin, Miranda bu işte oldukça başarılı...” Ah birde bu vardı... Tılsımlar, büyüler ve cadılar... Yeterince yaratık yokmuş gibi birde cadılar vardı. Mirandayı düşündüm. O gece Viola Alpina da tanıştığım kadındı. Bana son derece şefkatle yaklaşmıştı. O kadının bir cadı olduğu düşüncesi biraz garip geldi. Ne tuhaftı ki ben cadılarla kahve içiyor, vampirlerle oturuyordum. Aklıma balo da Asil’in birden başka birinin bedeninde belirdiği aklıma geldi. Acaba bunu da mı Miranda yapmıştı? “Asil tahminen ne zaman gelir,” dedim Arel’e. Arel istifini hala bozmuyor ve bana bakmadan cevap vermekten çekinmiyordu. “Bilmem.” Ben daha fazla ağzımı açmayacakken Arel konuşmaya devam ediyordu. “Çok mu özledin biriciğini?” Bunu sorarken yüzündeki muzip ifadeden ödün vermiyordu. Alttan alttan bana sırıttığını görebiliyordum. “Kes sesini,” dedim koltukta uzanırken. “Neden?” Dedi Arel. Susacak gibi durmuyordu. “Sen gittiğinden beri Asil çok durgun, kalbinin attığına emin bile değilim.” Ben ağzımı tekrar açamadan Arel konuşmaya devam etti. “Ama doğru ya unutmuşum, onun atacak bir kalbi yok... Buz gibi...” Neyse ki benim kalbim onunkinden daha buzdu. “Susmalısın,” dedim uyku haline tekrar dönmeye çalışırken. “Nedenmiş o kraliçe? Asil’e yaptıklarını ne çabuk unutuyorsun?” Uyku yine bastırmaya başlamıştı. Buraya geldiğimden beri sürekli uyumak ve kalkmamak istediğimden yine yorgunluk beni bütün bedeniyle kollarının arasına aldı. Arel’in dediklerine bile doğru düzgün dikkat kesilemiyordum. Bir açık bir kapalı bilincimle Arel’i geçiştirmeye çalıştım. “Ben hiçbir şey yapmadım...” Ve bu dediğim son cümle oldu. Uyku tekrar beni kendine esir alırken Arel’in belli belirsiz sesi de kulağıma dolmuştu. “Sen ona çok şey yaptın...” *** Gözlerimi tekrar açtığımda koca bir karanlıkla baş başaydım. O kadar fazla uyumuştum ki şimdi baş ağrısından duramıyordum bile. Gözlerimi belli belirsiz açmaya çalıştım. Biraz zordu ama az da olsa açmıştım. Nefesimi düzene koyup olduğum yerde dikilmeye çalıştım. Etraftaki tek ışık kaynağı şömine ateşinden gelirken, kendimi olduğu gibi dik bir pozisyona getirip etrafıma bakındım. Kimse yoktu. Olduğu gibi boştu. Sessiz ve karanlık. Bu ikiliyi eskiden fazlasıyla severdim ama şuan için aynı şeyi söyleyemeyecektim. Birden kulağıma gelen sesle birlikte arkamı döndüm. Asil. Karanlıkta öylece durmuş bana bakıyordu. Karanlıkta sadece gözleri belli oluyordu. “Erken uyandın bayağı(!)” Yaptığı kinayeyi görmezden gelirken o karşıma geçip oturdu. En son Arel’le konuşuyordum. Bana bir şeyler fısıldamıştı ama tam anlayamadan tekrardan uyuyakaldığımı hatırlıyordum. Midemin gurultusu kendini hatırlattı. Ben Asil’e bakarak konuşmaya başladım. “Şafak gelmiş bugün.” “Evet ama buna çözüm buldum.” “Beni sakladın mı?” Sorum anlıkta olsa Asil’in kaşlarını çatmasına sebep oldu. “Miranda bu konularda iyidir.” İfadesi oldukça düzdü. Sanki gece bana sandviç getiren kişi değil gibiydi. “Uyandığım da yoktun.” “Geçitte ufak bir işim vardı.” “Şafak nerede peki, geri mi gitti?” “Gitmeseydi onu burada öldürürdüm.” Bu cümlesinden sonra tek yapabildiğim sadece Asil’in suratına bakmaktı. Başka bir şey yapamadım. Asil ise değişmeyen suratıyla, koltuğun başlığına kafasını yaslamış alttan bana bakıyordu. Peki her şey bu kadar iyiyken hikayenin devamında ne olacaktı? Ben sonsuza kadar burada mı kalacaktım? Ayağa kalktım, mutfağa gidip aç karnımı doyurmak istiyordum şimdilik sadece. “Bu sözler çok iddialı sözler Asil, dikkat et sana bir şey olmasın.” Bunu bende beklemiyordum ama demiştim. Ağzımdan çıkan söze karşılık Asil ağzını açmadı, ben ise salondan çıkıp mutfağa doğru yürümeye başlamıştım bile. Dolambaçlı ve tarihi eser müzesi gibi olan bu yerde birkaç dakika sonra mutfağa varmıştım. İçeride beni uyandıran kadını gördüm. Tezgahı silip, masadaki elmaları düzeltmeye çalışıyordu. Burada diğer malikaneye kıyasla insan sayısı çok azdı ve hatta yoktu. Bu kadar nefret edilen biri için fazla güvenliksiz bir yer değil miydi? Mutfağa girmeden etrafıma baktım ve Arel’in nerede olduğunu düşündüm. Bu sefer de o yoktu. Daha fazla düşünmeden mutfağa girdim. Kadın beni fark ettiğinde yaptığı işi bıraktı. “Size ne yapabilirim?” Burada tam olarak ne yediklerini bilmeden cevap verdim. Aslında burada da beraber yemek yeme gibi bir algı yoktu. Yine de diğerlerine kıyasla Asil’in hiç yemek yediğini görmemiştim. Aklıma direkt en sevdiğim yemek geldi. “Makarna.” Kadın önce suratıma baktı. Sonra daha fazla sorgulamadan kafasını salladı. “Elbette, on beş dakikaya hazır olur başka bir isteğiniz var mı?” “Yok.” Kadın onaylayarak kafasını salladı tekrar. Benim burada pek işim kalmadığından kadına ayak bağı olmamak adına aşağı inecektim. Aşağı inmeden önce koridordaki aynayı fark etmemle oraya doğru bakmam bir oldu. Bu aynayı geldiğimden beri görmemiştim. Gerçi geleli şunun şurasında çok az vakit olmuştu. Bunları kafaya takmayı bırakıp dikkatimi aynaya verdim. Saatlerdir nasıl bir halde olduğumu göremiyordum, hem elimi yüzümü yıkasam fena olmazdı. Koridorun ilerisinde duvara yapışık bir boy aynası vardı. Oraya doğru ilerlemeye başladım. Duvarlardaki ışıklandırmalar dikkatimden kaçmadı. Meşala ya da mumlar değildi burayı aydınlatan ama anlamadığım şekilde duvarlardan yansıyan loş ışık huzmeleri vardı. Bu biraz olağanüstü geldi. Birkaç saniye sonra aynanın karşısındaki kendime bakıyordum. Soluklaşmış gözlerime ve solmuş kıyafetlerime. Uyumaktan üzerimde kırışmışlardı. Ayağımdaki siyah botlar buraya geldiğimden beri hiç çıkarmadığım şeylerdi. Sadece baloda çıkartmıştım ve onun yerine siyah topuklu ayakkabılar giymiştim. Aynaya biraz daha yaklaştım. Siyah saçlarımda iyice yağlanıyordu, berbattım. Derin bir iç çekip arkamı döneceğim sırada aynadan gördüğüm yansıma ciğerlerimin yanmasına, kalbimin daha hızlı atıp yerinden çıkacak gibi olmasına neden olacak kadar korkunçtu. Kendi yansımamım daha farklı halini görmüştüm. Tam arkamdaydı. hareket etmeden olduğu yerde bana bakıyordu. Gözleri maviydi. Bendim o. Bendim. Nefesimin kesildiğini hissettim. Hızla arkamı döndüğümde karanlık beni tekrardan karşıladı. Tekrar aynaya baktığımda yansıma yok olmuştu. İlk defa iliklerime kadar korku hissetmiştim. Endişe hissetmiştim. Arkamdaki yansımanın ne olduğu konusunda aklımda canlanan tek bir isim bile yoktu. Ama sonra, aklıma buraya geldiğimden beridir beni başka birinin yerine koyan insanların davranışları geldi. Bundan emin değildim ama olabilirdi? Adelina bana benziyor olabilirdi. Yoksa hiç bilmediğim bu cehennem de ne işim vardı? Aklım benimle oyun oynuyordu. Zihnim beni mahvediyordu. İçine düştüğüm bu durum beni delirtecek seviyeye gelmeden gitmeliydim. Kendi evimi, odamı çok özlemiştim. Buradan gitmeliydim. Daha fazla oyalanmadan aynanın karşısından ayrıldım ve aşağı indim. Birkaç dakika sonra salondaydım. Asil bıraktığım yerde gözlerini kapatmış uyuyordu. Arel ise hala ortalıklarda yoktu. Karnımın gurultusu iyiden iyiye artmaya başlamıştı. Ayakta durmuş az önce yaşadığım şoku unutmaya çalışıyordum. Asil’e tekrar kaydı gözlerim. Öylece gözleri kapalı uzanıyordu koltukta. Oturur pozisyondaydı. Uyurken de kendinden emin bir hali vardı. Kumral saçları yine parlıyordu. Biraz daha yaklaştım. Tam karşısına geçtiğimde daha dikkatli bakmaya başladım. Hafif sarı sakalları vardı, kirpikleri ok gibi duruyordu, kaşları hizalıydı ve dudakları çehresine garip bir hava katıyordu. İçimden bir anda, ne kadar romantiksin sen öyle demek geldi ve bu düşünceye saniyelikte olsa kıkırdadım, sanki az önce aynada kendi yansımamı görmemiş gibi. Tam arkamı dönüp gidecekken o muzip ses tekrar kulaklarıma dolmuştu. “Öpeceksen her zaman buradayım.” Gözlerimi devirdim. Ama ben Alinaydım ve kafam ne eserse onu yapardım. Belki de her şeyi bırakıp anın tadını çıkartmalıydım. Arkamı hızla dönüp Asil’e baktım. Gözleri açık bir şekilde suratıma bakarken hiç düşünmeden koltuktaki diğer boşluğa oturdum ve yine hiç düşünmeden dudaklarımı onun dudaklarıyla birleştirdim. Asil bunu beklemiyordu. Gözleri açıktı, bana bakıyordu. Bense dudaklarına yapışmış onu öpüyordum. Asil’in gözlerindeki şehveti görebiliyordum, ben daha sert öpmeye devam ederken o bir anda belimden kavrayarak beni koltuğa yatırdı. Şimdi o benim üstümdeydi. Dudakları benimle birlikte hareket ederken elini belimden ayırmadan öpmeye devam etti. O an ilk defa dişlerinin sertliğini hissettim. Ben elini alıp kalçama doğru götürürken o elini tekrar belime yerleştirdi. Buna biraz garip baksam da ses çıkarmadan öpmeye devam ettim. Birkaç saniye sonra kafasını kaldırıp suratıma bakarken, elini saçlarımın arasına geçirdi ve kehribar rengi gözleriyle koca mavi gözlerime baktı. Her şey saniyesinde ve hızlıydı. Ben ise ne yaptığımı asla anlamamıştım. Utanmadan tanımadığım birini öpmek... Aslında tam da benim yapacağım bir şeydi. Asil ise şuan Adelinayla öpüşüyordu. Onun aklında öyleydi ve ben onun için Adelinadan farksızdım. Herkes için öyle. “Vay!” Bir ses salonda yankılanınca ikimizde aynı anda kafamızı çevirdik. Arel karşıda durmuş bana ve Asil’e inanılmaz gözlerle bakıyordu. “Kurtlara bak sen... Çok özür dileyerek ben çıkıyorum siz devam edin lütfen!” Asil üzerimden kalktı. Aynı anda bende kalkmıştım. Arel alaycı bakışlarla bir ona bir bana bakarken gözlerim Asil’in bir açıklama yapması için ona kaymıştı ama Asil olduğu yerde duruyordu. “Neyse utandırmayalım şimdi sizi...” Arel olduğu yerde muzip muzip konuşmaya devam ederken ben az önce yaptığım şeyin saçmalığında kalmıştım. Neden böyle bir şey yapmıştım bilmiyordum. Sadece öpmek gelmişti içimden ve öpmüştüm. “Ben duş almak istiyorum,” dedim konuyu kapatmak ister gibi. “Asille mi?” Arel iyiden iyiye arsızlığını arttırmıştı. “O sesini biraz daha kesmezsen senin seks hayatını anlatmaya başlarım.” Asil sonunda konuşmuştu ama dediği cümle Arel’i korkutmuşa benziyordu. “Hile yapıyorsun!” Asil hafifçe tebessüm etti ama bu fazlasıyla alaycıydı. Yine kendinden emin ifadesiyle iki kaşını da kaldırarak konuştu. “İşim bu.” Arel gözlerini devirerek tekli koltuklardan birine geçti. Ben ayağa kalktım. Gerçekten duş almak istiyordum. “Nereye?” Dedi Asil oturduğu yerden. “Duş alacağım.” Kafasını olumlu anlamda salladı. Ben ise daha fazla durmak istemediğimden salondan çıktım. Çıkarken Asil’in önünden geçmiştim ve bacağım az da olsa Asil’in bacağına sürtünmüştü. Bu yeterince iç gıcıklayıcı bir histi. Karnımın gurultusu bir kez daha kendini hissettirirken banyonun olduğu katı kendi çabalarımla bir şekilde bulmuştum. Mutfağın olduğu kata gitmek bile istemiyordum. Ayna olayını unutmak istiyordum hatta. Banyo beyaz ve siyahın bütün olduğu mermerlerden oluşuyordu. Karşıda koca bir ayna vardı yine ve bütün duvarı kaplıyordu. Işık beyazdı bu yüzden kendimi daha net görebiliyordum ve koridordaki aynada gördüğüm surattan daha beter bir surat vardı karşımda. Duşa kabine girdim hızlıca ve duş başlığını elime aldım, suyu açtım. Malikanede küvet vardı, burada ise duşa kabin. Rafta ise dolu havlular vardı. Birkaç tane duşta kullanmalık şişeler de onları takip ediyordu. Fazlasıyla yeterli bir banyoydu. Su yeterince ısınınca kıyafetlerimi çıkartıp hiç düşünmeden suya girdim. Kaç dakika geçmişti bilmiyordum ama mutfakta bana yemek hazırlayan kadının sesini duymamla banyodan zor atabildim kendimi. Su öyle iyi gelmişti ki uzun zamandır bu kadar arınmış hissetmiyordum. “Yemeğiniz hazır Adelina Hanım.” Kapının arkasından hızlıca seslendim. “Tamam geliyorum.” Kadının ayak seslerinden gittiğini anladım ve bornoz aramaya başladım. Vücudumdaki su birikintileri yere damlarken bornoz bulamadığımı fark ettim ve havlulardan bir tanesini hızlıca üzerime doladım. Her şeyi sağlayıp bir tane bornoz mu alamamıştı anlamış değildim. Kıyafetlerime bir bakış attığımda tekrar onları giymek benim için biraz üzücü olacaktı. Kapı tekrar tıklatıldı. “Adelina?” Arel. “Ne?” “Banyoyu çok mu özledin kraliçe?” “Ne istiyorsun?” “Seni odana götüreceğim. Asil daha fazla kanepede uyumana göz yumamadı. Eski odana değil ama. Hani arada malikaneden kaçamak yapıp Asil’le takıldığınız odaya değil anlarsın ya? Sen gittiğinde Asil orayı başka bir odaya çevirdi. Hem kıyafetlerini giyersin geldiğinden beri bir garip giyiniyorsun çok kasvetli... Senlik değil.” Yaptığı imayı görmezden gelip banyodan çıktım. Kıyafetlerimi elime almıştım ve Arel’le koridorda yürümeye başlamıştık. Arel bana bakmamıştı çıktığımdan beri. Koridorda ilerlerken aynanın olduğu tarafa pek bakmamaya çalışıyordum. Sonunda Arel odanın birinin önünden durdu ve kapı deliğine sol cebinden çıkarttığı anahtarı soktu. O an Arel’in giyimine dikkat çektim. O da Asil gibi bol bir pantolonun içindeydi. Asilinkinden daha farklı olan şey üst giyimiydi, Arel biraz daha eski giyiniyordu. Üzerinde beyaz gömlek onun üstüne siyah iki tane şerit vardı. Fena bir giyim tarzı değildi elbette. Arel kapıyı açtıktan sonra bana eliyle geçmem için referans verdi. Önce ben geçtim ve diğer malikaneden farklı olan odaya bir göz attım. Burası Adelina’nın eski odası gibi değildi. Daha griydi burası, daha kasvetli ya da daha karanlık. Üzerinde sarmaşık şeklinde bir demiri olan yatak başlığı vardı. Yatak tek kişilikti. Perdeler griye boyanmıştı. Duvarlardan yine ışık vuruyordu odaya. Loş bir ışık. Dümdüz mermer bir zemini vardı ve cam gibi parlıyordu. Yatağın hemen yanına konulmuş gri bir komodin, onu ise küçük bir gardırop takip ediyordu. En son gördüğüm şey ise duvara yapışık boy aynası oldu. Aynalardan artık pek hoşlandığım söylenemezdi. “Evet kraliçe, ben çıkıyorum. Bir şeye ihtiyacın olursa seslenmen yeter.” Cevap vermedim. Arel bunu olumlu anlamış olacak ki ben bir şey demeden dışarıya çıktı. Kapı arkamdan tok bir sesle kapandıktan sonra elimdekileri yatağa bırakıp gardırobun kapaklarını iki yana açtım. İçinde yine Alina tarzından uzak bir ton şey olsa da kendime en uygun olanı bulup yatağın üzerine fırlattım. Yemeğim soğumadan gidip yemeliydim. Üzerimdeki havluyu da çıkartıp yatağın üzerine fırlattım. Ardından çıkarttığım iç çamaşırları üzerime geçirdim. Bulabildiğim en rahat siyah pantolunu onun üzerine ise beyaz, uzun kollu bluzu giydim. Şimdilik iyiydim. Hızlıca saçlarıma göz attım. Islaktı. Nasıl kurutacağımı bilmediğim için sadece hızlıca ellerimi geçirdim. Tarak bulamamıştım. Biraz daha fazla oyalanmak istemediğimden odadan çıktım. Odadaki aynaya bakmamıştım. Bir süre ayna görmek istediğimden ise emin değildim. O görüntü aklımdan asla çıkmıyordu. Odanın kapısını kapattım. Arel’le gelirken yolu aklımda tuttuğumdan mutfağı da hızlıca bulabilmiştim. Artık buraya alışıyordum. Mutfakta kimse yoktu. Sandalyelerden birini çekerek oturdum. Makarna masanın üzerinde, dumanı hala üstünde dururken çatala doladım ve tadına baktım. Sade makarna... Bunu seviyordum işte. Yanında istemememe rağmen kadın içecekte doldurmuştu. Kırmızı bir içecek. Elimle bardağı alıp içine baktım. Kokladığımda sert bir ekşi ve sirke kokusu sarmıştı burnumu. İç çekerek bunun ne olacağını düşündüm. O an aklıma babamın da ara sıra içtiği ve hatta benim eskiden bir ton söylendiğim şey aklıma geldi. Kırmızı şarap. Bunu sevmezdim. Meyve suyu daha mantıklı bir seçimdi ama kadını bulmakla uğraşamayacağımdan ayağa kalktım ve dolabın kapağını açtım. İçinde bir sürü yiyecek ve içecek vardı. Vampirler yemek yiyebiliyorlar mıydı bilmiyordum hala. Diğer malikanedekiler yiyordu ama burada ne Asil’in ne de Arel’in yemek yediğini görmemiştim. Daha fazla bunun üzerinde durmak istemediğimden gözüm hemen aşağıdaki sürahiye gitti. Turuncu bir sıvı vardı içerisinde, meyve suyu olmasını umarak çekmecelerin birinde bardak çıkardım. Bardağın içine sürahideki sıvıyı dökerken kokusu burnuma kadar gelmişti. Mandalina. Masaya tekrar oturup bardaktan bir yudum aldım ve kırmızı şaraptan bin kat daha güzel oluşu içimi ferahlatırken yemeğime devam ettim. “Afiyet olsun Adelina hanım.” Yardımcı kadın mutfağa girerken söylemişti bunu bana. Bu kadının kim olduğu hakkında elbette fikrim yoktu ama şu ana kadar tanıdığım nazik insanlardan biriydi. Diğerleri kadar hır gür olmayışı beni yeterince rahatlatıyordu. “Teşekkür ederim.” Kadın iki gözünü de kırptı ve yaptığı işe odaklanmaya devam etti. Bardakları sıra sıra kuruladı ardından suyu üstlerinden geçirdi. Ben ise kalan son makarnaları da yiyip bitirmiştim çoktan. Tabağımı alıp ayağa kalktığımda kadın eliyle dur işareti yaptı. “Ben yıkarım, siz zahmet etmeyin lütfen.” “Tamam,” dedim uzatmadan. Yıkamak istiyorsa pekala yıkayabilirdi. Kadına bulaşıkları verip aşağı inmek için mutfaktan çıktım. Yeterince sıkılmış ve bunalmıştım. Daha Asil’in yanına geleli çok az bir vakit olmasına rağmen içimdeki kasvet daha da artıyor kendimi daha da kaybediyordum. Aklıma aşağıda Asil’le öpüştüğüm an geldi. Bunu neden yaptığımı bilmiyordum. Belki de aşıksın? İçimdeki sese gözlerimi devirmemek için sabrederken bunun imkansızlığıyla alay ettim. Ben ve Asil. Asil Adelinaya aşık olabilirdi ama ben Adelina değildim. Benim değilsin Asil. Aniden kafama giren ağrıyla olduğum yerde durdum. Yine ve yine o ağrı. Bu ağrı insanı delirtecek kadar acı vericiydi. Bütün beynimde hüküm süren bir ağrı vardı. Her defasında sanki katlanarak beni yok ediyordu. Acı, bütün benliğimi elimden alıyordu. Bir anda kafamın içinde beliren sesle gözlerimi kocaman açmak zorunda kaldım. “Ben, senim.” Korku. İnsanı yaşatan şey değildi. Korku sadece korkuydu. Korktuğum başıma gelmiş miydi? Kafamda bir ses bana seslenmişti. İnce, tiz bir ses. Sen misin Adelina? Sen mi geldin? Beni kurtarmaya mı geldin? Yaptığım şey korku filmlerine taş çıkarır nitelikteydi ama ben artık düşünmek ve herkesten kaçıp saklanmak istemiyordum. En doğrusu buydu belki de. Adelina geri gelmeliydi. Benim o olmadığımı anlayıp beni evime götürürlerdi ya da... İkinci seçeceği düşünmek istemedim. Kalbime kazık saplanmış halde bir tabutun içinde çürümek istemezdim. Aynanın olduğu yere yürümeye başladım tekrar. Adelina vardı. Bana benziyordu, bendim. Arkamda bana bakıyordu. Aynı gözlerdi. Aynı maviliklerdi. Aynı siyah saçlardı. Alina bendim. Ben Adelinaydım. ***
|
0% |