Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6.§V🕯

@visnelicorek

 

Oylama ve yorum sayısı benim için çok önemli. Lütfen bir tanede olsa yorum bırakın ve yıldıza dokunun. Bana eski tempomuzu geri verin 🤍

 

 

§V🕯️

 

İғʀᴀ Mᴇᴠᴅᴀ Siᴠᴀ̂ʀi

 

Hayat her zaman kötü değildi. Kötü olan içimizde ki gizlediklerimiz, yaralarımız, saklı acılarımız, geceleri yastığımıza emanet ettiğimiz göz yaşlarımızdı. Kötü olan; bir babanın kızına eskisi gibi bakmaması, katlanmak zorunda olduğu adamın ona bir çöp gibi davranıyor olması, belkide annesi yaşında ki bir kadının ona kendinden nefret etmesi için yeterli tüm sebepleri vermesiydi.

 

Aslında kötü olan, göğsümüzdeki vadiye atılan kibrit çöpünün ölü olduğunu düşünüp bir anda alev almasıydı. Ateş neyi mi aydınlatıyordu? Ateş gölgemde ki çocukluğumu yakıyordu.

 

Sağ kolumu sol kolum ile gizledim. Acılarımı babamdan saklamak küçüklüğümden beri edindiğim bir alışkanlıktı. Gözlerim aracın karanlığında babamın gözlerini buldu. Kirpiklerinin titrediğini gördüm. Sanki beni kollarının arasına almak istiyormuş da buna en büyük engel kendisiymiş gibi bakıyordu. En son bana ne zaman sarılmıştı? En son ona ne zaman baba demiştim?

 

"İyi misin? Üşüyor olmasın." Üzerine bağlı olduğu partiye ait logoyu ve Türk bayrağı armasını taktığı ceketi omuzlarıma sardı. Üşüyor musun? Herkesin bana sorduğu bir soruydu. Ben üşümekten çok yanıyordum. Bunu da gören, hisseden yoktu.

 

"Islanmışsın. Bu nasıl oldu?" Ceketin yakalarını önümde birleştirmeye çalışırken babamdı. Peki ya gözlerine baktığımda neden bir yabancıydı?

 

"Buraya neden geldin? Ben, kendim halledebilirdim." İfadem donuklaştı. "Hep kendim hallettim." Derin bir nefes aldığını duydum. Benden uzaklaşıp sırtını aracın deri giydirmeli koltuğuna yasladı. Eliyle yüzünü sıvazlayıp camdan kalabalığa baktı. Yine benden uzaklaştığı anlardan birini yaşıyorduk.

 

"Sana sadece soru soruyorum Mevda. Bana duvarlarının arkasından sesini duyurmaya çalışma." Sanki ucu yanan bir kurşun kaburgama saplanmış gibi irkildim. Ona sesimi duyurmaya çalışılmayı on bir yaşında bırakmıştım.

 

"Duvarlarım, benim boyumu aşan o duvarlarım. Sence ben artık o duvarların gerisinden mi konuşuyorum?" Kafamı ona doğru çevirdim. Gözleri gözlerimle buluştuğum da cevap orada bir yerdeydi aslında. Kötü olan kesinlikle bir babanın kızına eskisi gibi bakmamasıydı.

 

"Seni anlamıyorum. Canımı sıkmaya başlıyorsun." Beni hiç bir zaman anlamadın zaten. Bunu ona söylemek için dudaklarımı araladığımda gözlerinin dikiz aynasına kitlendiğini fark ettim. Baktığı yeri takip ederken şoförü ile göz göze geldiğin gördüm. Bu bakışmadan gözlerini kaçıran taraf babam olmuştu. Kaşlarım çatıldığında babamın neyin tedirginliğini yaşadığını anlamaya çalışırken buldum kendimi.

 

"Şahin aradı. Detay vermedi. Bilirsin bu konular bizi ilgilendirmez. Barbarosun yük gemilerinde bir patlama olmuş. Yemek yediğiniz restoranın önünden geçerken patlamış gemi." Kaşlarım havalandı. Dudağımın bir tarafı kıvrıldığında Şahin ve babasının canını sıkan her durumdan zevk aldığımı fark ettim. "Acil çıkmaları gerektiği için seni almaya vakitleri olmamış. Patlama dediği an çıktım evden. Bu konu hakkında Şahinle konuşacağım. Kabul edeceğim bir davranış asla değil. Önce seni bulmalı, sağlığını kontrol etmeliydi."

 

Gözlerim havalanıp babamın harelerine tutundu. Önceliğin ben olmam gerektiğini düşünüyordu. Benim için endişelenmişti.

 

"Verandadaydım. Hava almaya ihtiyacım vardı." Bedeni koltukta hızla bana döndü.

 

"Ne demek verandadaydım. Bana doğruyu söyle iyi misin İfra? Yaralanmadın değil mi?" Elleri yüzüme tırmanıp yanaklarıma tutunduğunda afalladığımı hissettim. Kalbim hızlandı. Yanağımı onun eline yaslayıp uzun zamandır iyi değilim demek istedim. Ben o kadar uzun zamandır kötüyüm ki, kötü halimi iyi zannetmeye başladım diye ağlamak istiyordum.

 

"İyiyim." Yalandı. "Benim ile birlikte biri daha vardı. Kendini bana siper etti. Yara almadım." Belkide tek doğruydu. "Ateşten korktuğum için suya atladım. O yüzden ıslağım." Şaşkınlıkla gereksiz bir şekilde detay vermeye başladığımı fark ettiğimde sustum.

 

"Kim, kim yardım etti sana?" Gözlerim onun yüzündeki rahatlamadan sıyrılıp camın gerisindeki kalabalıktan çıkan çifte kaydı. Efrail, İklimin üzerinde ki ceketi daha fazla bedenine sarıp yürümeye devam etti. Kafasının tekrar kanamaya başladığını alnına süzülen ince kırmızı sıvı ile anlarken gözlerim kısıldı. Neden kendine öncelik göstermiyordu? İklimi o kadar çok mu seviyordu? İklim o kadar çok mu önemliydi?

 

Birinin, başka birine bu kadar büyük, aşılması zor duygular besliyor olması ürkütücüydü. Kim katiline silah verip onu öldürmesini beklerdi?

 

Bu hissin verdiği ağırlıkla bakışlarımı onların yanında dikilen adama çevirdim. Gözlerim takım elbiseli, oldukça uzun boylu ve yapılı bir adamda durdu. Onu Efrailin yanında ilk defa görüyordum. Saçları üç numara kesilmişti. Olduğum arabaya o kadar dikkatli bakıyordu ki bir an beni bu camların gerisinden görebiliyor zannettim. Neden bu tarafa bakıyordu? Arabanın içinde olduğumu biliyor muydu? Beni bir Millet Vekilinin aracına binerken görmüş olması tehlikeliydi. Asıl tehlikeli olan araç sahibinin Asım Kadıoğlu olduğuydu.

 

Bakışlarımı tekrar Efraile çevirdim. Onlar ilerlerken saçları sıfıra vurulmuş olan adam içinde bulunduğum araca doğru bir adım attı. Kalbim göğsüme sertçe vurdu. Onu durduran koluna dokunan tıpkı onun gibi takım elbise giyen bir diğer korumaydı. Harelerim tekrar Efrail ve İklimi buldu. Saçları üç numaraya vurulmuş adam bu kadar kameranın önünde gelip benim bu arabaya bindiğimi fark ettirir ise bu babam için oldukça büyük bir sıkıntıya neden olurdu.

 

"O mu?" Sesi ile irkilip gözlerimin odağından çıkan çiftten çektim. Zaten onları, etraflarını saran koruma ve araçlardan göremiyordum artık.

 

"Kim olduğunun bir önemi yok." Yanımızdan geçen Efrailin adamlarının içinde bulunduğu araç konvoyuna baktım. Onu bu kadar çok insanın korumasının nedenini merak etmiyor değildim.

 

"Elbette ki var. Kızımın hayatını kurtaran her kimse ona teşekkür borcum var."

 

"Yapma baba. Sen artık böyle bir adam değilsin." Sesim kısık ve pürüzlüydü. Sesim babamı ilk tanığım ana olan hasretimdi. Bütün ifadeleri gözlerinde taşlaşıp donduğunda yüzüne oturan duygunun damarı atmaya başlamıştı. Kurduğum bir çift cümle canını mı yakmıştı? Beni yedi yaşında o festivalde bırakıp gittiğinde asıl benim canım yanmıştı.

 

"Ona ne sıfatla teşekkür edebilirsin ki? Senin bir kızın yok. Bu dünya senin kızından haberdar olamaz." Kalbimde bu gerçekliğin ağrısı vardı. "Ben, Sahra Sivârinin kızıyım. Eşin Hale hanımdan olma hiç bir çocuğun yok." Dizlerinin üzerine koyduğu elleri yumruk şeklini aldığında parmağında ki alyansa baktım.

 

"Sen benim kanımdansın. Benim kızımsın." Ona herhangi bir cevap vermedim. Yüzümde ki tuhaf acı dolu bir kıvrılma ile önüme döndüm.

 

"Şoför bey lütfen *** malikanalerine sürer misiniz?" Yaşlı adam dikiz aynasından babama baktı.

 

"Hayır, bize gidiyoruz. Bu gece korkmuş olmalısın, tek kalma." Keşke baba, keşke her gece seninle aynı evde kalabilsem. Keşke aramızda ki bu sınırları her defasında silemeyecek kadar keskin çizmesek.

 

"Hale hanımın bundan hoşlanacağını zannetmiyorum. Zaten evimden başka hiç bir yerde kalamam." Araçta yükselen telefon sesi ile konuşmamız bölünürken, susmadan çalmaya devam eden telefonunu cebinden çıkarıp kulağına yasladı. Bunu yapmadan önce arayanın eşi olduğunu görmüştüm. Bir süre karşı tarafı dinledi. Konuşma boyunca kurduğu tek cümle "O iyi." Oldu. Hale hanımın beni merak etmiş olma ihtimali oldukça şaşırtıcıydı. Uzun sürmeyen telefon konuşması bir kaç saniye içerisinde son bulmuştu.

 

"Mevda'yı evine bırakalım Kenan." Tek kaşımı kaldırıp indirdim ve tamda tahmin ettiğim gibi diye düşünüp kafamı cama doğru çevirdim. Hatta tüm bedenimi koltukta cama doğru kaydırdım. İçimdeki ufak kız çocuğu bir ekz daha babasına küsmüştü.

 

Araç ilerlerken parmaklarımı filimli cama yaslayıp sokak ışıklarının yaramaz oyunlarını izlemeye başladım. Sıkışık olmasada Araç yoğunluğu olduğundan yavaş gidiyorduk. Gözlerim yanımızda ilerleyen siyah çakarlı araca kaydı. İçinde önemli biri olmalıydı. Umursamadım, şuan onu düşünecek kafada değildim.

 

Yorgundum, o kadar yorgundum ki çözümü asla uyumak değildi. Kafam değil, bedenim hiç değil ruhum, içim yorgundu. Duygularım, hislerim, hissedemediklerim, acılarım, sağ kolum yorgundu.

 

Asfalttaki turuncu yansımayı izleyerek bitirdiğim yol bana o kadar uzun gelmişti ki bir an hiç evime gelemeyeceğimi düşünmüştüm. Bu arabada daha fazla kalmak istemiyordum. Hazmedemediğim çok şey vardı. Bunların bilincinde olmak midemi bulandırıyordu.

 

Elimi kapının kulpuna attığımda duraksadım. Sessizdi, sesszidim ikimizde tek bir cümle kurmadık. Benim araçtan inmem ile yıllardır suskunluğumuzu sürdürmeye devam ettik.

 

Üzerimde ki ceketi eğilip indiğim arabanın koltuğuna bıraktım ve arkamı dönüp eve girdim. Çok geçmeden bahçemde çıkan araç sesini duydum. Omuzlarım düştü. Bu an sanki o yedi yaşımda öylece havai fişek festivalinde terk edilmişim gibi hissettirdi. Bu evden birlikte çıktığım babam ile tekrar birlikte gelememiştim. Babam bir daha benimle asla bu eve tekrar girmemişti. Yinede havai fişekleri severdim. Onlar babamın bana verdiği son hediyeydi.

 

Eğilip çizmelerimi çıkardım ve doğruldum. Hala kanayan ayaklarımı sürterek merdivenleri tırmandım. Üzerimde ki askılı büstiyeri tek seferde bedenimden çıkarıp rasgele yere attım. Odamın önüne geldiğimde kapıyı açıp dar deri etegimide kalçalarımdan sıyırarak yerde bıraktım ve yatağa sırt üstü kendimi attım. Duşa girmeli bu geceye ait tüm izleri tenimden silmeliydim.

 

Doğrulup eldivenlerimi çıkardım. Sağ kolumu kaldırıp üzerinde ki yanık izlerine, yarık şeklindeki yara lekelerine baktım. Sol elimin parmakları ile sağ kolumun üzerine dokunup gözlerimi kapattım ve kolumu göğsüme sardım.

 

Yaralarım, acılarım, benim eşsiz parçalarımın bir bütünüydü. Bana özel, bana ait kalmalıydı.

 

Ayağa kalkıp banyoya girmek için yürüdüğümde leptoptan gelen ardarda bildirim sesleri ile durdum. Ayaklarım masamın önünde durdu Skyp aramasını yanıtladım ve sandalyeye oturdum. Leptopu yüzüme yakınlaştırıp sağ kolumu kadrajdan çıkardım.

 

"Bak bak, günüm nasıl aydı şuan görüyor musun?" Elllerini kocaman açıp bana büyük bir gülümsemeyle bakan arkadaşıma elimde olmadan sırıtarak baktım. Ayda benim ilk okul arkadaşımdı. Tek dostum, sırtımı yaslayacağım tek dayanağımdı.

 

"Hatuna bak be kırk yaşına gelse de taş taş." Elini ekrana vurup görüntüsünü bozdğunda göz devirdim.

 

"Yeter Ayda, yüksek perdeden devam edip yönelimin hakkında kafamı karıştırma." Kamerayı ufak burnundan uzaklaştırıp düzeltti. Gülüyordu, gülünce güzel görünüyordu.

 

"Ben çoklu insan yönelimindeyim ama en çok erkeklere düşüyorum yalan yok." Koyu kumral saçlarını diğer tarafına alıp flörtöz bir ifade takındı. Gülüp arkasında ki aynaya baktım. Kameraya yaklaşıp daha dikkatli baktığımda çıplaklığını örtmek için bornoz giyinen bir adamın banyodan çıktığını gördüm.

 

"Ayda!" Diye bağırdım. Yerinden sıçrayıp karşısında benimde gördüğüm adama baktı. Kamerayı eliyle kapatıp İspanyolca bağırarak konuştu. Kısa süre sonra elini çekip yaramazca sırıttı. Orada uslu durduğunu asla düşünmüyordum zaten.

 

"Cidden, asla değişmiyorsun."

 

"Aşkım ülkeler değişiyor, yakışıklı erkekler değişiyor ama ben asla biliyorsun." Başım ile onu onayladım. Haklıydı. Kendi tespitini kendisinden daha iyi kimse yapamazdı.

 

"Ne zaman Türkiyeye gelmeyi düşünüyorsun?" Bakışlarımı umursamaz bir ifadeyle etrafta çevirdim. Gelsin istiyordum ama yinede çok istekli gibi görünmek istemiyordum.

 

"Bence sen gelmelisin. Buranın modasına yıldırım gibi düşeceğine eminim. Hemen bu gece San Francisco'ya uçmaya ne dersin?" Derin bir nefes verip gözlerimi devirdim. Bu tarafta o kadar çok işim vardı ki. Tatil için bile oraya gidemezdim. Başımı olumsuz anlamda salladım.

 

"Defile davetleri dışında yurt dışına piyasa kontrolü için çıkıyorum biliyorsun. Aniden gelişen toplantı gibi etkenler dışında tabi. Sen matemeatikçisin sen gel." Elinde ki yastığı kameraya fırlatıp leptopunun yatakta takla atamasına neden oldu. İrkilip tuhaf tuhaf ona baktım. Görüntü tavandan tekrar onun yüzüne döndüğünde gözleri kısılmıştı.

 

"Fizik, Kuantım Fiziği. Daha kaç kere düzelteceğim seni Mevda!" Yüzümü buruşturup burnumdan nefes vererek güldüm.

 

"O da matematik değil miydi ya?"

 

"Ya bırak ya ben değil mi dedim? Of eksik bilgi yeteneğine katlanamıyorum. Kapatıyorum." Kararan ekran ile bir süre bakışırken buldum kendimi. Cidden kapatmıştı. Dudaklarım aralandı. Onu tekrar arayıp görüntüsünün ekrana gelmesini bekledim.

 

"Ne münasebet de yüzüme kapatıyorsun?" Yüzü ekranda gözüktü ve hak ettiğini ona yaptım. Bana cevap vermesine firsat vermeden yüzüne kapattım.

Kafamı olumsuz anlamda sallayıp duşa girmek için yürüdüm. Dengesiz oluşumuz mıknatıs gibi bizi birbirimize bağladığı için hala arkadaştık galiba.

 

"Matematik ve fizik iç içe değil miydi ya?" Diye kendi kendime mırıldandım. Suyu açtım çamaşırlarımı üzerimden çıkardım. Ilık suda boynumu ovuşturken "Çekme kuvveti, itme kuvveti, ivme hesaplama falan bunlar rakamlarla oluyordu sanki." Saçlarımı köpükleyip vücudumu keseledikten sonra durulanıp bedenimi bornoza sardım ve banyodan çıktım. Durdum."Tövbe haşa ben aptal olabilir miyim acaba?" Diye kendimi sorgulamaya devam ettim. Bu muhabbet her döndüğünde bana olan buydu. Ben salak mıydım?

 

Geceliklerimi giyinip yatağa girdiğimde bir süre tavana baktım. Oflayıp yan döndüm ve uyumaya çalıştım. Yarın pazartesiydi. İşin ilk günlerinden nefret ediyordum. Pazartesi sendromunu dibine kadar yaşıyordum. Çalışma arkadaşlarımdan daha fazla çalışıyordum. Onlardan daha geç çıkıyor ve mesleğinde herkesden fazla efor sarf ediyordum. Neyi mi elde etmiştim? Baş tasarımcı dışında, tasarımcı olarak özel odası olan yalnızca bendim. Bu yüzden ofisteki rekabet gün geçtikçe artıyor, kötü bakış ve gözlerin hedefi oluyordum. Oflayıp bu kezde diğer tarafa döndüm.

 

Aslında baktıkları tek yerin biçimli bacaklarım, toplu bir kadın olduğum için dolgun kalçalarım ve o kadar yüksek topuklarına üzerinde nasıl yürüdüğüm oluyordu.

 

🕯

 

İlahi Bakış Açısı

 

Genç adam ıslanmayı sevmiyordu. Üzerinde ki pahalı takımda ki en ufak bir kusur onu son derece sinirlendirebilirdi. Kaldı ki köpek yavrusu gibi ıslak ıslak etrafta dolanmak onun için büyük bir sorun teşkil ediyordu. Düzeni severdi, kuru kalmayı severdi. Giysileriyle denize girmeyi sevmezdi. Bir kadın için denizden çizme çıkarmaktan nefret ederdi.

 

Yerden bitme sera ay çiçeğinden de nefret ediyordu. Sarı gözlü çatlak terziyi bir kez daha görmeye tahammülü kalmamıştı. Yaşantısının geri kalanında karşısına çıkmasa iyi olurdu zira genç adam aralarında ki can borcunu ödemişti. Bu da demek oluyordu ki kadına son kez tahammül etmişti. Bir sonraki söz konusu dahi değildi.

 

Bu gece o suya atlayarak kadının canını kurtarmak söyle dursun üstelik birde giydiği, kadının tabiri ile 'ikizlerini' adama göre bir çift çizmeyi dahi yanmaktan kurtarmıştı. Elbette ki çatlak terzinin yaptığı tehdit onu zerre etkilememişti. Kadın daha evine gitmeden tüm kamera kayıtları çoktan silinmiş olmalıydı. Arkasında iz bırakacak değildi. Evet çizmeleri sudan çıkarmıştı bu da kadına yaptığı son iyilikti tekrarı asla olmayacaktı.

 

Yinede sinirine hakim olamıyordu. Aslında öfkesini kontrol etmeyi çok iyi biliyordu. Eskisi gibi değildi.

 

Kadın burnu havada ve hazır cevaptı. Hiç kimse, şu hayatta Efrailin göz göze geldiği hiç kimse o kadın gibi ona davranmamıştı. Daha sözünü bitirmeden arkasını dönüp gitmesi bardağı taşıran son damlaydı. Genç adam o hareketinin ardından bir süre afallayarak kadının gidişini izlemişti. Onu kendisine getiren Tuncaydı. Şoktaydı.

 

Şimdi ise tek eliyle şakaklarını sıkarak araba yolculuğunun bitmesini bekliyordu. Migreni tutmuştu. O çatlak kadın migrenini tetiklemişti. Karanlık, tek bir damla dahi ışığın almadığı odasında uyumalıydı. Bu migrenini hiç bir ilaç geçirmediği için uykuya bedenini satması gerekiyordu.

 

"Neden ıslaksın?" İklimin sesi ile el hareketi duraksasa da şakaklarını aynı sertlik ile sıkmaya devam etti.

 

"Verandadaydım." Cevap vermişti çünkü İklim sussun istiyordu. Kafasının tek bir sese daha tahammülü kalmamıştı.

 

"O kadın ile daha önce karşılaştın mı Efrail?" Bu kez genç adamın el hareketleri durdu. Gözleri yavaşça açıldığında şehrin ışıkları kafasında ki ağrıya sertçe vurdu. "Mevda Sivâriden bahsediyorum." Gözlerini tekrar kapatıp şakaklarına parmaklarını bastırarak masaj yapmaya devam etti. Bu isimi, bu geceyi hafızasında silmek için kaç şişe içmesi gerekiyorsa içecekti.

 

"Merdivenlerden inerken sizi gördüm. Mevda da senin gibi ıslaktı. Bu ne demek oluyor?" Genç adam sinirli bir nefes verdi. Kalbini kıracaktı. Hesap vermeye, ona hesap sorulmasına tahammül edemezdi. İklimin kalbini kırmayı asla istemesede bu gece bu ağrıyla ona yanlış cümleler kurabilirdi. İklim, onun migren ataklarını çok iyi biliyordu. Bunu bilincinde susması gerektiğinin de farkında olmalıydı.

 

"Yanımdaydı İklim. Patlama oldu ve ıslandık." Kafasını kadına doğru çevirdiğinde ağrıdan kızaran gözlerini aralayıp ona baktı. "İstediğin gibi bir cevap aldın. Şimdi, tek bir sese daha tahammülüm yok. Merak ettiğin ne varsa ertesi sabah sorarsın. Şimdi sessiz olmanı istiyorum. Bunu yapabilirsin değil mi? Sadece sus." İklim, Efrailin gözlerine bakarak bir kez yutkundu. Adam sinirliydi. Migreni tuttuğunu başını sıkmasından ve gözlerinin kızarmasından anlıyordu. Bu yüzden bu gece için Sustu. Konuşmaya devam ettiğinde Efrail tarafından peşlerinden gelen başka bir araca bindirilebilirdi.

 

Bakışlarına giydirdigi sahte hüzün ile kirpiklerini kırpıştırıp camdan dışarıya baktı. Bu hareketi Efrailin içinde bir yerde kendisini suçlaması için yeterdi. Biliyordu, İklim kendini adama karşı nasıl kullanması gerektiğini çok iyi biliyordu.

 

Genç adam İklimin gözlerinde ki duygu ile mümkünmüş gibi daha fazla sinirlendi. Parmaklarını yasladığı kafa derisinden akmaya başlayan kanı hissettiğinde ellerini başından çekti. Bu sikik araba yolculuğunun bir an önce bitmesi için sabır dilenerek beklemeye başladı.

 

Tam karşısında oturan Tuncay ise kitlenmiş İklime bakıyordu. Gözleri en ufak bir detayı dahi kaçırmadan kadına yönelmişti. Değişikti. Kadın ona göre oldukça tuhaf bir karakterdeydi. Sevmediği bir adamın yanında, ona sunduğu imkanlar için dilenci gibi ellerini açmış dikiliyordu. Evet, Tuncaya göre karşısında ki kadının tanımı buydu.

 

Efrail kan çanağına dönen hareleri ile Tuncaya fark edilir bir sertlikte bakmaya başladı. Onun kafasından gecen düşünceleri tahmin edebiliyordu. Tuncay üzerinde ki gözlerin farkındaydi fakat yinede İklim ile göz temasını kesmedi. O patronuna gelecek olan herhangi bir zararı önlemek için vardı.

 

Efrailin malikanesine gelen araba konvoyu kısa süreli bir fren yaptı. Evin önündeki kurşun geçirmez, elektirik mekanizmalı, ana maddesi titanyum olan kapı tok bir sesle sügüsünden kayarak açılmaya başladı. Parlak gri kapının tam ortasında siyah, Kama Kuyruklu Kartal figürü vardı. Kartalın kanatları açık ve her kanadının tüyleri bir çok yırtıcı kuşun tüylerine atıfta bulanacak şekilde tek tek dizilmişti. Yani kartalın kanatlarında ki tüyler diğer kuş türlerinin tüylerinden oluşturulmuştu.

 

Kapı yuvasına girdi ve araçlar tekli sıra halinde malikanenin geniş bahçesine girdi. Bahçenin ortasında ki süs havuzuna etrafını saran arabalar kontaklarını kapattığında araçtan inen ilk Tuncay oldu. Ardından da Efrail onun açık bıraktığı kapıdan çıktı.

 

Aydınlatmaların yansıyan ışıkları gözlerini alıp başında ki ağrıyı siddetlendiriyordu. Yumruklarını sıktı. Aslında migren ataklarına alışıktı. Kafasını bir kaç kez kütletip geniş süz havuzunun ortasında ki yılan ve kuş heykeline baktı. Derin bir nefes aldı, temiz hava daha iyi hissettirmişti.

 

"Çocuklar beni eve bıraksa olur mu?" Arkasını dönüp İklime baktı. Ona hala kırgın baktığının farkındaydı. Rüzgarla dalgalanan sarı saçları ona bakarken kaçırdığı kahverengi gözlerini izledi. Bu sarı saçlardan ölesiye nefret ediyordu. Yinede kadının varlığı Efrail için çok başkaydı.

 

"Bu gece, burada kal İklim." Elini kadının yanağına sürterek saçlarının arasına geçirdi ve kafasını kendisine doğru kaldırdı. İklim bir kez yutkunup kıstığı gözleri ile adama baktı. Onun çekimine kapılan bir kadın asla olmamıştı.

 

"Ben," Gözlerini sağa sola kaçırarak başka yerlere bakmaya çalıştı. Onun yanında kendini her zaman diken üzerinde hissediyordu. Belkide burada kalsa daha iyi olurdu. Henüz Efraile Bu geceki yemeğin amacından bahsetmemişti. "Olur, kalırım." Dedi. Bir adım geriye giderek Efrailin ona temas eden elinden kurtuldu. Geriye doğru yürüyüp evin gösterişli kapısından içeriye girdi.

 

Kısa süreli bir sessizlik, Efrailin kafasında ki ağrının hafiflemesini sağlarken sürgülü kapının mekanik sesi huzuruna hir balta geçirmişti. Bahçedeki tüm gözler oraya döndüğünde gelen beyaz jeepin içindekini herkes tanıyordu. Efrail aldığı son derin nefes ile ıslak kıyafetlerinden kurtulmak için arkasını döndü. Ahdar'a daha sonra hesap soracaktı. Kendisini yapış yapış deniz suyu ve tuz kalıntılarına bulanmış halde bırakamazdı.

 

"Bana ödemesini yap." Ahdarın tok sesiyle ileriye doğru attığı adımları kesildi. Efrailin yanında onu takip eden Tuncayda durdu.

 

"Ne ödemesi?" Yönünü kendisiyle aynı boyda ki adama döndü. Ondan daha kaslı ve gelişmiş vücudu olmasının altında yatan neden eski bir Bordo bereli olmasıydı. Fakat kendiside en az karşısında ki asker kadar yapılıydı.

 

"Gemiyi patlattığım için bana ödeme yapmalısın." Efrail Tuncay ile bir kaç saniye göz göze gelip Ahdara döndü. Ahdar gibi bir adamı ona bulan Tuncaydı. Birlikte bir seneyi aşkındır çalışmışlardı ama yakınlık kurdukları zaman dilimi çok değildi.

 

"Şu sikimin dibinde patlattığın gemi mi?" Ahdar cevap vermeden patronu olan adama baktı.

 

"Evet, patlasın diye bombaları götümle taşıdığım gemi."

 

"İşi başarıp birde edebiyatını mı yapıyorsun lan?" Bu gece kontrol altına aldığı öfkesi daha fazla kontrolde kalacak gibi değildi. "Zaten bir maaş ödemesi alıyorsun." Parayı sorun ettiği yoktu. Ayar olmuştu.

 

"İş pozisyonum seni korumak, ekstralar için ödeme yapmalısın." Haklıydı, bu konuda haklı olmasa tek yapacağı şey arkasını dönüp eve girmek olurdu. Kimsenin hakkına girecek değildi.

 

"Tuncay," Efrailin ikazı ile Tuncay cebinde ki telefonu çıkardı ve hesap ekranını açtı. "Ne kadar istiyorsun?"

 

"5 maaş."

 

"Tüm bu koruma sisteminin şefisin onlardan kat ve kat yüksek bir maaş aldığının farkında mısın?" Tuncayın uyarı dolu ses tonu Efrail ve Ahdarın bakışlarının arasında kayboldu. Adamın talep ettiği para oldukça uçuk bir rakamdı.

 

"Ödeme almayacaksam, bana ödeyenlerin safına geçmem bir kaç saniyemi alır." Efrail yavaşça eski bereliye doğru yürüdü. Sınanıyordu. Yinede daha önce kimse karşısına geçip bu kadar cesurca konuşmamıştı. Aralarında bıraktığı mesafeye bakıp ellerini ceplerine koydu.

 

"Sana benden daha fazla ödeme yapanların safı kim Ahdar?" İçine çöken çene kemiğinin duruşu belirginleştiğinde Efrailin geri dönüşü olmayan sınırları zorlanıyordu. "Sana askeriyede öğretilen bu mu, eski bereli?"

 

Gecenin ıssız karanlığında Akher makikanesinde ki tüm sesler kesildiğinde karşındaki adamın gözlerinden dökülen eli kanlı duyguyu izlemeye başladı. Eski asker zihninde yanan yangının ortasında Efraile bakıyordu. Üzerinde ki takımın ceketini hırsla üzerinden çıkarıp yere atarken Efraile doğru attığı iki büyük adım ile onunla burun buruna geldi. Öfke, şuan Ahdar'ın damarlarından kanına dolan tek duyguydu.

 

Bu sıcak temas ile bahçede ne kadar koruma varsa hepsinin silahları Ahdar'ın kafasına konumlandırılmıştı. Hatta çatıdaki keskin nişancıların lazerleri bedeninde hareket halinde vuracakları konumu belirliyorlardı. Bu askerin hiç bir şeyden korkusu yoktu. Ülkesi onun hayatına el koyduğu günden beri kimseden korkusu yoktu.

 

"Bana tehlike anında tehlikenin kaynağına saldırmam öğretildi." Gözleri ile üzerinde hareket eden lazer ışıklarına ardından Efrailin ifadeden yoksun donuk yüzüne baktı. "Peki ya sana örgütün ne öğretiyor?" İki adam karşı karşıya hiç bir gözün şahit olamayacağı rekabet dolu bir ifadeyle dikiliyordu. Ahdar hiç bir zaman hafife alınacak bir adam değildi. Kendisini böyle tanımlardı. Takı Efrail Ahkeri tanıyana kadar.

 

"Tehlikenin kaynağı seni hayatta tutuyor eski bereli. Nefes alıyorsan, ülke senin peşini bıraktıysa benim sayemde. Senin için bunu unutmak kolaysa, üzerinde ki takımı çıkartıp dışarıya çıkmayı dene." Aralarında ki rekabet Efrailin kurduğu bir kaç cümle ile kazanan tarafı çoktan belirlemişti. Eski bordo bereli, bir adım geriye çekildi. Bu itaat etmek değil kabul etmekti.

 

"Ve örgüt bana hiç bir şey öğretmiyor. Örgüte ben bir şeyler öğretiyorum." Elini kaldırıp etraflarını duvar gibi saran adamlarına silahlarını indirmesi için bir işaret yaptı.

 

"Silahlarınızı indirin. Ona beni öldürememesi içinde ödeme yapıyorum." Üç numaraya vurduğu saçlarına elini atan adam bağlı olduğu Efrail'in yüzüne öfkeyle baktı. O adamla derdi yoktu ama bazen kafasını koparmak istiyordu.

 

"Bana öyle bir ödeme yapmıyorsun." En az kendisi kadar sinirlensin istiyordu.

 

"Sen kafana sıkılsın istiyorsun." Tuncayın uyarısı bu kez Ahdarın bakışlarını ona döndürmüştü. Baktı, yalnızca Tuncayın gözlerine baktı. İlk karşılaştıkları an zihninde canlanırken aslında içinde bulunduğu yapının onu hayatta tutan tek etken olduğunu kabul etti. Ahdar yaşıyorsa gercektende Efrailin gücü sayesindeydi.

 

Ona tahsil edilen beyaz jeepin açık kapısından koltuğa uzandı. Son bir kontrol için restoranta girdiğinde verandaya çıkan merdivenlerin önünde bulduğu ufak çantayı alıp doğruldu. Bu çanta patronu ile verandada konuşan o kadına aitti. Onları kadının patronunu ısırdığı ilk andan beri izliyordu. Çantayı Efraile uzatıp bekledi. Genç adam İklime ait diye düşünüp aldığı çanta ile arkasını dönüp eve doğru yürümeye başladı.

 

"Veranda da seni ısıran kadının." Ahdarın sesi ile elinde tuttuğu çantayı büyük avuçlarının arasında ezmeye başladı. Adımlarını duraklatmadan malikanenin açık kapısından girdi. Duyduğu sesler onu holden çıkarıp salona taşırken bu lanet gecenin bir an önce bitmesini istiyordu.

 

"Neden yüzünde maskeyle hırsız gibi ortalıkta dolaşıyorsun? Aklımı çıkardın ahmak herif!"

 

"Sanane? Ben sana soruyor muyum o saçma saç rengin ile uyuşmayan teninin iğrenç görüntü sunduğu halde neden hala sarı saçlı kalmaya devam ettiğini?" İklim karışan kafası ile şaşkınlıkla dudaklarını araladı. Az önce Dağhan ona ne demişti?

 

"Ne?"

 

"O saç rengi sana yakışmamış diyor." Salonda ki İklimin gözleri Tuncaya döndü. Bu evde ki arabulucu olmak her zaman ona kalıyordu.

 

"Sana fikir beyan et diyen oldu mu?" Hedefi Dağhandı.

 

"Senin beyanlarına benim beyanlarımın karşılık vermeme gibi bir ihtimali olmuyor malesef. Şu sahte tuhaf saçlarınla çekil gözümün önünden." İklim büyük bir sinir ile Dağhanın oturduğu koltuğa yaklaştı.

 

"Sen, benimle düzgün konuşmayı öğreneceksin! Benim kim olduğumu bildiğin halde böyle konuşamazsın!" Elini Dağhanın yüzünde ki maskeye atmaya çalıştı. Genç adam tek hamlede koltuktan kalkıp ondan uzaklaştığında ona sinirle bakıyordu.

 

"Siz ikiniz, hemen kesin şunu!" Efrail bu sahneye daha fazla katlanmamak için müdahelede bulunmuştu. İklim, Dağhan hakkında en ufak bir fikre dahi sahip olmadığı için onu durdurmasının başka bir yolu yoktu.

 

"Beni mi uyarıyorsun?" İklim parmağıyla kendisini işaret ettiğinde şaşkındı. "O alt kademe çalışanın. Onun ile beni aynı cümlede uyaramazsın." Dağhan ve Tuncay göz devirip ona bakmaya devam etti. Her kavgada benzer cümleler kuruyordu.

 

"Bu alt kademe çalışanın onun için ne iş yaptığını bilsen pembe çarşaflı yatağını ıslatırsın çakma sarışın." İklime Efrailin çevresinde ilgi duyan tek kişi yine Efrailin kendisiydi. Çalışanların hiç biri bu kadından hoşlanmıyordu. Fakat bu yinede geçmemeleri gereken bir sınır olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.

 

"Dağhan yeter. Kes sesesini!" Dağhan tıpkı İklim gibi eliyle kendisini işaret edip "Onun için bana mı kızıyorsun." Dedi.

 

"Lan!" Elinde ki çantayı kaldırıp ona atacakken durdu. Çantanın sahibi olan çatlak terzi sanki her an bir yerden çıkacakmış gibi hissetmişti. O kadın aklına geldikçe....Gelmemeliydi.

 

Dağhan kaskını eline alıp kafasına hızla geçirdi. En ağır hasarı bir şekilde orası alıyordu.

 

İklim Efrailin elinde ki çantayı fark ettiğinde kaşlarını çattı. Onun değildi, onun çantası şuan koltuğun üzerindeydi.

 

Efrail arkasını dönüp merdivenleri çıkmaya başladı. Beyninin içinde çakan şimşekler gözlerinden dökülüyormuş gibi bir sancı vardı. Boynu dahi uyuşmaya başlamıştı. Odasının kapısını açıp içeriye girdiğinde ilk yaptığı şey çantayı yatağının üzerine savurmak olmuştu. İlerleyip odanın geniş duvarı kaplayan camlarına asılı siyah güneşiği tek seferde kapatmak olmuştu. Bahçedeki derin ve geniş olan havuzun ışıklandırmasının içeriye yansıyacak bir açıklığı kalmamıştı. Oda tamamen karanlığa büründüğünde üzerini çıkartıp karanlıkta yolunu ezbere bildiği banyosuna girdi. Lavobanın yanında duran mumu yine yanında ki kibrit kutusundan çıkardığı kibrit ile yaktı. Bu koku migren ağrısına çok iyi gelmesede bedenini gevşetiyordu.

 

Mumun cılız ışığında sıcak suyu açıp geniş kabine girdi. Su tenine değdiği ilk anda rahatlamaya hissetmisti. Ellerini siyah fayansa yaslayıp suyun boyun köküne akmasına izin verdi. Gözlerini asla açamadan aldığı duşun sonunda en azından katlanabileceği kadar hissettiği bir ağrıyla havluyu beline sarmıştı.

 

Muma bir kez nefes verip üflediğinde başarısız olmuştu. Tek kaşı kavis kazanırken mumu eline alıp tekrar üfledi. Yine sönmemişti. Bu kez kaşları havalandı ve elinde ki muma tuhaf tuhaf bakıp bir kez daha üfledi. Her defasında söndürdüğü mumun bu kez sönmüyor oluşu tuhaftı.

 

Yanan mumu bırakmadan banyonun kapısını araladı ve odasının ışığının açık olduğunu fakrk etti. Gözleri kısıldı, parlak ışıklardan nefret ediyordu. Gözleri odayı kısa süreliğine turladığın da İklimin yatağın üzerinde ki çantayı almış ayakta dikildiğini fark etti. Diğer elinde tuttuğu kendi telefonunu elbisesinin cebine tıkıştırırken onunla göz kontağını kesmedi. Kadın çantanın mıknatıslı kapağını açıp içine baktı, hala Efrailin duştan çıktığını fark etmemişti. İklim çantadan çıkardığı telefonu göz hizasına kaldırıp güç tuşuna bastığında duyduğu ses ile irkilerek kafasını kaldırdı.

 

"Sana ait olmayan bir çantayla ne yapıyorsun?" Genç kadın panik ile çantanın kapağını kapatmaya çalıştı fakat elinde hala Mevdaya ait bir telefon vardı.

 

"Ben, evinde unuttuğum çantalarımdan zannettim." Gözleri kısıldı. Efrail onun, eve girdiğinde elinde tuttuğu çantayı gördüğünü biliyordu. İklimin, çantanın kendine ait olmadığını en başından beri bildiğini biliyordu. O kadına ait bir çantanın içinde ne arıyordu anlayamadı. Yine de sesini çıkarmadan ona doğru yürüdü ve çantayı ardından da telefonu alıp tekrar yatağın üzerine fırlattı.

 

"Başkalarının eşyalarına bu şekilde dokunamazsın. Sen kendine ait çantalarını çok iyi biliyorsun İklim." Efrailin kendisine neden yüklendiğinde anlayamadan öylece ona bakakaldı.

 

"Neden bana böyle çıkışıyorsun?"

 

"Her şeye sahip olabilecek kadar güce sahipsin." Kendisinden bahsediyordu. İklim bunu biliyordu. Sahip olduğu gücün Efrail olduğunun farkındaydı. "Yinede başkasına ait bir çantayı inceliyor ve karıştırıyorsun. Çantanın o kadına ait olduğunu başından beri biliyordun. İstersen sana aynısından alabilirim ama sorunun bu değil, değil mi?" İklim kendini köşeye sıkışmış gibi hissediyordu.

 

"O kadın ile ilgili bir sorun mu var İklim?" Efrail bir süre sessiz kalıp ardından tekrar konuştu. "Beni mi kıskandın?" Genç kadın oflayip ellerini göğsünde birleştirdi.

 

"Seni birinden asla kıskanmam Efrail. Bizim aramızda duygusal bir bağ yok. Sana duyduğum hislerim çocukluk yaşlarım ile aynı. Arkadaşız." Genç adam elinde ki mumu kadının arkasında ki masaya bırakıp doğruldu. Kadına yukarıdan yalnızca gözlerini indirerek baktı. Derin bir nefes verip başını iki tarafa salladı.

 

"Bu cümleyi kurduktan sonra, her defasında koşarak bana geliyor oluşun hangi yaşının duygularıyla İklim?"

 

"Arkadaşlar birbirine yardım etmeli Efrail. Annelerimiz de çok yakındı ve her defasında birbirlerinin arkalarındaydı." Adam gözlerini kapatıp boynunu geriye doğru attı ve yutkundu. Kadın onu, nasil manipüle etmesi gerketiğini çok iyi biliyordu. İklimin iplerin elinden kaydığını hissettiği anlar oluyordu. Bu görüntüye hangi kadın bakarsa baksın uyarılırdı. Fakat İklim ona bir şey hissetmemek için yeterli sebeplere sahipti.

 

"Söyle ve kurtul İklim. Benden istediğin ne?" İklim burnunu kırıştırdı.

 

"Divarse markası büyüdüğü için daha geniş bir ofise ihtiyacımız var. Yöneticiler, mekan araştırmaları için talimat verdi. Uzun süredir uygun bir yer bulamıyoruz." Efraile karşı utanma duygusu yoktu. Bu yüzden isteğini söylemekten çekinmiyordu.

 

"Tuncaya söylerim ilgilenir."

 

"Hayır ona gerek yok. Düşündüm ki senin soyadını taşıyan gökdelenin bir katını bize tahsis edersen marka reklamı için de çok iyi olur." İklim Ona kurmasını istediği tüm cümleleri teker teker sıralıyor. Efrailin dudağının köşesi kıvrıldığında kadının ona daha yakın olacağı zaman diliminin genişlemesi hoşuna gitmiyor değildi.

 

"Yarın birlikte şirkete geçeriz. Hangi katı istiyorsan firmayla bir anlaşma imzalarız." Genç kadın ellerini çırpıp sevinçle "Teşekkür ederim Efrail. İyi ki hayatımdasın." Dedi. Evet, kesin öyle İklim dememek için dudaklarını dişleyip durdu. Kadın arkasını dönüp odadan çıktığında Efrailde arkasını dönüp dolaptan üzerine eşofman takımı alıp giyindi. Saçları alnına dökülürken kafasında ki yaranın sızısını hissediyordu. Fakat kafasının içinde ki ağrı o sızıyı oldukça gölgede bırakıyordu.

 

Yatağın üzerine de ki çantayı ve telefonu komodinin üzerine aldı. Lambayıda söndürüp yatağa girdiğinde çalan melodi ile gözlerini etrafa çevirdi. Bu kendi telefonuna ait değildi. Çatlak terzinin telefonu olduğu yanıp sönen ekrandan anlaşılıyordu. Uzanıp telefonu eline aldı fakat kimin aradığını göremeden arama sonlanmıştı.

 

Ekran değiştiğinde gördüğü resme bir süre baktı. Gökyüzünde konuşlanmış bir uçak resmi vardı. Bu bir savaş uçağıydı. Parmağını ekranın üzerinden geçirdiğinde hassas ekranın kilidi açılmıştı. Telefonun şifresi yoktu. Başkasına ait bir eşyayı karıştırmak ona yanlış gelsede kadını sinir edecek bir etken bulabilirse memnun olacaktı. Parmağı galerinin üzerinde durduğunda bastı ve resimlerin teker teker önüne dökülmesine izin verdi.

 

Ekranda gördüklerine bakarken her şeyin moda ile ilgili olması ile kaşlarını çatmıştı. Sayfayı biraz daha kaydırıp çantalar, ayakkabılar kadının tabiri ile ikizler, karakalem, eskiz çizimlerini arasından gördüğü resime tıkladı.

 

Fotoğraf büyüdü ve İfra Mevda Sivari kollarını bedenine sarmış öylece manzaraya doğru dalmış bakıyordu. Bu kez yalnızca sağ kolunda eldiven oluşu dikkatini çekmişti. Rüzgar kadının açık saçlarını çıplak omuzlarında havalandırmış bir kaç tutamı yüzüne düşmüştü. Gözlerinin rengini bu kez seçemiyordu çünkü loş bir ışık vardı. Yüzüne oturan hüzün ile baktığı manzarada gördüğü şeyi merak ettiğini fark ettiğinde resimden çıkıp galeride bir başka kareye tıkladı.

 

Bu resimde hiç bir ayrıntısı olmayan düz ve tüm bedenini sıkıca saran ince kumaştan siyah bir elbise giyindiğini gördü. Hiç bir açıklığı olmayan elbise boğazına kadar bedenini kaplıyordu. Saçlarını dağınık topuz yapan kadının uzun bir kaç tutam saçı da yüzünden sarkıyordu. Önünde bir kadeh şarap vardı. Gözleri tekrar kadının yüzüne tırmandı. Masanın üzerinde ki eski lamba aksesuarından yayılan turuncu ışıklandırma gözlerinin rengini o kadar hoş bir şekilde ortaya çıkarmıştı ki bu düşünce Efrailin irkilmesine neden oldu. Gözleri kısıldı çatlak terzinin resmine bu kadar uzun süre bakmamalıydı. Kadın sanki zehirliydi bir kere göz göze gelince bakmamak zorluyordu.

 

Gözleri kocamandı, sarı hareleri oldukça açık renkteydi. Kirpikleri uzundu. Ekrana biraz daha yaklaştı sanki çil gölgesi görür gibi olsada emin değildi. Dudakları dolgundu üzerine keskin hatlar ile sürdüğü kırmızı ruju oldukça dikkat çekiciydi. Kör değildi, kadın güzel ve alımlıydı. Yinede onda gördüğü tek şey güzel bir yüzden fazlası değildi. Telefonu sessize alıp ekranı kapattı ve komidinin üzerine koydu. Zihnini dağıtan bu etken kafasında ki ağrıyı unuttursada ağrı hala orada bir yerde canını yakıyordu. Uzandı ve kafasını yastığa koydu. Sabah uyanıp halletmesi gereken oldukça çok işi vardı.

 

🕯

 

Hayatta her zaman bir şeylerin mücadelesini veriyorduk. Çoğu zaman çırpınarak yaşıyor, epey zamandır sessizce ölüyorduk. Sesimiz çıkmıyor diye mi görmezden geliniyorduk? Aslında acıya dayanıklıyız diye yara almaya devam ediyorduk.

 

Aynaya yansıyan görüntüm ile sessiz savaşım her zaman ki seyrinde ilerliyordu. Bedenimin bana cevap verecek bir sese sahip değildi. Onun eşi olan ruhum gözlerini sağ koluma diktiğinde eldivenin altında ki yaralarım yüzüme cevabi sertçe çarpmıştı.

 

Derin bir nefes alıp sıkıca tepeden bağladığım saçlarımın yanlarını dahada geriye çekiyor gibi taradım. Gözlerime çektiğim siren eyeliner modelini yalnızca maskara ile bitirmiştim. Dudağıma nude tonu bir gloss sürüp gözlerimin ön planda kalmasını sağladım. Üzerimde oldukça bol, bitişi palazzo model bir kumaş pantolon vardı. Onun takımı olan bitişi üçgen olan yeleğinin içine beyaz ipek bir gömlek giymiştim. Düğmelerini yelegin kare yakasının başladığı yere kadar açtım. Bu gün yalnızca sağ kolumun dirseğime kadar eldiven takmıştım. Takım kül rengiydi eldivenlerimin siyah olması renk akışına uyuyordu. Yatağın üzerine koyduğum ufak çantamı ve yedek telefonumu alıp odadan çıktım.

 

Çantamı muhtemelen restoranın arkasında ki denizin eşsiz derinliklerinde kaybetmiş olmalıydım. Aman ne güzeldi, Efrail denen o donuk suratlı adamın eksenime girdiği günden beri bana dokunmayan zararı yoktu. Yere her basışımda dünden kalan ayağımda ki cam kırıkaları acıyordu. Yalnzıca dudaklarımı ve elimi kolumu hareket ettirerek ettiğim küfürlerin sonuna geldiğimde aynı zamanda dış kapıyı da açmıştım. Karşımda gördüğüm siyah bir aracın başında dikilen takım elbiseli kadın ile kaşlarım çatıldı. Eliyle aracın arka kapısını açıp bana baktı. Bir süre o bana bende ona baktım.

 

"Niye binmiyorsunuz?" Kadının ela olduğunu fark ettiğim gözlerini kırpıştırıp bana baktı. Biraz heyecanlı mıydı?

 

"Çünkü bir açıklama bekliyorum." Ellerini kumaş pantolonun üzerine sürtüp önünde birleştirdi. Kesinlikle heyecanlıydı.

 

"Beni babanız yönlendirdi efendim." Gözlerim aralayıp etrafıma bakındım. Bunu bu kadar yüksek sesle söylememeliydi. Kadın ellerini sağa sola sallayıp konuştu. "Lütfen, endişe etmeyin gizlilik sözleşmesi imzaladım. Kimseye hiç bir şey anlatamam bu bilgi ölene kadar benimle kalacak."

 

Kirpiklerimi sıkıca kapatıp kendime kısa bir zaman tanıdım. İtiraz edecek vaktimin de, itirazda bulunacak muhatabıma ulaşmak için gücümünde olduğunu sanmıyordum. Uzun topuk stilettolarımın üzerine sertçe basarak kadının karşısında durdum. Allah aşkına bu kesik ayaklar ile günü nasıl bitirecektim?

 

"Adın?"

 

"Nihle efendim." Kafamı sallayıp çantamda ki anahtarları ona doğru attım. Tek hamlede havada yakaladığında kaşlarımı kaldırdım. Refleksleri iyiydi.

 

"Öncelikle, benim şu bebek ile seyahat ediyoruz." Açtığı kapıyı kapatıp arkasında kalan yüksek arabama baktı. Başı ile onaylayıp benim ile birlikte arabanın yanına yürüdü. Kapımı açmak için elini uzattığında elimi onun elinin üzerine kapattım.

 

"Lütfen, buna gerek yok. Yalnızca aracı kullanman yeterli." Elimin altında ki elinin kasıldığını hissettiğimde gözlerine baktım. Gözlerinde ki yeşil haleler dalgalanarak genişlediğinde "Güzel gözler." Dedim. Geri çekilip bir adım atarak benden uzaklaştı.

 

"Bunu yapmayın. Benim ile arkadaşlık kurmanızı ihtiyacım yok efendim. Babanız, soğuk ve gözlemci biri, zeki ve aynı zamanda ifadesiz de biri olduğunuzu söyledi. Beni manipüle etmeyin. Babanız aksini söyleyene kadar onun haberi olmadan yanınızdan ayrılmayacağım." Yüzüme yerleştirdiğim maskenin kırılıp ayaklarımın önüne düşüşünü izledim. Gözlerime oturan feri sönmüş bakışlarım yerini aldığında dudaklarıma oturan kıvrımda eski düzlüğüne geri döndü. Pekala, beni bir anda uyarıldığı konularda çözmüş olması sinirlerimi bozmuştu. Demek ki heyecanlı diye keklediğini düşündüğüm bu kadın aslında o kadarda yeni yetme değildi. Ondan kurtulmanın başka yollarını bulmak benim için zor değildi.

 

Tek kelime etmeden aracın kapısını açıp koltuğa oturdum ve sertçe geri kapattım. Yapışık ikiz gibi gezmediğimiz sürece şimdilik sorun yoktu. Kısa sürede şirketin olduğu ofisin yakınlarına geldiğimizde İstanbulun sabah trafiğine nasıl yakalanmadan bu kadar hızlı yol kat ettiğimize şaşırmıştım.

 

Kafamı tekrar elimde ki moda ve haber sitelerine baktığım telefonuma indirdim. Piyasada çok ekstrem bir olaya rastalamadığım için sosyal medya hesabıma girip ana sayfaya göz atıp ardından keşfete girdim. Sayfanın en başında gördüğüm resme tıklamamın tek sebebi gördüğüm çantaydı.

 

Taş rengi Parada marka çanta benim dün gece restoranda kaybettiğimi düşündüğüm çantaydı. Gözümün teki seğrir gibi olduğunda resmin devamına baktım. Fakat fotoğrafta yalnızca bir el ve çanta vardı. Resimin köşesini oldukça yakınlaştırdığım da mavi renginde bir kumaş görür gibi oldum. Fakat etraf bulanıklaştırıldığı için göz yanılmasıda olabilirdi. Belkide değildi! Gönderiyi paylaşan kullanıcı adına tıkladım. Random isim ile açılan hesapta yalnzıca elbise ve diğer moda ikonlarına ait paylaşımlar vardı. Epey takipçi kitlesi de olduğunu gördüm.

 

İklim Kumru. Bu isme ait bir hesap olduğunu ispatalayamazdım ama resmin köşesinde gördüğüm mavi haleli renk bunu kanıtlardı. O gece çivit mavisi bir elbise giyinmişti. Hayatıma Efrail ile birlikte giren bu kadının benim ile derdi neydi anlamıyordum. Araç durunca kafamı telefonun ekranından kaldırıp dikiz aynasından Nihle ile göz göze geldim.

 

"Geldik." Başımı camdan dışarıya çevirdiğimde içerisinde K&V ofisinin olduğu gökdelene baktım. K&V benim mezun olduktan sonra öğretmenlerimin referansiyla iş başvurusu yaptığım global bir giyim şirketiydi. Oldukça çok isimle çalışmış, köklü bir firmaydı. Girdiğim sayısız sınavlar ile iş hakkı kazandığım bir kuruluştu. Yirmi dört yaşındaydım ve saygı gören, çizdiğim her tasarıma ilgiyle bakılan bir tasarımcı olmuştum. Beni bu piyasadaki her tasarımcı ve şirket tanırdı. İnsan bir anda parlayıp sönen bir varlık olduğu için ben sönmemek için oldukça çok çalışıyordum. Bana imrenerek, kinle bakan çok insan vardı. Olduğum konumu hak etmediğimi, çoğu kez torpille merdivenleri tırmandığımǰ düşünürlerdi. Ben gerçeği bildiğim sürece ne düşündükleri umurumda değildi.

 

Kapıyı açıp araçtan inerken "Akşam sekizde çıkıyorum." Diyerek ona benimle birlikte gelmemesi için uyarıda bulundum. Başı ile beni onaylayıp aracı otoparka sürmek için yanımda ayrıldı. Sırtımı döndüğüm binaya yönümü çevirecekken bana doğru yürüyen iş arkadaşlarım ile göz göze geldim. Şeyma, Hilal, Derin ve Mete yan yana hızlı adımlarla bana doğru yürüyorlardı.

 

"Günaydın." İlk konuşan derindi.

 

"Bu gün keyifsiz görünüyorsun Mevda." İkinci konuşan Şeyma olmuştu. Ona göz ucuyla baktım. "Gerçi yüz ifadeni her zaman bu şekilde." Ağzının içinden mırıldandığı şeyi duymuştum.

 

"Bir sorun mu var?" Üçüncü konuşan olan Hilal ile göz göze geldim.

 

"Sorun sizlersiniz." Direkt aklımdan geçeni olduğu gibi söylemekten geri kalmamıştım. "Sorun sizin sahte kişilikleriniz. Sorun bir gün yüzüme gülüp ertesi gün arkamdan iş çevirmeniz."

 

"Anlaşılan Prenses yine tersinden kalkmış. Gece senin için sorunlu mu geçti?" Meteye kafamı çevirdim. Onun yılışık tavırları sinirimi bozuyordu.

 

"Bilmem sizinle aynı geceyi paylaşmadım." Doğum gününden bahsediyordum. Hilal için planladıkları kutladıkları o geceden bahsediyordum. Tüm ofis çalışanlarının davet edildiği ama bana haber bile verilmediği ayrıntısını atlamamak lazımdı.

 

"Alınmadın değil mi? Bana da sürpriz oldu canım ya. Davet edilmediğini fark edemedim bile." Dudaklarımı tiksintiyle kıvırıp Hilalin yüzüne baktım.

 

"Beyniniz bu kadar çalışıyor sizin zaten. Fazlası kapasitenize zarar veriyor çünkü. Basına ekip olarak verdiğiniz o resimde kimin yokluğu konuşuluyor sizce? Peki ya sarhoş sarhoş kırdığınız potlar, verdiğiniz röportaj? Altına atılan başlıkları dahi okumadınız değil mi? Tek derdiniz beni kenara çekip isim yapmak." Arkamı dönüp binaya doğru yürümeye başladım. "Önce baş tasarımcıya daha sonra da K&V kurucusuna hesap vereceksiniz. Turgut Soylu ve Sema hanım sizi odalarında bekliyor. Çalışanların çoğu ile bu saate kadar konuşmuşlardır bile." Yanımdan koşarak geçen asalakların arkasından bakıp yürümeye devam ettim.

 

Neticede iti öldürmektense korkut diye bir deyim vardı. Haber basına sızmadan elbette ki müdahale etmiştim. Çalıştığım, varımı yoğumu ortaya koyduğum firmaya en ufak zarar gelmesine müsade etmezdim. Sabahladığım çizim masaları, arayıp uygun kumaşı bulmak için dolandığım dükkanlar, kendimden verdiğim ödünler bunların hiç birini görmezden gelemezdim. Onlar ise çabama yalnızca kıskanç gözlerle bakan bir avuç insandı.

 

Keyfim yerine gelmişti. Çantamı bileğime geçirip ellerimi ceplerime soktum ve sert esen rüzgara inat rahatça binaya doğru yürümeye devam ettim. Adım attıkça ayaklarımda ki acıyla yüzümü ufaktan buruştursam da sorun değildi. Canım topuklularımı ve yürürken canımı acıtmalarını seviyordum.

 

Tam döner kapının önüne gelmiştim ki etrafımda oluşan karartılar ile durdum. Ardından bir ıslık sesi duydum. Kafamı çevirip arkama baktığımda iki dakikalık aldığım keyifin de boğazıma dizilmesi artık beni şaşırtmıyordu. Üzerime alınmadığım varlıklarını görmezden gelip önümü döndüğümde duyduğum ses ile tekrar durdum.

 

"Bir dakika bekler misin?" Hayır ses Efraile ait değildi. "Lütfen arabada bıraktığımız çantayı getiri misiniz?" Sivri topuklarımın üzerinde dönüp onlara baktım. Tamda tahmin ettigim gibiydi resimi İklim çekip paylaşmıştı.

 

Gözlerim ilk olarak onun üzerinde durduğunda siyah kalem elbise giydiğini fark ettim. İnce beline sardığı yine ince olan gümüş tokalı kemer doğru seçimdi. Elbisenin altında giydiği opak siyah külotlu çorap ve parlak deri stilottalarda yerinde tercihti. Güzel giyinmişti. Sabırla çantadan ziyade şahsi telefonumu beklemeye devam ederken bu kez gözlerim Efraile yükseldi.

 

Ellerini kurşun rengi pantolonun ceplerine sokmuş bana bakıyordu. Ermenegildo Zenga işçiliğine ait zarif dikişli takımı hakkıyla taşıdığı bir gerçekti. Arkasında en az on adamın dikiliyor oluşu tuhaftı. Dün gece saçları üç numaraya vurulmuş adam bu kez aralarında yoktu. Hepsi kitlenmiş bir tehditmişim gibi bakıyordu. Evet, tehdittim mazallah bu kez patronlarını ısırıp yerdim falan.

 

Gelen adama gözlerimi dikip baktım. Her dediğimi çeviren korumaydı bu. İklim adamın elinde ki çantayı alıp bana uzattı. Onlara yaklaşmak için attığım adımlar aramızda ki sınırı koruyacak kadar durduğunda ayakkabımın çıkardığı sesten dolayı topuklularıma bakan Efraile gözlerim kısa süreliğine kesişti. Uzanıp İklimin bana kaldırdığı çantamı elinden aldım. İçini açıp içinde bulunan diğer kişisel eşyaları kenara çekip telefonumu çıkardım.

 

"Beğendiysen sana hediye edebilirim." Bana sorgu dolu gözler ile baktığında karşımda ki kadının da en az benim kadar oyunbaz olduğunu anlamıştım. Etrafımızdan geçip arkamdaki dönen kapıdan içeriye giren insanların gözleri bize çarpıp duruken İklim onlara kaçamak bakışlar atıyordu. Yinede dimdik karşımda dikildiği bir gerçekti.

 

"Anlayamadım." Çantayı bir kaç kez sallayıp ona gösterdim.

 

"Çantam ile paylaşım yapmışsın. Sana hediye etmek isterim." Hareleri bir noktaya bakarak daldığında yüzünde ki sorguyu daha net görmüştüm. Düşünüyordu. Çantayı gördüğü, resmi çektiği anı kafasında döndürüyordu. Hafızası tekrar olduğu ana döndüğünde kaşları çatılmıştı.

 

"Ciddiyim, ne demek istediğini anlayamıyorum." Kollarını göğsüne bağlayıp beni sorgulamaya devam etti.

 

"Farkında bile değilsin değil mi? Beğendin, belkide muadilini yaptırmak için çektin resmi, yada mesaj olarak birine attın. Kız gruplarına atmışta olabilirsin. Hatta yalnışlıkla paylaştığının bile farkında olmayabilirsin ama resim bir hesapta yayında." Yutkundu, elinde ki telefonu eskisine göre daha sıkı tuttuğunu beyazlayan parmak boğumlarından anlıyordum. Gözleri telefonuna düştü ardından gözlerime tırmandı. Beden dili her şeydi. Beden dili okumak ise karşındaki insandan seni oldukça önde kılan bir etkendi. Yüklediği resmi silmek için an kolladığını anlıyordum.

 

"Bu çantaya bir çok kişi sahip olabilir. Sana benim resim çekip paylaştığımı düşündüren ne?"

 

"İkincisi olmayan bir çantaya birden fazla kişi sahip olmaz kilim." Dudaklarımı buruşturdum. Dilim her defasında çok doğru anlarda sürçüyordu.

 

"İklim." Bastırarak konuştu. "Adım İklim Kumru."

 

Gözlerimi devirip yan tarafımda bulunan ufak siyah bir demirden yapılmış içinde mavi bir çöp poşeti bulunan çöpün içine çantayı attım. Bana şaşkınlıkla bakıp gözlerini kocaman açmıştı. Benim vazgeçmeyeceğim hiç bir şey yoktu.

 

"İstersen oradan alabilirsin." Arkamı onlara dönüp sürgülü kapıdan geçecekken kapının aynasına yansıyan görüntüye gözlerim çarptı. Efrailin yalnızca elini kaldırması ile kapının durması aynı saniyede oldu. Görevliler kapıyı kapatmıştı. Ona bu gücü veren de neydi? İkinci kez bedenimi ona doğru döndüğümde gözlerimden dökülen öfkenin sahibi tam olarak kendisiydi.

 

"İklime çatı katına çıkması için eşlik et Tuncay." Tuncay başı ile onaylayıp İklimi olduğum tarafa doğru yürütmeye başladı. Bu kez kitlenmiş Tuncaya bakıyordum. Yanımdan geçecekken o gece ki gibi ayağımı attığı adıma uzattım ama bundan kolaysa sıyrıldı.

 

"İkinci kez değil." Kafamı aşağı yukarı sallayıp göreceğiz der gibi baktım. Hemen ardından dönen kapının yanında ki basmalı kapıdan geçerek içeriye girdiler.

 

"Sen, onu aşşağılayacağını, küçük görebileceğini mi zannediyorsun?" Bana üstten attığı bakışların boy farkıyla alakalı olduğunu bilse iyi olurdu.

 

"Ben kimseyi aşağılamam ve küçük görmem. Herkes kendi ekseninde göründüğü kadardır." Ellerini kumaş pantolonun ceplerine sokup kafasını bana doğru ufak bir açıyla eğdi.

 

"Söylediklerin ve tavırların çakışıyor o halde."

 

"Devamını dinlemedin." Ellerimi tıpkı onun gibi ceplerime koyduğumda gözleri eldiven olmayan kolumda bir süre oyalandı. "Bazıları var ki kendi göründüğü kadarının fazlasını ister. Başkalarının sınırlarını ihlal etmek, kendisine ait olmayana el uzatmak kimseyi olduğundan büyük yapmaz. Bunu Kilime, pardon İklime anlatırsan memnun olurum."

 

"Yapmadım diyorsa yapmamıştır. O kimsenin üç kuruşluk çantasının resmini çekip prim verecek bir kadın değil." Üç kuruşluk, prim. Bu hayatta duyduğum en saçma şeydi. Dudaklarım gerçeklikten uzak itici bir kıvrım kazandı.

 

"Ebeveynimisin? Benim hakkımda şikayet mi aldın?"

 

"Ne diyorsun?" Dedi.

 

"Diyorum ki bırakta kendi savunmasını kendisi yapsın." Tek kaşını kaldırıp gözlerini kıstı.

 

"Bu binaya neden geldin?" Anlaşılan benim ilgili planları vardı fakat ben onun bana ulaşamayacağı kadar güçlü bir yere tutunuyordum.

 

"Burada çalışıyorum."

 

"Hangi firma."

 

"Niye soruyorsun beni işten mi attıracaksın? Gerçi tek bir el hareketinle bir çok şey yapacağını anlamış olduk."

 

"Ne sanıyorsun, gözümde ufak gördüğümü ezeceğimi mi? Bunu yapmam." Söyeldiği şey ile kafamı omzuma doğru eğdim.

 

"Az önce ezilmesin diye gönderdiğin kadından anlamıştım zaten."

 

"Sen," dedi ardından bir süre durup "Tam bir laf cambazısın" diye devam etti.

 

Onu duymazdan gelip içimde ki duyguyla yutkundum. Sıkıntı ve sitres ellerimi titreme aldığında nikotin eksikliği ile ciğerlerim karıncalanmaya başlamıştı. Çantamdan çıkardığım sigara paketinden bir dal çıkarmam ile gözlerimi çantamın içinden çektim ve karşımdaki adama baktım.

 

"Çakmağın var mı?" Dedim. Muhabbet ne kadar saçma bir yere bağlanmıştı böyle. Efrail elimde tuttuğum tek dal sigaraya ardından ise gözlerime baktı. Belkide sigara içiyor oluşum benim için kafasında düşündüğü karakter tiplemesinin dışında kalıyordu. Çok mu umrumdaydı? Hiç sanmıyordum.

 

"Yok." Kafamı eğip araksında ki adamlara baktım. "Sizde var mı peki?"

 

"Onlarda da yok." Gözlerim herkes adına konuşunca Efraili tekrar buldu.

 

"Sana zaten sorup cevap aldım. İkinciyi niye yanıtlıyorsun?" Sigarayı ağzıma alıp çantamın içini tekrar karıştırmaya başladım. Çakmağı burada bir yere koyduğuma emindim. Bunu tek elle yapamıyordum ki.

 

"Şunları tutsana bir." Ağzımda tuttuğum dal sigradan dolayı sesim boğuk çıkarken, alakasız bir şekilde sigara paketini Efrailin göğsüne bastırıp elimi çektim. Paket düşmesin diye refleks olarak tuttuğunda çantamın içinden gloss ve mat rujumuda çıkartıp eline tutuşturdum.

 

"Glossu sakin düşüreyim deme şişesi cam." Uyarıda da bulunup tekrar çantanın içine döndüm.

 

"Gloss bu mu?" Kafamı kaldırıp ona baktığımda şeffaf nude tonunda ki glossu havaya kaldırdı. Rujun ambalaji parmaklarının arasında resmen minicik kalmıştı. Kafam ile onu onayladım.

 

"Sürmek ister misin?" Gözleri tuhaf bir şeyi inceliyor gibi elindeki şeffaf cam şişenin içine baktı. Söylediğim şey ile bir anda kafasını bana çevirdi ve çenesi ağzımda ki sigaraya çarptı. Son anda düşürmeden dişlerimin sırasında yakaladığım sigaraya ve bana baktı. Gözlerimi kapatıp açtım ve kafamı la havle der gibi sağa çevirip tekrar çantanın içine yöneldim.

 

"O kadar küçük çantada..." Elim ile çakmağı çıkartıp "işte burada!" Diyerek lafını kestim. Aynı anda dudağımda ki sigaranın ucunda yanan ateş ile irkildim.

 

Alışkanlık olarak sigaranın ilk ateşini karşılamak için derin bir nefes çekip bıraktım. Duman esen rüzgarın yörüngesinde yüzüme yayılıp dağıldığında gözlerim çakmağını çeken kolu takip etti.

 

Siyah bir takım ceketin sardığı vücudun devamın da oldukça yanık bir teni olan mavi gözlü, saçlarında siyahın hüküm sürdüğü fakat aynı zamanda bir kaç tanede beyaz tanelerin olduğu, sol kaşında ki derin yara izinin dikkat çektiği bir adam ile göz göze geldim. Genç biriydi. Gömleğinin düğmelerini üç tanesi açık olduğu için kavruk teninde ki kas çıkıntısını gorebiliyordum. Elindeki çakmağı takımının devamı olan siyah kumaş pantolonunun cebine yerleştirip sigarayı ağzımdan aldı. Yalnızca ne yaptığını izledim. Onu tanımıyordum.

 

Dudağımda ki rujun bulaştığı sigaramı dudaklarının arasına alıp bir nefes çekti. Gözlerini kapatıp açtığında bu kez baktığı kişi ben değildim.

 

"Akher. Efrail Akher." Bir anda etrafımızı saran koruma yığını ile resmen bir çemberin içinde kaldık. Kafamı Efraile çevirdim. Kahverengi gözlerinde ki sarı halelerin dalgalandığı gördüm. Ellerinin arasındaki eşyalarımı sıkmaya başladığını fark ettiğimde sinirlendiğini anlamıştım. Yinede yüzünde ki ifade o kadar çok nötr ve donuktu ki sanki karşısında konuşan hiç kimse yoktu.

 

"Görüşmeyeli uzun zaman oldu."

 

Lütfen oy ve yorum yapmadan geçmeyin...

28:05:2024 01:47

 

 

Loading...
0%