Yeni Üyelik
8.
Bölüm

7. §V🕯

@visnelicorek

 

Hala bölümleri okuyup oy vermeyenler var. Bu şekilde ilerleyemeyiz. Tek yapmanız gereken oy vermek neden beni bundan mahrum bırakıyorsunuz? Üzülüyorum:(

 

§V🕯

 

İғʀᴀ Mᴇᴠᴅᴀ Siᴠᴀ̂ʀi

 

Yaşam her zaman kontrol edebildiğimiz yönde akmazdı. Bazen kadere kapılıp yürür bazen ise şekiller, yollar çizerek hayatımıza yeni kapılar aralardık.

 

O gece evimin kapısını aralayıp salonuma yaralı bir şekilde giren adam ile birbirimizin hayatına kadersel bir şekilde dokunurken ilk andan beri bana yarattığı sıkıntıların sonu gelmiyordu.

 

İlk olarak, sarı koltuğumu kendi kanı ile batırmış, evimin kapısı ise iki andaval yarım akıllı adamlar tarafından kırılmıştı. Havai fişek atılacak diye yanında kalmamı sağlandığında, patlayan geminin parçalarının yanımıza düşüp yanması ile psikolojik travmamı tetiklemişti. Bu da yetmez miş gibi ikizlerim olan çizmelerim boğularak ve yahut içlerine su dolup boğulmaz ise yanarak öleceklerken, pahalı tek tasarım olan çantam ise onun yüzünden içimde ki hırsa kurban gidip çöpü boylamıştı.

 

Şimdi ise yine ve yine onun etkisi ile tanımadığım görgüsüz, beleşçi bir adamın dudaklarımın arasından alıp içmeye başladığı sigaram ile bakışıyordum. Bana ait bir şeyin başkasının dokunmasına tahammülüm yoktu. Şimdi ayaklarımı deli gibi yere vurup yerimde tepineceketim!

 

Kitlenmiştim, evet resmen adamın dudaklarının arasında ki sigarama gözlerimi dikmiş bakıyordum. Bana ait şeylerin başkasının himayesi altına girmesinden ölesiye nefret ediyordum!

 

"Görüşmeyeli uzun zaman oldu Akher." Akher Efrailin soyadı mıydı? Arkamda bulunan gökdelen K&V'e aitti fakat beni ilgilendirmeyen bir sebepten el değiştirmişti. Demek yeni sahibi Efraildi. Kaşlarım havalandı ve bu binayı almasına rağmen bir kaç ay önce sahibinin taşındığı ile ilgili bir konuşma duyduğumu hatırladım.

 

Efrail ile karşı karşıya aramızda bir adımlık mesafe olacak şekilde dikilirken ikimizinde kafası sol tarafımızda duran beleşçi adamın yüzüne dönüktü.

 

"Doğru, seni diri diri gömdüğümden beri görüşmedik." Kafamı hızla Eftaile çevirdim. O, diri diri karşımda ki beleşçiyi mi gömmüştü? Kaşlarım havalandı ve gözlerimi ondan kırpıştırarak çektim. Tehlikeli bir adamdı.

 

Beleşçinin çizik olan kaşı havalandığında önce Efrail'in elinde tuttuğu bana ait olan eşyalara daha sonra ise bana baktı. Gözleri yüzümde oldukça uzun bir süre oyalanıp dudaklarını iki tarafa doğru kıvırmasıyla sonlandı.

 

"Güzel, bunu devam ettirmeye ne dersin?" Ağzına götürdüğü bana ait sigaradan bir nefes daha aldı ve bana bakarak Efrail'e hitaben konuşmaya devam etti. "Bir sonra ki görüşmemiz onu diri diri gömdükten sonra olsun mu?"

 

Kaşlarım çatıldığında ne olduğunu anlamadan Efrail tek hamlede önüme geçip karşımda ki kaşı çizik adam ile arama girdi. O an her şey o kadar seri bir şekilde gerçekleşmişti ki tam olarak algılamam zaman almıştı. Önce etrafımızı halka gibi saran Efrail'e ait korumalar çemberi attıkları iki adım ile daraltmıştı. Adamın söylediklerini tehdit olarak algıladıkları çok belliydi. Fakat tehdidin hedefi benken yaptıkları bu hareket oldukça tuhafıma gitmişti. Önüme geçen Efrail'in geniş omuzlarının arkasında kaybolurken kendimi tuhaf hissetmiştim. Aslında kendimi ilk defa korunuyor hissetmiştim.

 

Çemberin dışından gelen ayak sesleri ile yalnız olduğunu düşündüğüm beleşçiye ait bir düzine adamda bizim etrafımızı sarmıştı. Ona ait olduklarını anlamıştım çünkü hepsi tek tek arkasında durdukları adamların kafalarına silah çekmişlerdi. Fakat Efrail'e ait olan admalar hareket etmeden gözlerini üzerimize dikmiş bakıyorlardı. Sanki ondan bir işaret bekliyorlardı.

 

Pekala, Bu tam olarak ne anlama geliyordu hiç bir fikrim yoktu. Ben sadece sabah uyanmış ve işe gelmiştim!

 

Bir kahakaha sesi duydum. Bu ses, kaşı çizik adamdan geliyordu. Kafamı eğip ona baktığımda sigaramı tutan elinin bileğini kaşının yanına koyarak kaşır gibi hareket ettirdi ve sustu.

 

"Beni hep yalnız zannediyorsun Akher. Etrafıma çektiğin çemberden çıkamam zannediyorsun." Gözlerim bulunduğu durumdan oldukça keyif alan adamın yüzünden arkasında beliren kişiye kalktı. Arkasından ona yaklaşan biri olduğunu fark etmiyordu. Ne ara gelmiş, silahlı adamların arasından geçip kalabalığı nasıl yarmıştı bilmiyordum ama elinde ki silahı kaşı yarık olan adamın kafasına yaslamıştı. Saçları üç numaraya vurulan dağ gibi bir adamdı. Onu patlamanın olduğu gece Efrail'in yanında görmüştüm.

 

"Biz, aramızda ki iş trafiğine masum insanları sokmayız. Unutma İlker Kozaklı hesap, hesaplayan ile kesilir." Efrail'in sesi ile tekrar ona baktım. Adamın yüzünde ki kasların kademe kademe kasıldığına şahit oldum. İkisi arasında geçen bakışmanın sessiz savaşı sürerken arkasından bir adım atarak çıktım. Onun beni herhangi bir etkenden korumasına ihtiyacım yoktu.

 

Başına silah tutan, saçları üç numaraya vurulu adam yavaşça İlkerin yanına doğru adımladı ama asla silahını indirmedi. Sanki azrailini görsün ister gibiydi. İlker onu gördüğünde durdu. Bir süre onun yüzüne baktı, kaşları havalandı ve gözleri Efrail'i buldu.

 

"Senin güç için yıkamayacağın bir sınır yok değil mi?" Gözlerinde ki korkuyu saklamak için sarf ettiği çaba başarıya ulaşmıştı. İlker artık ifadesiz bakıyordu. "Bu adam ve o taşaklı arkadaşı dünya genelinde ölüm emri verilmiş iki asker. Birini yanına alıp ölümsüz olamaya mı karar verdin Akher?"

 

Elinde ki sigarayı kafasında ki silahtan hiç etkilenmiyormuş gibi dudaklarının arasına götürdü ve derin bir nefes daha çekti. Efrailden korkuyor ama belli etmemek için çabalıyordu.

 

Gözlerim Efrailin yüzüne tırmandığında o kadar kendinden emin bir duruş ile karşılaştım ki bir an ben bile ayakta değil sürünüyorum zannettim. Tek bir hareket dahi etmeden düşmanının kafasına silah çekmişti. Onun silahı ölüm emri verilmiş bir askerdi.

 

"Bir şeyler duydum Efrail. Oldukça ilginç bir bilgi aldım." Derin bir nefes alıp kıstığı bakışlarını Efrailin üzerinde yoğunlaştırdı. "Çok önemli bir şeye sahipmişsin. Sahip olduğun her ne ise onun sana açtığı kapıları doğru kullan Akher. Bir gün mutlaka senin çaldığını senden çalmak için gelirler." İlkerin sesi pimi çekilen bir bomba gibi dağıldığında kafam karışmış gibi kaşlarım çatılmıştı. Onun için önemli olan neydi? "Olduğun yerin sınırlarını oldukça genişletiyorsun. Belkide olduğun yeri başkası için koruyorsundur. Sonunu bilemezsin. Bu işin sonunu kimse bilemez." Aralarında sanki şifreli bir konuşma geçiyor gibiydi. Anlayamıyordum.

 

Efrail ellerini iki tarafa kaldırıp kendisini ve etrafını gösterdi. "Gözlerini kaldır ve yüzüme bak Kozaklı. Sence ben olduğum konumu bir başkası için mi koruyorum? Ben ve bana ait olanlar yalnzıca benim için var ve vâr edildiler. Sen buna bir sembolün ayrıcalığı dersin bense kazanılan koşulsuz bir itaatkarlık."

 

Kafamı çevirdim ve beni arkasında saklamak için bir adım atıp tekrar önüme geçen adama baktım. Efrail, İlker'in kafasında ki silaha elini yasladı ve saçları üç numaraya vurulmuş adamın silahı indirmesini sağladı. "Senin sahip olduklarının bile bana boyun eğeceği bir gücüm var, İlker. Ben yaşıyorken hiç bir şey birine ait değildir. Ben yaşıyorsam dilediğim her şey benimdir." Kaşlarım havalandı. Kendisine bu kadar güveniyor olması hayret edilecek bir özellikti.

 

"Soluduğun nefes dahi avuçlarımın içinde. Bana baş kaldırma. Kalkan başın bu kez omuzlarının üzerinde durmaz ayaklarının dibine çakılır." Rehin alınan biz gibi duruyorken bunun aksi yaşanıyormuş gibi konuşuyordu. "Çekilin gitsinler." Kaşlarım havalandı, o tepeden tırnağa gücün sahibi gibi davranıyordu.

 

Bana doğru dönüp elindeki eşyaları almam için elini göğüs hizama kaldırdı. Gözlerim ister istemez az önce ki tavrının ufak bir hayranlığını misafir ederken elimi avuç içindeki sigara ve glossumu almak için hareket ettirdim. Parmaklarım avuç içlerine temas ettiğinde göğsümü derin bir nefes ile doldurmamak için kendimi tuttum. Çantamın ağzını hızla kapatıp aramıza mesafe koymak için bir adım gerilerken üzerimde hala bir afallamışlık vardı.

 

"İklimden karşılık alamayınca yeni birilerini mi deniyorsun?" Gözlerim Efrailin gözleriyle çarpıştığında İlker denen adamın sesi ile gerçek dünyaya dönmüştüm. "Güzel, dominant ve etine dolgun." Güldü, elinde ki bana ait sigaranın dumanı dalgalandı. O gerçekten deliydi. Az önce öldürülmekle tehdit edilen bir adama göre fazla konuşuyordu.

 

"Masum, kırılgan kızlardan, İklim gibilerden hoşlanıyorsun sanıyordum. Gerçi bu da eşsiz bir parça gibi gözüküyor." Göğsümde yanan mumun alevinin dalgalandığını hissediyordum. Öfkem ateşe sinirli bir soluk bırakmıştı.

 

"Dikkat et o eşsiz parça seni binbir bileşenine ayırmasın." Dedim ve aynı zamanda gözlerimi Efrailin çattığı kaşlarından çektim. Onun sinir olacağı hiç bir şey yoktu. İlkerin sözlerinin muhatabı bendim.

 

"Sesinde ki o tınıda ne?" Benimle dalga geçiyordu. "Yanında ki adamın küçük versiyonunu mu oynayacaksın?" Kafadan ciddi problemleri vardı. Galip gelemediği stratejik savaşın mağlubu olduğu için son darbesini vurmaya çalışıyordu. Beni henüz tanımıyordu.

 

Elimde ki ufak çantanın kulpunu tuttum. Çantamı onu yarık kaşına savurup; Ne münasebet, ne haddine de benimle bu üslupla konuşuyorsun? diye bağırmak istesemde dışıma yansıttığım tek şey gözlerim kısmak oldu. Yüzük parmağım hariç diğer tüm parmaklarımın yüzüklerle dolu olduğu ellerimi arkamda birleştirip İlkere doğru bir kaç adım attım. Benim ile birlikte saçları üç numaraya vurulu adamda arkamda kalan Efraille göz kontağı kurup yanımıza yaklaşarak durmaya devam etti.

 

"İlk olarak, arkamda ki adamı tanımıyorum. Yan yanayız diye birbirimiz için ölüp bitmiyoruz. Onun için bana kaybettiğin hiç bir savaşın diyetini ödetemezsin. Doğal olarak bende arkamda kalan adamın hiç bir mağlubiyetini kutlayamam. Dediğim gibi onu tanımıyorum." Gözlerim onun mavi bir okyanusun yuvalandığı gözlerine bakmaya devam etti. Göz kontağını kestiğim an onun için beni alt etmesini sağlayacağım zaman kavramını yaratmış olurdum. Bu yüzden ona bakmaya devam ettim.

 

"İkinci olarak, sen beleşçi misin?" İşte benim için başından beri asıl sorun yaratan mevzuya gelmiştim. Kaşları çatıldığında tam elindeki yarısı biten sigarayı dudaklarına götürecekken durup "Ne beleşçisi ne diyorsun?" Dedi ve sigaramı tekrar dudaklarının arasına yerleştirdi.

 

"Başkasına ait bir sigarayı alıp içmeye başlarsan bu seni beleşçi bir adam yapar." Ona bir adım daha atıp ayağımı kaldırdım ve Rage marka oldukça sivri olan ayakkabımın topuğu ile İlkerin deri ayakkabısının üzerinden ayağına sertçe bastım. Dişlerini sıkıp gözlerini kapattı ve hareket etmeden acıyı sessizce kabul etti. Bu kadar adamın önünde bir kadının canının yaktığını göstermek istemiyor olmalıydı.

 

"Ben eşyalarıma ve sahip olduklarıma dokunulmasına tahammül edemeyen bir kadınım." Ayağımın topuğunu bedenim ile ilgili yaptığı konuşma aklıma gelince daha sert bastırdım. "Bana göre bana ait bir şey benim olmaya devam edemiyorsa yok olmalı." Dişlerinin sıkmaktan sigaranın başını ezdiğini görebiliyordum. Fakat geri adım atıp ayağını topuğumun altından da kurtarmaya çalışmıyordu

 

"Onunla herhangi bir bağlantın olmaması güzel bir detay. Şuan yaptığın hareketin karşılığını almaya hazır mısın?" İlkerin kurdugu cümle ile çember oluşturan adamların bir adım daha atıp çemberi biraz daha daralttığını gördüm. Saçları üç numaraya vurulmuş adam ise elindeki silahın emliyetini baş parmağı ile açmıştı. Tüm bunların oluş kaynağı Efrail'di. Biri onlara ihtiyacım olmadığını söyleye bilir miydi? Yada bizzat ben kendimde gösterebilirdim.

 

"Bir kadına tehdit içeren bir cümle kurarsan sana ne olur biliyor musun beleşci?" Gözlerini beni küçük gören bir ifadeyle kıstı. "Artık bir kadından korkarsın." Bu kez güldü. Gözlerim dişlerinin arasında hala yanan sigaraya düştü.

 

Dudaklarının arasında ki sigarayı parlak taşlı yüzükler taktığım elim ile alıp oldukça kabarık izler olan kaşının olduğu gözüne sokmak üzere milim kala durdurdum. Bunu o kadar hızlı bir hareket ile yapmıştım ki bir kaç saniye elimdeki sigaranın olduğu yere baktı. Sigaranın közler halinde yana ucu kirpiklerinin arasına kalan mavi gözünün üzerinde duruyordu. Olduğu yeri fark edince bir kaç adımı geriye doğru sendeleyerek attı.

 

Korkmuştu.

 

Kaşı göz kapağına kadar yarık ve kabarık izlerle doluydu. O gözüne hedef almıştım çünkü bir insanın bedeninde ki en hassas noktası yara aldığı yeriydi.

 

"Sen ne yaptığını zannediyorsun?!" Elini gözüne kaldırıp kapattı. Sanki ona zarar vermişim gibiydi. Yüzünde gözünü yakmak istediğim için hayrete dönen bir ifade vardı.

 

"Hakkında en ufak fikrinin olmadığı birine baş kaldırmaman gerektiğini öğretiyorum. Aslında bir kadına nasıl davranman gerektiğini anlatmaya çalışıyorum da diyebiliriz." Sigarayı yere atıp pahalı ayakkabımın altında ezdim.

 

Elleri titremeye başladığında yüzünde ki ifadenin kabuklarını döküldüğünü gördüm. Sinirli ifadesinin ve öfkesinin bütün hedefi bendim. Elleri titriyordu, bu ona gösterdiğim tavrın karşılığını misliyle bana ödeteceğinin bir göstergesiydi. Herkes kartlarını açık oynayacaksa bende çantamda ki bebek ile oyuna katılırdım.

 

"Yeter bu kadar!" Efrailin bedeni ikinci kez İlker ile arama duvar olduğunda yutkundum. En son gördüğüm gözlerinde ki kızarıklık bana zarar vereceği türden bir bakışı taşıyordu. İlkeri ciddi anlamda korkutmuş olmalıydım. Çünkü korkudan sonra bedeni ele geçirip diz çöktüren sinir bana oldukça tanıdıktı.

 

O sinir, bazen birini öldürür, bazen yaralar bazense birinin kolunu yakardı...

 

"Sen, sana verdiğim yaşama şansını beyni olan her adam gibi kullan Kozaklı." Eli ile İlkeri işaret edip parmaklarını git der gibi salladı. Etrafımızı saran ilk çember aralandığında ikinci çember İlkerin adamlarından oluşuyordu. Efrail önümde durduğu için şuan İlkeri göremiyordum. Sessizlik içerisinde beklerken aslında tam da şuan kimseyi umursamadan buradan gidebilirdim fakat bunu yapmıyordum. Şuan dik başlı olabileceğim bir atmosferde değildim.

 

"Onu bir kez daha gördüğümde bu kadar sessiz kalmayacağım." Psikopat birini başıma sardığımı fark ettiğim anda yutkundum. İlkerin adamlarının silahlarını indirdiğini gördüm. Efrailin korumalarının etrafında ki gölgeleri hızla çekildiğinde artık gittiklerini anlamıştım. Açıkçası şuan gergindim. Asıl gerildiğim şey birini beni öldürecek kadar sinirlendirmekti.

 

Önümde, kurşun rengi kumaş ceketi ile geniş kavisli sırtını sergileyen adamın bir heykel tıraşın elinden çıkmış görüntüsüne bakmaya devam ettim. Evet, sakinleşmek için Ermenegildo Zenga marka kumaşa bakmaya devam edecektim. Kesinlikle baktığım asıl şey Efrail Akherin biçimli sırtı değildi!

 

Bir anda bana dönmesi ile panik ile geriye doğru bir adım attım. Bana tuhaf tuhaf bakan yüzüne bende aynı tuhaflıkta karşılık verdiğimde aramızda sessiz bir savaş başladı. Tabiki de beyaz bayrağı kaldırıp sallayan taraf asla ben olmayacaktım.

 

"Sen," sol elini kaldırmış beni işaret ediyordu. "Söylediklerine ne zaman dikkat etmeyi düşünüyorsun? Dilin yarım metre olan boyundan daha uzun." Gözlerim eline düştüğünde kemikli ve damarlı eline kısa bir bakış attım. Benim ile el kol hareketi yaparak konuşamazdı.

 

"Söylediklerim oldukça üzerinde düşünerek kurduğum cümlelerdi. Dilimden dökülen her bir harfin alnından bile öperim. Ayrıca indir şu elini. El kol hareketi yaparak bir kadın ile konuşamazsın!" Elini yüzümün hizasından indirdi. Bu uysal tavrına anlam veremesemde ona bakmayı sürdürdüm. "Ve yerinde olsam boyum hakkında ayağımda Rage marka topuklular varken konuşmaya devam etmezdim. Aksi taktirde az önce İlkerin ayağına giren topuğumu senin kafana sokmak için zevkle fırlatacağım." Bana ne diyeceğini bilemediği bir ifadeyle afallayarak baktı. Onun için hayatında rastlamadığı bir karakterde kadın olduğumun farkındaydım.

 

"Delireceğim." Sinirle güldü. Dudakları kıvrıldığında yüzünde oluşan ifadeye baktım. Açıkcası kusursuz bir gülüşü vardı. "Bu kadın aklımın ayarlarıyla oynuyor!" Etrafında ki adamlara bakıp beni şikayet ediyor olamazdı herhalde.

 

İşaret ve orta parmağını birleştirip alnında ki bir noktayı sinirle kaşıdı. Konuşmamdan ve ona karşılık vermemden son derece rahatsızdı. Elini alnından çektiğinde gördüğüm kızarıklıktan kan tortuları oluşmuştu. Dün gece patlayan gemi parçalarından beni korurken olduğunu hatırlıyordum. Kendinden önce yanında ki kilimi düşünürse yaraları sürekli kanamaya devam ederdi.

 

"Yürü! Yürü elimden bir kaza çıkacak!" Önümdeki kas yığınları açıldığında bana yol vermişlerdi.

 

"Benim ile böyle emir kipiyle konuşuyorsun ya asıl kaza birazdan kafan ve ayakkabım arasında çıkacak haberin yok. Şu üslubuna ne kadar ayar olduğumu tahmin dahi edemezsin." Tek kaşı kalktığında gözlerinden geçen parıltılara şahit oldum.

 

"Öyle mi? Sinir mi oluyorsun?" Sesinde ki o keyif alan tınıyı duymamak imkansızdı. " O halde derhal, şimdi, şuan yürümeye başla!" Yüzüne nesli tükenmek üzere bir hayan olan Okapiye'ye bakar gibi baktım.

 

"Start walking now diyor." Kafamı sesin geldiği tarafa çevirdim de İklimci şerefsiz Tuncay beyefendiler ile göz göze geldim. Birde utanmadan yabancı dil telaffuzu yapıyordu. Kollarını göğsünde birleştirmiş binanın dört girişini de saran kolonların birine yaslanmış bizi izliyordu. "Hatta, Walk on your heels diyor." Birazdan o topuklular ile kafalarının tepesinde gezecektim!

 

"Biliyor musun? A1 seviye İngilizcen ile turist kandıran esnafcı amcalara benziyorsun. Ayrıca," Tuncay ve Efraili işaret edip "Siz ikiniz" dedim. Ardından saçları üç numaraya vurulmuş adamın işaret ettim. "Sen hariç," diyerek onu bariz bir şekilde diğerlerinden ayırdım. Adamın bana zararı olmamış hatta Efrail gibi beni korumuştu. Sesi de çıkmıyordu. "Biri daha vardı nerede o?" Etrafıma bakındım. Başından beri sinirliyken söylediğim kelimelerin anlamalarını araştıran elamanı atıyordum. Açıkçası tam dibimde dikilirken bulmayı beklemiyordum. "Seni asla unutmam. Birde sen translate kılıklı." diyerek onuda elim ile işaretledim.

 

"Bir daha ne şekilde olursa olsun, beni görseniz dahi bunelek sürüleri gibi etrafıma uçuşmayın. Görmezden gelin. Her koşulda başımın çaresine baka bilirim, yardıma ve korunmaya ihtiyacım yok benim. Bundan sonra ben yokmuşum gibi davranın çünkü ben siz yokmuşsun gibi davranacağım!" Saçımı savurup arkamı döndüğümde at kuyruğumun ucunu bilerek Efrailin suratına çarpmasına sağlamıştım. Neticede biz kadınlar bedenimizin her uzvunu silah olarak kullanabilirdik.

 

"Hilkat garibeleri." Diye mırıldanıp yürümeye devam ettim. Hepsinin yüzünde ki şaşkın ifadenin sebebinin sinirlenince kurduğum değişik cümleler olduğunu biliyordum. Daha da sinirlendiğimde sessiz küfür ettiğimi görseler ne yaparlardı acaba?

 

"Kutay!" Arkamdan geldiklerini ayak seslerinden anlıyordum. "Hemen bakıyorum Efrail bey." Demek Google amcayı en çok kullanan adamının adı Kutaydı. "Efendim, duymak istediğinize emin misiniz? Bize yine hakaret etmiş." Dudaklarımda beliren sırıtma ile dönen kapıdan geçtim ve topuklarımın çıkardığı o müthiş sesi dinleyerek yürümeye devam ettim.

 

"Oku Kutay! Duymak istemesem sormazdım Kutay. Sorgulamayı bırak. Daha fazla beni sinirlendirmeden oku Kutay!" O kadar öfkeliydi ki; beni sinir edeceğim derken kendisi sinir olmuştu. Ve sinirlenirken sürekli karşısıdakinin adını söylüyor oluşuda tuhaf bir özellikti.

 

"Efendim bunelek: Kan emen bir sinek türüymüş. Sığır sineğiymiş." Elimde olmadan kıkırdamıştım. "Hilkat garibesi ise; doğuştan yamuk, ucube anlamına geliyor." Benim için gişeye kartı basan güvenlik görevlisine baş selamı verip geçerken acayip keyfim yerine gelmişti. Kendimi tüm sinirleri alınmış gibi hissediyordum. Onlara hakaret ederken bu denli keyifleneceğim aklıma gelmezdi.

 

Binanın sol kanadında çalıştığım için sol tarafın asansörünün önünde dikilmeye başladım. Gökdelen oldukça geniş olduğu için bir çok şirketi bünyesinde barındırıyordu. Umarım asansör boş gelirdi. Uzanıp çağırma tuşuna basacakken kolumu tutan elin sahibine baktım.

 

"TDK'ye uygun konuş. Hakaret edip beni sana karşı sakinleşemeyeceğim kadar sinirlendirme." Gözlerimi devirip onu umursamayan bir ifade takındım.

 

"O kadar beni etkilemiyorsun ki sen ve senin sinirin ile ilgilenmiyorum. Benim gözümü korkutmaya çalışma. Uzun zamandır korkuyu görsem dahi tanımam." Alnında ki saç bitimine doğru olan yerde oluşan kan tortuları ince bir damar gibi akmaya başladığında gözlerimi oraya kaydırdım. Kanayan başı dikkatimi dağıtıyordu.

 

"Korkuyu tanımamaya devam etmek istiyorsan önce o dik bakışlarını indir." Gözlerimi, alnından akmaya başlayan kandan çektim.

 

"Sana sürekli itaat edildiği için tavırlarım hoşuna gitmiyor olabilir. Ama günaydın, senin dünyanın dışında ki insanlar birbirine bu şekilde davranıyor."

 

"Benim dünyamın dışı diye bir yer yok İfra." Adımı onun ağzından duymak içimde ki yanan mumun ateşini dalgalandırdı. Yüzünde oluşan hırsa gözlerimi dikip baktım. Kendinden emindi. Ayakları yere o kadar sağlam basıyordu ki devrilse dahi yere düşmez gibiydi. Bu ego olamayacak kadar emin bir ses tonuydu.

 

"Seni bu kadar güçlü kılan ne?" Kollarımı göğsümün üzerinde birleştirip tamamen ona döndüm. Cidden merak ediyordum. "Bir gökdelen sahibi oluşun mu? Sana, paran veya arkanda gezdirdiğin takım elbise giyen bir düzine adam mı güçlü hissettiriyor? Yada elinin silah tutuyor oluşu mu yenilmez kılıyor seni? Belki de birini diri diri gömmek seni güçlü hissettiriyordur. Hangisi?"

 

Bakışları gözlerimde bir süre dolanıp "Burası?" Dedi. Parmağı ile kanayan kafasının derisine bir kez dokundu. "Burayı kullanamıyorsan sahip oldukların hiç bir şeyi ifade etmez." Parmağına bulaşan kana bakarken haklı olduğu da bir gerçekti. Onu yalnızca dinlemeye devam ettim.

 

"Yönetmeyi, yönlendirmeyi bilmiyorsan yalnzıca para harcar yerinde sayarsın. Yönetmeyi, yönlendirmeyi biliyorsan, kafanı standarların üstünde kullanır, güç ve saygı kazanırsın. Ben hepsine sahibim." Egoist, ben merkezci biri gibi olsa da zeki bir adamdı. Onu tanımıyordum. Daha önce hiç bir haber kanalında, dergide ve ya magazinde görmemiştim. Dediği kadar biri ise mutlaka bir resim karesinde gözlerimin rastlaması gerekirdi. Yada belkide bahsettiği güç, saygı dediği dünyanın karanlık tarafında ona gösterilen bir itaatlıktı.

 

Gözlerimin önüne yükselen el ile bakışlarım onun gözlerinden kaydı. "Çok dikkatsizsin, arkanı ikinci kez topluyorum." Elinde basit bir model pırlanta taşlarla süslü bir yüzük vardı. Kaşlarım havalandı ve iki elime de baktım. Yüzük parmaklarım hariç tüm elime yüzükler takmıştım. Fakat işaret parmağımda ki yüzük yoktu. "Üçüncü olmasın, bu kez umursamam."

 

"Biri ona dizlerinin üzerine çökmeden evlilik teklifi edilmediğini söylesin." Efrailin yarasını diktiğim gece bana silah doğrultan maskeli adam ile göz göze geldim. Yine boynuna kadar maske takıyordu. Saçlarını dahi görmediğim bu adamın gözleri kahverengiydi. Üzerinde deri ceket ve sırtında ayaklarına kadar uzanan bir çanta vardı. Çanta geniş ve uzundu içinde ne olduğunu düşünecek bir anda olmadığım için görmezden geldim.

 

Efrailin kafası omuzuna doğru kısa ve sert bir hareketle katlanıp kütledi. Daha önce birinin boynunu bu şekilde kütlettiğine şahit olmamıştım. Ürkütücü bir hareketti.

 

"Bizde ölüm teklifi nasıl ediliyor biliyor musun Dağhan?" Efrailin ses tonunda ki değişiklik etrafımıza buz sarkıtları saplarken eli hala havadaydı. Dağhan cebinden çıkardığı fıstıkları ağzına atacakken durdu. Onu durduranın ağzında ki maske olduğunu anlamak zor değildi. Bende arkamı dönüp hiç bir şeyi umursamadan gidecekken durdum. Beni durduranın Efrailin ölüm teklifi içeren konuşması olduğunu anlamak zor olmamalıydı.

 

"Balığa alerjisi olduğu için hafıza problemi yaşıyor olmalı." Tuncayın Daghana itafen kurduğu cümle Dağha'nın elinde ki fıstıkları ona fırlatması ile son buldu zannetmiştim. Tâki Tuncayın ona doğru savrulan fıstıkların bir kaçını tutup Dağhana geri fırlatmasını izleyene kadar.

 

"Şunları atmayı kes!" Tuncay elinde ki bir diğer fıstığı onun tam gözüne isabet ettirdiğinde Dağhan elini gözüne bastırarak ona baktı.

 

"Kültürü çorap olan adamada bakın. Ayak dışında gözlede ilgileniyor!" Dağhan sanki bir keskin nişancı gibi elindeki üç fıstığıda Tuncayın tam alnının ortasına isabet ettidirdiğinde hepimiz şok içinde olan biteni izliyorduk. Şuan koskoca gökdelenin lobisinde fıstık savaşı yapıyorlardı.

 

"Çoluk çocuk ile çalışıyorum." Saçları üç numaraya vurulu adamın sesini ilk duyuşum ile kafamı ona çevirdim. Kollarını göğsünde bağlamış kınar gibi her ikisine de baktı. Tuncay ve Dağhanın elleri havada kaldığında gözleri o adamı buldu. Birbirlerine bakıp bu kez hedeflerine adını bilmediğim ama eskiden asker olduğunu öğrendiğim adamı koydular.

 

"Bir deneyin. Sıkıyorsa atın, bende yere düşürdüğünüz biberonlarınızı ağzınıza itinayla sokayım." Askerin tavrı o kadar ürkütücü bir ses tonuyla ortaya çıkmıştı ki aralarında bir güç savaşı başlamak için ilk ateş atılmıştı.

 

"Kesin şunu! Beni rezil ediyorsunuz!" Elinde tuttuğu yüzüğüm ile Tuncay ve Daghanı işaret etti. "Dışarı, ikinizde. Bu gün sizi görecek tahammül kotam tek bir an daha alamayacak kadar doldu." Dağhan omuz silkip, maskesini boynundan burnuna kadar katladı ve elinde kalan fıstıkları ağzına attı.

 

"Biz çıkalım da sen o yüzüğü o kadına takacak mısın cidden?" Efrail'e kurduğu cümlenin ardından bana baktı.

 

"Karşında ki adamın ciddi öfke problemleri ve takıntıları var. Çekilmez, ciddi ve egoist adamın teki. Hayatın o topuklularının üzerinde kayabilir. Gerçi dışarıda ki talk showu izledim. Etkileyiciydi. İklimden daha iyi bir tercih olduğunda düşüncelerim aradında." Burada ki herkes oldukça çok konuşuyordu. Ağzına attığı fıstıkları yutup bana baktı. Efrailin bana evlenme teklifi falan ettiğini düşünüyordu. Kafasında ki eksik tahtaların yeri dolmayacak kadar çok olmalıydı.

 

Efrail'in elinde ki yüzüğümü alıp işaret parmağıma taktım. "İlk olarak kafanda ve ağzında sanatsal bir çalışma yapmamı istemiyorsan bir daha sakın iki kadını karşılaştırmaya kalkama." Elimdeki çantanın kapağını açıp yuvarlak ten rengi bir yara bandı çıkarttım.

 

"İkinci ve son olarak." Bedenimi Dağhanın olduğu taraftan çevirip Efrail'e döndüm. Yuvarlak yara bandının beyaz korumasını açıp Efrail'in saç bitiminden ki kesiğe iki parmağımın ile yapıştırdım. Kafasına vurur gibi bastırdığım için kafası bir kaç santim geriye doğru kaydı ve elimi geri çektim. Teknik olarak yapıştırmaktan çok alnına vurmuştum zaten. Bana afallayarak baktı. Bunu beklemediğini anlamak zor değildi.

 

"Bunu da o gece için teşekkür olarak kabul et ve artık karşılaşsak bile birbirimizi görmezden gelelim. Sen ve senin etrafında ki diğer takım elbise giyen, kaşları yarık ve ben tehlikeliyim diye bağıran adamlardan oluşan bela topluluğunu peşime takmak istemiyorum." Arkamdan gelen asansör sesi ile Efrailin ifadesiz yüzüne bakarak devam ettim. "Belli ki büyük sorunları olan bir adamsın ve bende sorunları olan bir kadınım. Beni kendi problemlerinin bir parçası haline getirme." Yüzlerimiz sınırları ihlal etmek için tek bir hareketimize bakarken kendimden emin duruşumu bozmadım.

 

"Yanlış zamanlarda yanlış yerlerde bulunan bir kadınsın. Böyle olmaya devam edersen bir çok insanın problemi olacağın kesin." Ellerini ceplerine yerleştirip bana yine tepeden bir bakış attı. Güldüm. Pekala bu beni ciddi anlamda güldürmüştü. Gözleri dudaklarıma düştüğünde yanağımda ki çukuru fark etti. Kafasını omuzuna doğru eğip bana bakmaya devam ettiğinde kaşları havalanır gibi hareket etti fakat ifadesini bozmadı.

 

"Yanlış yerde olup doğru şeyler yapan bir kadınım." Ellerimi göğsümde birleştirip onun tam karşısında dikildim. "Kaldı ki benim yanlışım ve doğrum seni ilgilendirmez. Yani bulunduğum durumlarda beni dert etme ben mutlaka her zaman işin içinden sıyrılmanın bir yolunu bulurum. Her anlamda önceliğim hep kendimdir." Benim için konuşma bitmişti. Ona ve bizi dinleyen adamları ile daha fazla aynı ortamda vakit harcayacak değildim. Bu yüzden arkamı dönüp açılan asansör kabinine doğru yürüdüm ve yüzümü ona doğru döndüm. Kapılar bakışlarımızı birbirinden koparmadan hemen önce duyduğum son ses ona aitti.

 

"Umarım bir gün yanlış yerlerde karşılaşmayız İfra çünkü bende önceliği her zaman kendi olan bir adamım."

 

🕯

 

Önümde ki beyaz taslak kağıdına çizdiğim soru işaretinin çizgisini karalamaya devam ettim. Kafamın içindeki gürültülü sorulara verecek hiç bir yanıtım yoktu. Bunalmıştım.

 

Ufak bir ses ile vurulup açılan kapı ile kafamı kaldırdım. Orta boylu, tenine sarı saç boyasının yakıştığını düşünen kadına baktım. Bazen kadınların ısrarla satışın olma çabalarını anlayamıyordum.

 

"Buyurun Hale hanım."Kendisi baş tasarımcının yardımcısıydı. Elim ile içeriyi işaret edip önümdeki kağıdı avucumun arasında buruşturdum ve masamın altında ki çöpe attım.

 

"Teşekkür ederim, girmeyeceğim. Yöneticiler ile toplantıdayız, içeriden seni çağırıyorlar." Kaşlarım çatıldı. Yöneticiler, baş tasarımcı dışında kimseyi toplantıya dahil etmezdi. Başım ile kadını onaylayıp yerimden kalktım. Odamda ki aynaya kısa bir bakış atıp çantamda ki kiraz renkli glossu çıkarıp dudaklarıma yedirdim. Üzerimde ki takımın yeleğinin uçlarını çekiştirip düzelttim ve odanın çıkışına doğru yürüdüm. Ayaklarımda ki kesikler sızladığı için arada bir parmak uçlarıma basarak ilerliyordum. Geçtiğim açık plan çalışma alanında gözlerim diğer ekip çalışanlarına değdi. Çoğu değil ama belli başlıları bakışları ile beni iğneliyorlardı. Kafamı iki tarafa sallayıp bakışlarımı kinlerinden bir adım dahi ilerleyemeyen zavallılardan çektim.

 

Toplantı salonunun kapısına geldiğimde iki kez vurup kulpu içerden aldığım komut ile indirdim. Yutkundum ve içeriye doğru adımlayıp masanın ucunda durdum.

 

K&V'nin kurucusu ile karşı karşıyaydık. Aramızda ki oldukça uzun bir masanın ardından göz göze geldik. Sosyal medyada, haber kanallarında ve magazin dergileri dışında görmediğim adam canlı bir şekilde karşımdaydı. Bu markanın temiz işler çıkarması, dahada ilerlemesi için yapmadığım şey yoktu. Buraya olan bağlılığımı anlatabilecek bir kelime secemiyordum. Başarıyı tattığım bu noktada Yalçın bey ile aynı odada bulunuyor olmak benim için büyük bir gururdu. Kendisi kırkların sonunda beyaz saçlı, yaşlı bir adama göre dinç vücutlu biriydi.

 

Gözlerim masaya ayrılan sandalyelere kaydı. Hepsi teker teker, hissedar ve şirket yönetimindekiler ile doluydu. Bu kadar önemli bir toplantıya neden davet edildiğimi anlamadığım için sessizce beklemeyi tercih ettim.

 

"İfra Mevda Sivari Efendim. Kendisi şirketimizin ses getiren tasarımcılarından." Oldukça yaşlı olan ve bana her daim sert önerilerde bulunsada her cümlesinden ders çıkardığım baş tasarımcımız ile gözlerim kesişti. Beni marka sahibine tanıtıyordu.

 

"Biliyorum." Yalçın beyden gelen ses ile şaşırsamda ifademi sabit tuttum. "Onun ismini bu sıkalada bir çok kişinin bildiğine eminim. K&V'nin maskotu olma yolunda olduğunun farkında mısın?" Bu kez kaşlarım çatıldı.

 

"Anlayamadım efendim."

 

"Markanın serilerinin bir çoğu senin kaleminden çıkıyor. Düzenlediğimiz defilelerde ikonik tasarımların ile bizi gündemden düşürmüyorsun. Başarılısın ve bunun farkındasın." Söyledikleri benim dışımda onu da oldukca memnun ediyordu. Yüzünde ki ifade bunun bir kanıtıydı.

 

"Diğer şirketlerde bunun farkında. Seni benden satın almak isteyen markalar var. Yeni kurulan, gelecek vaad eden, batmak üzere olan, rakip markalar uçuk fiyatlar teklif ediyor." İki elimi de arkama alarak bel uyuntumun üzerinde birleştirip dinlemeye devam ettim. Bu teklifler şahsi numaramdan aranıp bana da yapılıyordu. "İsmini bu marka adının altında duyurdun. Yeteneğin var fakat adının bu kadar köklü bir şirkettin altında parladığını unutma. Piyasada bizim kadar dış ülkelerin mağazalarına tasarım elbise gönderen bir firma daha yok. Tüm harita elimizde yinede bizi bırakmak gibi bir düşüncen var mı Mevda?" Bana üstü kapalı bir şekilde göz dağı veriyordu. Onu anlıyordum, trilyonluk bir markanın sahibine göre davranıyordu.

 

"K&V için neleri feda ettiğimi kimse bilmese dahi şirketin kameraları mutlaka şahittir. Dışarıdaki çizim masalarında en çok benim parmak izlerim vardır. Kimsenin umursamadığı ufak detayları dahi kusursuz kılmak için defalarca çizip sildiğim, açıp bitirdiğim kalemlerin çöplerinde bahsetmiyorum bile. Piyasa kontrolu icin dolaştığım mağazalar, girip çıktığım kumaşcıların haddi hesabı yok. Bazı günler bunun için işe metroyla, otobüsle gidip geliyorum. İnsanları gözlemliyorum, ne giydiklerine bakıyorum. Dünya modasını takip etsekde Türk kadının tercihlerini ve tarzınıda çizimlerime yansıtmaya çalışıyorum. Anlayacağınız adımı yalnızca K&V adı altında parlatmıyorum. Aklımı kullanıyorum Yalçın bey. Eğer olur da markayı bırakacağımı düşünüyorsanız; emek verip özenerek kestiğim kumaşı buruşturup bir köşeye atmam merak etmeyin."

 

Ortamda oluşan sessizliğin ardından Yalçın beyin kahkaha atarak beni alkışlamaya başlaması ile afalladım. Ellerini masanın üzerine yerleştirip eğildi ve bana kaşlarını kaldırarak baktı. Alnında kırışan deriden gözlerinde ki ifadeye yoğunlaşıp bana vereceği karşılığı bekledim.

 

"Senin gibi genç ama potansiyeli oldukça yüksek tasarımcıyı bir daha nasıl buluruz hiç bilmiyorum." Aldığım iltifat ile kalbim hızlanırken ellerini masadan çekip doğruldu. Masada oturan herkes sessizdi ve bizi izliyordu.

 

"Boş bir sandalyeye oturabilirsin." Eli ile isaret ettiği yere ilerleyip hemen oturdum. Resmen toplantıya katılmamı istemişti.

 

"Yeni serinin çizimlerine başladınız mı Gülhan hanım?" Gülhan hanım diye hitap ettiği markanın baş tasarımcısıydı.

 

"Henüz başlayamadık. Biliyorsunuz sezon çizimlerini daha yeni tamamladık. Önümüzde ki ay başlamış oluruz." Yalçın bey başını iki yana salladı.

 

"Çok geç. Piyasayı yönetiyorken ilk koleksiyonu çıkaran biz olmalıyız." Bir süre sessiz kalıp devam etti. "Kulağınıza diğer şirketler hakkında bir bilgi geldi mi? Hazırlığa başlayan seri çıkaracak olan bir marka var mıymış?" Yönelttiği soru odada derin bir sessizliğe neden olurken kimseden ses çıkmıyordu.

 

"Diğer markalar sezon çalışmalarını dahi bitirememiş. Aksi bir durum olduğunda mutlaka size ileteceğim efendim." Konuşan Şahin beye en yakın masada oturan en az onun kadar yaşı olan bir adamdı. Toplantının geri kalanında bütçeler, marka değeri,yapılandırma ve yıllık bilanço ile ilgili bilgi alışverişi aynı zamanda öneri bazlı konuşmalar ile geçmişti. Sesiz kalıp yalnızca dinleyerek geçirdiğim toplantının sonunda tüm gün yeni koleksiyon için fikir çizimleri yapmıştım. Hem seri için renk periyodu oluşturup hemde yeni seri tasarımlarını çizmeye çalışıyordum. Olduğum yerden daha da yükselmek istiyorsam bir çok işi aynı anda yürütebilmeliydim.

 

Uzun süre sonra sandalyeden kalktığımda belime saplanan ağrı ile yüzümü buruşturdum. Ağrı kısa surede dalgalanarak sırtımın belli bir bölgesine saplanınca ellerim ile sırtımı ovuşturmaya çalıştım. Uzun süre oturarak çalıştığım için bu durumu normal karşılıyorum.

 

Yavaşça arkamı dönüp geniş bej rengi dolapların kapaklarını açtım ve kumaş rulolarına baktım. Parmaklarımı üstlerinde gezdirip elbiseye uygun dokuda kumaş seçmeye çalışıyordum. Yırtmaçlı oldukça derin bir elbise tasarlamayı düşünüyordum. Yırtmaç detaylı bir elbiseye en çok yakışan kumaş benim için saten ipekti. Daha sonra elbisenin favori detaylarına ayrı kumaşlar eklenecektim. Eğilip siyaha yakın bordo kumaşı alacakken sırtıma saplanan acı ile inledim. Ellerim rafa sıkıca tutunurken dizlerimin bükülüp titrediğini gördüm. Bu normal değildi. Acı beynimin ortasında atmaya başladığında çalınmadan açılan kapı ile omuzlarımı dikleştirmeye çalıştım. Bedenimi çevirip gelen bakarken parmak uçlarım ile masaya tutunma ihtiyacı hissetmiştim.

 

Şahin içeriye attığı bir kaç adım ile tam karşımda durmuştu. Parmaklarım ile tutunduğum yeri daha fazla sıktım. Beni o patlamada yalnız bırakıp nasılda karşıma çıkıp yüzsüzce gözlerime bakabiliyordu.

 

"Niye buradasın." Ona olan öfkem belimde ki acıyı bir nabız gibi arttırıyordu. "Çalıştığım yere gelemezsin." Ellerim ile ayakta durabilmek için destek aldığım masaya oda ellerini yaslayarak eğildi. Alyansını parmağına taktığını fark ettiğimde babasının yanından geldiğini anlamıştım.

 

"Saat on Mevda. Mesain yaklaşık üç saat önce bitti." Kafasını eğerek "Her zamanki gibi şirketten en son yine sen çıkıyorsun." Diye devam etti. Söylediklerini umursamayıp "Neden geldin Şahin."dedim. Gözleri ismini söylemem ile dudaklarıma düştüğünde kaşlarımı çattım.

 

"Sinirlisin." Ellerini masadan çekip dikleşti. "Bana." Diye ekledi. "Neden?" Diye sorduğunda derin bir nefes alirken buldum kendimi.

 

"Şahin cidden oldukça yorgunum ve seninle uğraşacak tahammülüm kalmadı. Neden geldiğini söyle ve her zaman yaptığını yapıp, yalnızca git." Gözleri gözlerimde kitlenip kaldı.

 

"Dün seni restorantta bıraktığım için mi?" Hayretle kaşları havalandığında ona alındığımı düşünüyor oluşu sinir bozucuydu. "Sen cidden buna alınmış olamazsın değil mi?"

 

"Patlama oldu. Yangın çıktı." Parmak uçlarıma bastırarak bedenimi dikleştirmeye çalıştım. "Beni kurtarman gibi bir beklentim yoktu. Kendi götünü kurtardıktan sonra en azından ölüp kaldım mı diye dışarıda bekleyebilirdin." Güldü. Komik olan neydi bilmiyordum ama söylediklerim onu güldürdü.

 

"Sen, böyle biri değilsin Mevda. Senin, birinin seni merak etmesine ihtiyacın yok. Kurtarılacak, zorlandığında elinden tutulacak bir kadın değilsin." Duyduklarım ile parmak boğumlarım beyazlayacak kadar masaya tekrar sıkıca tutundum. "Herşey ile baş edebilirsin. Emin ol orada ki insanlar senden daha çok kurtarılmaya muhtaçlardı."

 

"Neden buradasın." Sesim o kadar soğuk, ruhsuz çıkmıştı ki bir an sanki hiç dudaklarımı hareket ettirip konuşmamışım gibi hissetmiştim. Bu ses, bana ait olamayacak kadar yabancıydı bana. Gözlerime baktı. Afallayışını görsemde kendisini toplaması bir kaç saniyesini aldı. Ona karşı diktiğim duvarları artık bir an bile indirmeyi düşünmüyordum.

 

"Bu kadar umursamaz soğuk olman beni deli ediyor. " Biliyordum. İlgisiz kalmış bir çocuğun yetişkin olduğunda her kadından ilgi beklemesi çok doğaldı. Ama o benim ona göstereceğim alakanın layığı bir adam asla olamazdı.

 

"Takıldığın kızlar seni yeterince umursuyordur. Benden ne istiyorsun Şahin?" Agresif ifadesini yüzünde korurken "Bazen beni kıskandığını düşünüyorum biliyor musun?"Dedi. Gözlerimi devirip ellerimi masadan çekip dik bir şekilde ayakta durmaya çalıştım.

 

"Midesiz bir adam olduğunu yüzüne vuruyor oluşum seni bir ergen gibi heyecanlandırıp, ucu bucağı olmayan hayal dünyanda sana aşık olduğumu mu hayal ettiriyor?" Masanın etrafından dolaşıp gerilen yüz kaslarına baktım. Tam onun karşısına geldiğimde durdum.

 

"Sana aşık değilim olmamda. Sana hissettiğim ve gösterdiğim tek duygu anlayış olur. Sebebini ikimizde biliyoruz. Birbirimizi kandırmamıza gerek yok. Bu nişan zorunluluk ile gerçekleşti. Babalarımız seçenek bırakmayarak bize bir yol çizdi. Ben bu yolu istemeyerek onayladım, aynı şekilde sende. Bu yüzden senden ilgi, alakala, sevgi, aşk gibi duygular beklemiyorum. Sende bekleme. Yalnzıca tehlike anında insanı duygularımızı koruyalım ve birbirimizi tanıdığımız için en azından iyi bir haldemiyiz diye kontrol edelim. Anlatmaya çalıştığım şey bu." Gözleri iki gözümde de mekik dokuyarak gidip geldi. Beni tam anlamıyla anladığında başını salladı.

 

"O an acele ile çıkmamız gerekti. Yoksa seni mutlaka bulmaya gelirdim." Sakin bir ses tonuyla konuştuğunda en azından yapyığı açıklama için çatılı kaşlarımı düzelttim. "Buraya bir süre evden çalışman gerekiyor demeye geldim."

 

"Neden?" Diye anlamayarak sordum.

 

"Baban sana anlatmıştır. Babama ait bir yük gemisinin patlattılar. O geceki patlamanın kaynağı buydu."

 

"Bunun benim iş hayatım ile olan alakasını anlayamadım?" Bana cevap vermedi. "Patlayan gemide ne vardı Şahin?" Aramızda ki sessizliğin ipleri gerilip koptuğunda Sakince konuşabildiğimiz sürenin sonuna gelmiştik. "Babanın senden beni eve kapatmasını isteyecek kadar nasıl bir işin içine girdiniz?" Eli ile Alnınında ki saçları geriye doğru tarayıp eski şeklini vermeye çalışırken sıkıntılı bir ifadesi vardı.

 

"Uyuşturucuydu değil mi? Gemide uyuşturucu vardı. Allah belanızı versin!" Elim ile onu omuzlarına vurarak sertçe geriye doğru ittirdim. "Sizin gibi insanlarla tek bir saniye daha muhatap olmayacağım!" Beni bileklerimden yakalayarak durdurdu.

 

"Tamam,dur! Gemi uyuşturucu yüklüydü, doğru. Polise yakalansa dahi babam rüşvet verip maddeyi yine piyasaya çıkarırdı fakat gemi patladı. Bu işi babam tek başına yapmıyor. Patlama büyük bir olay, anlıyor musun?" Bileklerimi koparır gibi ellerinden kurtardım.

 

"Bizimkiler sahte bordro numarası olan bir gemiyi radarlara yakalatmadan tek seferde ülkeye sokmuşken kim olduğunu bilmediğimiz biri babamları resmen parmağından oynatır gibi tongaya düşürmüş." Ona hırs ve tiksintiyle baktım.

 

"Biliyor musun keşke benimde babanın pis işlerinin altına mayınlar yerleştirerek gücüm olsaydı." Yüzünde yamuk bir gülümseme oluştu.

 

"Ama yok. Bunu yapanda uzun süre yaşayacak gibi değil. Kim yaptı bilmiyorlar ama babamı tanıyorsam bulunması uzun sürmez. Senden istediğim yalnızca bu iş hallolana kadar bir kaç gün evden çıkmaman."

 

"Buna gerek yok. Ben kimseye bir şey yapmadım." Benim sorumlularım vardı. Öylece bana evden çıkma diye kurallar koyamazdı.

 

"Anlamada problem mi yaşıyorsun kızım? Sana sen bir şey mi yaptın dedim. Olası her hangi bir soruna karşı geri planda kal diyorum. Devletin bile ruhunun duymadığı işi cözmüşler diyorum. Seni fark etseler ne olur hayal dünyan bir kaç senaryo üretebiliyor mu?" Kolumu hırsla yakalayıp beni kendisine doğru çektiğinde onu göğsünden ittirdim.

 

"Bir yılda beni kimse fark etmedi etmezde. Tabi senin yersiz ve zamansız karşıma çıkmaların, yanıma gelmelerin olmasa babam başkan seçilene kadar çoktan senden kurtulmuş olurum. Şimdi geldiğin gibi git ve beni rahat bırak. Daha hazırlamam gereken bir koleksiyon var." Gözleri karardı. Bu ifadeyi ondan ilk görüşüm değildi.

 

"Yetiştirmen gereken çizimler var demek." Onu umursamıyor oluşumun verdiği bir kibir ile baktı bana. Eli ile masanın üzerinde ki tüm uğraşıp çizdiğim çizimleri savurarak yere düşürdü. "Başıma bela olarak kalmandan daha önemli iki kıytırık elbise için mi bu dik bakışlar ha?" Onun bana söylediği tek bir cümleyi dahi umursamıyor oluşum delirmiş olmalıydı. Her zaman olduğu gibi öfkesini benim için önemli ne varsa onda zarar vererek çıkarıyordu. Beni kendi yoluna geçirebilmek için eline şuan bir bıçak verilse derimi yüzerdi.

 

"Beni deli ediyorsun! Bir kerede dediğimi işleri zorlaştırmadan yapsan burnun yere düşmez." Saatlerce uğraştığım renk tonunu ayaraladığım çizimlerimin bazıları yırtılarak bazıları buluşarak yere düşüyordu. "Kibir, kin dolu ifadene katalanamıyorum artık! Canını istiyorum sanki!" Yüzüme doğru bağırdığında ona yalnızca bakamaya devam ettim. Alıp verdiği nefesler yüzümü sıyırıyordu. "Şu gözlerine, duruşuna bak. Neden bu kadar zorsun?!" Bağırırken kızaran yüzüne kafasında atan damara sakince baktım. Bu sakinliğimin onu dahada delirttiğinin farkındaydım.

 

"Kolay biri olsaydım yönetilirdim. Ben yönetilecek bir kadın değilim. İstersem yaparım istemezsem beni bir adım dahi ileriye attıramazsın." Kafamı kaldırıp onun gözlerine daha yakından baktım. "Beni kontrol edemezsin Şahin. Sen babanın senin üzerine bağladığı kukla iplerini benim ellerime de düğümleyip hareket ettirmezsin." Sinirden gözleri dolmaya başladığında çenesini o kadar çok sıkıyordu ki kemiği oldukça dışarıya çıkmıştı.

 

"Buraya babanın emri ile geldin. Beni her şeyden korumak ister gibi bir hali var. Henüz anlayamıyorum ama nedenin eminim ki asla bahane ettiği sebepler olmadığına eminim. Ortada bir dümen dönüyor Şahin. Biliyor musun bilmiyorum ama fark ettiğim an herkesin fark etmesini sağlarım. Bir şeyleri patlatamasamda can yakacağıma emin ol." Bir adım geriye giderek ona son kez baktım. "Benim varlığımdan babanın pis dünyasının haberi yok, olamsı da imkansız. Bu yüzden, ben işime gelip gitmeye devam edeceğim sizde kendi isiniz ile ilgilenin." Masanın üzerinde duran kol çantamı alıp Şahine sırtımı döndüm ve odadan çıkmak için yürümeye başladım. En son gördüğüm şey onun yüzüne yayılan saf öfkeydi. Onu adam yerine koyup dinlemediğim dediğini yapmadığım için bu nefretin hedefiydim.

 

Susup herşeye boyun eğmediğim için böyleydik. Belki de ben kuyruğu kıstırılabilen bir kadın olsaydım Şahinle ciddi bir ilişkinin içerisinde olabilirdik. Fakat ben sınırlarımı, karşımdakinin yerini ve haddini her defasında bildirdiğim için iki düşman taraftık. Ona göre ben bir canavardım. Duygularım ve hislerim yoktu. Bana görede o, babasının yönlendirdiği, dışlanmış ruhunda ki yaralı çocuğu saklayan bir adamdı.

 

"Bir yerde geberip gittiğinde cesedini aramayacağım!" Duyduğum şey ile duraksar gibi olsamda hızımı kesmeden ilerledim. Her zaman canımı yakmanın bir yolunu bulurdu. "Beni duydun mu Mevda Sivari?! Ortadan kaybolduğunda tıpkı baban gibi senin için kılımı dahi kıpırdatmayacağım."

 

Karanlık koridora adım attığımda yutkunup burnumdan derin bir nesef aldım. Bende insandım. Ayaklarımın üzerinde kalmak için verdiğim savaş beni metalden zırhla kaplamıyordu. Değersizlik duygusu ayaklarıma dolabınıp beni her defasında dizlerimin üzerine düşürmeyi başarıyordu.

 

Koridorun sonunda ki asansörün önünde dikilen Nihle ile göz göze geldiğimde dikleştim. Her şeyi duyduğuna emindim. Ona verdiğim saatte aşağıya inmediğim için çoktandır burada beni beklediği açıktı. Topluklarım ile yeri sertçe döverek yanına ilerlemeye başladığımda çıktığım odadan gelen devrilen esya sesleri ile yürümeye devam ettim. Asonsörü çağırıp açılan kapıdan geçmemi bekledi. Kabinde yan yana dikilirken bana olan bakışlarını aynadan görüyordum. Gözlerinde ki ifade karmakarışık bir afallamaya benziyordu. Aslında sanki üzgündü. Buna ihtiyacım yoktu. Kimsenin beni düşünüp, üzülmesine, zayıflık göstermesine ihtiyacım yoktu.

 

"Önüne dön." Sesim ile irkilip farkında olmadan bana baktığını anladı ve önüne döndü. Açılan asansörün kapısında hışım ile çıkarken güvenlik görevlisinden başka kimsenin olmadığı lobide topuk seslerim çınlıyordu. Dışarıya attığım ilk adımda soğuk ıslak hava çivi gibi tenime çarptı. Öyle ki durduğum yerde avuçlarım yumruk şeklini almıştı. Arkamdan koşar adımlarla yanıma gelen Nihle üzerinde ki ceketi çıkarıp omuzlarıma bıraktı. Onu engellememe fırsat vermeden arabaya doğru yürüyüp kapımı açıp geçmem için bekledi.

 

Gözlerimi omuzuma bıraktığı basit siyah takım ceketine ardından Nihlenin gözlerine çevirdim. Çıkarıp ona versem kalbi kırılacaktı yada işinin şoförlük olması gerektiğini tek hareketim ile aşağılayarak hatırlattığımı düşüneceği için bu hareketini arabaya girerek görmezden geldim.

 

Aslında sorun bendim. Sorun benim bu zaman kadar oldukça gaddarca yaşamak zorunda olduğum için iyi olan her şeye ters tepkiler vermemdi.

 

Akıp giden yolu cama çarpan yağmur damlaları ile izleyerek geçirirken içim bulanıyor, belim ağrıyordu. Şahinin düşünmeden kurduğu cümleler psikolojimi mahvediyordu. Umursamamalıydım, kulağım ona sağır olmalıydı ama olmuyordu. Bir senedir birbirimizi tanıyorduk. İçimde ki yaraları hassas noktalarımı biliyordu. Beni acıtacağı yeri ondan daha iyi bilen biri varsa o da babamdı. Ona duygusal olarak bir bağlılığım yoktu. Sadece insan bir başkasının ağzından kendisini gerçekten incitecek cümleler duyunca içi ağrıyordu.

 

"Bu kadar düşünmeyin." Gözlerimi camdan çekip dikiz aynasından Nihleye baktım. Tüm dikkati yoldaydı. "Canınızı yakan cümleleri o odada bırakın. Bırakmazsanız işkenceniz bitmez." Kırmızı ışık yandığında yavaşça durdu. "Belli ki bir savaş var. Ayaklarınız yere değiyorken üzerlerine basıp geçin. Duygusal hamlelere üzülerek karşılık vermeyin. Şahin bey gözlerinize bakıp size kurduğu cümlenin enkazında ağladığınızı çok net görebilir."

 

"Gözlerime bakıp gördüğü tek şey saf nefret olur." Araç hareket ettiğinde kafasını iki tarafa sallandığını gördüm. Hiç bir şey bildiği yoktu.

 

"Siz kendi gözlerinize bakınca nefreti görüyorsunuz. Ama o an, ben ve Şahin bey içinizde ki yıkılan enkazı gördük." Kimse bana duygularımı saklayamadığımı söyleyemezdi. Ben ölmek üzere olsam dahi öleceğimi belli etmezdim. Ona bir cevap vermedim ve kafamı cama doğru çevirdim.

 

"Dışarıdan bu gün gelen birine göre beni fazla izliyorsun Nihle."

 

"Şuan mesleğim bu efendim." Derin bir nefes alıp göğsümü şişirdim.

 

"Hayatım hakkında fikir beyan etmek meslek içeriğini kapsamıyor. Yorum yapma. Şahin ile aramda geçen tüm konuşmayı unut. İçeriden dışarıya tek bir bilgi dahi sızdırmaya kalkma. Benim ile duygusal konuşmalar yapma. Bana bu gün dediğini unutma; senin benim ile arkadaşlık kurmana ihtiyacın yok." Evin bahçesine giren araç bozuk taşlı yolda sendelenmeye başladığında çok gecmeden durdu. Ayağımın tekini araçtan dışarı çıkarırken durup kafamı tekrar Nihleye çevirdim. "Ayrıca," üzerimde ki ceketi çıkartıp yan koltuğa bıraktım. "Ceket için teşekkür ederim. Yarın senin için üzerinde ki tuhaf kumaşlı takımlarından daha iyi giysiler ayarlayacağım. Bundan sonra onları giyineceksin." Araçtan çıkıp kapıyı kapattım.

 

Sivri uçlu topuklarım ile taşları eze eze ilerleyip düzgün zemine ulaştım. Çantamın içine sıkıştırdığım ev anahtarım ile kapıyı açıp kapattığımda karanlığa gözlerimin alışmasını beklemedim. Salona açık plan olan dış kapının önünden ayrılıp iki basamaklı merdivene basıp ilerledim.

 

Yankılanan topuk seslerim evimi inletirken duyduğum metalik ses ile kaldırdığım adımım havada kaldı. Ense köküme temas eden soğuk demir tüylerimi ürpertiyle havalandırmıştı. Ayağımı diğerinin yanına indirip topuk sesini tekrar çıkardığım da kafamı arkamda bana silah kaldıran kişiye doğru çevirdim. Karanlıktı. Tek bir ışık huzmesi dahi yoktu. Elimi kaldırıp duvara dokunarak lamba anahtarını buldum ve ışığa bastım.

 

Ve ışık her zamanki gibi acılarımı aydınlattı.

 

 

Olduğum yerden biraz daha ileriye gidebilmem için bana yardımcı olamak ister misin? İlk olarak yıldızı gülüşün gibi parlatmak ile başlayabilirsin. Sonrası için kitabımı tıpkı senin gibi bir başka okura önerebilir misin? Şimdiden her iki isteğimi gerçekleştirdiğin için teşekkür ederim 🤍

 

Koşulsuz ve şartsız, sizi hiç tanımayan biri tarafından sevildiğinizi unutmayın.🕯

 

28:06:2024 22:08

 

 

Loading...
0%