Yeni Üyelik
10.
Bölüm

9.§V🕯

@visnelicorek

 

Kitaba bıraktığınız yorum ve oylar benim için çok önemli. Kitabı ne kadar çok okumayı istediğinizi, bölüm hakkında yorumlarınız olduğunu düşünmemi sağlıyor. Beni yazmaya teşvik ediyor. Sizleri seviyorum. Lütfen sizde kitabımı seviyorsanız ona hak ettiği değeri verin 🤍🕯

 

 

İlahi Bakış Açısı ( 2010 yılı)

 

Bir çocuğun bileklerine geçirilmiş halattan kukla ipleri değil salıncaklar yapılmalıydı. Bir çocuğun göğsüne, ruhunu yutan karanlık yerine ışık tutan mumlar yakılmalıydı. Yine aynı çocuğun kalbini yetim bırakan hisler değil şefkatten çiçek açmış duygular bırakılmalıydı.

 

Ama o çocuğa; parçalara ayrılmış bir ip, göğsünde sönmüş bir ışık ve kalbinde kaburgalarını ağrıtan bir ağrı ile baş etmeyi öğrettiler.

 

Şimdi o çocuk ellerini önünde birleştirmiş oldukça umutsuz ve mutsuz bir şekilde okul bahçesinde bekliyordu. Parmaklarını bütün huzursuz duyguları avuclamış gibi birbirine geçirmişti. Avuç içleri sızlıyordu. Yarılıp, gürleyen göğün altında ürksede mavi okul önlüğünü ıslatan yağmurdan korunmak için bir çabaya girmeden öylece dikiliyordu. Annesi giysilerini ıslattığı için ona kızacaktı. Zaten annesi ona hep kızardı.

 

İsterdi, isterdi ki bu bekleyişin sebebi babasının onu okuldan gelip alması olsun. Aslında küçük kalbi isterdi ki anne ve babası birlikte onu okuldan bir aile gibi almaya gelsin. İsterdi, arkadaşları artık onun bir babası olduğuna inansın. Yada isterdi, aynı sırayı paylaştıkları annesinin onu sevgiyle kucakladığını düşünsün. İsterdi işte, Mevda o ufak kalbiyle sadece ses çıkarmadan istemeyi bilirdi. Kimse duymadan, bilmeden, içinden, zararsız bir şekilde isterdi...

 

Dudağında umutsuz bir kıvrım oluştuğunda orada ki yaranının sızısı ile yüzünü buruşturdu. Elini refleks olarak dudağına kaldırırken avuç içlerinde ki acıda gün yüzüne çıkmıştı. Eğilip ellerine baktı. Düştüğü için soyulmuşlardı. Kehribar rengi hareleri giyindigi beyaz çorabın kan ve kirli kumaşında durdu.

Gözleri doldu, yağan yağmur yüzünü yıkarken içinde ki kargaşadan akan yaşları gizliyor oluşuna sığındı. Parmak boğumları sızlayana denk önlüğünün kumaşını sıkarken orada bir kırışıklık yarattığının farkındaydı. Annesi bunu görse sağlam bir fırça yiyeceğine emindi.

 

Annesine göre bir kız her zaman düzgün giyimli, temiz ve bakımlı olmalıydı. Annesi Mevdanın tam tersi olduğunu düşünüyordu. Onu istediği kalıba sığdırmak için katı bir disiplin uyguluyordu. Mevda bazen kendisini bir çocuk değil, yanlışlarla, kusurlar ile dolu düzeltilmesi gereken oyuncak bir bebek gibi hissediyordu.

 

Bu sabah uyanık gördüğü annesini fark ettiği an koşarak saçlarını ördürdüğünü hatırlayınca eli panik ile başının üzerine gitti. Annesinin onu sevdiğini, kızı olarak gördüğü anlardan bir tanesine denk geldiği için mutluydu. Elleri ile saç örgüsü ıslanmasın diye yağmurdan korunmaya çalışırken oldukça büyük bir çaba icerisindeydi. Örgüsünün ucuna taktığı tokayı gülümseyerek dahi o seçmişti.

 

Bu sabah onu ilaçlarını içmiş, sakin ve kendinde görmüştü. Mevdanın saçlarını örmüş, kahvaltı hazırlamış ve okula bırakmıştı. Mevda herzaman annesi Sahra'nın bu haliyle karşılaşmıyordu.

 

Onun için çocuk olmak zordu.

 

Onun için bir annenin ve bir babanın kıza olmak oldukça zordu.

 

Neyse ki Sahra eve gönderilen yardımcı tarafından düzenli olarak ilaçlarını almaya başladığından beri artık zihninin iplerini elinde tutabiliyordu.

 

Mevda yinede mutluydu, annesinin bakışlarında gördüğü duygu sevgiydi. Bir annenin kızına duyduğu koşulsuz sevgi...

 

Duyduğu topuk sesi ile ufak zihninde oluşan girdaptan çekilip ana geri geldi. Yere dökülen yağmur taneleri hız kazanırken başını yavaşça arkasına çevirdi. Annesi okulun demir kapısını hızla açıp merdivenlerden ayaklarını yere vura vura iniyordu. Genç kadın sinirliydi. Kanında bütün vücuduna dolanan tek duygu öfke ve sinirdi. Bu duygu ona bir uyuşturucu bağımlısı gibi hissetiriyordu. Titreyen elinin teki ile çantasını sıkıca tutuyor diğer teki ile de şemsiyenin sapını kavrıyordu.

 

"Sırılsıklam olmuşsun. Sana müdürün odasının önünde bekle dedim!" Mevda bu çıkışa karşı kafasını önüne doğru eğip sessizce bekledi. Genç kadın kızına dikkatlice baktığında ona istemeden sesini yükselttiği için derin bir nefes aldı. Mevdaya kötü davranmak istemiyordu ama kafasının içinde ki sesler onu oldukça zorluyordu. Şuan kendisini her etkene karşı sinirli hissediyordu. İlaçlarını içme saatinin gelmiş olma ihtimali oldukça yüksekti.

 

Elinde ki şemsiyeyi açıp ikisinide yağmurdan korumaya başladığında sakince "Yürü İfra." dedi. Ona hep İfra derdi. İfra adını kendisi koymuştu. Mevdayi ise babası.

 

Okul bahçesinden yan yana çıkmaları alışılmış bir görüntü değildi. İfrayı çoğunlukla bir şoför okula götürür daha sonrada alır ve eve bırakırdı. Bu kez bunun tersini yaşanmasını sebebi sınıftaki diğer çocuklar ile kavga etmesiydi. İfra dördüncü sınıfa geçtiğinden beri arkadaşlarının sorgusu, zorbalamaları altında kaldığı bir dönemden geçiyordu. Her zaman sessizdi. Karşılık vermeden usulca sırasında otururdu. Çünkü yapması gereken buydu.

 

Annesinin açtığı kapıdan geçip koltuğa yerleştiğinde dahi sessizdi. Sadece bekliyordu. Annesi sormadan anlatmaz, sorduğunda ise onu cevapsız bırakmazdı.

 

Genç kadın direksiyon koltuğuna oturup kapıyı kapattığında aldığı derin nefesi şişen göğsü takip ediyordu. Arabanın yüzeyine düşen yağmur tanelerinin çıkardığı sesler, sanki bir zihnin zehirli düşüncelerini yıkmak için vuruyor gibiydi. Genç kadın, kafasını yavaşça arkaya doğru çevirdi. Kendisiyle aynı göz rengine sahip olan kızına baktı. Gözlerinin kızardığını gördü. Dudağında ki ufak yaradan ki kuruyan kana, bacağında ki parçalanmış çoraba ve kanayan dizine baktı.

 

İçinde ki hislerin ağızından dökülen yorgun nefesleri ensesinde hissediyordu. İfra onun kızıydı, zihninde ki hastalık yüzünden İfra ile olan anılarını pek hatırlamasa da onu doğurduğunu, kendi kanından canından olduğunu biliyordu. Nasıl yaparlardı? Canını nasıl yakmaya cüret edebilirlerdi?

 

"Bana ne olduğunu anlat." Sesinde ki şefkat ile İfranın bakışları ellerinin üzerinden annesine kalktı. Yutkundu. "Bana her zaman doğruları söyleyen bir kız oldun. Şimdide doğruyu söylemeni istiyorum İfra. Anlat annene. O sınıfta ki çocukların annelerinin iğrenç tavırlarının, senin bu halde olmanın sebebi ne? Senin ağzından duymak istiyorum." Kafasını eğip parmakları ile oynamaya başladı. Utanıyordu. Annesinin bu sebep ile okula gelmesine neden olmaktan utanç duyuyordu.

 

Genç kadın ince zarif eli kızının çenesine dokunduğunde yara olan noktayı okşayıp göz göze gelmelerini sağladı. "Sana kızacağımı düşünme sakın. Sana hiç bir zaman kızmam güzel kızım." Hatırlamıyordu. Geçirdiği ataklar, içtiği ilaçlar yüzündendi. Hastalığı yüzündendi. Eğer hasta olmasaydı kızına olan davranışları şimdi olduğu gibi olurdu. İfranın dudaklarında oluşan gülümsemenin hemen ardından gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı. O bununla baş etmeye çalışan ufak bir kız çocuğuydu.

 

"Ben," küçük, soyulmuş elleri ile yüzünün derisine dökülen yaşları sildi. "Onlara anlatmadım, yemin ederim." Titreyen çenesini yine titreyen dudakları takip edince gözlerinde yeşeren korku kendini bildi bileli vardı. Eğer babasının kim olduğunu birine söylersen annesinin nefreti ile karşı karşıya gelirdi.

 

"Söylemedim anne. Yemin ederim ki babamı kimseye söylemedim." Kendini savunmak için defalarca yemin ederek titreyen sesi ile konuşmaya devam ettiğinde hıçkırıkları tüm arabanın içine yayiliyordu. "Ben biliyorum, biz onu kimseye söylememeliyiz."

 

Sahra kızı gibi olan kehribar rengi gözleri ile şaşkınlık ve ne yapacağını bilememiş bir şekilde kızına bakarken kendini toparlayıp arkaya doğru uzandı. Yaşıtlarını hayran bırakan güzellikteki yüzünü avuçlarının arasına aldı.

 

"Şhh, ağlama." İfra yanaklarında hissettiği eller ile daha fazla ağlamaya başladığında annesinin gözlerinde gördüğü duyguların gerçekliğine inanmak istedi. O annesiydi buna emindi. Ama ilaçlarını alamdığında, onu görmeye tahammül edemeyen, her sabah uyanır uyanmaz İfrayı odasına kitleyen ve hor gördüğü kızına ölçülü yemek vererek çocukluk yaşantısını kısıtlayan bir kadına dönüşüyordu. İfra bunu bildiği için şuan ona şefkatle bakan annesinin elleri altında daha şiddetli ağlamaya başladı. Keşke hep böyle davransa diye içinde dualar etti.

 

"Yalvarırım böyle içli ağlama İfra'm." Yanaklarına sürtünen parmaklar küçük kızın göz yaşlarını silsede yenileri oldukça hızlı bir şekilde akıyordu.

 

"Yemin ederim Anne. Babamı kimseye anlatmadım." Yutkundu, burnunu çekerken yaşadığı hayatın acısı altında çocuk bedeninin ezildiğini hissediyordu. "Bana, senin bir ailen yok dediler." Çığlık ata ata ağlamaya devam ettiğinde oldukça şiddetli bir duygu boşalması yaşıyordu. Annesi ona telkinler verse dahi İfranin tek istediği bir çırpıda olanı biteni anlatmaktı.

 

"Var, dedim. Benim bir annem babam var dedim. İnanmadılar. Yemin ederim ki isminizi vermedim a-anne. Senin üzerine yemin ederim." Genç kadın kaskatı kesilirken kızının üzerine yemin edecek kadar onu seviyor olmasına ne tepki vereceğini bilemedi. Çünkü onu bu eksik ve yarım hayata getirmeyi kendisi istemişti.

 

"Bana yetimsin dediler. İttirdiler yere düşürdüler beni. Hiç anneni, babanı görmedik seninle arkadaş olmak istemiyoruz sınıfımızda git dedikler. Onlara karşılık verince defalarca vurdular bana." Elinin tersiyle yüzünde ki yaşları sile sile konuşmaya devam ederken gürleyen gök küçük kızın göz yaşlarına eşlik ediyordu. "Anneleri de beni istemiyormuş. Benim gibiler ucube olurmuş, benimle arkadaşlık etmelerini yasaklamış anneleri. Kimsesiz mişim ben." Sahra dehşete düşmüş bir şekilde kızını dinlerken bedeninde dolaşan sinir ile tırnaklarını avuç içlerine geçirdi.

 

"Ben ucube miyim anne?" Göğsü boğazından kopan hıçkırık ile derince sızlarken kalbindeki acıyla bu kez sessizce sordu. "Ben kimsesiz miyim? Babam beni havai fişek festivalinde terk ettiği için mi kimsesiz oldum ben?" Gözleri o kadar büyük bir beklentiye annesinin gözlerini bulmuştu ki genç kadının gözlerinden bir damla yaş yanağına doğru akmaya başlamış ardından kızına doğru uzanıp onu kucağına almıştı. İfranın bedeni öne annesinin kucağına yerleştiğinde Sahra ona tüm gücüyle sarıldı.

 

"Hayır, sen kimsesiz değilsin... Sen.... değilsin...." Sesi titrediğinde alt dudağını dişleyerek sustu. "Annen var. Ben varım." Bu seçimi kendisi yapmıştı. İfraya bu hayatı kendi seçmişti. Ağlamayı kesmeli, seçimlerine boyun eğmeliydi. Güçlü durmalı, kızını kendi gibi yetistirmeliydi.

 

"Sen geldin anne. Artık bir annem olduğuna inanmışlardır değilmi?" Sahranın elleri kızının başını okşarken kasıldı. "Peki ya babam? Bana görünmez olmak zorunda demiştin ya bir gün geri gelecek mi? " Kızının dudaklarından dökülen kelimeler ile kalbine sanki bir ok saplanmış ve o ok bütün hastalıklı duygularıyla sırtından çıkmış gibi kas katı kesildi. Gözünden akan yaş dahi donup kalırken bu soruya vereceği cevap en çok kimin yüreğini dağlardı bilmiyordu. Sustu. Cevabı büyük bir sessizlik oldu.

 

🕯

 

 

İғʀᴀ Mᴇᴠᴅᴀ Siᴠᴀ̂ʀi

 

Ruhumu sarmalayıp çürük dünyamın temeline vuran deprem, zihnimin ortasında kimsesiz kalmış ufak kız çocuğunun yüreğinde ki acıyı sarsıyordu. Geçmiş yaşantımın giydirildildiği kabusların içinde yuvarlanırken, biliyorduum ki dalından düşen solmuş, çürük sarı bir yapraktan farkım yoktu.

 

Alnımın derisinden sicim ile inen ter şakaklarıma ardından ise saç derime doğru kaydığında inleyerek, yüzümü rahatsız bir duyguyla buruşturdum. Kafamda hissettiğim ağrı beynimin icinde bir kalp gibi atıyordu. Gözlerimi ufak bir kuvvet ile aralarken görüşüm ilk seferde bulanık ve şekilsiz olsada bir süre sonra normale dönmüştü.

 

Sıcaktı. Oldukça sıcak bir yerdeydim ve ben ısısı yüksek hiç bir yerde kalamazdım. Boynuma kadar inen ter damlalarının çizdiği yollar tenimi gıdıklıyordu. Rahatsız edici bir hisle kuruyan boğazımda ki yangını söndürmek için bir kez yutkundum.

 

Karanlık bir mezarlıktan farksız olan zihnimde ki gördüğüm rüyanın kalıntılarından uzaklaşmak için gözlerimi etrafıma çevirdim. Işıklandırma o kadar cansızdı ki tavanda ki ampulün görevinin ışık vermek olduğuna emin bile değildim. Daha çok aksesuar gibi duruyordu. Oldukça geniş bir yatak odasındaydım. Yatak, odanın ortasında ve yuvarlaktı. Sağ tarafımda ki tüm geniş duvarı saran siyah bir güneşlikten farksız olan perde ile kısa süreli bakışma yaşadım. Tam olarak ne olduğunu çözmem cidden zaman almıştı.

 

Oldukça düşük voltajlı aydınlatma ile seçtiğim diğer ayrıntılar çıkıntılı duvar modeliydi. Daha çok duvarların üzerinde dikenler varmış gibi bir görüntü verilmişti. Duvarın içine gömülen kapakların şeffaflığı ile görünen bir dolap vardı. Bunların hepsi erkek giysisiydi. Oldukça düzenli ve muntazam dizilmiş renk ve boyutlarına göre yerleştirilmişti. Takıntılı bir kafa yapısı ile dizayn edildiğine adım kadar emindim. Dolabın hemen yanında tavana kadar olan aynadan başka bir şey yoktu odada. Hepsi bu kadardı. Bir dolap, ayna, yatak ve komodin. Hiç bir detay yoktu, düz ve sadeydi.

 

Kafamı çevirip sol tarafıma bakmak istediğimde başımda bir acı hissettim. Acının sebebini ve kaynağını hatırlıyordum. Buda kimin evinde kimin odasında olduğumu anlamamı sağlıyordu. Derin bir nefes aldım. Aldığım soluk odada ki Efraile ait olan kokuyu yakarak ciğerlerime doldurdu.

 

Tamda şu an, o adamın geçip izini bıraktığı kokudan dahi tanıyacağımı anladığımı fark ettim.

 

Gözlerimi sıkıca kapatıp alt dudağımı dişledim. Beni kurtarmıştı. Bunu unutmazdım. Kibirli, kinci bir kadındım. Bunu kabul ediyordum fakat onun bana yaptığı bu iyiliğin karşılığı bunların hiç biri olmayacaktı.

 

Dizlerinin üzerine çökmüştü. Ne olursa olsun belini dahi bükmeyecek bir adama benziyordu ama benim önümde dizinin üzerine çöküp yaramı sarmıştı. Bayılmadan önce beni kendime getirmek için yanaklarıma yasladığı ellerinin hissettirdiği duyguyu anımsadım. Beni kucağına almıştı, benden bir tepki almadan hareket dahi etmemişti. Kaburgalarıma kadar uzanan parmaklarının bedenime yaptığı baskı ile gözlerim aralandığında bilincimin birazda olsa kendimde olduğunu anlayıp arabaya binmişti.

 

Gözlerim hızla açıldı. Bunu neden yapmıştı? Anlaşamıyorduk, bir türlü normal bir diyalog kuramamıştık. Bana gıcık olduğuna adım kadar emindim. Ona karşılık verdiğim, dik başlılık yaptığım için benden hoşlanmadığını biliyordum. O halde nedeni neydi? Evimin olduğu yerde ne işi vardı? Beni kurtarmış, kafamda hissettiğim bandaja bakılacak olursa tedavide ettirmişti.

 

O geceye ait görüntüler teker teker zihnime dökülmeye devam ettiğinde elimin altında ki çarşafı sıkıp avucumda yumruk haline getirdim. Gözümün önünde bir adamı vurmuşlardı. Farkındalık, genzimi yakan bir duygu ile göğsüme sertçe çarptı.

 

Oldukça pahalı takım elbiseler giyen bir katildi.

 

Odanın kapısı yavaşça açıldığında tüm bedenime dolup taşan gerginlik ile yutkunup gelene baktım. Kapının arkasında süzülen ışık odanın soluk aydınlatmasından farksızdı.

 

Önce Gölge gibi gözüken bedenine elinde tuttuğu beyaz ve yarısından fazlası erimiş olan mumun alevi yayıldı. Yüzüne dalga dalga dökülen ateşin emaresi, çıkıntılı çenesini, kısık ve çekik duran bir atmacadan farksız olan bakışlarını aydınlattı. İçeriye attığı adımı ile odanın ışığının altına girdiğinde elinde tuttuğu muma anlam veremeden bakmaya devam etsemde aslında tüm bunların yanı sıra göğsümü oldukça büyük bir tedirginlik sarmıştı.

 

Ayaklarının parkede çıkardığı gıcırtı sesini susturmak için durdu. Gözleri odanın içerisinde gezinirken bedenimin üzerinde durduğunda göz göze geldik. Beni uyanık beklemiyor gibiydi.

 

Yüzünde oynayan her hangi bir mimik dahi olmadan bana bakarken gözlerim ıslak olsa dahi geriye doğru yatırdığı saçlarına takıldı. Saç bitiminden akan su tanelerini takip ettiğimde boynunun hemen altında kalan köprücük kemiklerine dolduğuna kirpiklerim titrerken şahit oldum.

 

Çıplak olan üstü bölgesinde ki kıvrımlı kol kaslarını, çıkıntılı göğüs kasını ve hemen altında üst üste dizili olan bir baklava tepkisinden farksız olan karın kaslarını görmeyi beklemiyordum. Asıl beklemdiğim şey bedeninde ki yara izleriydi. Göğsünde ki dikiş lekeleri oldukça eski duruyordu. Omuzlarında ki kesik izleri, karnının üzerinde sanki bir sigara izmaritinin yakarken bıraktığı izler gibi duran kabarık deriye saklayamadığım bir ifadeyle baktım. Üzülmüştüm. Bir nedeni yoktu. Tanımadığım bu adam için kalbimde ki o çocuğun içinde büyük bir üzüntü duygusu yeşermişti. Tüm bedeni yaralıydı.

 

İzleri kalan yaraları vardı.

 

Kasığının üzerinde ki dikişi fark ettiğimde ona daha dikkatli baktım. Sarı ipleri görebiliyordum. Yarası kapanmıştı fakat ipleri yarasından çekip çıkarmamıştı. Onu diktiğim yarasında ki ipler deforme olsada hala teninde iki haftadan daha fazla bir zamandan beri duruyor olmalıydı.

 

Gözleri gözlerim ile birleşince, bakışları boynumun derisine indi. Yüzüne yansıyan mumun alevi harelerinin kararan rengini aydınlatırken dudaklarının aralandığını gördüm. Gözleri artık boynumdan göğüs hizama düşmüştü. Kafamı baktığı yere doğru indirdim. Beyaz saten gömleğim yırtıldı için sütyenim olduğu gibi gözüküyordu. Panikle bacaklarımda ki çarşafı göğüslerime bastırdım. Bakışları ne kadar kendimi örtsemde beni çıplak görüyormuş gibi hissettiriyordu. Bu hisde neydi? İçimde bir şeylerin eridiğine şahit oluyordum.

 

"Uyanmışsın." Kafamın içinde dönen çark çızırtılı sesler çıkartarak kesildiğinde gözlerimi ondan tuhaf bir panik ile çektim. Baştan aşağıya onu süzüyor oluşumu kör değilse görüyor olmalıydı. Bu utanç vericiydi. Bir dakika, o da bana aynı şeyi yapıyordu. Az önce beni gözleri ile resmen soymuştu!

 

"Çıplaksın." Kafamı gelmiş olduğu odanın dış kapısına doğru çevirdim. Şuan bedenim oldukça tuhaf tepkiler gösteriyordu. Derdim neydi?! Belimi doğrultarak bedenimi yukarıya doğru kaydırdığımda bacağımda ki acıya katlanmaya çalıştım. Bacağımdan da bıçaklanmış olduğumu çektiğim acı sayesinde çok net hatırlamıştım.

 

"İlk defa görmüş gibisin." Sesinden dökülen alayın nağmelerini duymazdan gelmeye çalıştım ve örtüyü biraz daha yukarıya çekiştirdim. "Altımda bir havlu var, teknik olarak pekte çıplak sayılmam."

 

"Zorunda değilim." Gözlerimi gözlerine bir saniye değdirip çektim. Ban hala kapkara olmuş hareleriyle bakıyordu. Gördüğü şeyi beğenmiş olmalıydı. Hayatında bir kadın varken başka bir kadına bu şekilde bakamazdı!

 

"Seni yarı çıplak görmek zorunda değilim!" Sesim oldukça sert ve agresif çıkmıştı. Bir şey hissetmediğim sürece çıplak dahi olsa, gördüğüm hiç bir görüntüye bu kadar yüksek tepki göstermezdim. Fakat şuan düşüncesinin bile kalbimi hızlandırdığı saçma sapan bir andaydım. Tüm bu tepkilerimin suçunu yaklaşan adet döngümün üzerine atmak en doğru olandı.

 

"Sakin ol." Sesinde ki tehlikeyi sezmiştim. Alçak tınıda oldukça baskın bir tonlamadaydı. "Seni rahatsız etmemek için başka bir odanın banyosunu kullandım. Üzerime bir şeyler alıp çıkacağım."

 

"Güzel." Derken derin bir nefes alma ihtiyacı hissetmiştim fakat bunu yapamadım. Tepki vermeden arkasını döndü ve dolabın kapaklarının açıldığını ardından kapandığını duydum. Gözümün önünde eğilen bedeni ile irkilip geriye doğru kaydığımda elinde ki mumu komodinin üzerine bıraktığını gördüm. Söndürmemişti.

 

"Ağrın var mı?" Gözlerimi mumun cılız ışığından çekmeden bakmaya devam ederek sorusunu cevapsız bıraktım. Tuhaf hissediyordum. Bu kadar ufak ateşleri görmeye alışmış olsamda içimde ki korku hala yerli yerindeydi.

 

"Mumu neden söndürmüyorsun?" Gözleri çarşafı göğsüme bastırdığım eldivenli elime değip mumun üzerine düştü.

 

"Çünkü sönmüyor." Kaşlarım havalandığında ona anlamadığımı belirten bir ifadeyle baktım. Komodine koyduğu mumu eğilip eline aldı ve yanaklarını şişiren bir nefes bırakıp muma üfledi. Alev dalgalar halinde ipin etrafında dönerek söndüğü yerden daha şiddetle yanmaya başladı.

 

"Kokusu için yaktım fakat sönmüyor." Gözleri yüzüme düştü. "Önemli değil, oldukça uzun süredir yanıyor, mutlaka sönecektir. Mumu da ipide bitmek üzere." Oldukça uzun süredir yanıyor....

 

"Uzun süre yanan bir şey mutlaka söner mi?" Kafamı eldivenli koluma indirdim. Onu karnıma doğru sardığımda diğer kolum ile üzerini kapattım. Üzerimde hissettiğim bakışlarını hissediyordum.

 

"Her mum bir gün söner." Kafamı kaldırıp ona baktım, konuşmaya devam etmesini istiyordum. "Ateş bir mumu yakıyorsa mutlaka bir gün sönecektir."

 

"Bir canı yakıyorsa?"

 

"Küle çevirmeden sönmeyecektir." Elini yüzüme doğru kaldırıp indirerek mumu işaret ettiğinde kafamı hızla geriye doğru çektim. O yanan şeyi bedenime bu kadar yaklaştırmasına gerek yoktu. Yüzümde dolaşan gözlerinin baskısını hissediyordum. Tepkilerimi ölçtüğüne adım gibi emindim.

 

"Denemek ister misin?" Elinde tuttuğu kalın siyah isler ile eriyip kabuk tutan muma bakmayı sürdürdüm. Yanan en ufak bir ateşe dahi nefes bırakmaya alışıktım. Ciğerimde topladığım nefesi hiç düşünmeden muma doğru üfledim. Nefesim elinde tuttuğu beyaz mumun alevine sertçe çarpıp gögsünün derisine değerek dağılmıştı. Kaldırdığım kafamı indirmeden kasılan göğüs kaslarına baktım.

 

Aramızda, turuncu rengini tenlerimize yayarak yanan alevin söndüğünü fark ettiğimizde ikimizde elinde tuttuğu muma bakmayı sürdürdük. Bu tuhaftı. Onun nefesiyle sönmeyen mum benim ki ile sönmüştü.

 

"Senin nefesini bekliyormuş." Gözlerim kademe kademe bedeninde dolaşarak yüzüne çıktı. Şaşkın bir yüz ifadesiyle mumun is lekeleri ile kaplı sönmüş ipine bakıyordu. Onu farklı bir duygu durumunda ilk görüşümdü.

 

Çalan kapı ile sessizliğin içinde irkildim ve sırtımı yasladığım yatak başlığına daha fazla yüklendim. Efrail sönen mumu komodine bırakıp elinde tuttuğu kendisine ait tişört ile ikinci kez tıklatılan kapıya doğru yürüyüp kapıyı açtı.

 

"İstediğiniz gibi giysileri İklim hanımın odasında getirdim efendim." Kaşlarım çatıldı. Tam da şuan bütün huzursuz duyguları hissetmeye başladım. Ayağım ve başımda ki acıda buna dahildi. Kapı kapandı ve Efrail hala altına sardığı kül rengi bir havlu ile spor aletlerinde terletiğine emin olduğum kaslı vücudunu sergileyerek yatağın yanına bana doğru yürüyüp tam yanımda durdu.

 

"Bunları giyinebilirsin." Elinde tuttuğu lacivert eşofman takımını bana doğru uzattı.

 

"Bir kadının giysilerini giymek istemiyorum." Burnumu çekip gözlerimi oldukça sert bir üslup ile gözlerine hizaladım. İklime ait bir şeyi üzerime kimse giydiremezdi.

 

"Anlayamadım? Bir kadının giysisini giymek istemiyorum derken?" Kafası karışmış gibi yüzüme bakıyordu.

 

"Beni duydun. O kadına ait bir şey giymeyeceğim." Çarşafı göğüslerime daha çok bastırdım.

 

"İkinizde kadınsınız ne fark ediyor?" Gözleri göğsüme bastırdığım elime düştüğü gibi hızla tekrar gözlerime tırmandı. Elinde ki takımı yatağın üzerine bırakıp doğruldu. Aptaldı ve bilmiyordu. Ben bir şeyi yapmıyorsam kimse bana yaptıramazdı!

 

"Başka bir kadının giysilerini giymeyeceğim." Etrafıma kısa bir bakış attığımda gözlerim dolaba çarptı. "Bana oradan bir tişört versen yeterli. Daha sonra giderim." Güldü, dudaklarında neşeden uzak bir kıvrım oluştu.

 

"Hastamısın kızım sen? Başka birinin giysilerini giymeyeceğim diyorsun, benim dolabımdan tişört istiyorsun. Sence normal misin?"

 

"Sen kadın mısın?"

 

"Sabrımı sınama." Kıstığı bakışlarını dahada indirip dişlerini sıktı.

 

"Hadi ya, sınarsam ne olur? Büyük bir kuçu kuçuya dönüşüp beni parçalara mı ayırırsın?" Susmuyordum. Takım elbiseli bir katilin evinde, odasında yaralı bir haldeydim ve çenem tüm feminist duygularımla hareket etmeye devam ediyordu.

 

"Nasıl birine dönüşeceğimi o güzel kafan hayal bile edemez. Dönüştüğüm kişinin neler yapabileceğini hayal edemeyeceğin gibi." Kafasını eğip yüzüme buz gibi bir bakış attı ki.

 

"Güzel, ver o zaman." Burnundan kıl aldırmayan bir dik kafalılık ile elimi kendisine ait tişörtü tutan eline uzatmıştım. Şimdiye kadar ki en inatçı kişiliğin kendisi olduğunu düşündüğüne emindim. İşittiğim tehditlere karşı geri adım atmayışım ile bu fikrinin değiştiğine bahis bile açabilirdim.

 

Bir süre, biraz uzun bir süre gözleri yüzümün etrafında turlar attı. Her bakışında değişen göz şeklini takip etmeyi bırakıp aramızda geçen sessiz bakışmanın sonunu beklemeyi tercih ettim. Tek bir kelime daha edersem kafamı gövdemden ayırmak için bir suç aletine ihtiyaç duyacak diye korkmuyor değildim. Fakat bunu belli edecek mıydım? Ah, tabiki de etmeyecektim.

 

"Alsana." Üzerine giyinmek için çıkardığı, kendisine ait olan tişört ve alt takımını uzatıyordu.

 

Giysileri tutup kendime doğru çektiğimde bir engel ile karşılaştım. "Versene." Kaşlarım çatılmış mantıksız olan tavrına bakıyordum.

 

"Alsana." Tişörte daha çok asıldığımda sinirle ona bakmayı sürdürdüm. Vermeyecekse ne diye al diyordu!

 

"Sen, hastamısın? Versene ya." Tişörtü ufak bir hareketle kendine doğru çektiğinde agresif bir tavrı vardı.

 

"Eşyalarımı paylaşmayı sevmiyorum." Ağzının içinde mırıldandığı cümleyi duyduğumda gözlerimi kapatıp sinir ile bir soluk bıraktım. İmdat diye çığlık atacaktım. Şimdi avazım çıktığı kadar çığlık çığlığa bağıracaktım.

 

"Dalgamı geçiyorsun? Çocuk gibi davranıyorsun. Kaç yaşındasın? Sekiz mi?"

 

"Otuz bir." Durdum. Gözlerim oldukça komik bir ifadeyle büyüdü. Aşağıdan ona bakarken kirpiklerimi bir iki kez kırpıştırdım. Gözlerinde bir şeylerin çatlayıp parçalara ayrıldığında şahit oldum. Yutkunup bana yukarıdan bakmaya devam etti.

 

"Bana çocuk demeden önce, sırf İklim çantanı beğendi diye çöpe attığını hatırla." Söylediklerini duymazdan gelmiştim çünkü kulaklarımda hala otuz bir diyen sesi yankılanıyordu.

 

"Yuh," Elimi dudaklarıma bastırdım aynı zamanda gülmemek için alt dudağımı da ısırıyordum. "Pardon, yaşlılara karşı daha saygılı olmalıyım farkındayım. Kusuruma bakma lütfen." Yalancı bir mahcubiyetle konuşurken onun değişen yüz ifadesini izlemek oldukça keyifliydi.

 

"Yaşlı?" Başım ile onu onayladım. Kaşlarının titrediğine, çatılıp veya havalanmak arasında gidip geldiğine şahit oldum. Bana hayrete düşmüş gibi bakıyordu. Şu yüz ifadesine karşı neredeyse ağız dolusu kahkaha atacaktım.

 

"Bana baksana sen." Son derece derinden gelen tehlikeli bir sesle konuştuğunda gerilsemde belli etmedim. Bir anda yüzünü o kadar çok yakınıma indirdi ki burunlarımızın birbirine çarpmasına neden oldu. Biraz, biraz daha yaklaşsam kirpiklerimin kaşlarına değeceğine emin olmuştum. Şaşkınlıkla gözlerim irileşirken o da bana bu kadar yakın durmayı planlamamış, bir anda gelişen bir davranışmış gibi afalladı. Fakat kendisini toparlayıp olduğu konumu korudu. Yutkundum, gözleri hareket eden boğazıma kaydı hemen ardından hızla yüzüme tırmandı.

 

"Yüzünde tek bir kırışıklık dahi olmayan bir adama yaşlı diyemezsin." Dudaklarıma verdiği sıcak nefesi göğsümde yanan tek ışık hüzmesini de aleve vermişti. Yaktığım mumun alevi harlandıkça acımın gölgesi devleşiyordu. Devleşen tek şeyin acı olmadığını, bu yakınlıktan dolayı aramızda oluşan çekiminde oldukça devleştiğini hissediyordum.

 

"Otuz iki'ne merdiven dayamışsın sekiz sene içinde kırk yaşında olacaksın. Eytden emeklilik sana vurmuş bile olabilir. Muhtemelen saçlarını karıştırsam ak renkli tellerde bulabilirim. Yaşlısın, yaşlanmışsın. Yüzünü Ağzımın içine soksanda gerçek bu." Yakınlığın verdiği şaşkınlık ve afallamışlık ile nefes almadan tek solukta ardarda konuşmuştum.

 

Kaşları son cümleme kadar kademe kademe çatılmaya devam ederken yüzüme temas eden teni ile neredeyse kekeleyecektim. Bu nasıl bir histi anlam veremesemde inadımdan hiç bir şey hissetmiyor gibi durmaya çalışıyordum. Avuç içlerim terlemişti. Bu yakınlık beni oldukça geriyordu.

 

 

"Senin o dilini..." Burnu burnuma temas ederken ikimizinde tuttuğu giysileri sertçe kendisine doğru çekerek elimin arasından aldı.

 

"Evet, dilimi?" Dilim ile istemeden kuruyan alt dudağımı ıslattığım da bakışları oraya düştü. Bu kez alıp verdiği nefes o ıslaklığa çarpıp içimde bir vurguna neden oldu. Uzaklaşmalıydı. Bunun tersini yaptı ve eliyle çenemi kavrayıp dudaklarını dudaklarımın üzerine hizaladı. Gözlerim şokla daha irileştiğinde dudaklarımdan bir inilti kaçtı. Gözleri sarkan alt dudağımda yavaşça gezinip gözlerime tırmandı.

 

"Dilini ortadan ikiye keser ve bir terzinin ipi ile ortasına kehribar taşı dikerim. Aynı ip ile onu boynuna iki kez sararak asarım İfra. Parlak takılara bayıldığın aşikar." Baş parmağının dudağımın acıyan yerinde yavaşça gezindiğini hissettiğimde gözlerine bakmayı sürdürdüm.

 

"Neden kehribar?"

 

"Buna mı takıldın?" Ona cevap vermeyip gözlerine beklentiye baktım. Kirpikleri kısıldığında ona alttan attığım bakışlarıma gevşettiği kaşları ile bakmayi sürdürdü. "Gözlerin ile aynı renk. Gözlerin dışı kehribar rengindeyken ortaları ayçiceği gibi şekilli ve sarı. Sarının kaç tonu var gözlerinde ayırd etmesi zor." Dudağıma bastırdığı parmağının baskısı artınca kalp atışlarım da kontrolden çıkmış gibi hızlanmaya devam etmişti.

 

"Denize ataldığımda bana o yüzden mi ayçiçeği gözlü dedin." Babamda baba küçükken öyle seslenirdi. Ona eskiden özlem duyduğum babamı hatırlamışım gibi baktım. Yüzüme olan bakışlarının sertliği git gide kırılarak yok olduğunda beni başı ile onayladı.

 

"Hiç lens takmayı düşündün mü?" Elini çeneme sürterek tenimden çekti. Kendimi boşluğa düşmüş gibi hissetmiştim. Kaşlarım çatıldığında onunda gözlerime bakarken yüz ifadesi normal halinden değişikti.

 

"Hayır, niye takayım ki? Gözlerimin rengini seviyorum."

 

"Sadece bir soruydu." Konuşmaya devam etmem için beklenti içinde olduğu ses tonundan anlaşılıyordu.

 

"Bir gün lens takarsam bu gözlerimden nefret ettiğim için olur." Sesim kısık ve hırıltılı çıkmıştı. Sebebi kafmada ki düşüncelerin dilime takılmasıydı. Annemden bana kalan hatıradan bir farklı yoktu gözlerimin. Annem ile çok iyi anılarım olmasada o benim annemdi. Bu yüzden gözlerimin renginden vazgeçme gibi bir düşüncem hiç olmamıştı.

 

"Ağrın var mı?" Yatağın üzerine düşen bakışlarımı dalgınlık ile ona çıkardığımda her hangi bir cevap vermedim. Ben yanan canımı dahi kimseye belli etmeden sessizce sineye çekerdim. Şimdiye kadar ağrılarımın sebebi de boyutuda kimsenin umurunda olmamıştı.

 

"İfra," kaburgamın altında sakladığım ifranın cesedinin titrediğini hissettim. Göğsüm sıkıştı. Attığı adım dizleri yatağa değdiğinde durdu. Çenemin altına değen parmakları yüzümü ona kaldırmam için ufak bir baskı yaptı. "Ağrın var mı?" Sessizliğe balta geçiren duyguların ağırlığı ile ona yalnızca baktım. Kafamın arkasında ki bandaja bakmak için başını omuzunun üzerine doğru yatırıp göz ucuyla oraya baktı. Benim ile neden ilgileniyordu? Ağrımı niye önemsiyordu?

 

"Bana öyle seslenme." Dilime vuran sızıyı hissediyordum. İfranın öldürdüğüm cesedinin huzur için dilendigi duyguları hala içimde yaşatıyordum.

 

"Nasıl seslenmeyeyim?" Çenemin altında ki elinin baş parmağı çenem ve dudağımın arasında ki bir yerde durdu. "Adında seni rahatsız eden anılar mı var?" Bilerek yapıyordu. O akıllı bir adamdı yüzümden benim neyden rahatsız olduğumu analdığına emindim. Gözlerimde patlayan bir camın kırıntıları varmış gibi bir ifade ile dolmasına engel olamadım. "İfra, sana nasıl..." Harelerimin vücudumda ki acıdan daha ağır bir sızıyla sızlayarak dolmaya devam ettiğinde cümlesini sertçe kestim.

 

"Bana o isimle seslenmeyi kes!" Kafamı onun elinden kurtarmak için kuvvetle çektiğimde yaram acısada buna dair bir ses çıkarmadım. "Bana dokunma," yüzümde saklayamadığım o acıyı görsün istemiyordum. "Beni düşünüyormuş gibi davranma. Sanane benden! Sanane benim ağrımdan!" Nefes nefese ruhumu saklama çabasında yatakta ondan uzağa kaymaya çalıştım. Bacağımda ki acı ve kafamdaki ki basınca meydan okuyarak ona sırtımı döndüm.

 

"Böyle bir adam değilsin. Bu çok belli. Dünya iyisi bir adam olmadığını kendin söylemiştin. Bana yakın davranma. Bana İfra diye seslenmeyi de kes!" Bir sey söylemesini, bir karşılık vermesini bekledim fakat sessizliğini korudu. Gösterdiğim bu tavrı belki hak etmiyordu fakat bilmiyordu, belkide hak ediyordu.

 

"Sana yakın davranmak mı? Sen, sana yakın davrandığımı mı düşünüyorsun?" Sesinde ki hırs ve kargaşayı duyabiliyorum. "Senin gibi bir kadına...." Kafamı omuzun üzerine doğru çevirip ona baktım ve hareket eden dudakları gözlerimde ki ifade ile durdu. Benim gibi bir kadın ile başlayan o kadar çok cümle işitmişliğim vardı ki, bu seferki de canımı yakmazdı.

 

"Niye sustun? Devam etsene." Parmaklarımın altında ki çarşafı var gücümle sıkmaya devam ettim. "Alışkınım, sustuğun cümlenin devamında ki kelimeleri duymaya o kadar alışkınım ki, istersen senin için tamamlayabilirim." Bakışlarımı ondan çekip karşımda ki aynada ki yansımama baktım. Yüzümde ki izleri görüyordum, dudağımda ki yarayı çenemdeki kızarıklıkları. Bitap ve hırpalanmış halime acıyarak gülmek istedim.

 

"Benim gibi bir kadın... Benim gibi bir kadın ile aynı odada aynı havayı bile solumaya tahammülünüz yok. Benim gibi dik başlı bir kadın ile yan yana durmak size göre bir işkence. Meydan okuyan bakışlarım ile göz göze gelmek, sınırlarıma her defasında sertçe çarpmak hepinizi öfkelendiriyor değil mi?" Yüzünde ki ifadeyi ona anlatıyordum. Ona beni gören benimle tanışan her kadın ve adamın düşüncelerini anlatıyordum.

 

" Kendimden ödün vermediğim için bir erkeğe karşı her zaman düşünce özgürlüğümü savunuyor olmam, ayaklarımın üzerinde bu kadar sağlam durup bir kez bile yardım istememem, sizden gelecek olan sevgiye, ilgiye ve ya herhangi bir şefkat duygusuna ihtiyacım olmadığı için hepiniz varlığımdan rahatsız oluyorsunuz, benden nefret ediyorsunuz." Nefes alma ihtiyacı ile susarken aynaya düşen yansımamın karardığını görüyordum. Kaçtığım o karanlığa insanlar tarafından itiliyordum. "Hepiniz birileri size muhtaç olsun, ihtiyaç duygusu ile kıvransın isteyen bir avuç güç düşkünü insanlarsınız. Doğru değil diyebilir misin?"

 

"Benim gibi bir kadın." Onun söylediğini tekrar tekrarlayıp diğerlerinden hiç bir farklı olmadığını kendime hatırlattım. Kendime bakarken bende olan yanlışı görmeye çalışıyordum. Genzime kadar göz yaşı ile doluyken kendimi tutmak için sıkıyordum. "Ben nasıl bir kadınım ki?"

 

Kafamı tekrar ona doğru çevirdim. Yüzünde ki bir betondan farksız olan ifade yoksunluğu ile aynada ki görüntüme bakıyordu. Gözlerini yavaşça gözlerime çevirdi. Saçlarından damlayan sular alnından göz çukurlarına doluyordu. Bir aptal olsam bu görüntüye bakarken bana üzüldüğünü düşünebilirdim. Bir aptal olsam, iyi duygular besleyen insanlar olduğuna inanırdım. Bir aptal olsam...

 

"Çıkar mısın? Üzerimi değiştireceğim." Boğazım parçalanıyormuş gibi hissederken yavaşça yutkundum. Söylediğim hiç bir şeye cevap vermedi. Sessizlik bir karabasan gibi üzerime çökerken nefessiz kalan tek kişi benmişim gibi hissediyordum.

 

Parkeye vuran ayak seslerini duyduğumda tuttuğum nefesim kaburgalarımı acıtmaya başlamıştı. Bedeninden esen rüzgar sırtıma vurup kesilirken aynadan ne yaptığına baktım. Eğilip yatağın yanında ki komodinin çekmecesini açmıştı. Büyük kemikli parmakları cekmecenin içine girdiğinde boşken çıktığında elinde bir film ilaç tableti vardı. İlacı oldukça koyu olan ahşap komodinin üzerine, içinde su olan bardağın yanına koydu ve doğruldu.

 

"Ağrın varsa, vardır. Canınn yanıyorsa, yanıyordur. Bana cevap vermek yerine tırnaklarını çıkarırsan bunu anlayamam." Sesinde tek bir duygu dahi beslemeyen bir annenin ifadesi vardı. Fakat yinede bana ilaç veriyordu. Kafam karıştırıyordu

 

"Senin gibi bir kadına yardım etmekten başka hiç bir şey yapmam." Belinde ki havlunun düğümünü sıkılaştırıp bana sırtını döndü. "Cümlemin devamı buydu." Sert adımları parkeye döverken kapının kulpunu indirdi ve odada çıktı. Arkasından kapıyı gürültülü bir şekilde kapattı. Gözlerimi sıkıca kapattım. Bunu beklemiyordum. Böyle söyleyeceğini tahmin etmiyordum. Yine bunu için kendime kızmadım. Çünkü yirmi dört yaşıma kadar gardımı indirmeden yaşamaya zorlanmıştım. Ben buydum. Ben böyle yetiştirilmiştim.

 

Bir süre boş boş duvarlara baktım. Kendime gelmeliydim. Başımdan çok ayağım acıdığı için önce Efrailin komodinin üzerine bıraktığı ilacı içtim. Üzerimde ki örtüyü yatağın diğer ucuna doğru savurur gibi açıp kanlar ve kesikler içinde kalan kumaş pantolonuma baktım. Kesikten gördüğüm kadarıyla bacağımda ki bandaj taze duruyordu. Dişlerimi sıka sıka ayaklarımı parkenin üzerine indirdiğimde yavaşça ayaklandım. Ayağı kalkmam ile başım sanki odanın tüm köşesinde defalarca dönmüş gibi hissetmiştim. Kendime gelmek için tanıdığım o kısa sürede yaralı ayağımın üzerine çok yüklenmeden yatağın üzerindeki tişörtü alıp aynanın karşısına geçtim.

 

Dev aynaya düşen görüntüm gözümden patır patır dökülen yaşlara engel olmamı zorlaştırmıştı. Üzerimde ki saten gömleğin kopmuş düğmeleri içime giydiğim siyah sütyeni gösteriyordu. Köprücük kemiklerimde ki kızarıklıklar, gömleğmde ki kan lekeleri ile gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. Aynada ki yansımam ile göz göze geldiğimde gözlerim artık kehribar renginden oldukça koyuydu. Harelerim aynada ki görüntüme şefkat ve acıma duygusuyla bakmaya devam ediyordu.

 

Göğsüme titreyerek aldığım nefesleri, yine titreyen ellerim ile gözümden akan yaşları silerken durdurmaya çalıştım. Gömleğin yakalarını tutup bedenimden sıyırdığımda karnımda ki yeşermeye başlayan ize baktım. Bana yumruk atan adamı hatırlamıştım. Elimdeki tişörtü üzerime geçirip eteklerinin kalçamdan aşağıya inmesi için düzelttim. Parmaklarım ile pantolonumun düğmesini açıp üzerimden düşmesini sağladım. Tişört diz kapaklarıma kadar indiği için onun kişisel eşyalarını karıştırıp bir eşofman altı alma gereği duymadan banyo olduğunu düşündüğüm odanın içinde ki kapıya doğru yürüdüm.

 

Anahtarına bastığım ışık açıldığında yatak odasının bir kopyası olan banyoya girdim. Koyu renk dösensede geniş ve ferah olduğu için rengim pek bir etkisi altına girmemişti. Arkamda kalan kapıyı kapatıp yatak odasına göre ışığı daha aydınlık olan banyonun aynasının önünde durdum. İçeride görmediğim tüm ayrıntılar şuan göz önündeydi. Alt dudağımın köşesinde ki yaranın yarattığı kızarıklık bir örümcek ağı gibi çeneme doğru dalga dalga izler bırakmıştı. Yanaklarımda parmak izleri vardı ağzımda ise kan tadı. Muhtemelen yanağımı şiddetle sıktıları için dişlerim ağzımın içinde ki etleri kesmiş olmalıydı.

 

Yüzümde ki makyaj akmış, fondötenim dağılmış ve elmacık kemiklerimde ki sıralı çillerim görünmeye başlamıştı. Onları sevmiyordum. Çünkü çillerimi annemde sevmezdi. Bir kızın yüzünün kusursuz olması gerektiğini söylerdi. Anneme göre çillerim benim tek kusurumdu. Artık kusurlarıma sağ kolumda ki yanık izleride eklenmişti.

 

Eldiveni yavaşça kolumdan çıkardım. Senelerce sürdüğüm kremler, aldığım tedaviler nasıl olurda hiç bir işe yaramaz, yanıklar aynı tazeliği ile kolumda benim ile birlikte yaşamaya devam ediyordu bilmiyordum. İyileşemiyordum. Gözlerimi kolumdan çekip aynada kendime baktım.

 

Belkide iyileştiğimi kabul etmek istemiyordum.

 

Derin bir nefes alıp musluğu açıp avuç içime doldurduğum su ile yüzümü yıkamaya başladım. Derime akan tüm makyajı bir kaç dakika içinde temizlediğimde artık yüzüm tamamen kendi görünüşümden ibaretti. Normalde bunu sorun edebilirdim. Fakat bu evin içinde ki hiç kimse için yüzümde ki makyajın silinmesini dert edecek değildim.

 

Dolapların birinde bulduğum havlu ile yüzümü kurulayıp aynı havluyu kirli sepetine attığım gibi banyodan çıkmıştım. Sağ bacağıma baskı uygulamadan odadan çıktığımda yürümek oldukça zorlayıcı oluyordu. Beni karışılayan uzun koridora baktım. Işıklandırma burada da düşüktü. Bu evin ışık ile ilgili büyük bir sorunu olmalıydı. Yolu takip edip yürümeye başladığımda nereye gittiğimi dahi bilmiyordum. Koridorun sonunda açılan alan ile yuvarlak bir şekilde ilerleyen yola baktım. Yolun sonu yine olduğum yerde bitiyordu. Tam karşıma baktığım alt kata inen bir merdiven sırası gördüm.

 

Olduğum yer, alt katı olduğu gibi gösteriyordu. İlerleyip ellerimi korkuluğun demirine yasladım. Bu kadar geniş bir eve daha önce hiç rastlanmamıştım. Alt kat o kadar çok büyüktü ki üst katta bu genişlikle alt katın mimarisine uygundu. Kafamı kaldırıp yukarıda bir kat daha var mı diye baktığımda karşılaştığım şey ile gözlerim şaşkınlıkla ile aralandı. Evin Kubbe şeklinde motifli cam bir tavanı vardı. Camın üzerine çizilen kartala baktım.

 

Tüm uzuvları ile simsiyah bir gölge gibi cam tavanın bir kısmını kaplamıştı. Kanatları açık gözlerine kadar kapkara bir görüntüdeydi. Biraz uzağında bir yılan çizimi dikkatimi çekti. Yılan cilveli bir kadın gibi bedenini sürünerek kıvırmış ve kartalın siğnesine doğru çatallı dilini çıkartarak durmuştu. Yılanın rengi de siyahtı. Aynı şeyi gözleri için söyleyemezdim. Çünkü yılanın gözünün teki sarı iken teki ise kırmızıydı. Kırmızı olan gözünde parlayan beyazlığa baktığımda bu bir göz yaşına benziyordu. Fakat sarı olan gözünde her hangi bir göz yaşı çizimi görmemiştim. Tuhaf bir cam tavan motifiydi. Fakat oldukça asil duruyordu. Açıkçası hayran kalmıştım.

 

Geniş ve yuvarlak koridorun belli aralıklar ile odalara ait kapıları vardı. Alt kata inene merdivene ulaşmak için açık planlı koridorda etrafa bakarak yürümeye başladım. Etrafımda yarım daire çizerek şeffaf merdivenlere ulaştığımda duyduğum sesler ile göğsüm panikle inip kalktı. Bunlar konuşma sesleriydi. Nereden geldiğini duymak için etrafıma bakınırken sesin iki kolon ilerdeki aralık kapının ardından geldiğini anladım.

 

Bu kez daha gürültülü gelen ses ile bakıp bakmamak arasında kararsız kalmıştım. Yapmam gereken tek şey ses çıkarmadan bu evden çıkıp bir polis karakoluna gitmekti. Fakat ayaklarım bunun tam tersini yaparak aralık olan kapıya doğru ilerledi. Kafamı ufak bir açıyla açık kapıdan içeriye uzattığımda gördüğüm ilk şey yere devrilen bir koltuktu.

 

"Tek çözümün ona söylemek olduğunu kabul etmelisin. Konsey icin her an davet gelebilir. Hayatını riske atamazsın." Bu ses Tuncaya aitti fakat bu açıdan onu göremiyordum.

 

"Sonrası için ortadan kaldırılmalı." Efrail sanki bir yemini dile getiriyormuş gibi konuşup sustuğunda, sessiz kalmaya devam etmesi beni oldukça ürkütmeye başlamıştı. Ortadan kaldırılacak olan kimdi? Odanın içinde yankılanan adım sesi ile kafamı hızla arkamda ki duvara yasladım.

 

"Eğer broşu istiyorsan, bulmak için neye benzediğini ona anlatmalısın. Belkide hiç görmedi bile. Evinde düşürdüğün şeyin farkında bile olmayabilir. Belkide onu çoktan bulup aldılar." Benden bahsediyorlardı. Benim evimde düşürdüğü o garip broştan bahsediyordu. Onun için önemli bir şey olduğunu anlamak zor değildi. Ortadan kaldırılacak olan kişi bendim. Tüm kanın parmak uçlarımdan çekildiğini hissettim.

 

"Ne olduğunu gördüğü an kural gereği ölmeli." Dudaklarım aralandı. Kalbim korku içinde zarını yırtacak kadar büyük bir basınç ile kaburgama çarptı. Beni öldürecekti.

 

"Hayır, gördüğü şeyin ne işe yaradığını bildiği an ölmeli." Tuncay sanki onu uyarmak ister gibi bir başka kuraldan bahsediyordu. Konuştuğunda sertçe yutkundum. "Broşun nasıl bir görüntüde olduğunu bana söyledin. Ne ise yaradığını da biliyorum. Aptal değilim senin yakın korumanım. Bir anda ortadan kaybolmalarını, canın pahasına sakladığın o broşu sen bana anlatmasaydında ben farkındaydım zaten. Bu denklemde benim de kafama sıkman gerekiyor."

 

"Broşu bulduğumda sıkmayacağımı sana düşündüren ne?" Dehşet içinde merdiven korkuluklarına baktım. Onun hırsı, herkesi yok edebilirdi.

 

"Bunu yapmayacaksın. Beni öldüremezsin." Duyduğum adım sesleri ile birbirlerine yakınlaştıklarını anladım. "Eğer benim ölmemi isteseydin. Askeri görevdeyken göğsüne yediğin iki mermiyle beni sırtında taşıyarak sınır hattından geçirmezdin." Aralarında yaşanan sessizlik alıp verdikleri nefeslerden ibaretken Efrail konuşunca ellerimi yasladığım duvardan ayrıldım.

 

"Kadın benim için tehlikeli. İhtimal dahilinde olan zararlardan hoşlanmam. Ortadan kaldırmak varsayımlarda bulunmaktan daha kesin bir çözüm olur."

 

Bir insanı öldürmek bu kadar kolay mıydı? Ona hiç bir zararım dokunmamışken saçma sapan bir broş için öldürülmeli miydim? Titreyen ellerimi durdurmak için yumruk haline getirdim. Onları daha fazla dinlemeden olabildiğince hızlı bir şekilde buradan ayrılmak için tek ayağımın üzerinde ilerlemeye çalıştım.

 

Stres ve korku ile ter içinde kalan alnımı elimin tersi ile silip merdiven korkuluklarına tutundum. Ölmeyecektim! Burayı inmek can yakıcı olacaktı. Dişlerimi sıkıp yaralı olmayan ayağımı ilk merdivene indirirken diğer ayağımı iki elim ile destekleyerek yanına bıraktım. Bu döngüyü defalarca tekrarlayarak devam ettiğimde merdivenlerin yarısına gelmiştim. Kesik ve titrek verdiğim nefesler ile kafamı kaldırıp arkamı kontrol etme ihtiyacı hissettim. Açık olduğunu fark ettiğim saçlarım omzuma çarptığında huzursuzdum. Saçlarımın açık kalmasını hiç bir zaman tercih etmezdim.

 

Gözlerim aralık olan kapıyı bulduğunda kapalı olduğunu gördüm. Kapandığını duymamıştım tıpki ellerini altına giydiği kumaş pantolonun ceplerine yerleştirmiş bana merdivenlerin başında bakan Efraili fark etmeyişim gibi.

 

"Bir yere mi gidiyorsun." Yutkundum.

 

"Eve gideceğim ben." Oldukça masum bir eylemmiş gibi kurduğum cümle karakterime zıt bir tonlamada dökülmüştü dudaklarımdan. Korku ile konuşmuştum. Üzerine giydiği polo yaka tişörtün kollarını dolduran kaslarının kasıldığını görsemde yüzünde oldukça düz bir ifade vardı.

 

"Yardımcı olmamı ister misin?" Az önce beni öldürmek isteyen adam şimdide yardım etmek istiyordu. Etrafıma ne yapacağımı bilmediğim bir ifade ile bakıp başımı iki tarafa doğru salladım. Buda benim karakterime zıt bir hareketti.

 

"Bir sorun mu var?" Başımı tekrar iki tarafa doğru salladım. "Bir sorun var." Kendi sorusuna verdiği cevabın ardından mardivenleri inmeye başladığında panik ile bir alt basamağa indim. "Kendin gibi davranmıyorsun. O bacak ile basamakları bu şekilde inemezsin."

 

Az önce duyduklarım zihnimde çınlamaya devam ettiginde dehset içinde bağırdım. "Peşimden gelme!" Basamakları inmeye devam derken acı içinde inliyordum. Son merdivenine inip nereye gideceğime karar verip tek ayağımın üzerine ilerlemeye devam ettim. Burası salon olmalıydı. Çünkü bir çok oturma köşesi vardı.

 

"Senin derdin ne?" Bacağıma saplanan acı ile önümde ki koltuğun koluna tutundum ve acılı bir ses çıkardım.

 

"Beni rahat bırak. Gitmek istiyorum." Kafamı çevirip ona baktım.

 

"Gidemezsin." Bunu sanki artık onunmuşum onun tutsağıymışım gibi söylemişti.

 

"Neden?" Ona yutkunarak bakarken belimi doğrulttum. "Evinde beni öldürürsen cesedimi ortadan kaldırman daha mı kolay olur." Yüzümü tamamen ona döndüm. "Belki bahçene gömersin." Yüzünün derisini tırmalayan tüm duyguları sanki zihninde ki hapishaneye kilitlemiş gibi bakıyordu. Bir mimik, bir ifadeye sahip değildi. Belkide başından beri onları dinlediğimi biliyordu ve vereceğim tepkiyi görmek için böyle davranıyordu. Ona karşı bir kozum olup olmadığını öğrenmek için bile bu oyunu bana oynuyor olabilirdi.

 

"Ne duydun."

 

"Her şeyi." Bana doğru bir adım attı. Kalçamı arkamda ki koltuğun sırtına yasladım.

 

"Her şeyi." Diye beni onayladı. "Otur," Kaşlarının çatıldığı yerde ki derin yarıklar şuan bulunduğumuz durumdan memnun olmadığını gösteriyordu. Bende zaten ellerimi birbirine çarpıp sevinç içinde çığlık atacak kadar memnun değildim hiç hir şeyden.

 

"Oturayım," Kafamı iki tarafa doğru salladım. "Neden ayaktayken öldüremiyor musun?" Ellerimi koltuktan çekip kendi ayaklarımın üzerinde durdum. "Belkide değişik fantezilerin vardır. Yatarak öldürmek gibi. Yada kurbanını ölürken sana aşağıdan çaresizce bakmasından zevk alıyorsundur!"

 

"Kes şunu!" Boğazından gelen gürültülü bir ses ile bağırdığında başımı göğsüme doğru eğerek kendimi geriye doğru çektim. Bir anda bağırdığı için ürkmüştüm. Ne haddine, ne münasebette sesini bana yükseltiyordu!!

 

"Otur, konuşacağız." Eli ile arkamda ki siyah döşemeli koltuğu işaret ettiğinde elinin titrediğini fark ettim. Ses tonunda kesin ve net bir dilde emir vardı. Fakat öldürmeyeceğine dair de bir cümle kurmamıştı. Madem öyle bende ona hak ettiği gibi karşılık verirdim.

 

"Bana," Başımı dikleştirdim. "Bir kez daha bağır." İşaret parmağımı kaldırıp ona doğru salladım. "Bana yalnızca bir kez daha bağır, işte o zaman adımın anlamı ile karşılaşırsın." Bana İfra diye sesleniyordu. Adımın anlamı parçalara ayırmaktı. "Bana üstünlük gösterecek bir ses tonuyla bir kez daha bağırdığında son nefesimi vereceğimi bilsem dahi seni tırnaklarım ile parçalarına ayırırım!" Bana bir şahini andıran keskin gözleriyle öyle bir baktı ki; sanki ona bakışlarımı kaldırıp bir karşılık versem de göğüs kafesimde bir serçeden farksız korku içinde atan kalbimi görüyordu.

 

"İfra," Sesinde ki soğuk rüzgarı hissettim. Genzinden kopup gelen ismim kulaklarımda çınladı. "Şuan bana karşılık verecek konumda değilsin. Emin ol benim bir şeyleri parçalara ayırmamı deneyimlemek istemezsin." Kalbimde ki korkuyu besleyen sesi içime bir valkonun küllerini savuruyor gibi öfkeliydi. "Bir anlaşma yapacağız. Sus ve otur, konuşacağız."

 

"Bence asıl susacak olan sensin." diyebildim içimde bir çığ gibi büyüyen korkuya rağmen. "Sana ait olan broşun yerini bilen tek kişi benim. Onu almak istiyorsan önceliğin benim alıp verdiğim soluk olacak. Benim nefesimi kesmek için savaşmayacaksın. Bu işin hangi evresinde olursa olsun bana zarar verdiğin an benden aynı karşılığı alırsın." Sesim bir kibritin koca bir ormanı küle çevirmek için başlattığı yangına bürünmüştü.

 

"Kurallar mı demiştin? Otur, kuralları ben belirleyeceğim."

 

Benim için sabahları güneş değil yaralarımı saklamak için yarattığım karanlık doğardı. Ben, her karanlık gecenin sabahında, göğsümde derin, zihnimde is izleri olan yaralı ruhumu geçirdiğim o karanlık geceye sarardım. Kolumda ki yanık izlerini biri görecek diye hayatımı siyaha satmaya alışıktım. Peki ya karşımda ki adama kurduğum her cümle ömrümden eksilen bir savaşa dönüşüyorken kendimi ondan nasıl koruyacaktım?

 

 

⚓️

 

 

18:09:2024 01:54

 

 

Benim tarafımdan hiç bir koşul gözetmeksizin seviliyorsunuz 🤍

 

 

Loading...
0%