@wersayzar
|
3. BÖLÜM
••• "Sen söyledin." ••• "Bu seste insanlar nasıl eğlenebiliyor inanamıyorum." İçkinin kucağında, kafalar farklı bir alemde olan insanlar deli gibi dans ediyorlardı. Ben ise bar masasının önünde dizilmiş altı tane olan taburelerden birine oturmuş insanları izliyordum. "Herkes sen değil." Hemen solumdaki taburede yerini belli eden Ayça, gözleri ile benim gibi insanları izliyor ve çalan müziğe eşlik edercesine ayağını sallıyordu. "Olamaz zaten," dediğimde gözlerini devirmekten başka bir şey yapmamıştı. Bunun yerine ayağa kalkıp dans eden insanların arasına karıştı. Şu olaylı günden sonra Ayça dediği gibi ilk beni evden almış ve bahsettiği şu lanet partiye getirmişti. Geleli yarım saat olmamışken ben sıkıntıdan patlamak üzereydim. Benim burada ne işim var ki? Söz verdiğim gibi geldim. Şimdi gidebilirim bence. Adımlarımı çıkış kapısına doğru yönelttiğimde aklıma gelen fikirle tamamen hedefimden şaşmıştım. Merdivenlerden yukarı çıkan bedenim çatı katında durdu ve bir kapı ile karşılaştım. İnşallah kilitli değildir. Kapıyı açmaya çalıştığımda dualarım kabul olduğu için çok sevinmiştim. Burası oldukça yüksek bir binaydı ve yüksek yerleri sevdiğimden burada vakit geçirmek iyi olacaktı. Balkonu andıran bu yer oldukça geniş alana sahipti. Ayrıca yeşilin bol olduğu, küçük bir bahçesi beni şaşırtmıştı. Büyük bir otelin ilk üç katı küçük bir alışveriş merkezine yer vermişken son iki katı ise eğlence mekanına aitti. Sanırım burayı da gündüzleri aktif olarak kullanıyorlardı. Çünkü lüks ve temiz bir yerdi. Küçük boyutlardaki ağaçların arasına saklanmış banka oturdum. Cebimden telefonumu çıkarıp Ayça'ya mesaj attım. Olur ya! Belki merak ederse bu mesajı görünce rahatlardı. "Beni merak etme. Daha çekilir bir yere geldim." Mesajı attığımda telefonumu cebime geri koyacaktım ki bir bildirim sesi beni afallatmıştı. Halime? Evet ben de aynı düşüncedeyim. Ama ben bir şey demedim ki. Kızım zekiyim diye ortada dolanıyorsun ama bir türlü şu gerçeğe alışamadın. Neye? Bir de soruyor musun? Hiçbir tepki vermediğim de elini alnına atarak beni cevapladığını düşünüyorum. Biz aynı bedendeyiz ya. Hani aynı beyine sahibiz. Gülümsediğimde elimdeki bir kez daha titreşime giren telefonun ekranına dikkat kesilmiştim. "Haksızlık etme müzikler iyi. Çekilir olduğuna eminim." Bu mesaja göz devirmemek elde olmayacak bir istekti. Benim ne kadar nefret ettiğimi bilmiyor mu bu kız? "İnsan evinde huzurludur." Anında görüldüğünde Ayça beni bir kez daha şaşırmıştı. Mesajlarıma bakmak ha? Büyük bir ilerleme görüyorum. Telefonlarıma geri dönmek bilmeyen bir huya sahipti. Belki de bile bile dönmüyordu, burasını tam kestiremiyorum. Niye öyle diyorsun geçen telefonla konuşuyordun. Yüksek sesle güldüğümde "O zaman uyku sersemiydi," diye cevap vermiştim Halime'ye. Ardından gelen mesaja merakla baktım. Ne yazdığını bir çocuk heyecanıyla bakıyordum. Ben onu önemserken onun beni görmemesi kabuk bağlayan yaramı deşiyordu ve şimdi beni önemsediğini düşünmem içimdeki çocuğu uyandırıyordu. "Huzurlu diye hissettiğin yer ev değildir." Bu yanıt beni düşündürmüştü. Rahat ettiğimiz yerde huzur kavramıyla buluştuğumuza inanıyordum. Sıcacık yatağımda hayallere dalarken mesela, en sevdiğin yemeği yerken olabilir. Fakat en çok düşündüren kısım ise Ayça'ydı. Böyle bir mesaj yazması onun için tersti. Gerçi şuan o eğlenceden mahrum kalıp benimle konuşması bile çok tuhaftı. "Şuan benimle neden konuşuyorsun?" Aklımdaki soruları teker teker düşürmem gerekti. Bu yüzden ilk sorumu ve en çok merak ettiğim sorumu sormuştum. Umarım aşağıda kötü bir şey olmamıştır. Bana yazması için kötü bir nedene ihtiyacım var. "Konuşmamak için bir sebep yok." "Kötü bir şey olmadı değil mi?" "Olması mümkün değil." Bu beni mutlu etmişti. Kardeşim olarak gördüğüm bir insanın artık bana karşı duyguları sadece soğuk bir sevgiden ibaret değil samimi bir tavra döndüğünü düşünüyordum. "Biliyor musun? Şuan eline verilen elma şekerin tadına varan bir çocuk kadar mutluyum." Üstemdeki giydiğim tişörtün inceliği havanın soğukluğuna bariyer olamayınca tenim bir ürpertiye yenik düşmüştü. Evet, doğru tahmin. Ben bir pantolon ve tişörtle partiye giriş yapmıştım. Büyük ihtimalle bu çok konuşulacaktı. Şöyle bir durum da var aslında evden eşofman takımı ile çıkış yapmıştım ki zorla odama geri gönderildim. Ayça ne kadar elbise giymeye ikna etmeye çalışsa da bir pantolon ve tişörtte ortak karara ulaşabilmiştik. Bildirim düştüğünde ayağa kalkmıştım. Partiye geri dönecektim. Hem Ayça ile telefonda konuşmak yerine yüz yüze konuşmak daha güzel olacaktı. Merdivenlerden aşağı girdiğimde telefondaki bildirime baktım. Yazdığını gördüğümde gülümsedim ve bir cevap daha yazmaya karar kıldım. Hem böylelikle canlı kanlı tepkisine bakabilirdim, değil mi? "Neden?" "Beni önemsediğini gördüğüm için," diye mesaj attığımda yine eski yere yönelmiştim. Orası daha sakindi diğer bölümlere göre. Masayı gördüğümde Ayça'yı görmüştüm fakat, Ayça sevgilisi Poyraz ile konuşuyordu ve elinde telefonda yoktu. Olabilir belki telefonunu çantasına koymuştur. Biraz daha masaya yaklaştım ve Poyraz ile Ayça'nın bulunduğu masada bir başka kişi daha oturuyordu. Kumral saçları ne uzun ne de kısaydı. Saç kesimi onun yüzündeki kasları meydana çıkarıyordu. Yüzündeki kastan farklı vücudu oldukça şişikti. Kasları ben buradayım, derken elinde tuttuğu telefona dikkatim kaymıştı. Parmakları hızlı hızlı ekrana dokunduğunda telefonuma bir bildirim daha düştü. Düşündüğüm şeyin olmamasını dileyerek elimde tuttuğum telefona baktım. "Gözlerinin gördüğü şeylerden biri bu sanırım." Masanın dibine girdiğimde Ayça hâlâ Poyraz ile konuşmaya devam ediyordu ve bildirim gelmesine rağmen elinde telefon yoktu. Bu da mesajı atan kişinin bu kumral çocuk olduğunu gösteriyordu. Onun yanına yaklaştığımda ekranı yüzüne tuttum ve ardından emin olmak amaçlı sorumu yönelttim. "Sen miydin?" Gözleri yüzümde gezdiğinde küstahça güldü ve kafasını olumlu anlamda kafasını sallamıştı. İşte beni yıkmıştı bu. Ben kardeşim dediğim insan ile aramdaki soğukluğun yerine ılık rüzgarlar esir aldığını düşünürken bambaşka bir fırtınaya yakalanmışım. Ona neydi ki başkasının telefondan tanımadığı birinin mesajına cevap vermesi. Şimdi beni boşu boşuna umutlandırmıştı ve ben umutlarımın boşa çıkmasından hiç haz etmezdim. Öfkem beni esir almadan buradan gitsem iyi olacaktı. Bu yüzden konuşmadan arkamı döndüm ve çıkış kapına doğru ilk adımımı attım. Fakat o hâlâ aynı tavrıyla konuştuğunda öfkemi kontrol edemedim. "Özür dileseydin bari," dedikten sonra eski konumuma geri döndüm ve o sırıtışına karşılık yanağına sert bir tokat geçirdim. Bunu beklemediği için afallamıştı, ayrıca şuan herkesin içinde bir kızdan tokat yemesi hoşuna gitmemiş gibi gözlerindeki hareler öfkenin ateşinde kavruluyordu. "Napıyorsun Devin?" Ayça hemen yanımda kolumu çekiştirirken bu soruyu sorması beni sinirden güldürmüştü. Ne kadar fevri biri olduğumu bilirdi ama yine de anlam veremediği için bir yandan bu yaptığıma kızıyor ve merakla olanı bilmek istiyordu. Ben ise kolumdaki elinden kurtulup mekandan çıktım. Arkamdan Ayça hızla gelirken mekanın önünde müşteri bekleyen taksilerden birine bindim. Hemen ardından Ayça'da bindiğinde "Ne yapıyorsun?" bakışı atmıştım. Beni umursamayıp öndeki taksi şoförüne doğru evin adresini söyleyip ilerlememizi sağlamıştı. "Devin anlat," dediğinde omuzlarımı silkmekten başka bir şey yapmamıştım. Anlatmayacaktım. Ben onu kardeşim gibi görürken beni umursamayan birine bir şey anlatmak zorunda değildim. "Devin anlat, dedim." Yüksek sesle konuştuğunda bir irkilmedim değil. İrkilmemim en büyük sebebi sesi değildi aslında, şuan bana bakan iri gözleriydi. Bu bakışları "Anlatmazsan seni şurada pataklarım," diye yansıtırken konuşmak zorunda kalmıştım. "Sana mesaj atmıştım ve senden cevap geldiğinde..." Sevindim diyemedim. Ona karşı soğuk olmak iyi olacaktı. O bana soğuk davranıyorsa ben de ona karşı soğuk olmalıydım. Belli ki beni çok hayatında istemiyordu. "Ee anlat," dedi ve konuşmam için sessizlik oluşturdu. "O yazmış. Sana attığımı düşündüğüm her şeyi o yazmış," dedim kalbimin hâlâ bir yerlerinde kalan kırık cam parçalarıyla. Bunu düşündükçe daha çok batıyordu. Daha çok kanatıyordu kalbimi. "Eee bunda ne var yani?" "Senin telefonundan bana yazma cesareti nasıl olabilir? Hem de izinsiz bir şekilde. Kesin senin telefondan beni avı olarak görüp yazdı. Erkek değil mi? Hepsi aynı." Taksi trafikte sıkışmıştı. Etrafta korna sesleri dolanırken şoför de kornaya basıyordu. Bizim bir acelemiz olmadığı için adamı zor bir duruma sokmamıştık. Ayça, normalde sabırsız biriydi. Böyle durumlarda taksi şoförünün kafasını çok fazla konuşmaktan patlatırdı. O yüzden kaç kere taksiden kovulduğu olmuştu. Aklıma gelenlerle gülmeye başladım. Ayça afallamış bir şekilde yüzüme bakarken gülmeyi kestim. Aklıma bir şey geldi, diye ona gülme nedenimi açıkladığımda asıl konumuza geri döndü. "Ben verdim çocuğa." Neyi vermişti? Neyi olacak? Telefonunu kendi elleriyle vermiş çocuğa. Halime'nin açıklaması ile bir şeyleri anlam kazandığında Ayça konuşmaya devam etti. "Sizi tanıştıracaktım ama sen ortadan kaybolunca tanıştırma işi olmadı. Sonra benden senin telefon numaranı istedi. Ben de Poyraz ile zaman geçirmek istediğim için direk telefonumu ona verdim. O ara yazmış olmalı." Yaptığı açıklamalar ne kadar mantıklı olsa da onun bana yazma lüksü olamazdı. Ayrıca benim numaramı alıp ne yapacakmış? Dedim işte. Erkek değil mi? Kesin beni yeni avı olarak gördü. "Bana açıklama yapmana gerek yok," dedim tripli çıkan sesimle. Kaşının biri havalanırken "Ne bu tripler," diyerek iğrenmiş gibi baktı bana. "Trip atacak zaman değil. Çocuktan gidip özür dilemen gerekiyor." Bu sefer kaşları havalanan ben olmuştum. "Ne yani, o benim umutlarımla oynasın ben gidip özür dileyeceğim." Sonlara doğru yüksek sesle gülüp önümüzde oturan taksi şoförüne döndüm. "Haklı değil miyim, amca?" Soruyu ona sorduğumu anlamıştı. Bu yüzden gözlerini dikiz aynasına kaydırıp bize doğru baktı. Trafikte sıkıştığımız için araba çok yavaş ilerliyordu. Bu nedenle de bize bakması bir sorun teşkil etmiyordu. "Konuyu çok anlamadım," dedi haklı olarak. Baştan sona anlatmak yerine kısa ve öz şekilde özet geçtim. Gerçi çok da uzun bir olay değildi. "Amcacığım bak şimdi şöyle. Bu kız benim istemediğim bir partiye götürdü ve sonra ben o partide acayip sıkılıp daha sakin bir yere gittim. Ardından yanımda bulunan şahsa mesaj attığımda bir cevap aldım ama meğerse mesaj atan lavuğun tekiymiş. Ne hakla bana mesaj atabiliyor? Haa bir de benim numaramı istemiş şu kızdan," sinirle kelimelerimi dizerken cümlelerimin içinden geçen nefrete engel olamadım. Hızla bana saçma gelen soruları dizmeye devam ettim. "Benimle tanışmak neden istemiş ki? O kim ki? Ben cevabı çok iyi biliyorum. Kesin beni o yatağına atmak istediği sıradan bir kız olarak gördü. Şu yanımdaki salak kızda zaten benim bu durumda olmamı çok istiyor." Nefessiz kalmıştım. Çok sinirli olduğum gözle görülecek kadar belli iken bir de nefessiz kalmak ayrı sinirlendirmişti. Şoför amca, ağzı açık kalırken neye şaşırdığını sorguluyordum. Benim çok hızlı konuşmama mı yoksa Ayça gibi bir salak ile arkadaşlık yapmama mı? "Şimdi ben çok şey etmesem." "Söyle amcacım ben seni korurum bu caniden." Ayça'nın gözleri ürkütücülüğünü korurken korkmak elde değildi. Ben bu duruma alışık olduğum için bana biraz daha normal geliyordu fakat söz konusu şoför amca için aynı değildi. O baya korkmuş gibi duruyordu. "Bir erkek ne olursa olsun sahibi izin vermedikçe onun telefon numarasını almamalı, diye düşünüyorum." Bunu duymamla Ayça'ya "Gördün mü bak," bakışını göndermiştim. Fakat her şey bundan sonra değişti. "Ama her erkek içinde aynı şey düşünülemez. Bazı erkekler senin de haklı olduğunu düşünerek fazla uçkuruna düşkünler. Fakat bazı erkeklerden tam aksi. Bu yüzden bir insanı yargılamadan tanımak lazım." Ben ağzı açık dinlemeye devam ederken Ayça şimdi kaş göz yaparak az önceki attığım bakışları bana atıyordu. "Şu gencin ne yazdığını bilmek isterim. Bilirsem daha iyi bir yorumda bulunabilirim," dediğinde cebimdeki telefonumu alıp adamın suratına tuttum. Bana hak vermesi için her şeyi yapabilecek kapasitedeydim. "Hmm, mesajlar oldukça normal." "Ne? Amcacığım sen de dedin ya. uçkurlarına düşkün erkekler mevcut diye." "Evet dedim ama burada hiçbir şey yok. Normal bir sohbet." Tam dudaklarımı aralayıp onu ikna etmeye çalışacaktım ki arkadaki araba kornaya bastı. Konuştuğumuz süre boyunca ne kadar çabuk geçtiğini anlamamış ve yolun açıldığını fark edememiştik. Şimdi şoför arabayı sürerek verilen adrese ulaşmaya çalışıyordu. Ben de adamın dikkati dağılmasın diye susarak camdan dışarıya izliyordum. Yaklaşık on beş dakika süren yolculuğumuz sona ermiş ve amcaya teşekkür ederek parasını ödemiştik. Evin bulunduğu caddede indiğimiz için beş dakika da yürüme mesafemiz vardı. Trafik tekrardan eski akışkanlığına kavuştuğundan beri olduğumuz gibi sessizliğimi koruyorduk. Evin kapısına vardığımda Ayça duraksamış ve bana bakıyordu. "Neden bu kadar öfkelendin?" Küçük bir olaymış gibi görse de hayal kırıklığımı anlatarak kafasında oluşmuş düşünceyi değiştirmeyecektim. "Geçti gitti, boşver," diyerek evin kapısına yöneldiğimde Ayça konuşmuştu. "Unutamadın değil mi?" Kapının ziline giden parmaklarım kasılmıştı. Ayça'nın bu sorusuyla neyi kast ettiğini anlamıştım. Sessizliğimi koruyarak ona döndüğümde konuşmaya devam etti. "Bu yüzden yeni birini hayatına almayı istemiyorsun. Sırf bu nedenle erkeklerden nefret ediyorsun." Bu cümlelerin ağırlığı göz kapaklarıma yüklenmişti. Fakat direndim. Ben unuttum. Ben... Ben sadece... Ne saçmalıyorum ki? Ben yaralarımla büyüdüm ve bu yaraları unutmak ölüm gibi. "Ne saçmalıyorsun?" Gözlerim seğirse bile başım dik bir şekilde Ayça'nın gözlerine duygusuzca bakabiliyordum. İstemiyordum çünkü. Kimsenin benim derinlerimde dolaşmasını istemiyordum. Ayça'ya ne kadar yakın olmak istesem de, onunla tüm benliğim ile konuşup hayatıma devam etmek istemiyorum. Geçmişime kimsenin karışmasını istemiyordum. Kirli bir lekeyi yalnız sessizleştirerek yok edebilirdim. Yalnızca böyle güzel bir temizlik yapabilirdim. Benim kışımın bitmesi için baharın gelmesine gerek yoktu. Ben bütün mevsimlerin içinde aynı anda yaşayacak bir insandım. "Dedenden dahi sakladıklarını biliyorum." Ayça'nın bu cümlesi direk ona hızlı adımlarla ulaşmamı sağladı. Bir elim onun dudaklarına sert bir bariyer olurken diğer elim susaması için destek olmuştu. Şuan kendimi zor tutuyordum. Ona saldırmamak için zor tutuyordum. "Sus. Ne bildiğini bilmiyorum ama ne biliyorsan hepsi yalan." Ellerim altında kalan dudakları bile engel olamamıştı onun sesli gülüşüne. Öyle bir gülüyordu ki. Dalga geçercesine. Ne bildiğini bilmediğim şey için çok sesli gülüyordu. Elimin birini çekip Ayça'nın bileğinden tutmam ile kararmış gökyüzünün altında daha bir kuytu yer aradım. Kimsenin bizi dinleyemeyeceği, duyamayacağı, göremeyeceği yer aradım. Karanlık bir köşe bulmam ile daha önce çektiğim dudaklarım elimi tekrardan onun dudaklarına buldurdum. Sessiz olmasını tembihlemek için onun tekrardan bir avuç sessizliğe gömmeliydim. "Çok sessiz konuşacaksın. Şimdi söyle. Ne biliyorsun?" "Korkuyorsun," dediğinde tir tir titrediğimi yeni anlamıştım. Kollarımı sıvazlayarak "Sadece üşüyorum," dedim. İnanmayan gözlerine inat inanmış gibi davrandı. Üstündeki elbisesinin açık kısımlarını kapatan ceketini çıkarıp bana uzattı. Ona üşüdüğümü kanıtlamak için verdiği ceketi giymiştim. Gözlerine inat giymiştim. "Söyle. Ne bildiğini söyle." "Annene yapılanları biliyorum." Göz bebeklerim seğirerek ona bakıyordu. Bu gerçekti. Kimsenin bilmediği bir gerçeği nasıl öğrenmişti? Ben bile kendime yasaklamıştım bu konuyu. Kimden ve nasıl öğrenmişti? "Yalan. Bunu kim söylediyse sana yalan söylemiş." İtiraz etmek en iyisiydi. Kimse annemi ve babamı bilmeyecekti. Dedem bile onları sadece beni bırakıp gittiklerini biliyordu. Beni, terk edilmiş bir çocuk olarak biliyordu. Bu itirazım benim için yeterli bir cevaptı. Bu nedenle bulunduğumuz köşeden çıkıp eve yöneldiğimde adımlarımı olabildiğince hızlandırdım. Birkaç uzun adımın ardından yine kalbimi tekleten ve beni olduğum yere sabitleyen Ayça'nın sesiydi. "Sen söyledin." |
0% |