Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm: Solis'in Büyüsü

@wildanyalcin

3. Bölüm: Solis'in Büyüsü

Saraya iyice yaklaştığımda biraz yavaşladım ve etrafta beni görebilecek herhangi biri var mı diye kontrol ettim. Hala daha kimse yoktu. Saraydan içeri girmek için kapıya doğru yürüdüm, aynı zamanda etrafa bakmaya devam ediyordum. Daha önce bahçeyi bu kadar sakin görmemiştim. O yüzden sürekli bir yerlerden biri çıkacak diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum.

"Prenses Eliana?" Sarayın bahçe kapısından içeri gireceğim sırada kulaklarıma dolan ses beni panikletmişti. Gergin bir şekilde bana seslenen annemin yardımcısına baktım. Elinde bir tepsi vardı. Büyük ihtimalle çay için hazırlık yapıyordu. Ama o zaman neden onları daha önce görmedim? İşte bunu bilmiyordum. "Nereden geliyorsunuz?" Yanıma gelip önümde kısa bir reverans yaptıktan sonra sormuştu bu soruyu.

"Sadece dolaşmaya çıkmıştım." Sesim titremediği için içimden Tanrı'ya şükürlerimi sunmuştum.

"Tek başınıza mı?" Hem şaşkın hem de şüpheli bir şekilde bakıyordu. Normalde sadece bahçeye çıkacak bile olsam yanımda Karina olurdu, şimdi bu şekilde yalnız olmam ona garip gelmişti. Ve ben bu şekilde saraydan uzaklaşıp ilginç bir kuyu bulmuştum.

Kuyu hakkında daha fazlasını öğren.

Bunu aklımın bir köşesine koyup şu ana odaklandım. "Evet, Karina'nın işleri vardı. Çok uzaklaşmadım."

"Ah, peki öyleyse. İyi günler, prenses." Ona sadece başımı salladım ve o da tekrardan reverans yapıp benden uzaklaşmaya başladı. O daha tam olarak benden uzak değilken dayanamayarak onu durdurdum ve yanına gidip bir kez daha etrafı kontrol ettim. Birilerinin soracağım şeyi duymasını istemiyordum.

"Bugün kütüphanedeyken bir kitap okudum, bir kuyudan bahsediyordu. Bu konu hakkında bir bilgin var mı?" Bu soruyu sorduğum an kadının yüz ifadesi değişmiş ve belirgin bir şekilde stresten kızarmıştı. Gözlerini kaçırıp ağzının içinde bir şeyler geveledi.

"Benim bir bilgim yok. Tekrar iyi günler." Yine benden uzaklaşmaya çalıştı ama arkasından ilerleyip onun kolunu tuttum. Bana şaşırarak baktı fakat sonrasında gözlerini yere dikip sesli bir şekilde yutkundu.

"Lütfen, kuyunun," Kuyuyla alakalı gördüklerim kadarıyla bir bilgi düşündüm. "Sedefli olduğu yazıyordu." En fazla ne diyebilirdim ki? Kadın karşımda sanki ölmek istermiş gibi dururken bana cevap vermedi. Bende daha fazla zorlayamazdım. "Daha önce onu gördün mü?" Sorduğum sorular arttıkça yüzü renkten renge giriyordu.

Onu biraz daha karşımda tuttum, belki cevap verir diye. Ama bir süre öylece karşılıklı durduk ve ne o ne de ben konuşmadık. Bir an ağzı aralanacak gibi oldu. Bakışlarını bana çevirip başını bana yaklaştırdı. Bir şeyler öğrenecektim. Varlığıyla ilgili daha önce hiçbir şey bilmediğim bir kuyu hakkında bilgi edinecektim. Heyecanla ağzından çıkacak kelimeleri bekledim.

"Mirena, bahçeyi hazırladın mı?" Annemin sesiyle kadın benden anında uzaklaştı. Bende hayal kırıklığı içinde bakışlarımı yere diktim.

Annem geldi. Karşısında eğildim. Bana ne konuştuğumuzu sordu, cevap vermedim. Diyebileceğim bir şey yoktu. Bundan ona bahsetmek istemiyordum. Bundan ona yalan söyleyerek bahsetmek istemiyordum. Neden kütüphanede olduğumu sorabilirdi. Neden vaktimi boş kitaplarla harcadığımı, bu yüzden konuşmamıştım.

"Eliana Solis, bana cevap ver!"

"Efendim, izninizle size ben anlatmak isterim. Lütfen gelin." Gözlerimi korkuyla Mirena'ya çevirdim. Anneme söylememeliydi. Bu korkunç ihtimal benim yutkunmama neden oldu. Mirena, anneme her şeyi anlatabilecek kadar ona sadık olan biriydi. Bu bir yerde iyi bir şey olsa da böyle bir durumda sanırım en kötü şey bu olurdu.

Benden birkaç adım uzaklaştılar. Onları görebiliyordum ama duyamıyordum. Bir süre Mirena annemin kulağına bir şeyler fısıldadı. Sonra ondan uzaklaşıp yanında durdu. Annem bana yaklaştı. Gözleri bana öfkeyle bakıyordu.

"İzinsizce dışarı mı çıktın?" Başımı salladım.

"Hem de tek başına?" Tekrardan başımı salladım. İyice dibime gelmişti. Ayakları neredeyse ayaklarıma değiyordu. Geriye gitmek istedim ama kollarımı tutup beni sabit tuttu. Gözlerimi sıkıca kapadım.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun? Bu bir daha yaşanmayacak! Şimdi odana git ve uzun bir süre çıkma, çay saatinde odanda otur. Yüzünü görmek istemiyorum." Yine o cümle. Kırgınlıkla gözlerimi açıp bütün insanlarımızın aynı renge sahip gözlerine baktım. Bu cümle kalbimi paramparça ediyordu. Küçüklüğümden bu yana, her hatamda duyduğum bu cümle...
"Kaybol, çirkin yüzünü al ve git buradan... Yine mi sen? Sana buralarda dolanma dedim, yüzünü görmek istemiyorum..."
Gözlerim dolu dolu olmuştu.

"Tamam, kraliçem." Kollarımı bırakıp hızlıca bahçeye çıktı. Mirena ona kuyuyu sorduğumu söylememişti. Şimdi eğer söyleseydi ne olurdu diye düşünüyordum.

Bu kuyu gizli bir şey olmasaydı haberim olurdu. Bütün krallığın haritasını ezbere biliyordum. Ama hiçbir bölgede yarım saat önce gördüğüm gibi bir kuyu yoktu. O kuyuda bir şeyler olmalıydı. Yoksa neden saraydan çıkınca yürüyerek ulaşabileceğim bir yerden bana bahsetmesinler? Az önce Mirena'ya söylediğim gibi kütüphaneye gitmeyi düşündüm. Bilgi edinmek için. Ama annem odama gitmemi söylemişti. Sözünden geri dönemezdim.

Odaya girdiğim ilk anda Karina da benimle birlikteydi. Gergin bir şekilde yanıma yaklaşmış ve ellerini önünde birleştirerek karşımda durmuştu.

"Prenses, neden böyle yapıyorsunuz? Kurallar gayet açık, lütfen bundan sonra bir yere gitmek için benim yanınıza gelmemi bekleyin."

"Çok fazla uzaklaşmadım." Evet. Alt tarafı haritalarda yer almayan bir kuyuyla karşılaşacak kadar uzaklaşmıştım. "Bir daha yapmam." İşte bu kadar. Bunu söyledikten sonra herkes gerçekten bir daha yapmamamı beklerdi. Ancak daha çok beklerlerdi.

Odamda geçirdiğim saatlerin sonunda odama vuran güneş beni rahatsız ettiği için perdelerimle camları kapatmıştım. Şimdi odam karanlıktı. Bunu seviyordum. Kendimi göremiyordum. Annemin her fırsatta aşağıladığı yüzümü göremiyordum. Bu ise beni kısa süreliğine mutlu ediyordu.

Kendimi yatağa bırakıp düşünmeye başladım. Kuyuyu, içindeki suyu ve üzerindeki simleri. Nasıl bir kuyu öyle olurdu ki? Daha önce hiç böylesini görmemiştim. Daha doğrusu daha önce kuyu görmemiştim. Kuyuların kullanımı yasaktı. Onun yerine daha farklı icatlarla suyu saraya ve diğer evlere ulaştırıyorduk.

Neden yasaktı? Kuyularda ne vardı?

Yasak olan şeyler insanları gerçekten daha çok cezbediyordu. Krallıkta neden kuyular kullanılamıyorken böylesine bir kuyu ağaçların içerisinde duruyor? Kaşlarımı aklımdaki düşüncelerle birlikte derince çattım ve yatakta doğruldum. Şimdi bir kez daha bir sözü çiğneyecektim. Kurallar bana yalnız bir şekilde saraydan uzaklaşmamamı söylemişti. Uzaklaşmıştım. Annem odamdan çıkmamamı söylemişti. Çıkacaktım. Çıkacaktım ve bu sefer gerçekten kütüphanede ihtiyacım olan bilgileri alacaktım.

Kapıyı yavaşça açıp etrafa baktığımda kimseyi göremedim. Böyle olmasını beklediğim için garipsemedim. Normalde odamın yakınlarında şövalyeler beklerdi ama şu an onların değişim saatiydi ve birkaç dakikalığına kimse buralarda olmayacaktı. Sadece Karina'ya sesimi duyurmamam gerekiyordu. Eğer çıktığımı duyarsa odasından çıkıp peşimden gelirdi. Bunu istemezdim.

Üst kata çıkan merdivenlerin başına kadar yürüyüp aşağıyı kontrol ettim. Eğer bir şövalye görevinin başına gelecekse alt kattan gelmesi gerekiyordu. Şimdilik her yer temizdi.

Eteklerimi ellerimde toplayıp merdivenleri seri adımlarla çıktım. Karşıma birkaç dakika içinde biri çıkmadığı sürece rahattım. Kütüphanede kimse beni aramazdı. Daha da iyisi şu an annemin emri üzerine herkes odamda olduğumu zannediyordu. Yani kimse beni aramayacaktı. Merdivenler bittiğinde gerilmekten nefes nefese kalmıştım. Bu katın bir üstünde anne ve babamın odası vardı. Yani ikisinden biri beni yakalayabilirdi. Kendimi kapana kısılmış gibi hissetmiştim. Bir yandan şövalyeler, bir yandan anne ve babam.

Kütüphanenin olduğu koridora girdim. Burada genelde kimse olmuyordu zaten. Rahattım. Uzun süredir ilk defa yalnız ve rahattım. Bu güzel hissettiriyordu. İzin almadan yürümek, yanımda birinin olmadığını bilmek ve görülmediğimi hissetmek. Küçüklüğümde belli bir yaşıma kadar sürekli farklı öğretmenlerle büyümüştüm. Hiçbiri bana kendimi iyi hissettirecek şekilde davranmamıştı. Annemin emriydi bu. Eğer bana bir öğretmen iyi davranırsa ve o hep aynı kişi olursa ona bağlanırdım, onu severdim, her zaman onunla olmak isterdim. Bu ihtimaller annem için berbattı. Birine bağlanmak iğrençti, sevmek gereksiz, sürekli aynı kişiyle olmak saçma. O yüzden yalnızdım, kimsem yoktu. Sadece Karina. Ama o da annemin maşasıydı sonuçta. Bana onun istediğinden daha farklı davranamazdı.

Koridorda sessiz adımlarla ilerlemeye gayret ettim. Sadece parmak uçlarımı yere değdirerek yürüyordum. Kimsenin beni duymayacağı şekilde. Kütüphane koridorun sonunda, en şatafatlı kapının ardındaydı. Kocamandı ve iki katlı olan kütüphanenin içerisi binlerce kitapla doluydu. Koca duvarlardan biri tamamen camdan oluşuyordu. Ama oda güneşe ters tarafta kaldığı için fazla güneş almıyordu. İçeride kaldığınızda teniniz kavrulmuyordu. Camların ötesinde harika bir orman vardı. Uçsuz bucaksız, alabildiğine yeşil bir yerdi. Orayı gördüğümde içim huzur doluyordu. Ormanın sağ tarafında yer alan ve zaman zaman hafifçe dalgalanan, gökyüzünün bir yansıması gibi duran deniz insana hoş duygular katıyordu.

Elimi ileri doğru uzattım. Kapıya gelmiştim. Kapının üzerindeki tokmağı tutup ileri ittirdiğimde her iki kapı birden açılmış ve geçmem için bir boşluk yaratmışlardı. Direkt olarak burnuma kitapların kokusu gelmişti. Buranın en sevdiğim yanlarından biri buydu. Gözlerimi kapattığımda beni farklı diyarlara sürükleyen koku... Hızlıca içeri girip kapıları sessizce kapattıktan sonra sırtımı yaslayıp derin bir nefes aldım. Artık kendimi daha güvende hissediyordum. Şimdi sıra istediğim kitabı bulmaktaydı. Sorun şu ki onu hangi bölümde bulacağımı bilmiyordum. Bir kuyu nerede anlatılabilirdi? Ya da anlatılıyor muydu? Bilmiyordum.

Sırtımı kapıdan ayırıp odanın ortasına doğru birkaç adım attım. Gözlerimi etrafta gezdirdim. Fazla kitap vardı. Arkamı döndüm, bu sefer kapıların etrafında da raflar olduğunu gördüm. Çok fazla kitap vardı. Sıkıntıyla nefes verdim. Nasıl bulacaktım ki? Buraya ne düşünerek gelmiştim? Okuduğum kitaplarda yeri olan bir ışık ortaya çıkacak ve bana yol mu gösterecekti? Muhtemelen, hayır. Sağ tarafa doğru yürüyüp kütüphanenin ikinci katına çıkmayı düşündüm. Orada tarihi ve ülkeyi anlatan kitaplar bulunuyordu. Tahminen benim aradığım tarzda kitaplar o bölümdeydi. Düşüncenin mantığıyla yavaşça merdivenlere yürüdüm. Ne olursa olsun o kitabı bulmak zaman alacaktı. Bu süreçte kimsenin beni merak etmemesi için Tanrı'ya dua ettim.

Merdivenlere çok kalmamıştı ki kapının ardında mırıldanmalar duydum. Gözlerim bir an kapıya takılsa da seslerin yakınlaşmasıyla hemen merdivenlere koşup üst kata çıktım. Burası dört farklı duvarla beş parçaya bölünmüştü ve her bir duvar tavandan yere kadar kitaplarla süslüydü. Bu görüntüyü daha sonra izlemeyi aklıma not ederek duvarların en sonuna koştum, köşeye geçersem bu kata çıksalar bile beni göremezlerdi. Hızlı olmaya çalıştım ama ne yazık ki ben daha istediğim yere ulaşamadan kapı açılmıştı. Aniden durdum ama bu yere düşmeme neden oldu. Sesi duymamış olmalarını diledim.

Şu an hareket edersem tekrar ses çıkarabilirdim, bu yüzden biraz olduğum yerde bekledim ama içeri giren kadınlardan biri -kadın olduklarını seslerinden anlamıştım- alt katın bu katı gören kısımlarından birine doğru yürürken gördüğümde tamamen delirmek üzereydim. O şu an arkasına dönerse bittim demekti. Çözüm olarak yerde ilerlemeye başladım. Büyük ihtimalle biri beni bu şekilde görürse uğursuzluğu resmetmede kullandığımız yılanların benden daha az süründüğü iddiasını öne çıkarabilirdi. Ona hak verirdim. Çünkü şu an resmen üzerimdeki birkaç kiloluk elbiseyle yerde ilerlemeye çalışıyordum. Daha iyi bir tabir benim için olamazdı.

Kadın ilerledi ama ben neredeyse hiç hareket edemedim. Elbisem bana engel oluyordu. O yüzden her şeyi göze alarak aniden ayağa kalktım ve hızlıca ulaşmak istediğim köşeye gittim. Sanırım çok ses çıkarmamıştım. Kimseden bir ses duyduklarıyla ilgili bir yorum duymamıştım. Bu beni rahatlatmıştı. Olduğum yerde çömeldim ve en son yere oturum bacaklarımı uzatarak iki yana açtım. O kadar gerilmiştim ki kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya başlamıştı. Eğer zorlarlarsa aşağıdaki kadınlar bile benim kalp atışlarımı duyabilirlerdi. Bakışlarımı bacaklarıma diktim. Çok çirkin oturuyordum. Böyle bir oturuş bir prensese yakışmıyordu. Biri beni bu şekilde görürse ayıplanırdım, herkes kötü bir prenses olacağımı düşünürdü. Terbiyesiz olarak adlandırılırdım. Evet, bunların hepsi yerde istediğim gibi oturduğum için yaşanırdı. Bana böyle öğretmişlerdi. Annem de beni bu oturuşumla görseydi büyük ihtimalle aynısını derdi. Sonrasında bir saatlik bir azar seansı... Küçükken bana oturmanın kurallarını öğretmek için günlerini harcamışlardı. Her seferinde bir kısımda hata yapıyordum. Bu yüzden de eğitmenin elinde duran ince bir sopa, neremi düzelteceğimi göstermek için sırtımda vücudumda dolanıyordu. Sonrasında da aynı cümle tekrar kulaklarımdaki yerini alıyordu.
"... kural üç, bir prenses otururken her zaman bacaklarını birleştirmeli ve ellerini üst üste koyup bacaklarının üzerinde tutmalıdır. Sırtı dik olmalı, onunla uyumlu olarak başı her zaman karşıya bakmalı ama gözleri meraklı bir çocuk gibi etrafta değil, önünde olmalıdır. Anlaşıldı mı..."

Ben geçmiş anılarımda vakit geçirirken bunların arasından sıyrılmama kapının kapanma sesi neden olmuştu. Bir süre oturduğum yerde dikleşerek etrafı dinledim. Gerçekten de ses yoktu. Bu nedenle bacaklarımı kendime çekip ayağa kalkmaya çalıştım. Ama başımı yanlışlıkla raflardan birine çarpmıştım. Bunu nasıl başarmıştım? Elimi başıma götürüp yüzümü kafamı burduğum rafı görmek için sol tarafa çevirdim. O an gözüm bir kitaba takıldı. Kitap krem rengiydi ve sırt kısmında parlak harflerle 'Solis'in Büyüsü' yazıyordu. Bir an durup düşündüm. İstediğim bilgiler burada yer alıyor mudur diye. Kitap kalındı. Olabileceğini düşündüm. Bu sefer dikkatlice ayağa kalkıp üstümü düzelttim ve eğilip kitabı elime aldım. Beklediğimden daha ağırdı. İlerleyip sırtımı boş bir duvara yasladım ve kitabın kalın kapağını açtım. Sayfaları beklentiyle hızlıca çevirmeye başladım. Neredeyse yarısı bitmişti ama kuyuyla alakalı olabilecek hiçbir bilgiye rastlamamıştım.

Sayfaları biraz daha çevirdim. Ümidim tükenmek üzereydi. Ta ki atladığım sayfaların birinde elle çizilmiş bir kuyu görseli görene kadar. Durup iki üç sayfayı geri çevirdim. Ve evet, kuyuyla alakalı şeyler yan yana iki sayfada yer alıyordu. En baştan okumaya başladım.

Kuyunun görüntüsünden bahsedilmişti. Nerede bulunduğundan. Nerelerde bulunduğundan. "Bir saniye," diye mırıldanıp sayfanın bu bölümünü dikkatle okumaya başladım. Kuyunun bir ormanda bulunduğu yazıyordu. Evet, ben de zaten onu ağaçların içinde bulmuştum ama asıl sorun bu değildi. Kitapta kuyunun bizim asırlardır düşmanımız olan Luna'da da olduğu yazıyordu. Böyle bir şeyden nasıl haberim olmaz?

Okumaya devam ettim. Ve her okuduğum cümle beni şoka sokmaya devam etti.
"...Eğer kuyunun içindeki suya dokunursanız sizi içine çektiğini hissedebilirsiniz. Çünkü o sırada su sizi karşı tarafa götürmek için hazırlanıyordur. Ve eğer o suyun tamamen içine girerseniz kısa bir süre sonra kendinizi karşı tarafta bulacaksınızdır. Kuyular bu yüzden vardır. İkiye bölünen dünyanın tek birleştirici unsurları budur. Burada olduğu gibi Luna Krallığı'nda da bir kuyu vardır. Bütün ülke araştırılmasına rağmen ikinci bir kuyu bulunamamıştır. Bu krallığın kurucusu olan Kraliçe Nyra bu kuyunun kullanımını kesin bir dille yasaklamış ve gelecek nesillere bu kuyunun bahsinin bile açılmamasını söylemiştir..."

Cümleleri okuduktan sonra kafa karışıklığıyla başımı kitaptan kaldırdım. Kuyu beni çekiyormuş gibi hissetmiştim evet, bunu garipsemiştim. Ama asla altından böyle bir şey çıkacağını düşünmemiştim.

Demek kendimi öldürmeyi düşündüğüm anda suyun içine girseydim zaten ölmeyecektim. Sadece Luna'ya gidecektim. Bu çok tuhaftı ama içimde bir merak oluşmuştu. Luna'yı merak ediyordum. Güneşin olmadığı bir yere gitmek istiyordum ve şu anda bana öğretilenin aksine bunu yapabileceğimi öğrenmiştim. Bu buradan uzaklaşabileceğim anlamına geliyordu. Ancak Kraliçe Nyra'nın kesin bir dille yasakladığı bu kuyuya bir daha nasıl yaklaşacaktım? Bugünden sonra yalnız kalmama asla izin verilmeyecekti. Odamdan belli saatler aralığında çıkmam istenecek ve dediklerine uymam beklenecekti.

Kuyuyu bildiğimden sadece Mirena'nın haberi vardı ve o da eğer anneme söylerse büyük ihtimalle oraya gidemezdim. Bu kadardı işte, böyle bir hayatın içine doğmuştum. Böyle yaşayacaktım.

Ama yine de o kuyuya kesinlikle tekrar gidecektim.

Loading...
0%