@wildanyalcin
|
4. Bölüm: Yüzdeki Tebessüm Kütüphaneye gidip o kuyuya atlamaya karar vermemin üzerinden neredeyse bir hafta geçmişti. Ama hala bunun için bir girişimde bulunamamıştım. Çünkü o gün kütüphaneden ayrılırken her ne kadar yakalanmamış olsam da annem benim tek başıma dışarı çıktığımı öğrendikten sonra yanımda Karina'yı göremeyince sinirleniyordu. Bu durumda da benim saraydan ayrılmak için fırsatım olmuyordu. Bugün duyduklarıma göre annemin meşgul olduğu bir gündü. Hatta o yüzden çay saati olmayacağı bilgisini bana ulaştırmışlardı. Üzüldüğümü söyleyemezdim. Daha iyisi bu durum aklıma sinsi tilkilerin girmesine neden oluyordu. İçimden bir ses sürekli bugün o kuyunun yanına gitmemi ve Luna'yı görmemi söylüyordu. Biraz korkuyordum. Eğer başarısız olursam ve yakalanırsam bu sefer başıma on tane şövalye dikmeden bırakmazlardı beni. Düşüncesi bile bu fikirden vazgeçecek gibi olmama neden oluyordu. Bir kerecik diye geçirdim içimden. Bir kere kendi isteğimle hareket edebilmeliyim. Şimdi o yüzden Karina'nın saçlarımı çözmesini bekliyordum. O saçlarımı çözünce kendi odasına gidip yatacaktı. Şu an ülke için uyku saatleri arasına girmiştik ve bu yüzden herkes bunun için hazırlanıyordu. Kimsenin aklımdaki planı birazcık bile sezmemesini sağlamıştım. Sanıyorum ki Mirena'da bu durumu unutmuştu. Böyle düşünmek içimi rahatlatıyordu. Karina saçlarımla işini bitirip çıktığında üstümde geceliğim vardı. Aslında ona çıkarmak istemediğimi söyleyecektim ama şüphelenmesini istemediğim için dudaklarımın arasından çıkmaya hazır olan kelimeleri geri gönderdim. Şimdi tek başıma bu geceliği çıkarıp diğerlerine göre daha rahat olan tüllü bir mavi elbise giyecektim. Onunla hareketlerimin daha az kısıtlanacağını düşünüyordum. Birkaç dakika tuvalet masamın önündeki taburede oturup etraftaki ayak seslerinin dinmesini bekledim. Bir şeylerden emin olmadan hareket edemezdim. O yüzden bekledim ve zaman geldiğinde kalktım yerimden. O gün kütüphaneden ayrılırken yanıma kitabı da almıştım. İçindeki neredeyse her şeyi okumuştum. Krallığın sahip olduğu birçok şeyden bahsediyordu, büyük bir kısmını biliyordum zaten. Ama özellikle kuyunun yer aldığı o iki sayfayı defalarca okumuştum. Her bir cümleyi kafama kazımak istercesine tane tane, tekrar tekrar okumuştum. Daha önce bir şeyi hiç bu kadar merak etmemiştim. Çünkü bana zaman tanınmamıştı. Merak etmem için, cevaplarımı almam için... Bu duyguyu bu kadar derinden hissetmek benim için yeni bir şeydi. Ama çok güzeldi. Son günlerdeki yeniliklerden biriydi. Ayakta durup son kez aynadan kendime baktım. Her zamanki gibiydim işte. Esmer tenim hafif sarımsı bir tonla parlıyor ve mavi gözlerimi ortaya çıkarıyordu. Sarı kıvırcık saçlarım omuzlarımdan aşağı sarkarken ensemi kaşındırıyor ve huylanmama neden oluyordu. Kemerli burnumsa... hala aynıydı işte. Tuvalet masamın çekmecesinden saçlarımı rahatça toplayabileceğim bir toka çıkardım. Ellerimle saçlarımı tepemde toparlayıp onunla tutturmaya çalıştım ama bazı tutamlar tokaya sığmamıştı, bu yüzden minik huylanmalar ensemde hala hüküm sürüyordu. Derin bir nefes aldım ve Solis'in Büyüsü 'nü elime alıp göğsüme bastırarak kapıya ilerledim. Bu an korkuyu hissettim. Derince yutkundum ve gözlerim o an yaşardı hafifçe. Ne yapacaktım ki? Tek başıma, bilinçsiz bir şekilde oraya nasıl gidecektim, nasıl o kuyuya girecektim? Korkuyordum. Fazlasıyla ama bunu kendime itiraf etmek istemiyordum. Eğer içimdeki bana korktuğumu söylersem tamamen vazgeçerdim merakımdan. İçimdeki sesleri susturdum. Korkmuyorum dedim ona. Ama o ne ki ben bile inanmamıştım kendi dediğime. Korkmuyorum diye tekrarladım dediğimi. Yapabilirsin, hiçbir şey olmayacak. Vücudumdaki küçük tüyler hissettiklerimle birlikte diken diken olmuşlardı. Şu an vücudumun gergin olmayan tek bir yeri yoktu. Yine de elimi kapı kulpuna attım ve onu aşağı indirip kapıyı araladım. Artık hiç ses çıkarmamalıydım. Kendimi bile duymamalıydım. Bir adım attım önce, ayağımda hem çoraba hem de ayakkabıya benzer bir şey vardı. Özellikle bunu seçmiştim giymek için. Sessiz yürümeme yardımcı olur diye. Nitekim öyle de oldu. Yine şövalyelerin görevlerini birbirlerine devretme saatleri arasında çıkmıştım dışarı, koridor boştu. Yeterince sessiz olursam alt kata inebilirdim. Etrafa bakarak ama aynı zaman da yarı koşar şekilde merdivenlere ilerledim. Kimseyi görememiştim. O yüzden hızımı eksiltmeden merdivenlerin ilk birkaç basamağını indim. Aniden durdum. Çünkü üst kattan konuşma sesleri geliyordu. Bu sesleri tanıyordum. Mirena ve yanında saray işlerini öğrenmek için duran genç bir kızdı gelenler. İndiğim merdivenleri indiğimden daha hızlı bir şekilde çıkıp bütün koridorlarda belli aralıklarla duran krem rengi, geniş ve sade bir süslemeye sahip sütunlardan birinin arkasına geçtim. Geçtiğim anda da Mirena'nın sesi bu katta yankılanmaya başlamıştı. Şimdi kalbim çok hızlı atıyordu. Aynı zamanda öyle gürültülüydü ki onların bunu duymalarından korktum. Sakin ol, dedim içimden. Eğer böyle devam edersen bizi yakalatacaksın. Mirena ve yanındaki yardımcı kız koridorun farklı bir bölümüne ilerlediklerinde benim bakış açıma girmişlerdi. Arkaları bana dönük olduğu için göremezlerdi beni. Yavaşça bu sefer de sütunun öbür tarafına geçtim. Şimdi yeniden merdivenlere ilerlemeye başlasalar bile göremezlerdi beni. Ters bir noktaya geçiş yapmıştım. Bunun rahatlığıyla bir süredir tuttuğum nefesi titrek bir şekilde serbest bıraktım. Gözlerimi öyle bir açmıştım ki kirpiklerimi kaşlarımda hissediyordum. Ancak onları eski haline getirmeye niyetim yoktu. İçimdeki ses bana böyle daha dikkatli olacağımı mırıldanıyordu. Ben de şu anda bir şeye inanmanın ihtiyacıyla bunu seçmiştim inanacak. Yaklaşık bir dakika boyunca olduğum yerde durdum ve ses gelmediğine emin olunca sütunun arkasından kafamı uzatıp etrafa göz gezdirdim. Sıkıntı yok gibi görünüyordu. Daha doğrusu neredeyse hiçbir şey göremiyordum. Koridorların orta noktaları güneşten uzakta kaldıkları için güneş gören bölgelere göre daha karanlık kalıyorlardı. Bu yüzden gün içinde bu bölgelerde her zaman mumlar yanardı ama şu an herkesin uyuduğu düşünüldüğü için o mumlar söndürülmüştü. Görüş açım daralmıştı. Şövalyeler gelmeden gitmem gerektiği için hızlıca tekrar merdivenlere ilerledim. Bu sefer hiçbir ses ilişmemişti kulağıma bu yüzden bu sefer merdivenleri tamamen aşıp bahçe kapısının olduğu kata inebilmiştim. Bahçe kapısı merdivenlerden inip geniş, açık sarı koridorda ilerleyince çıkıyordu karşınıza. O yüzden biraz sol tarafta duran koridora ilerlemeye başladım. Şu an daha da dikkatliydim çünkü büyük ihtimalle şövalyeler iyiden iyiye yaklaşmışlardı bu bölgeye. Hepsi ön bahçenin orta noktasında buluşur, ardından önceden belirlenmiş görev yerlerine giderlerdi. Şimdi yeterince vakit kaybetmiştim ve ilerlediğim tarafın sağında kalan kapının açılıp içeri onlarca şövalyenin dolması an meselesiydi. Neredeyse koşuyordum. Bir elimde kitap, diğer elimle duvara dokunarak ilerliyordum. Sanki duvarların dibinden ilerleyince daha korunaklı olacakmışım gibi gelmişti. O yüzden bir kaçak gibi köşedeydim. Aslında bu durumda bir kaçak oluyordum ama her neyse, konumuz bu değil. Onca adım atmış olamama rağmen kapıya henüz yaklaşmış değildim. Arada çok mesafe vardı. Bir anda oraya ulaşmam biraz hayal ürünü gibiydi. Ben koşar adımlarla ilerlerken hiç duymak istemediğim ana giriş kapısının açılma sesi kulaklarımda yankılandı. Şövalyeler gelmişti ve ben daha saraydan çıkamamıştım. Şu an tehlikedeydim. Şövalyelerin bir kısmı şu an benim bulunduğum koridora gelecek, hatta ikisi de bahçe kapısının yanlarında duracaklardı. Beni görürelerse bana bir şey deme şansları yoktu. Yaptığım şeylere karışamazlardı. Ama yarın bunu annemle babam duyduğunda benim için iyi olacağını söyleyemezdim. Daha da hızlandım. Resmen koşuyordum. Şövalyelerin buraya gelirken ki ritmik adımlarını duyabiliyordum ama neyse ki hala beni görebilecekleri kadar yaklaşmamışlardı buraya. Hala biraz sürem vardı. Ayaklarım alışık olmadıkları bu sert adımlara karşılık olarak canımı acıtsalar da durmadım. Bahçe kapısı tam karşımdaydı, Altın işlemeli kenarlarını ve parlak camlarını görebiliyordum. İçim heyecan ve korku karışımına büründü. Eğer biraz daha hızlanırsam oldu demekti. Saraydan çıkabilirdim. Şövalyelerin adımlarının sesi kulaklarıma daha net bir şekilde ulaştığında koridora girdiklerini anladım. O kadar gerilmiştim ki zaten koştuğum için anımda birikmeye başlamış terler bu hisle beraber çeneme kadar akmışlardı. Ben koştum, şövalyeler adımladı. Kapıyla aramdaki mesafe gitgide artıyormuş gibi geliyordu. Bir türlü ulaşamıyordum. Çıldıracak duruma gelmiştim. Kapı. Şövalyeler. Koş. Kapı, şövalye, ilerle, kapı, şövalye... Dışardaydım. Sonunda dakikalardım koştuğum o uzun koridordan dışarı adım atmıştım. Şövalyeler kapıya ulaştıklarında büyük camlardan beni görmesinler diye kapıdan biraz uzaklaştım ve çalıların arkasına oturdum. Nefes nefese kalmıştım. Terden sırılsıklam olmuştum. Ama başarmıştım. Amacıma bir adım daha yaklaşmıştım. Şimdi buradan aşağı inip o ormanı bulmalıydım. Etrafımızda çok fazla ağaçlık bölge vardı, o yüzden gördüğüm bölgenin nereye ait olduğunu bulmak zor oluyordu. Bunun için tekrardan ilerlemeliydim ama halim kalmamıştı. Biraz oturacak, soluklanacak ve kendime gelecektim. Sırtımı arkamdaki sarayın duvarına yasladım. Çalılar hemen önümdeydi ve beni kapatıyorlardı. Kısa süreliğine burada rahatça oturabilirdim. En fazla beş dakika olmuştu buraya oturalı, yeterince dinlendiğimi düşündüm. Daha yürüyeceğim yollar bitmemişti. Doğrulup dikkatle ve etrafa bakarak ayaklanmak istedim ama o an çok tanıdık bir ses beni buldu. "Eliana için bir şeyler düşündüm," diye başladı annem. Benim geldiğim yerin tam tersi noktasından buraya gelmişti ve anladığım kadarıyla yanında biri daha vardı. Hemen yerime tekrardan sindim. İstemsizce de olsa onu dinlemeye başladım. "Onu çabucak evlendirmek istiyorum, yakında tahtı devralması gerekecek ama bence buna hazır değil. Eğer iyi bir kral olabilecek herhangi biri olursa söyle bana. Onu Eliana'yla tanıştıracağım." Ağzım şok içinde açılırken annemin konuştuğu kişiden cevap gelmedi. Sessiz bir cevap vermiş olabileceğini düşündüm. Ama sorun bu değildi. Annem benim kraliçe olabileceğimi düşünmüyordu. Bana güvenmiyordu ve bunun çözüm yolu olarak beni evlendirmeyi planlıyordu. Kalbim bir anda bin bir parçaya ayrılırken olduğum yerde bir sarsıntı aldı bedenimi. Elimde olmadan titriyordum. Ama göz yaşlarım akmıyordu. Akamıyordu. O kadar alışmıştım ki ağlamamaya, ağlarsam susturulmaya şu an içimden ne kadar ağlamak geçse de bunu yapamıyordum. Hayal kırıklıklarımla dolu havuzuma bir tane daha eklenmişti. Artık kendi kafamda oluşturduğum o havuz taşacak gibiydi ve ben hiç iyi değildim. Annemin yanımda birinin olmasını istediği için evlenmemi istiyor sanmıştım. Krallığı yönetemeyeceğimi düşündüğü için değil. Gözlerim doldu. Ama ağlayamadım. Cümleler ağzıma geldi. Ama hiçbirini cesaret edip de dışarı söyleyemedim. Öylece oturduğum yerde kalakaldım. Beynim bana bir şey yapmam için emir vermiyordu. Ben de hiçbir şey yapmıyordum. Ne yapabilirdim ki böyle bir durumda? Sanırım tam şu an olduğu gibi, hiçbir şey. Biraz daha kaldım orada öylece. Hareket etmeden, sadece nefes alıp vererek oturdum ve düşündüm. Aklıma kraliçe olamamam için hiçbir neden gelmiyordu. Her şey çok mantıksızdı. 'Neden?' diye sordum anneme içimden. Beni duymadı tabii. O beni sesli konuşmalarım esnasında bile duymazken bu kadar acı çekip de dediklerimi nereden duyacaktı ki? "Bir de şu güneş tutulması olayı var. Kralımız bu konuyu Eliana'ya açtığından bahsetti ancak prenses bu konu hakkında hiç bir şey yapıyor gibi görünmüyor. Eğer kendine birini seçmeyip bu şekilde devam ederse o tutulmayla birlikte krallığın sonu gelecek. O günlere güçlü bir şekilde hazırlanmalıyız. Tarihin tekrarlanmasını istemeyiz..." Güneş tutulması demek. Babamın bana bunun konusunu açmasının üzerinden bir hayli vakit geçmişti doğrusu ancak gün içinde bir kere bile aklımda yer etmemişti bu bilgi. Şimdiyse annemin dedikleriyle ilk defa bu konuyu düşünüyordum. Sahi, ne vardı bu güneş tutulmasında? Neden beni evlendirmek istiyorlar? Yeniden doğruldum yerimden. Ben bu yola başka bir şey için çıkmıştım. Şu anda amacıma ulaşmak istiyordum. Ve artık annemin kurallarına uymamak için kendimi cesaretlendirebileceğim bir şey de vardı elimde. Annemin nerede olduğunu anlamak için çalıların üstünden etrafa baktım. Sol tarafta, her zaman çay içtiğimiz masanın etrafında yanında bir kadınla yürüyordu. Annem konuşuyor, kadın da dinliyordu. Ne diyordu acaba? Yine benimle alakalı şeyler olduğuna emindim ama benim hakkımda hangi konu olduğunu merak ettim. Acaba övüyor mudur beni? Sanmıyorum. Daha önce ağzından benimle ilgili tek bir iyi söz çıktığını görmemiştim. Şimdi de çıkıyor olamazdı. Annemlerin arkası bana dönüktü. Gideceğim yer tam karşımdaydı. Bir kere daha, dedim kendime içimden. Bir kere daha koşacağız ve bitecek. İçimden yavaşça üçe kadar saydım. Bunu gerçekten yapacaktım. Bir. Yavaşça ayağa kalkıp koşmak için kendimi hazırladım. İki. Etrafa baktım ve annemlerden başka kimseyi görmedim. Güzel. Üç! Hızla arkasında saklandığım çalıların ardından çıkıp karşımdaki ağaçlara doğru koştum. Orayı aştığım zaman her şey tamamdı. Rahatlayabilirdim. Koştum, koştum ve koştum. Sonunda varmak istediğim yere geldiğimde gizlenme iç güdüsüyle biraz ağaçların arasına doğru ilerledim ama göremediğim bir boşluğa basıp tepe taklak yuvarlanmaya başladım. Kollarım, bacaklarım, yüzüm sürekli bir yerlere çarpıyor ve büyük ihtimalle o yerler kanıyordu. Bir düzlükte durduğumda acıyla inleyerek oturur hale geldim. Tahmin ettiğim gibi elbisenin açıkta bıraktığı kollarım çizik içindeydi. Etek kısmı dizlerimin bir karış aşağısında olduğu için bacaklarım pek zarar görmese de onlarda da yaralar vardı. Yüzümü tahmin etmek istemiyordum bile. Yavaşça ayağa kalktım ve yuvarlandığım yokuşa baktım. Dik olmasa bile uzun bir yokuştu ve ben oradan yuvarlanmasaydım eğer yürüyerek gelecektim buraya. Bir bakıma daha hızlı ulaşmış olmuştum. Önüme dönüp karşımdaki yola baktım. Çok ağaçlık bir bölge değildi burası ama biraz ilerlersem geçen sefer gittiğimi düşündüğüm o yere tekrardan gidebilirdim. Yürümeye başladım. Ne çok hızlı ne çok yavaş. İstediğim bir tempoda yürüyordum ve halimden gayet memnundum. Kuyuya gidiyordum. Tekrar. Tahminen on beş dakikalık bir yürüme mesafesinin ardından sonunda kuyu gözüme görünmüştü. Onu görünce gülümseyerek adımlarımı hızlandırdım ve ona ulaşmak için büyük bir hevesle ilerledim. Çok heyecanlıydım. İçimde korkuya dair ne varsa bir anda çıkıp gitmişti. Kalbim gümbürdeyerek atıyordu. Yüzümde bir gülümseme vardı. 'Bunların sebebi ne?' diye düşündüm. Sadece Luna'yı görecek olmam mı? Bilemiyordum. Orası hakkında hiçbir bilgiye sahip değildim. Sadece düşman olarak yetiştirmişlerdi beni. Ben de nefret etmiştim oradan. En azından içimde bu yabancı duygu belirene kadar. Kuyunun yanına geldiğimde simli suda yara bere içinde olan çirkin suratımı gördüm. Bu bile gülümsememe engel olmadı. Elimde yuvarlanmamdan kaynaklı yıpranmış kitaba bakıp kuyuyla alakalı olan o iki sayfayı açtım. Daha önce birçok kez üstünden geçtiğim cümleleri yeni baştan bir kez daha okudum. "Su, sihirle korunduğu için sizi ıslatmayacaktır, nefesinizi kesmeyecektir ve sizi rahatça karşı tarafa taşıyacaktır..." Artık hazırdım. Kitabı kapatıp elimle sıkıca tuttum ve arkamı dönüp kuyunun kenarına oturdum. Heyecandan nefes alıp verişim hızlanmıştı. Son kez karşımdaki ormana baktım ve gözlerimi sıkıca kapatıp ne olur ne olmaz diye ciğerlerimi havayla doldurup ağzımı da sıkıca kapattım. İçimden tekrar, bu sefer daha güzel bir şey için üçe kadar saydım. Bir. Kendimi oturduğum yerde sabitledim. İki. Bir elimi kuyunun kenarına koyup kendimi yavaşça geriye ittirdim. Üç! Kendimi suya bıraktım. Cildime bir şey değiyordu ama bu kesinlikle su gibi hissettirmiyordu. Islak hissetmiyordum. Yavaşça gözlerimi araladım ve etrafa baktım. Her yer tatlı bir su mavisiydi. Ferah bir ortamdı. Rahatlatıcıydı. Kitapta yazanları doğrulamak için nefes almayı denedim. Hiçbir şey olmadı. Sanki suyun içinde değil de az önce durduğum ormanda nefes alıyormuşum gibiydi. Mutlulukla gülümsedim. Sanıyorum ki birazdan Luna'da olacaktım... |
0% |