Yeni Üyelik
12.
Bölüm
@withmeral

12

Emilia, Prens Arthur ve Laura’yı çay davetinde gördüğünden beri neredeyse bir ay geçmişti. Ancak üzerinden çok fazla zaman geçmesine rağmen o günü ve ona hissettirdikleri duyguyu unutması mümkün değildi. Kendini kırılmış, küçük düşürülmüş ve yenilmiş hissediyordu. Daha önce girdiği savaşların hepsini kazanmıştı ancak bu aralar rüzgâr onun tarafından esmiyor aksine tam tersi esiyordu.

Bu süre zarfında Arthur’u da Laura’yı da birçok kez görmüştü. Arthur, Laura olmadığı zaman Emilia’ya oldukça ilgili davranıyordu, onu dinliyor ve iltifatlar ediyordu. Ancak Laura ya da başka bir prenses yanlarında olduğu zaman Arthur’un ilgisi Emilia üzerinde olmuyordu. Emilia bu durumdan hem sıkılmıştı hem de bunu artık kendine yediremiyordu. Daha önce birçok erkeğin ona ilgisi olmuştu ve her zaman bu ilgiyi üstünde tutmayı başarmıştı ancak Arthur’da bu taktikleri işe yaramıyordu.

Laura da abisi Ronald’ın Alberta’nın gönlünü yapabilmek için defalarca kez Gorg sarayını arşınlaması nedeniyle sürekli onun yanında geliyordu ve böylece Weston Krallığına daha yakın oluyor, Arthur’la da daha çok vakit geçirebiliyordu. Aslında Laura da Emilia’dan farksız bir durumda değildi, Prens Arthur’un dikkatini çekmek oldukça kolaydı ancak bu dikkati üzerinde tutmak zordu. Laura da tıpkı Emilia gibi bunu sağlamaya çalışıyordu bu yüzden de sık sık onu görmeye gidiyor ve onun davetlerine katılmaya çalışıyordu. Her zaman takındığı o masum rolünün altına saklanmış, hayallerini süsleyen prensi elde etmek için uğraşıyordu ama Emilia onun içindeki şeytanı gördüğünden kendisine yaptıklarının intikamını almayı unutmuyordu.

Alberta’nın Ronald’la evliliği yakındı, Diana zaten kaşla göz arasında damadı bulmuş belki Alberta’yı bile geçebilirdi. Oysa Emilia’ya göre en çok âşık olmayı hak eden kendisiyken onun tek yaptığı Arthur’un peşinde dolaşmak ve ilgisini çekmeye çalışmaktı. Ronald ve Richard ablalarına bir sürü jestler yapıp ve hediyeler verirken Emilia günlerce Arthur’un gideceği yerleri öğrenip tesadüfi bir karşılaşma hazırlamaya çalışıyordu. Çay davetinden sonraki günler boyunca o kadar dalgınlaşmış ve üzgün görünüyordu ki Kraliçe Fiona bir şeyler olduğunu sezmişti. Kızını yanına çağırıp ne olduğunu sormuş ancak Emilia gelişigüzel cevaplar verince kraliçe kızının derdini bir türlü öğrenememişti.

Emilia’nın dalgın olduğunu herkes görebiliyordu ancak nedenini Nancy dışında kimse bilmediğinden tek dert ortağı o olmuştu. Nancy, Emilia’nın adeta bir hizmetçisi değil kendisinin küçük bir kopyasıydı bu yüzden de Emilia onun dışında kimsenin onu anlayacağını düşünmüyordu. Nancy de Emilia’nın sıkıntısına çare bulmak için çok uğraşıyordu ancak yine de bu sıkıntıya çözüm bulmak oldukça zordu çünkü Prens Arthur, bir gün bile sarayında durmuyor, davetlerden davetlere koşuyordu. Bu yüzden de onlar daha bir davet haberini alıp hazırlanmaya vakit olmadan Prens Arthur diğer davet için yola çıkıyordu. Nancy sonunda haftalarca uğraşıp bir arkadaşından Prens Arthur’un Gorg Krallığında yapılacak olan bir sanat gezisine katılacağını öğrenmiş ve hemen biricik hanımına koşmuştu. Nancy her ne kadar heyecanlı ve sevinçli olsa da Emilia sadece ona boş boş bakmakla yetinmişti çünkü defalarca kez Arthur’un karşısına çıksa da sonuç değişmediğinden Emilia bu durumdan sıkılmıştı ve artık pes etmek istiyordu. Nancy ise Emilia’ya ettiği intikam yeminini hatırlatmakta geri kalmıyordu çünkü Arthur’la olmak demek Laura’yı ebediyete kadar mutsuz etmek demekti. Ayrıca diğer arkadaşları da sürekli Arthur’la ne zaman sevgili olacaklarını, aralarında ne olduğunu sorup duruyor Emilia’nın istediği her şeyi elde ettiğini bildiklerinden Arthur’u da elde edeceğini düşünüyorlardı. Bu yüzden Emilia’nın pes etmek gibi bir seçeneği yoktu, bu savaşa girmesi ve mutlaka kazanan olması gerekiyordu.

Emilia, Nancy ile birlikte apar topar hazırlanmaya başladı ve bu geziye katılmak için kral ve kraliçeden izin istedi. Kral ve kraliçe kızlarının sanat sevgisinin bu kadar ağır bastığını görünce çok mutlu oldular ve günlerdir mutsuz olduğunu bildiklerinden hemen izin verdiler. Emilia, üzerine gözlerinin yeşilliğini ortaya çıkarak yeşil bir elbise giydi ve saçlarını ördürerek en güzel mücevherlerini taktı. Emilia, bu sefer taktik değiştirerek Prens Arthur’la hiç ilgilenmiyormuş gibi davranacaktı. Nancy ile birlikte at arabasına atlayıp sanat gezisinin son durağı olan Ufuk Tepesine gitmek için yola çıktı. Ufuk Tepesi, Glenn Dağının eşsiz manzarasının seyredildiği ve tüm Gorg diyarının ayaklarının altında gibi hissettirdiği bir yerdi. Bu yüzden sanatkârlar için ilham alabilecekleri en güzel mekân olduğundan sanat gezisinin son durağı olarak bu tepe seçilmişti.

Emilia’nın arabası Ufuk Tepesine ulaştı, bu gezide diğer krallıklardan gelen neredeyse on beşe yakın insan vardı. Ressamlar, bestekârlar, şairler ve daha nice sanatkâr Gorg diyarının insanda ilhamlar uyandıran eşsiz manzarasını ve cennet vadilerini seyretmek için adeta birbirleriyle yarışıyorlardı. Bunun yanında sanata ilgili birçok insan da gelmişti. Tabii ki bu gezinin olmazsa olmazları Weston Krallığından gelen misafirlerdi çünkü Westonlar genelde özgür düşünceli ve sanatkâr kişilikleriyle bilinen bir ülke olduğundan sayısız sanatkârın memleketiydi. Aynı zamanda Weston ülkesinin Kralı Kendrick ve halkı da sanata âşık kimseler olduğundan Prens Arthur’da sanatla çok içli dışlıydı ancak o sanatın daha çok seyretme kısmıyla ilgileniyor üretim kısmına dâhil olmuyordu. Onun için güzel bir manzara, güzel bir kadın gibi saatlerce izlenilebilirdi. Estetiği olan her şey onun ilgi alanına giriyordu; ağaçlar, hayvanlar, dağlar ya da insanlar fark etmeksizin güzel olan her şeye ayrı bir zaafı vardı. Tabii her şeyden önce kendi yakışıklılığını göz ardı etmesi imkânsızdı, saatlerce aynaya bakıp tanrının ona bahşettiği bu güzelliğe bakmadan edemezdi.

Emilia, Gorg Krallığının Prensesi olarak orada ailesini ve krallığını temsil ettiğinden onu gören herkes yanına gelip selam veriyor ve Gorg ülkesinin güzelliklerini övüyorlardı. Az sonra Prens Arthur ve arkadaşı ressam Galvin’de Emilia’nın yanına uğrayıp selam vermişti. Arthur, Emilia’yı süzmüş ve sanata ilgisi olduğunu görünce oldukça şaşırdığını, dışarıdan bakıldığında sanattan anlamayacak biri gibi göründüğünü söylemişti. Emilia, Arthur’un bu ukala tavırlarından oldukça rahatsız olsa da sadece gülümsemekle yetindi. Ressam Galvin ise Emilia’nın hareketlerinden aslında oldukça huzursuz olduğunu anlamıştı.

Daha sonra Nancy yanlarından ayrılınca Emilia, Arthur ve Galvin manzaraya karşı oturup sohbet etmeye başladılar. Sohbetlerinde sanattan ve Gorg manzarasından bahsediyorlardı ancak Arthur önünde sonunda konuyu kendine getirdiğinden hem Emilia hem de ressam bu durumdan oldukça rahatsız olmuşlardı. Arthur, Gorg’un soylu ailelerinden birinin kızı olan güzeller güzeli Amy’nin geldiğini görünce “Prensesim, izninizle bir arkadaşımı gördüm, ona selam vereyim. Ben gelene kadar Galvin size eşlik eder.” deyip yanlarından ayrıldı. Emilia ile Galvin baş başa kalınca ressam ne diyeceğini ve nasıl davranacağını bilemez bir halde sessizce oturmakla yetindi. Aslında Arthur gidince Emilia eşsiz Glenn Dağının güzelliğine bakarak biraz olsun rahatladığını hissetmişti çünkü Arthur’un gerçekten de bu kendini beğenmiş hallerinden ve ukala tavırlarından artık iyice bunalmıştı.

Galvin, Emilia’nın endişeli yüzünü görünce “Prensesim, daldınız.” dedi, Emilia, Galvin’in huzurlu sesini duyunca gülümseyerek “Evet, bu aralar biraz dalgınım.” diye cevap verdi.

Galvin, Emilia’nın yeşil gözlerinin içine bakıp “Bir sorununuz yoktur umarım.” dedi uysal bir şekilde. Emilia, tekrar gülümsedi ve “Ah hayır, bir sorun yok. Teşekkür ederim.” dedi, sonra da günlerdir ilk defa böyle huzurlu hissettiğini düşününce şaşırdı. Bunun Gorg manzarasından mı yoksa ressamın huzur yayan enerjisinden mi olduğunu anlayamadı.

Galvin’in yanında tuvali ve fırçası vardı ve Emilia’ya “Prensesim, izninizle manzaranın resmini yapabilir miyim?” diye sordu. Bunun üzerine Emilia “Tabii ki, lütfen.” dedi ve Galvin, manzaranın onda hissettirdiği duygularla resmini yapmaya koyuldu.

Galvin, tuvalini hazırladı ve önce buz mavisi rengini alıp engin gökyüzünü yapmaya başladı, sonra Glenn Dağının yüksekliğini, yavaşça hareket eden bulutları, ağaçlarda açan ilkbahar çiçeklerini ve gökyüzünde uçuşan kuşları çizdi. Emilia, ressamı izlerken içinin huzur dolduğunu düşünüyordu, Galvin’in o kadar rahat ve sakin bir tavrı vardı ki asla aceleci davranmadan ilmek ilmek resmini yapıyordu. Emilia’ya yaptığı her fırça darbesinin bir anlamı varmış asla boşuna değilmiş gibi hissettiriyordu. Çocukluğunda resim yaparken nasıl aceleci ve hızlı olduğunu hatırladığında Galvin’in bu sakinliğine şaşırmadan edemiyordu.

Galvin neredeyse on beş dakika gibi kısa bir sürede resmini bitirmişti ancak bu süre Emilia’ya seneler sürmüş gibi gelmişti. Hayatında ilk defa bir ressamı resim yaparken izlemiş ve boş tuvalin şimdi şahesere dönüşmesini hayranlıkla karşılamıştı. Galvin, Emilia’nın yüzündeki bu masumane ifadeyi görünce çok mutlu oldu ve “Beğendiniz mi?” diye sordu. Emilia, yüzünde kocaman gülümsemeyle “Gerçeğinden bir farkı yok. Siz gerçekten hayatımda gördüğüm en yetenekli insansınız.” dedi. Galvin, Emilia’nın iltifatı karşısında utanmış ve daha önce defalarca kez aynı şeyi duymasına rağmen sanki ilk defa duymuş gibi hissetmişti.

Daha sonra, Galvin “Prensesim, hatırlarsanız sizin resminizi çizmemi istemiştiniz. İzniniz olursa size söz verdiğim gibi resminizi çizmek isterim. Beni böyle bir lütfa layık görürseniz çok mutlu olurum.” dedi. Emilia, ressamın çay davetindeki konuşmalarını hatırlamasına oldukça şaşırdı. Çünkü bunu sadece o anda Laura’yı sinir etmek için söylemişti ancak mutlulukla “Tabii ki, asıl siz beni buna layık gördüğünüz için ben teşekkür ederim.” dedi. Sonra da yerinde kıpırdanıp “Nasıl durayım, böyle iyi mi? Yoksa şuraya mı geçeyim?” diye sordu telaşla.

Galvin, Emilia’nın bu heyecanlı haline gülümsemeden edemedi ve “Siz öyle durun ve sadece bana bakın, kıpırdamayın.” dedi ve “Merak etmeyin hemen biter.” diye de ekledi.

Galvin tekrar tuvalini hazırladı ve eline fırçasını alıp Emilia’yı çizmeye başladı. Önce Emilia’nın güzel yüzünden başlamak istedi. Emilia’nın kendisine bakan heyecanlı yeşil gözlerini birebir tuvale yansıtmak ve onun çimen rengindeki gözlerinin yeşilini elde etmek için oldukça uğraşmıştı. Onun için portre çizmek çok kolaydı oysa şimdi karşısında hoşlandığı kadın gözlerini dikmiş ona bakarken en iyi bildiği şeyi yapamıyor, elleri titriyor ve derin derin nefes alıyordu. Emilia’nın bu güzel yüzü ona bakmaya devam ettikçe bu resmi tamamlamanın oldukça zor olacağı kesindi.

Emilia’da hiç kıpırdamadan ressama bakmaya devam ediyor, ressamın sürekli ona bakan yeşil gözlerine baktıkça kendini daha önce hiç hissetmediği kadar heyecanlı hissettiğini fark ediyordu. Ressamın gözleri daha önce kimsede görmediği kadar derin ve huzur doluydu. Galvin gözlerini Emilia’nın üzerinden çekip tuvale baktığında bu sefer Emilia onu inceliyor, saçlarına, yüzüne ve fırçayı tutan narin ellerine bakıp ne kadar yakışıklı bir genç olduğunu düşünüyordu. Ancak Galvin sürekli bakışlarını ona çevirdiğinde Emilia onu incelediğini fark ettiğini düşünüp utanıyor ve yanaklarının pembelik dolduğunu hissediyordu.

Galvin, Emilia’nın yüzündeki hafif pembeliğin nedenini bilemiyor ancak onun bu sevimliliğinin birebir aynısını resme yansıtmak için çok uğraşıyordu. Resmi bitirdiğinde Emilia’nın resme bayılmasını ve çok mutlu olmasını istiyordu. Yüzünü bitirdiğinde daha önce görmediği güzellikteki turuncu saçlarını yapmaya koyuldu. Ancak Emilia’nın saçları da gözleri gibi elde etmesi zor bir renk olduğu için turuncunun en açık halini yapmaya çalıştı ve örgülü saçlarının her bir teline kadar sanki onun saçlarını okşuyormuş gibi yavaş yavaş fırçasını hareket ettirdi.

Emilia, biraz huzursuzca yerinde kıpırdandı ve Galvin’e merakla “Ne zaman resim yapmaya başladınız?” diye sordu. Galvin resminden gözünü ayırmadan hızlıca “Çocukluğumda.” diye cevap verdi. Bunun üzerine Emilia, “Bu kadar iyi bir ressam olduğunuza göre çocukluğunuzda da çok iyi çiziyor olmalısınız.” dedi.

Galvin, Emilia’nın saçlarını bitirip yeşil elbisesini yapmaya koyulmuştu ve ona bakıp “Biliyor musunuz aslında çocukken o kadar iyi değildim, hatta çizdiğim çoğu resim berbattı. Ancak hiç bırakmadan bu tutkumu devam ettirdiğim için şimdi çok daha iyi çizebiliyorum.” dedi ve tekrar resmine döndü.

Emilia bunu duyunca çok şaşırdı çünkü onun gibi iyi bir ressamın kötü bir resim yaptığına inanmak güçtü. Kendisi de çocukken resim yapmayı çok istemiş ancak beceremediğini gördükçe nefret edip bırakmıştı. Bu yüzden usta bir ressamın kendisi gibi beceriksizce çizdiğini hayal etmek oldukça zordu. Galvin, Emilia’nın yüzündeki heyecanlı bakışın değişip düşünceli olduğunu görünce “Peki siz prensesim, resimle aranız nasıldır?” diye sordu.

Emilia, biraz düşündü ve “İtiraf etmek gerekirse çocukken ben de resme biraz ilgiliydim.” dedi sonra da bunu ailesinden sonra ilk defa birine söylediğini fark edince biraz rahatsız oldu. Galvin, bunu duyunca tuvalden başını kaldırdı ve yüzünde mutluluk ifadesi belirdi, “Gerçekten mi, peki neden devam ettirmediniz?” diye sordu. Emilia, ressamın bu ilgisini fark edince hoşuna gitti ve “Yani sizin kadar yetenekli değildim ki, sadece birkaç karalama yapıyordum, önemli şeyler değildi.” diye cevap verdi.

Galvin, Emilia’nın gözlerinin içine bakıp “Keşke bırakmasaydınız, eminim şimdi çok güzel resimler yapardınız, belki benden çok daha iyi olurdunuz.” dedi. Emilia, Galvin’in onun kalbini kırmamak için böyle söylediğini düşündü ve çocuksu bir tavırla gülerek “Yok artık.” dedi. Bunun üzerine Galvin de gülümsedi.

Daha sonra Emilia, yine huzursuzca kıpırdandı, ressamla sohbet etmek hoşuna gitmişti bu yüzden ona soracak sorular bulmaya çalışıyordu. Biraz düşündükten sonra “Ressam olmak nasıl bir duygu yani hangi resmi çizeceğinize nasıl karar veriyorsunuz?” diye merakla sordu.

Galvin, o sırada Emilia’nın elbisesinin detaylarını çiziyordu, “Aslında neyi çizeceğime ben karar vermiyorum, yani bir manzara beni büyülediğinde hemen tuvalimi çıkarıp resmini yapmaya başlarım. Çünkü insan hafızası oldukça sınırlı ve unutkandır, her gördüğümüz güzel şeyi hatırlamamız da neredeyse imkânsız gibi bir şeydir. Oysa o güzel şeyleri çizmek demek benim için o anları kaydetmek demektir. Ve çizdiğim resimlere daha sonradan baktığımda o anlara tekrardan dönebilme imkânım oluyor. Mesela, yıllar önceki bir ilkbahar sabahına, bir kış gecesine, sonbaharda sararan ağaçlara ya da yaz güneşinin resmine baktığımda kendimi o anda bulurum ve kışın ortasında dahi olsam o yaz sıcaklığının içimde olduğunu hissederim.” dedi.

Emilia, Galvin’i dinledikçe hem ona hayran olmadan edemiyor hem de oldukça etkileniyordu. Anlatışındaki sakinlik ve yüzündeki huzurlu ifade anlattıklarının gözünde canlanmasına neden oluyordu. Emilia, daha önce hiç böyle bir insanla karşılaşmadığını düşündü. Daha sonra, “Genelde manzara resimleri mi yapıyorsunuz?” diye sordu. Galvin de “Evet, benim ilgi alanım doğadır.” diye cevap verdi. Emilia, hiç düşünmeden hızlıca “Neden doğa?” diye sordu.

Galvin, Emilia’nın ışıldayan küpelerini yapmaya başlamıştı, ancak Emilia sürekli hareket ettiğinden küpelerini yapmak oldukça zorlaşıyordu. Daha sonra başını resimden kaldırıp “Çünkü doğada her şeyin bir zamanı, bir akışı vardır. Oysa insanlara baktığında her şey çok hızlı ve acelecidir. Hayatın işleyişi, herkesin sürekli bir yerlere yetişmeye çalışması ve zamanın bu kadar hızlı tüketilmesi beni her zaman ürkütür. Ben bu hızdan değil her zaman sakinlikten ve yavaşlıktan yanayım. Doğanın bu kucaklayıcılığı ve sürekli değişen döngüsü beni çocukluğumdan beri büyüler. İnsan ancak yavaşladığında bu güzelliği ve zarafeti görebilir. Ancak insanlar o kadar aceleci yaşıyorlar ki bu güzelliğin farkında bile değiller. Örneğin, kaç insan gökyüzüne bakar ya da yağmur yağdığında kaç insan o damlaların kendi bedenine değmesine izin verir ki? Yağmuru gören herkes evlerine kaçışır, oysa o yağmur damlalarıyla bütünleşmek ve doğanın farkına varmak gerekir. Ben bu yavaşlığı ve dinginliği doğada buldum ve o günden beri de kendimi doğaya adadım.” dedi ve tekrar tuvaline döndü.

Emilia, ressam konuştukça garip bir şekilde kendini iyi hissediyordu. Anlattıkları ve anlatımı o kadar hoştu ki sabaha kadar konuşsa onu dinleyebilirdi. Genelde Alberta böyle felsefi konuşurdu ancak Emilia onu dinlemeye katlanamazdı bile oysa Galvin’in insanın içine dokunan huzurlu bir sesi vardı ve bu Emilia’ya çok iyi geliyordu.

Galvin, Emilia’nın ışıldayan mücevherlerini de bitirmişti ve son dokunuşlarını yapıyordu. Emilia da, hâlâ ressamın söylediklerini kafasında düşünüyordu “Aslında söylediklerinizde haklısınız ancak bazen tam tersi olmak da güzeldir. Yani bazen yavaşlamak bazen de hızlı olmak gerekir. Ya da bazen sadelik bazen abartıda güzeldir.” dedi ve ilk defa hayat hakkında bir çıkarım yaptığını fark etti, Galvin’in bu düşünceli yaklaşımı onu da etkilemiş ve onun da hayata farklı bakmasına sebep olmuştu.

Galvin, Emilia’ya baktı ve her zaman karşısındaki insandan bir şeyler öğrenmeyi sevdiğinden “Siz de haklısınız prensesim, abartıda da sadelikte de ayrı güzellikler vardır. İnsan sadece birine odaklanmamalı.” dedi ve gülümsedi. Galvin, resmi neredeyse bitirmişti ve resme uzaktan bakıp “Daha önce birçok insan portresi yaptım ama ilk defa sizinki kadar güzel bir yüzü çizme şansım oldu.” dedi. Bunu duyan Emilia, çocuk gibi gülümseyerek “Teşekkür ederim.” dedi ve neden bu kadar heyecanlı olduğuna kendisi de anlam veremedi, yanaklarının tekrar kızardığını hissetti. Daha önce birçok erkek tarafından aynı iltifatları duymuş, güzelliği övülmüştü ancak Galvin’de diğerlerinin aksine farklı bir yön vardı. Diğer erkeklerin ona yalan söylediğini, onunla alay ettiğini ya da söyledikleri iltifatları herkese söylediklerini fark ederdi ancak Galvin’in söylediği her söz doğruymuş ve ona asla yalan söylemezmiş gibi geliyordu.

Galvin, Emilia ile sohbet etmek hoşuna gittiğinden birazcık daha oyalanmakta sakınca görmedi. Emilia, biraz düşündükten sonra “Peki aşk hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce bir insan kendini gerçekten seven birini bulabilir mi?” diye sordu. Bu soruyu neden Galvin’e sorduğunu bilmiyordu ancak ondan başka kimsenin ona gerçek bir cevap verebileceğini düşünmüyordu.

Galvin, Emilia’nın ona böyle bir soru sormasına hem şaşırdı hem de utandı. Emilia’nın ondan hoşlandığını anlamasını istemiyordu. Çünkü onun Prens Arthur’dan hoşlandığını ve onunla olmak istediğini anlaması çok zor değildi. Sürekli onunla aynı davetlere gelmesi ve Arthur ona ne kadar kaba davranırsa davransın buna boyun eğmesinden Arthur’dan hoşlandığı sonucunu çıkarmak mümkündü. Galvin, Arthur’un her ne kadar sanata olan ilgisini ve eğlenceli yanını sevse de kadınlara karşı çok kaba davrandığını ve oldukça da çapkın bir adam olduğunu bildiğinden Emilia’nın üzülmesinden korkuyordu. Ancak ne Arthur’a ne de Emilia’ya bunu söylemeye cesaret edemiyordu. Sanatçı kişiliği gereği her şeyi içinde yaşadığından Emilia’ya olan hislerini de kalbinin gizli odalarına hapsedecek ve kimseye göstermediği en güzel resmi gibi onu saklayacaktı.

Emilia, ressamın dalgın halini görünce “Ne oldu, yoksa büyük bir aşkınızı mı hatırladınız?” diye sordu gülümseyerek. Galvin, düşüncelerinden arınıp “Hayır, prensesim. Ben daha önce hiç âşık olmadım.” dedi. Emilia, Galvin’in gözlerinin içine bakıp “Ben de.” dedi fısıltıya yakın bir sesle.

Galvin, fırçasını indirip Emilia’ya baktı ve “İnsanlar asırlarca aşkın imkânsız ve ölümsüz olması üzerine sayısız kitap ve şiir kaleme aldı. Ancak aşk bence böyle bir şey değil. Aşk acı verici değil mutluluk verici olmalıdır. İçinde bir şefkat barındırmalıdır.” dedi. Bunun üzerine Emilia biraz düşündü ancak onunla aynı fikirde değildi, ona göre aşk şefkatli değil tutkulu olmalıydı. “Bence yanılıyorsunuz, aşkta tutku olmalı, şefkat değil.” dedi.

Galvin, gülümsedi ve “Tutku ilk başta insana kendini iyi hissettirir ancak tutku geçici bir hevestir. Tutku bittiğinde sevgi de biter. Oysa insan şefkat duyduğu birine karşı sevgisi asla bitmez. Bir anne çocuğunu bırakmaz ya da bir hayvan kendine şefkatle yaklaşan bir insanı unutmaz. Bu yüzden insan şefkatle sevmelidir. Sevdiğine acı vermeden, ona eziyet etmeden sevmelidir. İnsan neden kendine acı veren bir insanı sevmek ister ki? Kendisini sevmeyen, kendisiyle ilgilenmeyen, ona kendini değersiz hissettiren birini neden elde etmek ister ki?” diye sordu sitemkâr bir sesle. Aslında Galvin, Emilia’ya Arthur’un ona acı verdiğini ve kendisine bunu yapmaması gerektiğini söylemeye çalışmıştı. Emilia, sessizce Galvin’i dinlemiş ve anlattıklarında kendini görmüştü. Gözlerini Galvin’e dikip “Bu anlattığınızı biraz daha açıklar mısınız?” diye sordu.

Galvin, gülümseyerek “Tabii ki.” anlamında başını salladı ve “Eğer sevdiğiniz bir şey sizin canınızı acıtıyorsa ya da size kendinizi değersiz hissettiriyorsa onu sevmeye devam etmemelisiniz. Bu sevgi değildir. Bu insanın acı çekmeye ve kendini üzmeye olan merakıdır. İnsan üzüntülerinden ve eksikliklerinden kaçmaya çalışırken gidip kendini en derin yaralarından üzecek kişiyi bulur ve “aşk” kendini diyerek o kişinin eline kurban diye sunar. Çünkü biz insanoğlu içimizdeki eksiklikleri çözmeye değil tamamlamaya çalışırız ve bu yüzden de en çok buradan yara alırız. Sevilmeye çok ihtiyacı olan bir insan önce kendini sevmeyi denemez, kendisini sevmesi için birçok insan bulmaya çalışır ancak hiçbir zaman içindeki bu sevgi ihtiyacını kapatamaz. Oysa önce kendimizi sevmeliyiz, eğer bunu başarırsak “aşk” adı altında kendimize acı veren insanlara değer vermemeyi, kalbimizi bu insanların avuçları arasına bırakmamayı öğrenebiliriz.” dedi.

Emilia, düşünceli ve dalgın bir şekilde ona bakıyordu. Hayatında ilk defa içinde hissettiği duyguları biri sanki kâğıda dökmüş ona okuyor gibi geliyordu. Kendini gerçekten ne kadar değersiz ve sevgisiz hissettiğini ressamın bu sözleriyle daha iyi anlamıştı. Hayatı boyunca hep sevgi eksikliği hissetmiş ve bunu sürekli kapatmaya çalışmıştı. Ailesi, arkadaşları ve hayatına girip çıkan erkeklerin hiçbiri içindeki bu boşluğu dolduramamıştı. Oysa Emilia önce kendini sevmeyi öğrenmesi gerektiğini daha yeni anlamıştı. Yaşlı gözlerle Galvin’e baktı, ancak Galvin’in onun içindeki bu fırtınalardan ve düşüncelerden haberi yoktu bu yüzden Emilia’yı incittiğini veya kafasını karıştırdığını düşündü.

Galvin, Emilia’nın bu masum bakışlarının ona ne kadar yakıştığını fark etti ve “Resminiz bitti, bakmak ister misiniz?” diye sordu. Emilia, içine daldığı bu kasvetli düşüncelerden kurtulup “Elbette, çok merak ediyorum.” dedi ve yerinden kalkıp Galvin’in yanına geldi. Emilia, resmi görünce şaşkınlıktan ağzını kapadı ve “İnanamıyorum. Sanki aynada kendime bakıyorum gibi, nasıl bu kadar gerçekçi olabilir.” dedi sevinçle. Galvin, Emilia’yı tekrar bu kadar heyecanlı görünce o da mutlulukla gülümsedi ve “Beğenmenize çok sevindim. Onu size hediye etmeme izin verin lütfen.” dedi. Emilia, bunu duyunca daha çok mutlu oldu.

İkisi tuvalin karşısında resme bakarken mavi bir kelebek tuvalin üstüne kondu. Emilia, mutlulukla sıçradı ve “Gördünüz mü, kelebekte resminizi beğenmiş olmalı.” dedi. Sonra Galvin’in resmin anları kaydettiğiyle ilgili sözlerini hatırladı ve “Acaba bu kelebeği de çizebilir misiniz, her baktığımda bu anı hatırlamak istiyorum.” dedi. Galvin, Emilia’nın yeşil gözlerinin içine hiç bu kadar yakından bakmadığını fark etti, fırçayı mavi rengine sürdü ve Emilia’ya uzattı “Bu anı siz kaydetmek istemez misiniz?” diye sordu. Emilia, gözlerinde şaşkınlık ve tereddütle “Ben mi? Ben yapamam, beceremem. Yani resminizi mahvederim.” dedi.

Galvin, gülümseyerek “Söylemiştim ya önemli olan güzel olması değil o kelebeğe her baktığınızda bu anı hatırlamanız.” dedi. “Ayrıca bir kez olsun denemekten ne çıkar ki?” diye de ekledi.

Emilia, bir Galvin’in ona uzattığı fırçaya bir de Galvin’in şefkat dolu bakışlarına baktı, çocukken resim yapmayı bıraktığında bir daha fırçalara dokunmayacağına dair kendine söz vermişti ancak Galvin’in yanında kendini güvende ve huzurlu hissediyordu. Fırçayı eline aldı ve hâlâ yerinde usulca duran mavi kelebeğe baktı. Sonra da tuvalin üstünde mavi bir kelebek çizmeye çalıştı ancak fırçayı o kadar aceleci kullanıyordu ki, Galvin yavaşça Emilia’nın arkasına sokuldu ve başı Emilia’nın üzerinde yavaşça fırçayı tutan elini kavradı ve fısıltıyla “Daha yavaş olmalısınız.” dedi. Emilia, ressamın narin ellerini ve sıcak nefesinin ensesinde olduğunu hissedince yanakları kızarmaya ve hızlı hızlı nefesler almaya başladı. Galvin, Emilia’nın elini yavaşça hareket ettirip kelebeği çizmesine yardım etti. Sonra yavaşça elini bırakıp “Çok güzel oldu.” dedi.

Emilia, Galvin’in gözlerinin içine bakıyor ve az önce ilk defa hissettiği bu duygunun ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Yanakları kızarmış, kalbi ise yerinden çıkacakmış gibiydi. Galvin’de aynı duygularla onun yeşil gözlerinin içinde kaybolmuş bir şekilde ona bakıyordu. Biraz zaman sonra Galvin, tuvali yerinden kaldırıp Emilia’ya uzattı ve “Eğer resim yapmaya tekrar başlamak isterseniz ben size seve seve yardımcı olurum.” dedi. Emilia, Galvin’e bakıp “Ya beceremezsem?” diye sordu.

Galvin, Emilia’nın güzel yüzüne bakıp “Siz öğrenene kadar devam ederiz. Tekrar tekrar deneriz, o da olmazsa tekrar deneriz. Fırçaya dokunduğunuzda içinizdeki o heyecanı gördüm. Sonucunun mükemmel olmasına gerek yok gittiğiniz yolda iyi hissetmeniz her şeyden daha önemli. Resim yaparken kendinizi iyi hissediyorsanız sadece buna odaklanın resmin sonucuna değil. Belki bir gün size ilk çizdiğim berbat resimleri gösteririm, onları benim yaptığıma inanmayabilirsiniz. Ama ben onları hâlâ saklıyorum çünkü onlara baktığımda çocukluğumu, gençliğimi ve mutlu olduğum zamanları hatırlıyorum. Sizde içinde anılarınızı saklayacağınız resimler yapın.” dedi.

Emilia, Galvin’in söylediği her sözün dudaklarından dökülüp kalbine saplandığını hissediyordu. Söylediği her söz her cümle onda yeni bir hissin kapısını aralıyor ve kendini daha iyi tanımasına yardımcı oluyordu. Bu yüzden sevinçle gülümsedi ve “Tamam o zaman. En yakın zamanda resim derslerine başlayalım. Ama şimdiden uyarayım ben biraz inatçı bir öğrenciyim.” dedi. Galvin’de onun bu çocuksuluğuna gülümsemeden edemedi.

Onlar böyle gülümserken Prens Arthur yanlarına geldi ve “Galvin, görüyorum ki yokluğumda prensesle çok iyi ilgilenmişsin. Adeta prensesimizin gözleri ışıldıyor.” dedi biraz imalı biraz da alay eder bir sesle. Galvin’de, Emilia’da Arthur’u görünce huzursuzlanmış ve keyifleri kaçmış gibiydi. “Galvin, resmimi çizdi de, onun hakkında konuşuyorduk.” dedi Emilia gelişigüzel bir şekilde. Arthur, resme bakıp arkadaşının resim yeteneğini övmüş ve sanatçı kadar sanat eserinin de güzelliğinden bahsetmek istemişti. Ancak daha önce ona iltifat gibi gelen bu sahte sözler şimdi Emilia’nın midesini bulandırmaya başlamıştı.

Arthur, Emilia’ya birlikte çay içme teklifinde bulundu ancak Emilia “Benim artık saraya dönmem gerek.” diyerek Arthur’u sert bir şekilde reddetti. Arthur, Emilia’nın sürekli kendi etrafında pervane olmasına ve her dediği şeyi kabul etmesine alışkın olduğundan onun bu sert tavrı karşısında şaşırmadan edemedi ve oltasındaki balıklardan en büyüğünü kaçırmanın korkusuyla yüzleşti. Emilia, yanlarından ayrılıp Nancy’i buldu ve saraya dönmek için birlikte yola çıktılar. Nancy yolculuk boyunca Emilia’ya planlarının nasıl işlediğini, Prens Arthur’la ne konuştuğunu ve Arthur’u kendine âşık edip etmediğini sorup durdu. Ancak Emilia, ne Nancy’i ne de at arabasının sesini duyuyordu sadece elindeki resme ve kelebeğin üzerindeki kendi fırça darbelerine bakarak hayallere dalmıştı. Kelebeğe her baktığında Galvin’in elindeki dokunuşunu ve sıcak nefesinin ensesinde oluşunu hissediyor ve bu resme her baktığında bu anı hatırlayacak olmasını düşünüp gülümsüyordu. Bunun yanında içinde tekrar yeşermeye başlayan resim tutkusunu da düşünmeden edemiyordu.

Emilia, saraya geldiğinde o kadar mutlu ve neşeliydi ki herkes onun iyice delirdiğini düşünmeye başlamıştı. Günlerdir mutsuz ve düşünceli olan kız gitmiş yerine oldukça neşeli olan eski Emilia gelmişti. Ancak bu Emilia eskisi gibi şımarık ve kibirli değil tam tersine sevimli bir yanı vardı. Kral Harold ve Kraliçe Fiona kızlarının bu mutlu halini görünce bu sanat gezisinin ona ne kadar iyi geldiğini düşünüp mutlu oldular. Emilia o derece mutluydu ki en anlaşamadığı kardeşi olan Alberta onu gördüğünde “Ne oldu, keçilerini kaçırmış çoban gibi koşuşturuyorsun?” diye sormuş ancak Emilia, ablasına kızmak yerine yanına gidip yanağına bir öpücük kondurup sarılmıştı. Diana ve Artemis şaşırmış bir şekilde Emilia’ya bakarken Alberta eliyle “Delirmiş bu.” işareti yaptı. Çünkü başka bir zamanda Emilia’nın onu öpmesine ve sarılmasına imkân yoktu.

Emilia apar topar odasına koştu ve dadısı Daphe’ı çağırıp çocukken kullandığı tuvallerinin, fırçalarının ve boyalarının nerede olduğunu sordu. Ancak aradan neredeyse on yıla yakın bir zaman geçtiğinden Bayan Daphe, sarayın altını üstüne getirip sonunda aradıklarını bulup Emilia’ya getirdi. Herkes Emilia’da bir anda ortaya çıkan bu sanat ve resim tutkusunun nedenini anlamaya çalışıyordu. Bir ara Bayan Daphe, Nancy’i kenara çekti ve “Sen bilirsin, neler oluyor?” diye sorsa da Nancy’i de diğerleri gibi hiçbir şey bilmediğine yemin ediyordu çünkü o da ne olduğunu ve Emilia’nın bir günde nasıl böyle değiştiğini anlamaya çalışıyordu.

Emilia, hemen tuvalini yerleşti ve fırçalarını eline aldı. Elinde fırçasıyla boş tuvale bakıyor ve ne çizmek istediğine karar veremiyordu. Sonra bir anda penceresine mavi bir kelebeğin konduğunu görünce sevinçle çığlık attı, sonra da kelebek ürkmesin diye iki eliyle ağzını kapattı. Mavi kelebeğin artık onun için unutulmaz bir anlamı olduğundan böyle bir tesadüfin boş yere gerçekleşmediğini düşündü ve bu kelebeğin artık onun için umudu simgelediğine karar verdi. Aslında kelebek ona Galvin’i hatırlatıyordu çünkü Galvin ona kendini sevmeyi, değerli görmeyi öğretmiş ve içinde daldığı karamsar düşüncelerden çıkması için bir umut olmuştu. İşte Emilia’da bu umuda tutunacak ve hapsolduğunu düşündüğü bu karanlıktan çıkacaktı. Ancak kelebek gibi ışığa doğru gidip yanmak yerine özgürlüğe uçacaktı.

Derin bir nefes alıp tuvalin üstünde mavi fırça darbeleri oluşturmaya başladı, yavaşça ilmek ilmek resmini tamamlamak istiyordu. Yaptığı fırça darbelerine baktığında güzel olmadığını düşünse de hemen kendini topladı ve Galvin’in ona söylediklerini hatırladı. Sadece bu ana odaklanıp resim yapmaktan keyif almaya ve sonucu ne olursa olsun sadece bu yolda iyi hissetmeye çalışacağına dair kendine söz verdi. Uzun uğraşlar sonucunda kelebeğe hiç benzemeyen ama ona baktığında kendini mutlu hissettiren resmini tamamlamış oldu.

Emilia, mutlulukla resmine bakarken Nancy kapıyı çaldı ve odaya girdi. Emilia’yı sürekli ayna karşısında güzelliğine bakarken görmeye alışkın olduğundan onu böyle elinde boyalarla resim yaparken görünce Emilia için endişelenmeye başladı. Emilia’nın yanına oturup “Prensesim, iyi misiniz?” diye sordu. Emilia da sevinçle “Kendimi daha önce hiç bu kadar iyi hissetmemiştim.” diye cevap verdi.

Nancy, her ne kadar Emilia’nın iyi olduğunu söylemesine sevinse de içinde bir huzursuzluk oluşmuştu. “Prensesim, Prens Arthur’la konuşabildiniz mi, yeni planımız ne olacak?” diye sordu. Ancak Emilia, kararlılıkla “Plan falan yok artık.” dedi. Çünkü artık Arthur’un adını duymak bile istemiyordu.

Nancy, aylardır Emilia ile birlikte bu planı yürüttüğünden artık onun içinde bu bir intikam meselesi haline gelmişti. Laura’nın hanımını nasıl çamura ittiğini, sonra nasıl ağlattığını hâlâ dün gibi hatırlıyordu. Emilia, intikam yeminini ve tüm bu olanları nasıl unutmuş olabilir diye düşünüyordu. “Ama efendim ya Laura ne olacak. Eğer siz çekilirseniz Prens Arthur’u o elde edecek. Size çay davetinde yaptıklarını, sizi çamura itmesini ne çabuk unuttunuz.” dedi sitemkâr bir sesle.

Emilia, Laura’yı ona yaptıklarını tekrar hatırlayınca sinirlenmeden edemedi. Evet, Galvin sayesinde birçok şeyi değiştirme kararı almıştı ancak Laura’dan intikam almadan içinin soğumasına imkân yoktu. Nancy’e döndü ve “Haklısın, Nancy. Laura’dan intikamımı alacağım. Sen şimdi git bunu daha sonra konuşuruz. Görüyorsun şu an meşgulüm.” dedi. Bunun üzerine Nancy de “Peki prensesim, siz nasıl emrederseniz.” diyerek sevinçle dışarı çıktı.

Emilia, Laura ve Arthur’u düşündüğünde içinde tekrar huzursuzluk hissetmeye başlamıştı. Resmindeki kelebeğe bakıp gülümsemeye ve kendini tekrar huzurlu hissetmeye çalıştı ancak bu artık pek mümkün görünmüyordu. Laura’dan intikam alabilmesi için Arthur’a ihtiyacı vardı ancak Arthur’la olması demek Galvin’i kaybetmesi demekti. Bu yüzden yerinde huzursuzca kıpırdandı, şimdi ne yapacaktı? Hangi yolu seçecekti? Ya Laura’yı mutlu edecek ya da Galvin’i kaybedecekti. Ancak bu ikisinin de olmasını istemiyordu bu yüzden çok iyi bir plan yapması ve Galvin’i kaybetmeden Laura’yı alt edip ondan intikamını alması gerekiyordu. Emilia derin bir nefes aldı, gözlerini kapatıp yatağına sırt üstü uzandı ve yavaşça nefesini verdi.

 

-BÖLÜM SONU-

Yorumlarınızı bekliyorum...

Loading...
0%