@withmeral
|
13 Hafif esen meltemin ağaçların yapraklarını sağa sola savuruşunu çalışma odasının penceresinden izleyen Kral Harold günlerdir halsiz ve yorgundu. Aragonlar’ın barış antlaşmasıyla bizzat ilgilenmek istediğinden günlerce yemek yememiş ve uyumamıştı. Kendini gençliğindeki gibi güçlü görüyordu ancak bedeni buna karşı çıkıyor ve ona artık yaşlandığını söylüyordu. Kral Harold, sandalyesinde otururken gözlerini kapatıp biraz dinlenmek istedi ancak gözlerini açtığında kendini yatağında usulca yatarken buldu. Fiona ve prensesler yatağının yanında ağlıyor, Hekim Valentino da başındaki terleri siliyordu. Kral Harold en son çalışma odasında oturduğunu hatırladığından buraya nasıl geldiğini anlamıyordu. Gözleri hafif kısık bir şekilde karısına baktı ve “Fiona” dedi fısıltıya yakın bir sesle. Kraliçe Fiona ve odadaki herkes kralın başına toplandı. Herkesin gözü yaşla dolu sesleri de ağlamaklıydı. Kral Harold, etrafında ne olduğunu anlamıyordu bir ara Hekim Valentino’nun “Lütfen, yorulmayın kralım. Dinlenin.” dediğini duydu sonra da gözlerinin tekrar kapandığını hissetti. Oldukça uzun bir zamandır sürekli çalıştığı ve kendi sağlığına dikkat etmediği için vücudu bu tempoyu kaldıramamış sonucunda da yorgun düşmüştü. Çalışma odasında dinlenmek için gözlerini kapattığında birkaç saat sonra saray muhafızının odaya gelip kralı baygın bir şekilde bulmasıyla tüm krallık yasa boğulmuştu. Kral apar topar odasına alınmış ve hekim çağrılmıştı. Ancak kimse kralın neden hastalandığını ve ona ne olduğunu anlamadığından herkes sanki kral ölmüş gibi veryansın ediyordu. Kraliçe Fiona, kocasının hastalandığını duyduğunda kendini bir anda yerde buldu. Biricik kocasına bir şey olduğunu sandığından kadının kalbi dayanmadı ve onu da hemen istirahat için odasına aldılar. Hekim Valentino bir kralla bir kraliçeyle ilgileniyordu, çok şükür ki kraliçe sadece üzüntüden bayılmıştı ve biraz dinlenirse kendine gelecekti ancak kralın durumu o kadar iyi değildi. Prensesler de haberi aldıklarında ne yapacaklarını bilemediler. Bir yandan babalarıyla bir yandan da anneleriyle ilgileniyorlar, hüngür hüngür ağlıyorlardı. Annelerinin durumunun iyi olduğunu öğrenince onu dinlenmesi için odada bıraktılar ve babalarının yanına geldiler. Kral neredeyse birkaç saattir gözleri kapalı bir şekilde yatıyordu ve Hekim Valentino hâlâ ona ne olduğunu anlayamamıştı. Kızlar babalarının yatağının köşesine oturmuş sessizce birbirlerine sarılıp ağlıyorlardı. Alberta, hepsinden büyük ve çok daha güçlü bir yapıda olduğu için üç kardeşine sıkıca sarılıp onlara her şeyin düzeleceğini, babalarının iyileşip eskisi gibi mutlu olacaklarını söylüyordu. Prenseslerin her biri için Kral Harold adeta bir yaşam kaynağıydı. Onu kaybetmek demek yaşamlarını da kaybetmek demekti. Alberta, babasını kendine idol olarak görmüş ve çocukluğundan beri kendini onun gibi olmaya adamıştı. Diana, ürkek ve çekingen tabiatı gereği hayatı boyunca babasının yanında kendini oldukça güvende hissettiğinden hep onun gölgesi altında olmak isterdi. Emilia ise babasına gerçekten âşıktı ve bu dünyada onu gerçekten seven tek insanın babası olduğunu düşündüğünden onu kaybetmek istemiyordu. Artemis ise, babasını dünyanın kötülüklerinden saklanacağı huzur dolu bir sığınağı olarak görüyordu. Yani her bir prenses için babası ayrı anlamlara geldiğinden hiçbiri onu kaybetmekle yüzleşmek istemiyordu, babalarının huzurla yatan yüzüne baktıklarında yürekleri yaralı bir kuş gibi çırpınıyordu. Bunun yanında saray çalışanları da kralı adeta bir baba olarak gördüklerinden onlar da kızlardan farksız durumda değildi. Hizmetçiler, muhafızlar ve diğer çalışanların hepsi köşelerine çekilmiş hüngür hüngür ağlıyorlardı. Ancak bir yandan da işleri devam ettirmek zorunda olduklarından gözü yaşlı bir şekilde görevlerini yapmaya çalışıyorlardı. Ancak onların da kalpleri Kral Harold’dan gelecek iyi bir haberi bekliyordu. Ancak Kral Harold’ın hastalanmasına üzülmeyen ve bunu kendi şahsi çıkarlarını hayata geçirmek için bir fırsat olarak gören kimseler de yok değildi. Kral hasta bir şekilde yatağında terler içinde yatarken saray erkânının bazı üyeleri acil bir toplantı yapmak için karar aldı. Bazı üyeler bunun doğru olmadığını, kral hasta yatarken ve tahtta varis yokken böyle bir toplantının yapılmasının uygun olmayacağını bildirip katılmak istemese de çoğu üye bu toplantıya katılacağını bildirdi. Çünkü onlara göre kral iyileşemediği takdirde nasıl bir önlem alınacağını ve tahta kimin geçeceğini belirlemek onların göreviydi. Yapılan bu acil toplantıya katılan on beşe yakın üye vardı. Tabii ki bu toplantı dış ilişkilerle ilgilenen ve her zaman krala muhalefetiyle bilinen Otis liderliğinde yapıldı. Otis, üyeler arasında oldukça güçlü bir nüfuza sahipti çünkü birçok krallıkla yakından ilişki kurduğundan çok daha fazla söz hakkı oluyordu. Kralın hastalanmasıyla Otis’de artık kendi şahsi çıkarlarını ve menfaatlerini düşünmeye başlamıştı. Diğer üyeler arasındaki konumunun çok daha üstün olması gerektiğini ve krallığın onun kararları olmadan yönetilemeyeceğini herkese kabul ettirmeyi düşünüyordu. Bunun içinde çoktan kendine taraftar toplamıştı. Gizli yapılan bu toplantıda kral öldüğü takdirde tahta kimin geçeceği ve Alberta’nın kesinlikle biriyle evlenmesi gerektiği kararı oy birliğiyle alındı. Buna ek olarak kral iyileşene ve yeni varis seçilene kadar sarayı ve krallığı Otis’in yönetmesi de yine Otis taraftarlarının oy çoğunluğuyla kabul edildi. Kralın her daim yanında olan ve Otis’in pis işlerini önceden sezen ticari ilişkilerle ilgilenen Brendon ve diğer birkaç üye her ne kadar itiraz etse de Otis çoktan yerini sağlamlaştırmış görünüyordu. Bu toplantı gizlice yapılmıştı ve sadece üyeler arasında biliniyordu ancak bu haber yavaş yavaş saray koridorlarında konuşulmaya ve kulaktan kulağa yayılmaya başladı. Saray çalışanları, yeni varisin kim olacağı üzerine konuşmalara ve dedikodulara başlamışken bu haber prenseslerin kulağına kadar geldi. Prensesler, Kral Harold ve Kraliçe Fiona’nın sağlık durumuyla ilgilenip onlar için endişelenirken saray erkânının bu içten pazarlıklı gizli toplantısını duyunca sinirlendiler. Ancak babalarının durumundan dolayı perişan bir halde olduklarından ne yapacaklarını ve nasıl bir yol izleyeceklerini bilemediler. Alberta, kardeşlerine bu işle bizzat ilgileneceğini ve endişelenmemelerini söyledi. Aynı zamanda da onlara babalarının yanından bir an olsun ayrılmamalarını ve Hekim Valentino dışında kimseyi kralın yanına sokmamalarını da tembihleyerek yanlarından ayrıldı. Alberta, her zaman devlet işleriyle ilgilendiğinden işlerin nasıl yürütüldüğünü çok daha iyi biliyordu. Kral Harold’ın başka ülkelere sefere çıktığı süreler boyunca birçok kez ülkeyi yönetmede söz sahibi olmuş ve kararlar almıştı. Hatta çoğu zaman Kraliçe Fiona bile ona danışırdı. Bu yüzden diğer prensesler ablalarına güvenmek zorundaydılar. Aslında zaten Kral Harold’ın ve Kraliçe Fiona’nın olmadığı bir zamanda sarayla ilgili tüm söz hakkı ve yetki Alberta’nındı. Bu kralın özel emirlerinden biriydi. Ancak saray erkânı bu emri çiğnemiş ve Alberta’ya danışmadan, ona haber vermeden gizli bir toplantı yapmışlardı. Alberta’nın bu işte Otis’in parmağı olduğunu anlaması çokta zor değildi çünkü Otis her zaman onu saray yönetiminin dışında bırakmaya çalışıyor ve bir kadın olduğu için onun hiçbir şey anlamayacağını söylüyordu. Ancak Kral Harold, Otis’in karşısında her zaman kızını savunmuş ve ona özel ayrıcalıklar vermişti. Alberta, saray erkânını yönetebilir, karar alabilir ya da alınan kararlara itiraz edebilirdi. Ancak Otis, kralın hastalanmasından fırsat bilerek ve arkasına topladığı taraftarlardan da güç alarak kralın özel emirlerini çiğneme cüretini göstermişti. Alberta ilk olarak Brendon’ın yanına gitti, ondan toplantı ile ilgili gerçekleri, alınan kararları ve Otis’in planlarını öğrendi. Brendon’ın yanından ayrılıp öfkeyle Otis’in yanına geldi. Otis’i oldukça mutlu ve neşeli bir şekilde çalışırken buldu. Alberta, “Bakıyorum da keyfiniz yerinde, kralınız hasta yatağında yatarken bu mutluluğunuzun sebebi nedir?” diye sordu imalı bir şekilde. Otis, Alberta’yı görünce keyfi kaçtı ve onunla hiç ilgilenmiyormuş gibi davrandı. Normal şartlarda karşısında bir prenses olduğu için ona saygılı davranması gerekirken Otis oldukça ukalaca davranıp onu küçümser bakışlar attı. Alberta sinirle Otis’e yaptığı toplantıdan haberi olduğunu, kral iyileştiğinde bu pis planlarını babasına anlatacağını bildirse de Otis ona sadece gülmekle yetindi. Alberta, onun kralın emirlerine karşı geldiğini ve çok ağır cezalandırılacağını söylese de Otis ona “Artık kralın emirlerinin bir hükmü yok. Yeni kralımız ne emir verirse ona uyacağız.” dedi. Alberta “Yeni kralımız mı? Sen ne saçmalıyorsun?” deyince Otis ona toplantıda oy birliğiyle alınan kararları anlattı. Buna göre üyelerin çoğunluğuyla seçilen biriyle evlenmek zorunda olduğunu ve o kişinin de yeni varis olacağını açıkladı. Kral iyileşene kadar yeni varisin emirlerine uyacaklarını, eğer olurda kral iyileşmezse artık ülkeyi yeni kralın yöneteceğini de ekledi. Alberta, Otis’in bu içten pazarlıklı yüzüne ve babasının hastalığını fırsata çevirmesine deli oldu ve o anda onun boğazına yapışmamak için kendini zor tuttu. Gorg Kral’ı Harold’ın hastalandığı ve yeni varisin seçileceği haberi tüm saraya oradan halka ve oradan da diğer krallıklara kadar hızlı bir şekilde ulaştı. Kısa bir sürede herkes bu hadiseyi konuşmaya ve Gorg Krallığının varisinin kim olacağını düşünmeye başlamıştı. Bunu duyan Thanos Prensi Ronald hemen apar topar hazırlandı ve Gorg Krallığına doğru yola çıktı. Çünkü herkesin düşündüğü gibi ilk akla gelen varis Ronald’dan başkası olamazdı. Aylardır bunun için zemin hazırladığından şimdi zaferini ilan edeceği günü kaçıramazdı. Eğer kral hastalanmasaydı Alberta’yı ikna etmesi ve bu izdivacı gerçekleştirmesi aylar sürebilirdi ancak Kral Harold nihayet kendi isteğiyle olmasa da tahtan çekilmiş sayılırdı. Bu yüzden de Ronald ne o huysuz Alberta’yla ne de onun huysuz babasıyla uğraşmadan hayalini kurduğu tahta oturacak ve Gorg Kralı Ronald olacaktı. Sadece Ronald değil diğer krallıklarda bu haberi duyduklarında kendilerine bir imkân doğar neticesinde hemen ziyaret için hazırlıklara başladı. Thanos, Weston ve Clifford Krallığı arabaları çoktan yola çıkmış Gorg sarayına doğru geliyorlardı. Ronald ve diğer krallıkların kendilerine göre planları ve hayalleri vardı. Ancak kralın hastalanıp yataklara düştüğünü duyduğundan beri yerinde duramayan Richard’ı unutmak haksızlık sayılırdı. Çünkü ona göre herkesten daha çok o krallığı hak eden kişi oydu. Bu yüzden Richard bu habere hem sevindi hem de üzüldü. Çünkü Diana ile hâlâ bir yol kat edememişti, onunla geziyor, sohbet ediyor hatta aile yemeklerine de katılıyordu ancak Richard ilişkilerini bundan öteye götürememişti. Şimdi krallığın her yerinde Alberta’nın evlenmesi gerektiği ve yeni kralın onun evleneceği kişi olacağını duyunca tüm planları alt üst oldu. Bu yüzden ne yapacağını bilemez bir halde odasında bir o yana bir bu yana dolaşıyordu. Alberta eğer evlenirse krallık hayali suya düşecekti. Bu yüzden Richard ne olursa olsun Diana ile evlilik işini hızlandırmaya ve en azından Gorg damadı olarak imtiyaz elde etmeye bakacaktı. Tüm planları alt üst olsa da zararın neresinden dönerse kardı. Birkaç kez Diana ile görüşmek istese de Diana babasının yanından ayrılmadığından onunla görüşmesi şimdilik mümkün görünmüyordu. Alberta, düşüncelere dalmış bir şekilde otururken hizmetçiler ona Kraliçe Fiona’nın kendine geldiği haberini verdi. Kraliçe Fiona kendine gelir gelmez, Kral Harold’ın yanına koştu ve gözü yaşlı kızlarını görünce o da kendine hâkim olamadı ve birlikte Kral Harold’ın başucunda gözyaşı döktüler. Alberta, gözü yaşlı annesini, babasının çalışma odasına çağırdı ve ona Otis’in yaptığı gizli toplantıyı ve planlarını anlattı. Ancak Kraliçe Fiona üzüntüden Alberta’nın dedikleriyle ilgilenmedi ve Otis’in kral iyileşene kadar ülkeyi yönetmesinde de bir sakınca görmedi zira kendisi kralın iyileşmesiyle ilgilendiğinden saray işleriyle uğraşmak istemediğini söyleyip kralın yanına geri döndü. Alberta annesinden yardım isteyemeyeceğini anlayınca ne yapacağını bilemez bir şekilde kralın çalışma odasında oturdu. Daha sonra Ronald’ın apar topar saraya geldiğini öğrendiğinde Alberta her şeyin nasıl planlandığını ve herkesin babasının hastalığından nasıl faydalanmaya çalıştığına bir kez daha emin oldu ve Ronald’dan bir kez daha nefret etti. Ronald, daha önceden birçok kez zeminini hazırladığı gibi Otis’le buluştu ve kendini Gorg’un kralı gibi göstermeye başladı. Alberta daha ne olduğunu anlayamadan Ronald’ın saray erkânı üyelerine ve muhafızlara emirler vermeye başladığını görünce kan beynine sıçradı. Ronald’ı kenara çekip “Sen kim oluyorsun da bizim muhafızlarımıza emir vermeye çalışıyorsun?” diye hesap sorsa da Ronald şeytani gülümsemesiyle “Ben kim miyim? Gorg’un yeni kralıyım. Buna alışsan iyi edersin müstakbel karıcım.” dedi ve Alberta’nın yanağından makas almaya çalıştı. Alberta, Ronald’ın yüzüne dokunmaya çalışan elini ittirdi ve o giderken arkasından midesi bulanmış gibi bakmaya devam etti. Alberta babasını her daim sevdiğini düşündüğü ve güvendiği diğer üyelerle görüşmek istedi ancak onlarda bir şey yapamaz bir halde olduklarından Alberta eli kolu bağlı bir vaziyette beklemek zorunda kalmıştı. Kime giderse gitsin kapılar yüzüne kapanıyor, kimse ona yardımcı olmak istemiyordu. Ronald ve Otis çoktan planlarını sağlam bir zemine oturtmuş ve kendi taraftarlarını sağlamıştı. Birlikte sarayın hâkimi gibi davranıyorlardı. Alberta, bir muhafıza emir vermek istediğinde muhafız özür dileyerek emirleri yalnızca Prens Ronald’dan ve Otis’ten alacaklarını söyleyince Alberta artık iyice köşeye sıkıştığını hissetmiş ve kendini kralın çalışma odasına kapatmıştı. Alberta tüm bunlarla ilgilenirken sanki krallığın başına gelenleri hissediyormuş gibi Kral Harold’ın durumu gittikçe daha da kötüleşiyordu. Hekim Valentino kraliçeye ve prenseslere odayı boşaltmalarını, kralın iyice dinlenmesi gerektiğini söyledi. Onu iyileştirmek için bir sürü ilaçlar ve tedavi yolları bulmaya çalışıyordu ancak ne yaparsa yapsın kralın durumunda bir değişiklik olmuyordu. Kralın hastalığının belirli bir nedeni yoktu, günlerdir çok yorulduğundan halsiz düşmüştü ve vücudu bu halsizliğe karşı direnemiyor gittikçe de hastalığa yenik düşüyordu. Hekim Valentino’ya sorulduğunda kimseye olumlu cevaplar veremiyor ve kimseyi boş yere umutlandırmak istemiyordu. Kraliçe ve prensesler başka bir salona geçmiş ağızlarını bıçak açmadan gözleri yaşlı oturuyorlardı. Bayan Daphe’da kızarık gözleriyle onlara yemek getirmiş ve artık yemek yemezlerse onlarında hastalanacaklarını söylemişti. Ancak Kraliçe Fiona öylece sessizce oturuyor, yemek yemeyi kabul etmiyordu. Diana, kardeşlerinin perişan halini görünce onları birazcık da olsa yemek yemeye zorladı. Artemis, sarayda bunalıp hava almak için bir ara dışarı çıktığında Morgan’la karşılaştı. Morgan, onun ne kadar üzgün olduğunu bildiğinden ne ona sataşmaya ne de onunla uğraşmaya çalıştı. Çünkü babasını kaybetmenin nasıl acı verici bir şey olduğunu bildiğinden onun hissettiği duyguları anlayabiliyordu. Artemis’te Morgan’a baktığında onunla babasının ölümü hakkında sohbet ettikleri zamanı düşünmüş, şimdi tıpkı Morgan’ın hissettiği gibi kendini evini ve çocukluğunu kaybetmiş gibi hissediyordu. Artemis, bir anda hiç düşünmeden Morgan’a sımsıkı sarıldı ve onun göğsüne başını dayayıp ağlamaya başladı. Sarayda bunlar olurken diğer krallıkların kafileleri de çoktan Gorg Krallığına yaklaşmaya başlamıştı. Haber Aragon Krallığına diğer krallıklardan geç ulaştı ve ulaşır ulaşmaz Kral Leonard’ın gerçekten ne kadar üzüldüğünü görenler şaşırmadan edemedi. Kral Leonard, eski arkadaşıyla daha yeni barışmışken onu kaybetmek istemiyordu bu yüzden o da Kral Harold’ı ziyaret etmek için oğullarıyla birlikte hemen yola çıktı. Onun gerçekten üzüldüğünü gören insanlar Kral Leonard’ın da bir kalbi olduğunu ve insanları sevebildiğini bu vesileyle öğrenmiş oldu. Gorg halkının durumu da saraydan farksız değildi. Herkes perişan bir şekilde saraydan gelecek iyi bir haberi bekliyordu. Üzüntüden ve korkudan ne yapacaklarını şaşırmışlar, herkes işini gücünü bırakmış sessizce bekliyordu. Kral iyileşecek mi, krala bir şey olduğu takdirde tahta kim geçecek herkes bunları düşünüp tartışıyordu. Halkın arasında yavaş yavaş başlayan bu dedikoduları öngören Otis birkaç adamını görevlendirdi. Bu adamlar, kadınlardan erkeklere, erkeklerden çocuklara, yaşlılardan gence önlerine çıkan her topluluğa gidip nifak tohumlarını ekiyordu. Kral ölürse tahta bir varis geçmesini, bunun krallığın geleceği için çok önemli olduğunu bu yüzden de kral iyileşene kadar bu varisin seçilmesi gerektiğini anlatıyorlardı. Onları dinleyen topluluklardaki bazı insanlar her felakette ortaya çıkan bu yalancıları iyi bildiğinden onları yanından kovdu, bazıları ise sadece dinlemekle yetindi. Ancak yeni yetme gençler her şeyi bir dava haline getirmeye meraklı olduklarından bu adamların onları doldurmasına izin verdi ve birkaç saat içinde Büyük Meydan gençlerden oluşan bir grup insanla doldu. Bunlar krallığa kadar gidip bağıra çağıra artık varis istediklerini haykırdılar. O kadar kalabalıklardı ki onları duymamak imkânsız gibiydi. Muhafızlar bir ara ayaklanma çıkacak diye önlem almak isteseler de Ronald onlarla bizzat ilgilenip kendisini tanıttı ve yeni krallarının Ronald olacağına ikna olan bu grup birkaç saat içinde dağıldı. Ancak Otis’in bu planıyla hem Alberta köşeye sıkışmış hem de Ronald halkın arasında kendine iyi bir intiba bırakmıştı. Alberta sarayın penceresinden tüm bu olanları izlemiş, Otis ve Ronald’ın bu kadar iğrenç ve tehlikeli olduklarını nasıl daha önceden anlayamadılar diye kara kara düşünmeye başlamıştı. Ronald’dan o kadar nefret ediyordu ki onunla evlenmektense ölmeyi tercih ederdi. Ancak ölmek onların ekmeğine yağ sürmek demekti. Bu yüzden krallığını koruyabilmek için Ronald’la evlenmek dışında bir seçeneği kalmıyordu. Hem saray hem de halk bir prens istiyordu ancak Alberta evlenmek istemiyordu, evlense dahi bu kişi şeytan gülüşlü Ronald olamazdı. Birkaç defa Diana’ya eğer evlenmek isterse kendisinin bu haktan feragat edeceğini ve isterse kraliçenin o olabileceğini söylese de Diana asla bir kraliçe olmak istemediğini, bunun onun hakkı olduğunu söylemişti. Şimdi bu haktan vazgeçtiğini söylese bile Ronald o kadar iğrenç bir insandı ki Diana ile bile evlenmek isteyebilirdi. Oysa Diana iyi veya kötü Richard’dan hoşlanıyordu ve kardeşine böyle bir kötülüğü yapmak istemiyordu. Emilia ve Artemis zaten çok küçüktü onların daha hayatta yaşayacakları tecrübeleri olacaktı, onları böyle büyük bir sorumluluğun altına sokmak istemiyordu. Bu yüzden hiç istemese de Ronald’la evlenmeyi kabul etmek zorunda kalacaktı. Alberta birkaç kez annesiyle konuşmaya çalışsa da Kraliçe Fiona ne Otis’in ne de Ronald’ın ne kadar içten pazarlıklı olduğuna bir türlü inanmıyor ve yaptıkları her şeyi krallığın iyiliği için yaptıklarına inanıyordu. Hatta kraliçe Alberta’nın Ronald’la izdivaç yapmasını zaten herkesten çok istediğinden kızını bu teklifi kabul etmeye ve krallığın geleceğini kurtarmaya ikna etmeye çalışıyordu. Ona göre Ronald çok iyi bir çocuktu ve Alberta’ya bu dünyada uygun olan tek kişiydi bu yüzden annesine dil dökmenin bir faydası yoktu. Saraydaki insanlar, halk ve annesi de onun Ronald’la evlenmesini bekliyor ve bunu kaçınılmaz bir gerçek olarak görüyorlardı. Alberta tekrar kendini babasının çalışma odasına attı ve onun koltuğuna oturup hıçkıra hıçkıra ağlamamak için kendini zor tuttu. Her zaman kendini güçlü görmüştü, kimsenin karşısında eğilmemiş ve kimseye muhtaç olmamıştı. Ancak bu kadar yükü omuzlarında taşımak çok zor geliyordu. Şimdi babası yanında olsaydı, o şefkatli gözleriyle ona baksaydı her şey çözülürdü ve Alberta kendini yeniden güçlü hissederdi. Birkaç gün önce bu odada babasına “Hep yanımda olacak mısın?” diye sorduğunu hatırlayınca şimdi tekrar o güne dönmeyi ve babasına daha sıkı sarılmayı istediğini fark etti. Alberta gözlerine dolan yaşları bastırmaya ve yeniden güçlü durmaya çalıştı çünkü eğer o yıkılırsa krallık tamamen ellerinden kayıp gidecekti. Babasının mirası olan krallığı ve ailesinin geleceğini korumak zorundaydı. Bir muhafız gelip Alberta’ya diğer krallıklardan misafirlerin “geçmiş olsun”a geldiklerini bildirdi. Thanos, Weston ve Clifford Krallıkları’ndan birçok insan gelmiş en güzel dileklerini diliyorlardı. Aslında hepsi Gorg Krallığının dostuydu, Kral Harold başları her sıkıştığında onlara yardım göndermiş ve her daim kötü zamanlarında onlara destek olmuştu. Oysa şimdi hepsinin geliş amacı aynıydı, Kral Harold’a bir şey olduğu takdirde kral olacak Ronald’la şimdiden arayı iyi tutmak ve yapmak istedikleri ticari antlaşmaları yapmaktı. Çünkü Kral Harold, her şeyi adaletle ve merhametle yönettiğinden onunla ticaret yapılması zordu oysa şimdi bu sorun ortadan kalktığından artık gönül rahatlığıyla onlarda yeni antlaşmalarını düşünebilirlerdi. Misafirler bir odaya alındı ve hepsi genelde Ronald’la ve Otis’le konuşuyor, şimdiden Ronald’ın etrafında pervane oluyorlardı. Alberta odaya geldiğinde herkesin yüzündeki o sahte üzüntüleri ve altında yatan şeytani yüzleri görünce bir kez daha midesinin bulandığını hissetti. Onu fark ettiklerinde hepsi sessizce önlerine döndü, Otis Alberta’ya dışarı çıkmasını, artık özel toplantılara katılmasının yasak olduğunu söyleyince Alberta herkesin yüzüne tek tek baktı ve “Babam iyileştiğinde bu yaptıklarınızın hepsinin bedelini ödeteceğim size.” diye bağırdı. Alberta’dan böyle bir tepki beklemedikleri için herkes buz kesti o sırada kapıda Aragonlar’ı fark edince tüm başlar onlara döndü. Alberta sinirden yaş dolan gözlerini kapıya çevirdi ve Alexander’la göz göze geldi. Kral Leonard, usulca herkese selam verdikten sonra Alberta’nın yanına geldi ve samimi bir şekilde geçmiş olsun dileklerini iletti. Ayrıca da çok üzgün olduğunu dile getirerek hafifçe Alberta’nın omzuna dokundu. Alberta, Leonard’ın gözlerine baktığında gerçekten üzüldüğünü görebiliyordu. Ancak yıllarca dost bildiği bu sahte insanların yanında, can düşmanı olarak gördüğü kişilerin onun acısını paylaşmasına anlam veremiyordu. Kral Leonard, oğlu Austin’le birlikte diğer kralların yanına gitti. Alexander, Alberta’nın yanına gitmek istiyor ancak ondan nefret ettiğini düşündüğünden gidemiyordu. Ayrıca Ronald’la yapacağı izdivaçta kulağına geldiğinden onu rahatsız etmekten korkuyordu. Alberta odadan dışarı çıktı ve derin bir nefes aldı, Alexander yanına geldi ve arkadaşça bir tavırla “İyi misiniz?” diye sordu. Alberta yaş dolu gözlerle onun gözlerinin içine baktı ve “Hayır.” anlamında başını salladı. Alexander, Alberta’yı hep sert bir şekilde bakarken görmeye alışkın olduğundan onun bu ürkek halini görünce yüreği parçalanır gibi oldu ve “Biraz dertleşmek isterseniz iyi bir dinleyicimdir.” dedi. Alberta belli belirsiz “Olur.” diyebildi. Daha sonra onu babasının çalışma odasına getirdi çünkü bir tek burası ona kendini güvende hissettiriyordu. Karşılıklı oturduklarında Alberta ağlamamak için kendini zor tutuyor, göz pınarlarına dolan yaşları bastırmaya çalışıyordu. Alexander onun bu halini görünce “Prensesim, ağlamamak için kendinizi tutmayın, biraz ağlarsanız daha rahat hissedersiniz.” dedi. Alberta, onun şefkatle bakan yüzüne baktı ve küçük bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Öyle içli ağlıyordu ki sanki yüreği yerinden çıkacakmış gibiydi. Alexander hiç düşünmeden bir anda Alberta’ya sarıldı ve saçlarını okşayıp “Geçecek, merak etmeyin. Ben inanıyorum Kral Harold iyileşecek.” dedi. Alberta, Alexander ona sarıldığında tıpkı babasının güven dolu sıcaklığını hissetti ve sanki babasına sarılıyormuş gibi Alexander’a sıkıca sarıldı ve başını onun omzuna yasladı. Uzun bir süre böyle sarılmış bir şekilde durdular, Alberta ağladıkça kendini daha rahatlamış hissetmişti ve yerinde doğrulup Alexander’a baktı “Teşekkür ederim. Ağlamak çok iyi geldi.” dedi. Alexander ona içtenlikle gülümsedi ve “Kendinizi bu kadar yıpratmayın, lütfen.” dedi. Alberta, onun gözlerinin içine baktı ve çocuksu bir sesle “Kendimi çok çaresiz ve savunmasız hissediyorum. Babam hastalanınca herkesin gerçek yüzünü görmüş oldum. Herkes onun ölmesini bekliyor, buna göre planlar hazırlıyor.” dedi. Sonra da “Sen haklıydın, ben sana ve Aragonlar’a haksızlık ettim. Dost bildiğimiz insanlar ticari antlaşmalarını hazırlamak için gelmişken siz babamın hastalığına üzüldüğünüz için geldiniz. Seni kırdım, kötü sözler söyledim. Bağışla beni.” dedi. Alexander, ona tekrar şefkatle baktı ve “Önemli değil prensesim. Aramızdaki bu görünmez duvarların yıkılmasına çok sevindim. Evet, Aragonlar her zaman kötü kalpleriyle bilinirler. Hatta babam birçok insanın canını yakmıştır ancak Kral Harold’ın hastalandığını öğrendiğinde apar topar telaşla buraya gelmek istedi. Sanırım çocukluk arkadaşıymışlar, yol boyunca hep ondan ve ona olan üzüntüsünden bahsetti. Bu yüzden bana ve krallığımın samimiyetine inanın, biz bugün buraya menfaatlerimiz için değil sadece size destek olmak ve acınızı paylaşmak için geldik.” dedi. Alberta, Alexander’a baktı ve dostça gülümsedi. “Tekrar teşekkür ederim. Seninle konuşmak çok iyi geldi.” dedi. Daha sonra Alberta, babasının yanına gitti ancak Hekim Valentino ona kralın durumunda bir gelişme olmadığını bildirince Alberta kız kardeşlerinin yanına uğradı. Kızlar o kadar çok ağlamışlardı ki gözlerinde artık bir damla yaş bile kalmamıştı. Gözleri ve yüzleri kızarmış, sessizce oturup babalarının iyileşmesi için dua ediyorlardı. Alberta yanlarına gelip oturdu ve Emilia’ya baktığında ağlamaktan perişan olduğunu, artık ayakta bile duramadığını fark edince Emilia’ya sarıldı ve saçlarını okşadı. Bunu gören Diana ve Artemis’te yanlarına geldi ve dört prenses birbirlerine sarılıp bu hayatta her şeyden daha önemli olan şeyin ailelerini olduğunu bir kez daha anladılar. Ne olursa olsun, nereye giderse gitsinler, ne kadar kavga ederse etsinler onlar birer aileydi ve zamanı geldiğinde tek yürek olmayı başarıyorlardı. Ronald ve Otis çoktan krallıkla ilgili bir sürü kararlar almışlardı ve şimdiden yapacakları ticari hamleleri düşünüyorlardı. Halkta, diğer krallıklarda Ronald’ın krallığını resmen kabul etmişti bu yüzden de kral iyileşmeden Alberta ile izdivacın aceleyle yapılması gerekiyordu. Kralın özel emri gereği Alberta’nın bu izdivaçta kesinlikle rızası olması gerekiyordu ancak keçi gibi inatçı Alberta’yı ikna etmek imkânsızdı. Fakat Ronald, onun bu izdivacı kabul etmekten başka bir şansı olmadığını bildiğinden bu konu üzerinde fazla düşünmüyordu. Ayrıca Kraliçe Fiona da bu izdivacı desteklediğinden Alberta şimdiden avucunun içindeydi. Kral Harold’ı görmeye gelen ziyaretçiler sarayda misafir edildiler ve odalarına çekildiler. Saat gece yarısını çoktan geçmiş olmasına rağmen Alberta’yı bir türlü uyku tutmamıştı. Sarayın bahçesinde oturup yıldızlı gökyüzünü seyredip biraz olsun nefes almaya çalışıyordu. Bir anda arkasında bir ses işitti ve arkasına döndüğünde Alexander’ı gördü. Alexander, üstünden ceketini çıkarıp Alberta’nın omuzlarına koydu ve “Burada üşüteceksiniz prensesim.” dedi. Alberta onu gördüğüne gerçekten sevinmişti. Artık ona karşı içinde ne düşmanlık ne de nefret besliyordu bunun yerini çok daha güzel duygular almıştı. Onu gördükçe nedensiz bir şekilde babasını hatırlıyor ve içinin huzur dolduğunu hissediyordu. Uzun bir süre konuştuktan sonra Alexander, Alberta’nın elini tutu ve “Eğer bir şeye ihtiyacınız olursa ya da yardımcı olacağım en ufak bir şey olursa ben her zaman buradayım. Her zaman sizin yanınızdayım. Lütfen bunu unutmayın.” dedi ve şefkatle gülümsedi. Alberta, Alexander’ın sıcacık elini hissedince kendini çok daha iyi hissetti. Ancak bir anda Ronald köşede belirdi ve “Ne oluyor burada?” diye sinirle sordu. Alberta ve Alexander yerinden doğrulup Ronald’a ters ters baktı. Alberta, “Seni ilgilendiren bir şey yok, işine bak sen.” demesine rağmen Ronald, Alberta sanki orada yokmuş gibi davranıp Alexander’a odaklandı. “Müstakbel eşimin yanında dolaşmanız hiç hoş değil Prens Alexander.” dedi. Alexander, Alberta’yı rahatsız etmek ya da onu daha fazla üzmek istemediğinden Ronald’ın ağzını burnunu kırmak istese de sakinliğini korudu. “Ben de gidiyordum şimdi. İyi geceler, prensesim.” dedi. Alexander gidince Ronald Alberta’ya döndü ve “Hareketlerine dikkat etsen iyi olur, senin karşında müstakbel Gorg Kralı var.” dedi. Alberta, sinirle ona döndü ve “Bana bak, sen artık çok fazla olmaya başladın. Yemin ediyorum seni kendi ellerimle öldürürüm.” diye bağırdı. Ronald, Alberta’nın gözlerinden ne kadar ciddi olduğunu görünce bir an karanlığın ortasında korkmadan edemedi ve yavaş yavaş yanından uzaklaştı. Alberta sabaha kadar hiç uyumadan babasının çalışma odasında oturmuş, kafasını dağıtmak için kitap okumuştu. Bugün yeni bir toplantı yapılacak ve Alberta ile Ronald’ın izdivaç tarihi konuşulacaktı. Bunun yanında da Ronald resmi olarak varis ilan edilecekti. Alberta bunu düşündükçe midesine kramplar giriyordu ve ne yapacağını bilemiyordu. Kendini ilk defa bu kadar çaresiz hissediyor ancak bunu kimseye belli etmemeye çalışıyordu. Babası olsaydı her şeyin en iyisini bilir ve ona en doğru yolu gösterirdi. Ancak babası iyileşene kadar Ronald ve Otis her şeyi planlamıştı. Alberta gözlerine dolan yaşları elinin tersiyle sildi ve babasının çekmecelerine bakmaya başladı. Çekmeceleri karıştırırken arkada saklanmış bir defter buldu ve açıp bakmak istedi. İçinde Kral Harold’ın gizli gizli karaladığı şiirler vardı. Alberta, babasının şiirlerini ve onun insanın içini ısıtan güzel el yazısını görünce yüzünde bir gülümseme yayıldı. Sayfaları çevirirken bir sayfa da kurumuş çiçekler buldu ve o sayfadaki şiiri dikkatle okumaya koyuldu, “Bazen sıkışırsan dünyada, her şey üstüne geliyormuş gibi hissedersen, ve karanlıktan seni çıkaracak tek bir ışık dahi bulamıyorsan, sadece kalbine dokun, kalbin seni doğru yola getirir.” Alberta bu şiiri okuyunca sanki babası onun içine düştüğü bu sıkışmış ve çaresiz halini önceden görmüşte ona not bırakmış gibi hissetti. Onunla konuşabilmeyi ve ondan yardım istemeyi o kadar çok istemişti ki sanki duaları kabul olmuş ve Kral Harold ona şiiri aracılığıyla nasihat vermişti. Alberta, şiir birkaç kez daha okudu ve elini kalbine koydu. Sonra gözlerini kapatıp düşünmeye başladı, uzunca bir süre böyle kaldıktan sonra gözlerini açtığında pencereden dışarıyı seyretti ve pencereye konan zarif mavi bir kelebeği görünce gülümsedi. Alberta, babasının yanına geldi ancak babası hâlâ usulca yatıyordu. Odada kimse olmadığından Alberta babasının başucuna oturdu, ellerini tuttu ve gözlerine bir öpücük kondurdu. Sonra da onu her şeyden çok sevdiğini ve her zaman onun gölgesinin altında olmak istediğini söyledi. Babasının kulağına eğilip şiiri okuduktan sonra verdiği kararı, gözleri kapalı bir şekilde uyuyan babasına anlattı ve “Senin tahtına kötü insanları oturtmayacağıma ve senin gibi her zaman güçlü duracağıma söz veriyorum baba.” diye de ekledi. Alberta gittikten sonra Kral Harold’ın dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme yayılmıştı. Alberta hazırlanan toplantı odasına gitti, herkes yerini almış onu bekliyordu. Toplantıda Kraliçe Fiona, Gorg saray erkânı, Ronald ve diğer krallıklardan gelen misafirler vardı. Ronald’ın şimdiden Kral Harold’ın yerine oturduğunu görünce Alberta nefretle ona baktı. Hatta bu sefer Kraliçe Fiona bile Ronald’ı onaylamaz bakışlarla ona bakıyordu. Alberta her ne kadar sinirlense de sakince yerine oturdu. Herkes yerini alınca Otis konuşmaya başladı, buraya toplanma amaçlarını, artık bir varis seçilmesi gerektiği ve Alberta’nın da buna rıza göstermeyi kabul ettiğini açıkladı. Alberta kendisine bir damat adayı bulamadığı için bu kararı vermek saray erkânı üyelerine düşüyordu. Yani varis Alberta’nın isteğiyle değil üyelerin oy çoğunluğuyla belirlenecekti. Ronald ayağa kalktı ve Alberta’yı da yanına çağırdı. Alberta hiç bozuntuya vermeden yanına gitti ancak kimse Alberta’nın gözlerindeki güçlü ifadeyi fark etmiyordu. Ronald, Alberta’nın kulağına eğilip fısıltıyla “Bak sonunda hak ettiğim koltuğu elde ettim.” dedi. Alberta zevkle gülümseyerek “Buna o kadar emin olma.” dedi. O sırada Otis’de ayağa kalktı ve “Evet, herkesin oy birliğiyle varis olarak seçilen kişi-“ demişti ki Alberta “Bir dakika.” diye bağırdı ve odadaki herkes Alberta’ya döndü. Otis, Alberta’nın ne kadar inatçı olduğunu biliyordu ancak karar çoktan verilmişti yani Alberta’ya söz hakkı düşmediğinden ona küçümser bir bakış atıp “Bir şey mi diyecektiniz?” diye sordu. Alberta, Otis’e gözlerini dikerek “Evet.” dedi sonra da etrafındaki insanlara bakıp “Ne sizin oylarınızın ne de verdiğiniz kararların bir hükmü yok.” diye bağırdı. Alberta o kadar heybetli ve güçlü duruyordu ki kimse gözünü ondan alamıyordu. Otis, Alberta’ya alaycı bir şekilde güldü, “Yanılıyorsunuz prensesim. Çoktan karar verildi ve sizde alınan bu karara uymak zorundasınız. Biliyorsunuz kral olmadığı takdirde kararları bizim alma yetkimiz var.” dedi. Alberta, gözünü Otis’ten ayırmadan “Ülke yönetimini sizden öğrenecek değilim. Ancak babam burada olmasa da onun verdiği özel emirlere uymak zorunda olduğunuzu ne çabuk unuttunuz. Babam ben istemediğim takdirde biriyle evlenmeme müsaade etmez.” dedi. Otis, onları dinleyen insanlara baktı ve gerçekten Alberta’nın küçük bir çocuk olduğunu düşündü. Bütün gece düşünüp buna mı karar vermişti? Alberta’ya döndü ve “Evet, kralın özel emirleri bu doğrultuda. Ancak Saygıdeğer kralımız şimdi hasta ve iyileşip iyileşmeyeceği de belli değil. Halk ayaklanmaya başladı yani bu durumda biz saray erkânı olarak olağanüstü bir karar alma oy birliğiyle varisi seçme hakkımız var. Sizin de buna uymaktan başka bir seçeneğiniz yok. Sonuçta siz bir aday bulamadığınıza göre bizim seçtiğimiz kişiyle evlenmek zorundasınız.” dedi. Alberta, yüzündeki hırs dolu ifadeyle bir Ronald’a bir de Otis’e baktı ve zevkle gülümseyerek “Yanılıyorsunuz. Ben evleneceğim kişiyi çoktan buldum.” dedi. Ronald ve Otis birbirlerine baktı ve ikisinin de yüzlerinde şaşkınlık ifadesi belirdi. Toplantıdaki herkes pürdikkat Alberta’ya bakıyordu. Otis sinirlenmişti ve Alberta’nın ne çevirdiğini anlamaya çalışıyordu. Alberta düşmanlarının yüzlerindeki bu korku ifadesini görünce yine zevkle gülümsedi, bir kraliçeye yakışan ve dinleyen herkesi etkisi altına alan gür bir ses tonuyla “Babam ben kiminle evlenmek istersem varisin o olacağı emrini vermişti. İşte şimdi ben de evleneceğim kişiyi seçtim.” dedi. Herkes ona merakla ve şaşkınlıkla bakıyordu. Alberta her birinin yüzüne dikkatle baktı ve “Evlenmek için seçtiğim kişi Aragon Prensi Alexander’dır.” dedi. Ronald ve Otis buz kesmiş bir şekilde Alexander’a baktı ancak Alexander’ın şaşkınlığı da onlardan farksız değildi. Kraliçe Fiona ise kızına anlamamış gözlerle bakıyordu. Toplantıdaki herkes şok olmuştu, kimse Alberta’dan böyle akılcı bir hamle beklemediğinden ne diyeceklerini bilemediler. Kral Leonard bile şaşkınlıkla oğluna baktı ve gülümsedi. Alberta, kendisine yarı şaşkınlık yarı heyecanla bakan Alexander’a baktı ve yüzünde masumane bir ifade belirdi. “Prensim, yanıma gelebilir misiniz?” diye sordu. Alberta bu planı hazırlarken Alexander’ın nasıl tepki vereceğini bilemiyordu ancak risk alıp krallığının tüm kaderini onun ellerine teslim ettiğinden ona yardım etmesi için Alexander’ın gözlerinin içine bakıyordu. Alexander, yerinden kalkıp Alberta’nın yanına geldi ve Ronald ile diğerlerinin bakışları eşliğinde Alberta, Alexander’ın elini tuttu sonra da onun gözlerinin içine baktı ve tuttuğu elini yükseğe kaldırıp “Babam iyileşene ve bizim düğünümüz yapılana kadar krallığın varisi Alexander’dır. Bu hem Kral Harold’ın hem de benim emrimdir. Karşı çıkacak olan varsa en ağır şekilde cezalandırılacaktır.” dedi ve Otis’e baktı. Ronald öfkeyle Alexander’a baktı ancak Alexander onun bu kötü bakışlarına Alberta’nın elini daha sıkı kavramakla cevap verdi. Otis tam bir şey demek için ağzını açmıştı ki bir anda herkes ayağa kalkıp alkışlamaya başladı yani böylelikle herkes yeni varisi kabul etmiş görünüyordu. Otis ve Ronald, Alberta’yı bu kadar hafife almamaları gerektiğini şimdi anlamışlardı ancak çoktan iş işten geçmişti ve ikisi de inşa etmeye çalıştıkları kulelerin altında kalmışlardı. Kadın olduğu için küçümsedikleri Alberta onlara oyunun nasıl oynanması gerektiğini göstermişti. Alberta, Alexander’ın elini sımsıkı tutup herkesin bakışları eşliğinde onu babasını çalışma odasına getirdi. Buraya gelene kadar elini o kadar sıkı tutmuştu ki, tırnaklarını onun etine batırmıştı. Odaya geldiklerinde Alberta, Alexander’ın elini bıraktı ve onun gözlerinin içine baktı şimdi ikisi de birbirine gülümsüyordu. Alberta, babasının şiirini okuduğunda ve kalbinin sesini dinlediğinde Alexander’ın onun kurtarıcısı olduğunu düşündü. Alexander, hem çok iyi bir insandı hem de kadınların ülkeyi yönetmeleriyle ilgili Alberta ile aynı düşüncedeydi. Bunun yanında Alberta ondan hoşlandığı gerçeğini de göz ardı edemiyordu bu yüzden onunla evlenmenin Ronald ve Otis’i alt etmek için çok iyi bir fikir olabileceğini düşünmüştü. Ancak bu planı Alexander’dan habersiz yaptığından onun ne düşündüğünü bilmiyordu ve açıkçası reddedecek diye de çok kokmuştu. Ancak Alexander, hayatında hiç bu kadar mutlu olduğunu hatırlamıyordu. Adeta sevinçten havalara uçacaktı. Birkaç gün önce Alberta’nın onu düşmanı olarak gördüğünü ve onunla bir geleceğinin olmasının imkânsız olduğunu düşünmüştü. Oysa şimdi sevdiği kadınla evlenecekti bu yüzden ağzı neredeyse kulaklarına varacaktı. “Prensesim biz şimdi gerçekten evleniyor muyuz?” diye sordu heyecanla. Alberta, “Yani sizin içinde bir sakıncası yoksa.” dedi. Sonra da biraz çekinerek “Sizi zor durumda bırakmadım değil mi, yani kalbinizde bir varsa-” demişti ki Alexander heyecanla sözünü kesti, “Kalbimde biri var, şey aslında yok. Kimse yok yani. Sizinle evlenebilirim.” diye telaşla cümlelerini sıraladı. Alberta, onun bu telaşlı halini görünce gülümsedi. Alexander merakla “Peki neden böyle bir karar aldınız sorabilir miyim?” diye sordu. Alberta da çocuksu bir tavırla “Yardıma ihtiyacım olduğunda yardım edebileceğinizi söylemiştin. Sanırım bu konuda yardıma ihtiyacım var.” dedi. Alexander dün gece bahçede ona söylediği sözü hatırlamıştı ancak sonucunun böyle olacağını tahmin bile edemezdi. Alexander biraz düşündükten sonra “Ancak ben krallık yönetme konusunda tecrübeli değilim. Siz de bana bu konuda yardımcı olur musunuz?” diye sordu hevesle. Alberta da mutlulukla gülümseyip “Seve seve.” dedi. Onlar böyle heyecanla sohbet ederken hizmetçiler koşup kralın uyanmaya başladığı ve kendine geldiği haberini verdi. Alberta ve Alexander dâhil herkes kralın odasına koşuşturdu. Kraliçe Fiona, Alberta’ya her ne kadar sinirli olsa da biricik kocasının iyileştiğini görünce tüm sıkıntılarını unuttu ve prenseslerle birlikte kralın başucuna oturdu. Kral Harold, Hekim Valentino’nun uğraşları sonucu kendine gelmiş ve hastalığı atlatmıştı. Gözleri açık bir şekilde etrafındaki insanlara gülümsüyordu. Ancak kral her ne kadar iyileşmeye başlasa da ayağa kalkıp eski sağlığına ve gücüne kavuşması haftalar sürebilirdi. Oldukça uzun bir zaman dinlenmesi ve saray yönetiminden uzak kalması onun sağlığı için çok daha iyi olacaktı. Kızlar heyecanla babalarını öpmeye başladı ve Kral Harold kızlarının güzel yüzünü görünce yüzünde gülümseme yayıldı. Kraliçe Fiona’da kralın avuçlarını elleri arasında sımsıkı tutuyor ve içinden Tanrı’ya şükür duaları ediyordu. Hizmetçilerde odanın kapısında mutlulukla bekliyor ve sarayın dört bir yanına koşuşturup birbirlerine kralın iyileştiği haberini veriyorlardı. Haber hızlıca Gorg halkına da ulaşmış ve herkes bu sefer mutluluktan ağlayıp krallarını onlara bağışladığı için tanrıya şükretmeye başlamışlardı. Diğer krallarda utana sıkıla krala geçmiş olsun demişler ve kral hastalandığından beri yaptıkları şeylerden utanç duymaya başlamışlardı. Kral Harold, hâlâ yorgundu ancak gözleri ışıl ışıl parıldıyordu. Odada Kral Leonard’ı görünce birbirlerine gülümsediler, Kral Leonard şakayla karışık “Ben size demedim mi, Harold inatçının tekidir, ona hiçbir şey olmaz.” dedi ve herkes gülmeye başladı. Kralın iyileştiğini duyan ve tüm planları alt üst olan Ronald ve Otis ne yapacağını bilemez bir halde saraydan kaçışmaya başlamıştı. Çünkü bu yaptıklarının cezasını ağır bir şekilde ödeyecekleri kesindi. Ronald bir şekilde kurtulurdu ancak Otis için işler bu kadar kolay değildi. Onlar kaçışırken Morgan’da odanın kapısında babasının saçlarını okşayan Artemis’e bakıyor ve Kral Harold’ın iyileşmesini adeta kendi babasının iyileşmesi gibi gördüğünden mutluluk gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. Herkes böylesine mutlu ve heyecanlıyken Alberta babasının elini tuttu ve “Baba, ben Prens Alexander’la evleniyorum.” dedi. Herkes Kral Harold’ın düşünceli yüzüne baktı. Alberta babasının kızacağını, ona tepki göstereceğini düşünüyordu ve başka bir şansı olmadığını ona açıklamayı çok istiyordu. Ancak Kral Harold hem ona hem de Alexander’a gülümseyerek baktı ve fısıltıyla karışık “Çok sevindim, güzel kızım.” dedi. Kral Harold hasta yatarken krallıkta neler olduğunu, kızına nasıl evlenme baskılarının yapıldığını anlaması zor değildi. Ancak Alberta’nın gözlerinde pişmanlık değil mutluluk ifadesi gördüğünden bu haberin güzel bir haber olduğunu anlamıştı.
-BÖLÜM SONU- Yorumlarınızı bekliyorum... |
0% |