@withmeral
|
17 Havalar iyice ısınmaya başlamıştı ve güneş tüm güzelliğiyle sarayın üzerinde parıldıyordu. Alberta penceresinden gökyüzüne baktığında güneşin içini ısıttığını hissetti. Yatağına oturup düşüncelere dalmıştı, yakında Alexander’la evlenecekti. Diana üzgün olduğu için izdivacı ertelemek istiyordu bu yüzden de Alexander’a bir mektup yazmıştı. Alberta, her ne kadar Diana’yı düşünse de bir yandan da bu izdivacı gerçekten isteyip istemediğini sorguluyordu. Herkesin huzurunda Alexander’a bir söz vermişti ve bu sözü yerine getirmesi gerekiyordu. Yatağa sırt üstü uzandı, Ronald ve Otis’in babası hastalandığında nasıl hain planlar kurduklarını gördüğünde o anda Alexander ona kurtarıcısı gibi gelmişti. Bu sayede gerçekten de Ronald’la evlenmekten ve Otis’ten de kurtulmuştu. O anda verdiği karar ona en doğru kararmış gibi gelse de zaman geçtikçe kararının doğruluğunu sorguluyordu. Alexander’ın iyi bir insan olduğu her halinden belliydi oldukça da saygılı bir gençti hatta kadınların yönetimde olmasıyla ilgili Alberta ile de aynı fikirdeydi. Fakat yine de tüm kaderini bir erkeğin eline teslim etmek Alberta’ya göre bir şey değildi. Günlerdir sürekli bunları düşünüyordu, eğer başka bir seçeneği olsaydı yine Alexander’ı seçer miydi? Ya da Alexander gerçekten iyi biri miydi? Yatakta doğruldu ve derin bir nefes verdi. Başucundaki kitaplarından birini eline aldı ve biraz kafasını dağıtmak istedi, sayfaları karıştırdı ancak zihni düşüncelere dalgın olduğundan okuduğunu anlamıyordu. Alberta’nın en büyük hayali tahta oturmaktı ve bir kral gibi ülkeyi yönetmekti. Oysa şimdi evliliğe “Evet.” diyerek bu hayaline tamamen veda etmiş olacaktı. Alexander’la evlenirse bir kraliçe olacaktı ancak Alberta bir erkeğin arkasında söz sahibi olmak istemiyordu. Alexander her ne kadar onunla aynı fikirdeymiş gibi olsa da saray erkânı ya da halk buna asla izin vermezdi. Hem babası ile bunları hiç konuşamamıştı ve onun da ona karşı gelmesinden çok korkuyordu. Alexander’a bu düşüncelerini açmak ve onunla konuşmayı düşünse de ancak onun hissettiklerini anlayacağını düşünmüyordu. Tüm bunların yanında Diana’da perişan bir haldeydi ve dinlenmek için Vernon Şato’suna gitmişti. Alberta, Diana’nın Richard’ı gerçekten sevdiğini ve onunla güzel hayaller kurduğunu biliyordu. Oysa kendisi Alexander’la ilgili böyle hayaller kurmuyordu. Evet, Alexander yakışıklı ve oldukça da hoş bir gençti ama Alberta’nın bu hayatta sevgiden ve aşktan daha önemli tutkuları vardı. Diana’nın Richard’ı sevdiği gibi Alexander’ı sevip sevmediğini bilmiyordu, Diana’ya “Sevdiğinle evleniyorsun senin adına çok mutluyum.” dediğinde Diana’da ona “Sen de sevdiğinle evleniyorsun.” demişti, Diana ona neden böyle söylemişti bilmiyordu. Kalbinde geçen sırları kendine bile itiraf etmek istemiyordu. Alexander’dan artık nefret etmiyordu, onunla konuşmak ve sohbet etmekte ona iyi geliyordu ama daha fazlasını isteyip istemediğini bilmiyordu. Diana’ya Richard’ı sevdiğini nasıl anladığını sorduğunda “Onun yanında kendimi iyi hissediyorum.” demişti. Alberta’da, Alexander’a sarıldığında kendini ne kadar huzurlu hissettiğini hatırlıyordu. Ancak Richard’ın Diana’nın kalbini nasıl paramparça ettiğini gördüğünden böyle bir acı yaşamak istemiyordu. Ya Alexander’da onun kalbini tuzla buz ederse? Alberta hayatı boyunca “aşk” duygusundan kaçmıştı çünkü “aşk”ın ne kadar acı verici bir şey olduğunu okuduğu kitaplarda görmüştü ve nitekim Diana’da bu acıyı tatmıştı. Bu yüzden Alberta, Alexander’a âşık olmak istemiyordu, kalbini onun eline teslim etmeyecekti. Babasıyla birkaç kez konuştuğunda Kral Harold ona sürekli Alexander’la ilgili sorular soruyordu. Ondan hoşlanıp hoşlanmadığını, bu izdivacın mecburi olup olmadığını öğrenmek için Alberta’nın ağzını yokluyordu. Kral, Alberta’nın Aragonlar’a olan nefretinin bir anda nasıl değiştiğini merak ediyordu. Alberta, o hasta yatağında yatarken Alexander’ın ona nasıl destek olduğundan bahsetmişti. Fakat izdivacı kabul etmesi için sadece bu yeterli değildi bu yüzden Kral Harold Alberta’nın kalbinde Alexander’ın olup olmadığını merak ediyordu. Kızının sadece krallığı kurtarmak için sevmediği ve istemediği bir adamla evlenmesini istemiyordu. Bunun yanında saray çalışanları ve halkta sürekli bu izdivacı konuşuyordu. Herkes Alberta’nın evlenmek istemesine şaşırmıştı ancak Aragon Prensi ile evlenmesine ise daha çok şaşırmıştı. Saray hizmetçileri fısır fısır bunun dedikodusunu yapıyorlardı, Alberta gibi inatçı bir kızın Alexander’ı birkaç günde kendinden soğutacağını ve bu izdivacın olmayacağını söylüyorlardı. Gorg halkı ise iki krallığın arasındaki bu sorunların bir daha açılmamak üzere kapanacağına ve sonunda tahtın bir varisi olacağına seviniyorlardı. Prens Alexander’ın iyi kalpli ve merhametli oluşu şimdiden Gorg Krallığına yayılmış ve yeni krallarının da Kral Harold gibi olacağını duyduklarında çok sevinmişlerdi. Fakat Aragonlar için bu izdivaç çok daha önemliydi çünkü kendi prensleri Gorg Kralı olacak ve herkesin saygınlığını kazanacaktı. Kral Harold son zamanlarda hiç iyi değildi, krallığın başına gelen her musibette kalbi buna dayanmıyordu bu yüzden herkes onun tahttan çekilmesinin sağlığı için daha iyi olacağını düşünüyordu. Gorg saray adamları da kendi toplantılarında bu konuyu konuşuyorlardı, izdivacın bir an önce yapılmasını ve kralın sağlığı için tahtı yeni varisine bırakması gerektiğini düşünüyorlardı. Kral Harold tüm bu konuşmaların farkındaydı aslında o da artık iyice yorulduğunu kabul ediyordu. Köşesine çekilip ailesiyle vakit geçirmek, kitap okumak, at binmek ve gezintilere çıkmak istiyordu. O da Prens Alexander’ın çok iyi bir delikanlı olduğunu anlamıştı bu yüzden onun yerine geçecek varisinin onu aratmayacağını düşünüyordu ancak onun asıl düşündüğü Alberta’nın içinde kopan fırtınalardı. Bu yüzden sarayın ve halkın bu izdivaç baskılarına karşı kızını savunuyordu. Alberta, Alexander’la gerçekten evlenmek istiyor mu ya da gençliğinden beri hayalini kurduğu tahta oturma hayalinden vazgeçtiği için perişan mıydı? Kral Harold, kızının gözlerine baktığında onun ne kadar düşünceli ve dalgın olduğunu görünce üzülmeden edemiyordu. Alberta, Diana’nın üzüntüsünü ortaya atıp izdivacı ertelemişti ancak Aragonlar sürekli mektuplar gönderip hediyeler yolluyor ve artık bu izdivacın yapılmasını istiyorlardı. Alberta, saraya gelen bu hediyeleri gördüğünde ne düşüneceğini bilmiyordu ancak artık daha fazla kimseyi bekletmeye ve oyalamaya hakkı yoktu. Kral Harold, Alexander’a mektup yazmıştı ve onu bizzat saraya davet etmişti. Ancak son zamanlarda Diana’nın üzüntüsüyle perişan olduğundan kendini sürekli saraydan dışarı atıyor ve at çiftliğine gidiyordu, Alexander’ı da at çiftliğine davet etmişti. Alexander at çiftliğine geldiğinde Kral Harold’ı beyaz görkemli bir atın saçlarını tararken buldu. Kral Harold, yaptığı işe o kadar odaklanmıştı ki Alexander’ın geldiğini bile fark etmemişti. Alexander, yanına kadar sokuldu ve “Merhaba, Sayın Kralım.” dedi. Kral Harold, usulca başını ona döndürdü ve gencin gözlerinin nasıl parıldadığını gördü ve “Merhaba.” dedi sonra da “Seni de yordum buraya kadar.” dedi. Alexander, atıyla ilgilenen Kral Harold’ın daha da yanına yaklaştı ve “Olur mu hiç, asıl siz kendinizi yormasaydınız, istirahat etmeniz gerekiyor.” dedi. Kral Harold, ona döndü ve “Böyle çok daha iyiyim. Sarayda çocuk gibi yatmaktan sıkıldım.” dedi. Daha sonra Kral Harold, atıyla ilgilenmeyi bıraktı ve çiftliğin bahçesindeki ağaçların altındaki banka oturmak istediğini söyledi. Birlikte ağacın altına oturdular ve ikisi de sessizce bir süre beklediler. Alexander mahcup bir ifadeyle yanında oturuyor ve Kral Harold’ın onunla ne konuşacağını merak ediyordu. Kral Harold, önündeki uçsuz bucaksız manzaraya baktı ve “Bak oğlum, beni yaşlı ve huysuz bir insan olarak görebilirsin ancak seninle konuşmak istediğim bazı şeyler var.” dedi. Alexander, “Olur mu öyle şey, kralım.” demişti ki Kral Harold sözünü kesti, “Olur olur. Yaşlı insanların gençlere nasihat vermesi her zaman can sıkıcı olur. Ben gençken babam beni karşısına alıp konuştuğunda benim de canım sıkılırdı. Babam daha yaşamadığım yılları, hayat tecrübelerini bana aktarmak isterdi. Şimdi onun söylediği her şeyin doğru olduğunu anlıyorum ama bunu anlayabilmek için neredeyse bir ömür tükettim.” dedi. Alexander, başını önüne eğmiş Kral Harold’ı dinliyordu. Kral, bu masum delikanlıya baktı ve gülümsedi “Ben de seni bir oğlum gibi görmek ve sana birkaç nasihatte bulunmak isterim, eğer iznin olursa.” dedi. Alexander, “Lütfen, kralım. Sizin nasihatlerinizi dinleyebilmek bir onur benim için.” dedi ve içtenlikle gülümsedi. Kral Harold, onun bu gülümsemesini görünce içten içe sevindi ve “Seni ilk gördüğümde ne kadar saygılı ve iyi bir delikanlı olduğunu anlamıştım.” dedi, sonra da fısıltıyla “Hiç babana benzememişsin.” dedi ve Alexander’da güldü. Daha sonra Kral Harold biraz düşündü ve “Alberta ile olacak izdivacın hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. Ancak bir kral olarak değil bir baba olarak seninle konuşmak istiyorum.” dedi. Alexander, Alberta’nın ismini duyunca başını tekrar eğdi ve kralı dinlemeye koyuldu. Kral Harold, şefkatle manzaraya doğru baktı ve “Alberta, benim ilk göz ağrım. Ben onu kucağıma ilk aldığımda dünyaların benim olduğunu anladım. Güneş sarısı saçları, ışıl ışıl ela gözlerini gördüğümde bana cennetten gelen bir hediye olduğunu düşündüm. Ona gözüm gibi baktım, gözünden bir damla yaş gelmemesi için çok uğraştım, gerçi bunu başaramadım.” dedi sonra da başını manzaradan ayırmadan, “Senden bana söz vermeni veya dediklerimi birebir yapmanı beklemiyorum ancak benim gözüm gibi baktığım kızımın saçının teline zarar gelsin istemiyorum. Şimdi burada otururken gözlerimin içine bakıp onu hiç üzmeyeceğini söyleyebilir misin?” diye sordu ve şefkat dolu gözlerini Alexander’a döndürdü. Alexander, Kral Harold’ın şefkat dolu gözlerine baktı ve “Sayın Kralım, beni tanımadığınız için kızınız için endişelenmenizi anlıyorum. Ancak ben hayatımda kimsenin kalbini bilerek ya da isteyerek kırmadım. Bu yüzden Alberta’nın kalbini kırmak benim bu hayatta isteyeceğim son şeydir. Size söz veriyorum asla onun bir damla gözyaşına sebep olmayacağım.” dedi. Kral Harold, Alexander’ın gözlerindeki kararlılığı görünce gülümsemeden edemedi. Kral Harold, yanında uysalca oturan delikanlıya baktı ve “Senin sözüne ve Alberta’yı üzmeyeceğine yürekten inanıyorum ancak Alberta’nın seni üzüp üzmeyeceğinin garantisini veremem.” dedi. Alexander anlamamış gözlerle ona bakınca Kral Harold başucundaki gür ağaca baktı, “Alberta, dışarıdan bakıldığında kaya gibidir, serttir ve hiç kırılmaz sanırsın. Oysa içinde pamuk gibi bir kalbi vardır. Fakat kalbine öyle herkesi almaz, sevdiğini söylemez, üzüntüsünü belli etmez. Yaralanmamak için bazen karşısındakinin bir kalbi olduğunu unutur ve kötü sözler söyleyip insanları kırabilir.” dedi sonra da Alexander’a döndü ve fısıltıyla “Aramızda kalsın ama biraz da inatçıdır.” dedi ve ikisi de güldü. Daha sonra da “Tabii bu inatçılık onu çok güçlü ve sağlam bir insan yaptı.” diye ekledi. Kral Harold, Alexander’ın düşünceli yüzüne dikkatle baktı, gerçekten de Alberta hakkında anlattığı her şeyi büyük bir ilgiyle dinliyor ve özenle zihnine kaydediyordu. “Alexander, görüyorsun ben artık yaşlı bir adamım. Birazcık yorulsam, üzülsem hemen yataklara düşüyorum. Artık eskisi kadar güçlü ve korkusuz bir adam değilim. İnsanlar bir kralın bu hayatta hiçbir şeyden korkmayacağını düşünür oysa ben kızlarımı koruyamayacağım diye çok korkuyorum.” dedi. Alexander’ın kralın yaşlı gözlerine baktı ve “Hayır, kralım. Sakın kendinizi üzmeyin. Siz benim bu hayatta gördüğüm en iyi babalardansınız ve kızlarınız için ne kadar uğraştığınızı da görüyorum, siz hastalandığınızda Alberta’nın ne kadar perişan olduğunu kendi gözlerimle gördüm. Kızlarınız sizi çok seviyor ve size çok bağlılar.” dedi. Alexander’ın onu teselli etmeye çalışması Kral Harold’ı gülümsetti. “Senin babanla aran nasıl?” diye sordu merakla. Alexander bu soruyu duyunca başını eğdi ve “Yani, babamı çok seviyorum ama onun beni sevip sevmediğinden pek emin değilim. Çocukluğumdan beri abimle hep daha çok gurur duyar oysa ben onu hiç gururlandıramadım.” dedi. Kral Harold, Alexander’ın omzuna dokundu, “Biliyor musun, barış ziyaretine geldiğinizde Leonard bana senden bahsetti. Senin ne kadar iyi kalpli ve merhametli olduğunu, Aragonlular’a hiç benzemediğini söylemişti. Bunu söylerken aslında kendinden iğrenerek senden ise değerli bir mücevherden bahseder gibi bahsetmişti.” dedi. Alexander şaşkınlıkla krala baktı, gerçekten de babası onun hakkında böyle mi düşünüyordu. Kral Harold, Alexander’a döndü ve “Bak, Alexander. İleride Gorg Kralı olacaksın. Bir Aragonlu için Gorg Kralı olmak zordur. Saraydakiler veya halk seni istemeyebilir, her yanlışında seni tahtından indirmek isteyebilir. Ancak onları her zaman merhametle ve adaletle yönetirsen işte o zaman karşında kimse duramaz.” dedi. Alexander, Kral Harold’a masumca baktı ve “Kralım, aslında ben de sizinle bu konu hakkında konuşmak istiyorum.” dedi. Kral dikkatlice ona baktı, herhalde krallıkla ilgili bir şey soracak diye düşündü ve “Tabii ki buyur.” dedi. Alexander, kralın gözlerinin içine baktı ve “Ancak size söylemek istediğim şeyin izdivaç olana kadar aramızda kalmasını istiyorum. Alberta da dâhil kimsenin bilmemesi gerekiyor.” dedi. Kral Harold, “Pekâlâ.” anlamında başını salladı ancak Alexander’ın ona ne söyleyeceğini oldukça merak etmişti. Alexander ona kendi düşüncelerini ve isteğini uzun uzun anlattı. Alexander ona düşüncelerini anlattıkça Kral Harold’ın gözlerinde çocuksu bir sevinç olduğu görülüyordu ve Alexander’a baktı, “Teşekkür ederim, evladım. Bunun benim için ne kadar önemli olduğunu tahmin bile edemezsin. Ne kadar zor olursa olsun, ben sana destek olacağım.” dedi. Daha sonra Kral Harold ve Alexander saraya döndü. Alexander, Aragon’a dönmeden Alberta’yı görmek istemişti. Ancak yanına gelen hizmetçi Kraliçe Fiona’nın onu salonda beklediğini bildirince Alexander ne olduğunu anlamadı ve merakla misafir salonuna gitti. Karşısında Kraliçe Fiona, Alberta ve onun iki kız kardeşini görünce çok utandı ve ne diyeceğini bilemedi. Onlara selam verdikten sonra karşılarına oturdu. Hizmetçiler ona da çay ikram ettiler ancak Alexander başını kaldıramıyordu. Alberta onun bu mahcup halini görünce gülümsemeden edemedi. Kraliçe Fiona, Emilia ve Artemis, Alexander’ı göz hapsine almıştı, onun her bir hareketine dikkatle bakıyorlardı. Ancak Alexander, başını kaldırdığında kendisine bakan bu gözleri görünce hemen başını yere eğiyor bazen de Alberta’ya bakıp yardım istiyordu. Alberta ise bu durumdan eğleniyor gibi göründüğünden ses çıkarmıyordu. Kraliçe Fiona, “Alexander, iyi misin evladım?” diye sorunca Alexander “Evet efendim, sizler nasılsınız?” diye sordu ancak o kadar heyecanlanmıştı ki elindeki çay bardağını yanlışlıkla yere döktü. “Çok özür dilerim, gerçekten çok özür dilerim.” diyerek hemen döktüğü yeri silmeye çalıştı onun bu çocuksu hallerini gören Emilia kendini tutamadı ve bir kahkaha patlattı. Alberta, Emilia’yı çimdiklese de Emilia kahkahasını bastıramıyordu. Alberta ve hizmetçiler koşup Alexander’a yardım etmek istedi ancak o “Lütfen, benim hatam. İzin verin ben temizlerim.” deyince herkes geri çekilmek zorunda kaldı. Döktüğü yeri temizledi ve yeni bir çay geldi. Çayını alırken “Gerçekten çok özür dilerim.” dedi uysal bir sesle sonra da Alberta’yı mahcup ettiğini düşündüğünden onun gözlerine baktı ancak Alberta ona şefkatle bakıyordu. Emilia, “Eniştecim lütfen biraz rahat ol.” dedi gülerek. Kraliçe Fiona da delikanlının bu heyecanlı hallerinden ne kadar iyi bir genç olduğunu anladı. Yakında kral olacak bir prensin kendi döktüğü çayı temizlemesine herkes çok şaşırmıştı. Ancak sohbetin başından beri Artemis’in konuşmaması herkesin dikkatini çekmişti. Richard’ın nasıl foyasını ortaya çıkardığı herkesin malumuydu o yüzden şimdi de Alexander’ı dikkatle inceliyordu. Ancak Alexander’ın gözlerinde merhamet ve iyilik okunduğundan Artemis onun kötü biri olmadığına hükmetti. Uzunca sohbet ettiler, Alexander onlara Aragonlar’dan ve Weston Krallığından bahsetti. Bu konuşmalarında Kraliçe Fiona ve prensesler onun ne kadar saygılı ve düşünceli bir genç olduğunu anladı aynı zamanda da Alberta’ya olan heyecanlı bakışlarından da ondan ne kadar hoşlandığını fark ettiler. Daha sonra Alberta ile birlikte sarayın bahçesinde gezintiye çıktılar. Alexander, bir türlü Aragon’a dönmek istemiyor ve hep onun yanında kalmak istiyordu. Alberta, “Seni bunaltmadık değil mi? Annem biraz meraklıdır.” dedi. Alexander ise “Yok canım. Annenle ve kardeşlerinle tanışmak çok hoşuma gitti. Keşke Diana’yı da görebilseydim.” dedi. Alberta, Diana’yı hatırlayınca üzüldü. Alexander, “Özür dilerim, seni üzmedim değil mi?” diye sordu. Alberta ise “Hayır, sadece Diana şatoya gittiğinden beri onu çok özlüyorum da.” dedi. Bahçedeki göletin yanına oturdular ve ördekleri seyrettiler. Alberta, Alexander’ın düşünceli yüzüne baktığında onun ne kadar yakışıklı olduğunu düşündü. Bakışlarında daha önce kimsede görmediği bir ışık var gibiydi. “Babamla ne konuştunuz?” diye sordu merakla. Alexander da “Senin hakkında konuştuk.” dedi ve gülümsedi. Alberta çocuksu bir istekle “Ne konuştunuz benim hakkımda?” diye sordu ancak Alexander ona “Aramızda.” dedi ve gülümsedi, Alberta da ona gülümsedi. Alexander, Alberta’nın güzel yüzüne baktı ve uzun zamandır düşündüğü bir şeyi Alberta’ya sormak istiyordu. Bunun cevabını öğrenmeden uyku uyuyamayacaktı. “Sana bir şey soracağım Alberta.” dedi ve Alberta başını usulca ona döndürdü ve “Tabii ki, sorabilirsin.” dedi. Alexander, biraz oyalandı ve derin bir nefes alıp Alberta’nın gözlerine baktı ve “Sen sadece Ronald’la evlenmemek için mi benimle evlenmeyi seçtin?” diye sordu. Alberta, ona masumca baktı. Bu cevabı daha kendine bile verememişti ki Alexander’a cevap verebilsin. Günlerdir zaten bunu düşünüyordu ancak ona gerçek duygularını belli etmek istemiyordu ve “Evet.” dedi kestirip atar gibi. Alexander, sessizce önüne döndü ve biraz kırgınlıkla, “Yani başka bir seçeneğin olsaydı onu mu seçerdin?” diye sordu. Alberta bir süre cevap vermedi, sonra da “Sen bana o gün çok destek oldun, ayrıca senden daha iyi bir seçenek olacağını düşünmedim.” dedi. Alexander, Alberta’nın o gün onu seçmesine sevinmişti ancak bu evliliği sadece mecburiyetten yapmasını istemiyordu. Alexander onun gözlerine böyle sevgiyle bakarken Alberta’nın ona sıradan bir insan gibi bakmasına yüreği dayanmıyordu. O da günlerdir sürekli düşünüyordu. Alberta’yı, evliliği, Gorg Kralı olmayı ancak onun istediği şey ne kral olmak ne de başka bir şeydi o sadece Alberta’nın ona tıpkı o günkü gibi şefkatle ve sevgiyle bakmasını istiyordu. Alexander, tekrar Alberta’ya baktı ve “Peki, bu kararı aldıktan sonra vazgeçmeyi hiç düşündün mü?” diye sordu. Alberta zaten günlerdir birçok şeyi düşünmüştü ancak vazgeçmeyi hiç düşünmemişti. Aynı zamanda Alexander’ın ona sürekli böyle sorular sorması da kafasını daha fazla karıştırıyor ona kendini kötü hissettiriyordu. Sinirle Alexander’a döndü ve “Niye sordun yoksa sen vazgeçmek mi istiyorsun?” diye sordu. Alexander, ona usulca ve şefkatle baktı “Ben vazgeçmeyi düşünmedim ancak eğer sen istemiyorsan-“ dedi sonra da sustu. Alberta onun gözlerine kırgınlıkla baktı ve “Eğer istemiyorsam ne?” diye sordu. Alexander, derin bir nefes aldı ve onun ela gözlerinin içine baktı “Bak Alberta, sen Ronald karşısında beni daha iyi bir seçenek gördüğün için benimle evlenmek istemiş olabilirsin. Ama ben bu evliliğin böyle olmasını istemiyorum.” dedi. Alberta, anlamamış gözlerle ona baktı ve sinirle “Ne demek bu?” diye sordu. Alexander, onun elini tuttu ve sevgiyle ona baktı, “Ben bu evliliğin gerçek olmasını istiyorum Alberta.” dedi. Alberta, Alexander elini tuttuğunda yanaklarının ısındığını hissetti. Alexander, ona daha da yaklaştı ve “Sadece krallıkların birleşmesi ya da tahtın varisi olsun diye değil benimle gerçekten evlenmek istiyor musun?” diye sordu. Alberta, gözlerini kaçırdı çünkü onun gözlerine bakmaya devam ettikçe nefes bile almakta zorluk çekiyordu. Kafası karmakarışıktı ne hissedeceğini, ne düşüneceğini bilemiyordu. Alexander, onun düşünceli gözlerini görünce, “Ben seninle gerçekten evlenmek istiyorum. Âşık olacağım, ileride çocuklarımın olacağı bir evlilik olsun istiyorum ancak eğer sen bunları düşünmüyorsan söyle boşuna hayaller kurmayayım.” dedi. Alberta, yeniden onun şefkatli gözlerine baktı. Bu gözlere bakıp nasıl hayır diyebilirdi ki? Nedenini anlamadığı bir şekilde kalbi acıyor gibi hissediyordu, gözlerine yaşların biriktiğini hissetti. Şimdi ona ne diyecekti? Gerçekten evlenmek isteyip istemediğini, ona karşı hissettiği bu duygunun ne olduğunu bilmiyordu. Alexander, Alberta’nın bu sessizliğinin nedenini anlamıyordu, onu gerçekten her şeyden çok seviyordu ancak Alberta’nın kalbinde hiç mi bir yeri yoktu? Alberta’ya doğru eğildi ve ağlamaklı bir sesle “Bir kez daha soruyorum sana Alberta, beni kıracak olsan bile doğruyu söylemeni istiyorum. Mecburiyetten mi evleniyorsun benimle yoksa kalbinde bana karşı ufacıkta olsa bir şey var mı? Benim için çok önemli bu.” dedi. Alberta, hâlâ başı önde sessizce duruyordu. Boğazında bir düğüm varmışta konuşmasına engel oluyormuş gibi hissediyordu. Cevabını bilmediği bir sürü soru aklında dolanıyordu ancak tek bildiği Alexander’ın ona herkesten ve her şeyden iyi geldiğiydi ve onu kaybetmekte istemediğine emindi. Alberta, “Ben-“ dedi sonra da sustu. Alexander, ona yaşlı gözlerle baktı çünkü onun kalbinde ufacıkta olsa yeri olmadığını düşündükçe kalbinde bir sızı hissetti. “Alberta, söyleyecek hiçbir sözün yok mu?” diye sordu. Alberta cevap vermedi. Alexander, Alberta gözlerine biriken yaşları görmesin diye başını çevirdi, “Peki öyleyse bundan sonra benim de söyleyecek bir sözüm kalmadı. Bu evlilik gerçek bir evlilik olmayacak.” dedi, sonra da kalkıp gitti. O gittikten sonra Alberta gölete doğru bakıyordu ve “Ben de bu evliliğin gerçek olmasını istiyorum.” dedi sonra da gözyaşları yanağından aşağı süzüldü. Yüreği kendine bile itiraf edemediği bu gerçek karşısında daha fazla dayanamadı ve gözyaşlarına hâkim olamadı.
-BÖLÜM SONU- Yorumlarınızı bekliyorum... |
0% |