Yeni Üyelik
18.
Bölüm
@withmeral

18

Bulutlar mavi gökyüzünde adeta bir ressamın fırça darbeleri gibi sıralanmıştı. Kuşlar da özgürlüklerinin keyfini çıkarır bir şekilde uçuşuyorlardı. Gorg sarayında bu kuşlar gibi yüreği pır pır eden bir kişi vardı, bu kişi de Emilia’ydı.

Emilia, Diana şatoya gittiğinden beri oldukça üzgün ve düşünceliydi. Babası biraz daha iyileşmişti, bu onu her ne kadar sevindirse de son zamanlarda olup bitenlerin onu çok üzdüğünü düşünüyordu. Diana’ya ara sıra mektup yolluyordu ve ona saraydaki dedikodulardan bahsediyor, nasıl resimler yaptığını anlatıyordu. Ancak Diana’nın karşılığında yazdığı mektuplarda hâlâ üzgün ve yaralı olduğunu anlıyordu. Babasıyla bu konuyu konuştuğunda ona Diana’nın iyileşeceğini ancak biraz zamana ihtiyacı olduğunu söylemişti.

Emilia, pencereye karşı oturmuş resmini yaparken bunları düşünüyordu. Mavi gökyüzünü ve sıra sıra bulutları çizerken aklı oldukça karışıktı. Bu hayatta insanı yaşatan şeyin her zaman aşk olduğunu düşünürdü, ona göre aşk olmadan bir insan hayatına devam edemezdi. Sadece bir insana âşık olmak değil, dünyaya, yaşama ve sevdiğin her şeye âşık olman gerekirdi ki yaşama sıkı sıkıya tutunabilesin. Ancak Diana’nın sevdiği tarafından paramparça olmasını izledikten sonra aşkın bu kadar acı verici olabileceğini hiç düşünmemişti. Tuvaline kuşları çizmeye çalışırken Galvin’in sözlerini hatırladı, “İnsan üzüntülerinden ve eksikliklerinden kaçmaya çalışırken gidip kendini en derin yaralarından üzecek kişiyi bulur ve “aşk” diyerek kendini o kişinin eline kurban diye sunar.” Gerçekten de Diana bunca insan arasından nasıl da onu yaralayacak bir insanı bulmuştu.

Emilia, her ne kadar kendini güçlü ve hırslı bir kız olarak görse de aslında onun kalbi de Diana’dan farksız değildi. Hatta Diana’nın yaşadıklarını yaşasa onun gibi güçlü kalmaya çalışmaz bir rüzgârda savrulup giderdi. Diana, Richard’dan intikam almaya veya ona yaşattıklarının hesabını sormaya çalışmıyordu. Oysa Emilia, kendisine böyle bir şey yapılsa hayatı boyunca o kişiye kin tutup kendini yiyip bitireceğini düşünüyordu. Bu yüzden onu sevmeyen birine bağlanıp böyle bir acı yaşamak istemiyordu. Galvin’in söylediği gibi aşk insana acı veren bir şey olmamalıydı, insana kendini iyi hissettirmeliydi. Emilia, Galvin’in huzurlu sesini ve yüzünü hatırlayınca yüreğinde bir sıcaklık olduğunu hissetti.

Kendine itiraf edemese de sürekli onu düşünüyordu, daha önce bir erkeğe karşı böylesine bir sevgi ve ilgi beslememişti. Emilia sürekli onunla konuşmak, sohbet etmek ve onunla ilgili birçok şeyi öğrenmek istiyordu, mesela en sevdiği renk, en sevdiği yemek neydi diye düşünmeden edemiyordu.

Emilia, günlerdir sürekli resim yapıyordu, başka türlü kendini iyi hissedemiyordu. Babası üzgün, Diana yaralı, Alberta’da yakında evlenecekti bu yüzden tüm bunları düşününce resimden başka bir şey ona iyi gelmiyordu. Resim yapmak ona çocuksu bir mutluluk veriyor bunun yanında da Galvin’i hatırlatıyordu. Galvin’in ona söylediği gibi artık kendini sevmeyi öğrenmişti ancak yine de düşüncelere dalmadan edemiyordu. Bir insan kalbinin diğer yarısını nasıl bulabilirdi ya da bulduğunu sandığı insanın diğer yarısı olduğuna nasıl emin olacaktı? Emilia, tuvali bıraktı ve pencereden dışarı baktı. Gökyüzü, ağaçlar her şey ne kadar da huzurlu ve sakindi keşke Emilia’da onlar gibi huzurlu olabilseydi.

Diana gittiğinden beri kendini iyice resme adamıştı şimdiden onlarca resim yapmıştı ancak bunların hiçbirini hâlâ güzel bulmuyordu. Galvin’e birkaç gün önce yazdığı mektupta söz verdiği gibi artık resim derslerine başlamak istiyordu. Bir yandan da uzun zamandır onu göremediğinden oldukça huzursuz oluyordu. Galvin, bugün saraya gelebileceğini söylemişti bu yüzden de Emilia sabahtan beri ne yapacağını bilemez bir halde odasında bekliyordu. Bir yandan resim yapıyor bir yandan da ne giyeceğine karar vermeye çalışıyordu. Şimdiden üzerini iki üç kez değiştirmişti, aynaya baktığında giydiği hiçbir rengin ona yakışmadığını düşünüyordu.

Artemis, Emilia’nın odasının önünden geçerken sürekli giyinip çıkardığını ve hiçbir elbiseyi beğenmediğini görünce onun yine bir erkeğe kendini beğendirmeye çalıştığını anladı. Emilia’nın odasına girdi ve “Yine bir yere mi gidiyorsun?” diye sordu, Emilia işi başından aşkın bir şekilde elbise seçmeye karar veriyordu, “Hayır, bir misafirim gelecek.” dedi. Artemis, yüzünde alaylı bir ifadeyle ona baktı, “Misafirin erkek galiba.” dedi.

Emilia, onun imasını anladığından “Senin zannettiğin gibi değil, ressam Galvin gelecek, bana resim dersi verecek.” dedi sonra da eline mavi bir elbise alıp aynada üzerinde tuttu. Artemis, ressam Galvin’i duymuştu ancak kim olduğunu bilmiyordu. Emilia onun hâlâ odada olduğunu görünce “Ne bakıyorsun öyle?” diye sordu. Artemis “Hiç.” dedi kapıya doğru yöneldi, sonra Emilia’ya döndü ve “Bence kırmızı olanı giy, çok daha çekici olursun.” dedi Emilia onun sesindeki imayı anladığından sinirle kapıya koştu ancak Artemis çoktan kapıyı kapatıp kaçmıştı. Emilia, kırmızı elbiseyi eline aldı, aynada tutunca gerçekten de çok çekici durduğunu düşündü ve bu elbiseyi giymek istediğine karar verdi.

Nancy odaya geldiğinde onun hazırlanmasına yardım ediyor, saçlarını bukleler yapıyordu. Nancy, Emilia’nın neden ressamı saraya davet ettiğini ve bu resim tutkusunun nereden geldiğini anlamıyordu, herhalde Arthur’a yakınlaşabilmek için ressamı kullanıyor diye düşünüyordu. Emilia’nın, aynadaki yansımasına baktığında zevkle gülümsediğini görünce yeni planlar hazırlıyor diye düşünmeden edemedi.

Galvin, saraya geldiğinde hizmetçiler onu Emilia’yı beklemesi için bir salona aldılar. Emilia burayı özel olarak seçmişti çünkü balkonundan Gorg manzarası ve uçsuz bucaksız enginlikler görülüyordu. Galvin’de yanında tuvalini ve fırçalarını getirmişti. Emilia salona geldiğinde Galvin, önünde eğilip selam verdi ve “Merhaba prensesim.” dedi. Emilia’ya baktığında kırmızı elbisesi içinde adeta bir denizkızı gibi göründüğünü düşündü, o kadar güzeldi ki. Emilia’da onu gördüğünde yüzünde bir heyecan vardı, neredeyse haftalar olmuştu ve onun gözlerine baktığında heyecandan bir süre konuşamadı ancak biraz sonra “Merhaba.” diyebildi.

Galvin, Kral Harold’ın hastalandığını duyduğunu ve çok üzüldüğünü söyledi. “Sayın Kralım, kabul eder mi bilmiyorum ama ona bir hediye getirdim.” dedi, sonra da çizdiği Glenn Dağı manzarası olan tuvali Emilia’ya uzattı, Emilia, onun babasını düşünmesine ve ona hediye yapmasına çok mutlu oldu ve “Teşekkür ederim, babam bayılacak buna.” dedi sevinçle. Galvin, “Beğenmenize sevindim umarım kralımızda beğenir.” dedi. Daha sonra birlikte koltuğa oturdular. İkisi de sessizce birbirine baktılar ve birbirlerini uzun zaman sonra görmenin heyecanı ve mutluluğuyla sadece anın tadını çıkardılar.

Emilia’nın, Galvin’le konuşmak istediği bir konu vardı ve derin bir nefes aldı, sonra da “Sen haklıydın.” dedi, Galvin anlamamış gözlerle ona baktı. “Hangi konuda prensesim?” dedi. Emilia, ona masum gözlerle bakarak “Aşkın acı verici olmaması konusunda. Gerçekten de insan yanında iyi hissettiği biriyle olmalı, onu yaralayacak biriyle değil.” dedi. Emilia’nın onun söylediklerini düşünmesi Galvin’in hoşuna gitti ve “Sizin de böyle düşünmenize sevindim.” dedi.

Daha sonra Emilia, çizdiği resimlerden birkaçını yanında getirmişti ve onları Galvin’e göstermek istedi. İlk önce çizdiği kelebek resmini gösterdi, Galvin bunu görünce gülümsedi ve o anı hatırlayınca gözlerinde bir parıltı oluştu. Emilia daha sonra çizdiği manzara ve çiçek resimlerini de gösterdi ancak hepsi beceriksizce çizilmiş resimlerdi. Emilia, çocuksu bir merakla onun gözlerinin içine baktı “Nasıl? Kötü değil mi?” diye sordu. Galvin ona gülümsedi ve “Bence çok güzel.” dedi ve onun yeşil gözlerine yakından bakmanın keyfini sürdü.

Emilia, çocuksu bir alınganlıkla “Doğruyu söyle, hiç yeteneğim yok değil mi?” diye sordu. Galvin, Emilia’nın çizdiği bir gül resmini eline aldı, daha sonra da Emilia’nın parmaklarını tuttu ve resmin üzerinde gezdirdi, “Bakın, fırça darbeleriniz ne kadar da ahenkli ve güzel. Sadece biraz daha çalışmanız gerekiyor.” dedi. Emilia, onun elinin sıcaklığını hissedince heyecanlandığını hissetti.

Galvin, merakla ona baktı ve “Peki bu resmi çizdiğiniz de nasıl hissetmiştiniz?” diye sordu. Emilia, o anı düşündü ve “Bahçedeydim, güller o kadar güzel görünüyordu ki hemen koşup çizmek istedim. Çizerken oldukça mutluydum ama güneş tepemde olduğu için çok sıcaktı.” dedi. Galvin ona gülümseyerek bakınca Emilia’da onun yeşil gözlerine bakıp “Gerçekten de resme bakınca o ana yeniden dönmüş gibi oldum.” dedi.

Daha sonra Galvin, çantasından bir tuval çıkardı ve Emilia’ya uzattı “Bakın, bu benim ilk çizdiğim resimlerden.” dedi. Emilia, onun çizdiği ilk resimleri oldukça merak ediyordu, hemen resmi eline aldı ve bakınca gözlerine inanamadı çünkü oldukça kötü çizilmiş bir deniz resmiydi. “Bunu sizin yaptığınıza inanmamı beklemeyin.” dedi. Galvin gülümsedi “Size söylemiştim. Ben de ilk böyle çiziyordum.” dedi. Emilia, “Peki bu deniz manzarası neresi?” diye ilgiyle sordu. Galvin, “Weston’da bir kayalığa otururken çizmiştim, kayığın denizde sallanmasını resmetmek istemiştim ancak olmadı.” dedi. Emilia, resme tekrar baktı ve “Bu şey kayık mıydı?” dedi sonra da kahkahayla güldü, “Özür dilerim ama ben onu bir kuş sanmıştım.” dedi. Bunu duyunca Galvin’de sıcacık gülümsedi.

Daha sonra Emilia, tuvalini hazırladı ve karşısındaki bulutlu manzarayı yapmak istediğini söyledi. Galvin’de onun yanına oturdu ve ona önce en arkadaki nesneden öndeki nesneye sırayla yapmasının daha doğru olduğunu söyledi. Emilia, yine aceleci hareketlerle fırçasını haeket ettiriyorken Galvin, onun bileğine tuttu ve “Çok daha yavaş.” dedi. Emilia, Galvin elini tutunca birazcık daha tutsun diye çocuksu bir sesle “Nasıl yapacağım, olmuyor.” dedi. Galvin yine elini tuttu ve “Elimin hareketine odaklanın, yavaş yavaş bir sağa ve bir sola.” dedi. Emilia, onun sıcacık elini tekrar hissedince yanaklarındaki pembelikle gülümsedi.

Onlar böyle resim yaparken yanlarına Artemis geldi, Emilia’nın hoşlandığı ressamı merak etmişti ayrıca onunla uğraşmayı da seviyordu. “Öhöm, öhöm.” deyince Emilia telaşla arkasına döndü ve Artemis’i görünce hemen doğruldu. Sanki kötü bir şey yaparken yakalanmış gibi aniden “Resim yapıyoruz.” dedi. Artemis, bir ona bir de ressama baktı, Galvin ayağa kalkıp Artemis’e selam verdi ve “Merhaba prensesim.” dedi. Artemis’te meraklı bir şekilde “Merhaba.” dedi.

Emilia, Artemis’e “Gitsene.” anlamında gözleriyle işaret yapıyordu. Artemis, ise onun bu bakışlarına karşılık yanlarına daha da yaklaştı ve ressama fısıltıyla karışık gülerek “Eğer sizi zorla tutuyorsa bana söyleyebilirsiniz.” dedi. Galvin gülümsedi ve utangaç bir tavırla “Olur mu öyle şey prensesim.” dedi. Emilia, gözlerini fal taşı gibi açmış Artemis’e bakıyordu. Her seferinde onunla uğraşmasına deli oluyordu, gözleriyle adeta onu parçalayacakmış gibi baktı ve içinden “Sen görürsün.” dedi. Emilia, Artemis’in koluna bir çaktırmadan bir çimdik attı ve “Sen işine baksana canım kardeşim, hadi git kılıç falan oyna.” dedi. Sonra da Galvin’e bakıp gülümsedi.

Artemis, ressamın Emilia’ya nasıl baktığını görüyordu ve ressamın Emilia’dan hoşlandığını anlamak zor değildi. Bir kez daha onlara baktı ve “Peki, size kolay gelsin o zaman.” dedi ve arkasını dönüp gitti. O gidince Emilia, Galvin’e döndü ve bir sırrını paylaşıyormuş gibi “Kardeşim, benimle uğraşmayı sever de.” dedi bunun üzerine Galvin de ona gülümsedi.

Emilia, tekrar tuvalin başına oturdu ve resmine kaldığı yerden devam etti. Resim yaparken hem mutlu hem de hırçın bir tavrı vardı bu da Galvin’e çok hoş geliyor ve onun güzel yüzünü seyretmeden edemiyordu. Sonra Emilia’nın saçının bir tutamı yüzüne düştü, ressam elini uzatıp o tutamı Emilia’nın kulağının arkasına koydu ve “Saçlarınız yüzünüzün güzelliğini gölgelemesin.” dedi, Emilia yeşil gözlerini onun yeşil gözlerine dikti ve yanaklarının yandığını hissetti. Sonra da kendini tutamadı ve Galvin’in yanağına bir öpücük kondurdu. Galvin elini yanağına götürdü ve Emilia’nın gözlerinin içine sıcacık baktı, hayatında ilk defa hissettiği aşk duygusunun içini nasıl kapladığını hissetti. Emilia’da başını tuvaline çevirip resmini yapmaya devam ediyor ve yüzündeki gülümsemeyi saklamaya çalışıyordu. İkisi de artık birbiri için sıradan bir arkadaştan daha fazlası olduklarını biliyorlardı.

Galvin gittikten sonra Emilia, Artemis’i odasında kitap okurken yakaladı ve “Ne diye rahatsız ediyorsun bizi?” diye sordu. Artemis kitabından başını kaldırmadan “Bir şey yapmadım ki, sadece hoşlandığın kişiyi merak etmiştim.” dedi.

Emilia, sinirlendi, bu hayatta en son isteyeceği şey Artemis’le bir erkek hakkında konuşmasıydı çünkü Artemis aşktan ya da sevgiden ne anlardı? Sinirle ona baktı, “Ne hoşlanması, ben kimseden hoşlanmıyorum sadece resim dersi veriyor bana.” dedi. Artemis, ona alayla baktı ve “Hı hı, öyledir.” dedi. Sonra da “Demek ki sen de yeniden alevlenen bu resim tutkusunu ona borçluyuz.” dedi. Emilia, Artemis’in imasını anladı ve “Bana bak, ima ettiğin gibi bir şey yok.” dedi sonra da Artemis’in kitabını elinden aldı ve alayla “Hem sen ne anlarsın bu işlerden. Sen daha gözünün önündekini bile görmüyorsun.” dedi.

Artemis, onun ne demek istediğini anlamadı ve “Ne demek bu?” diye sordu, Emilia, Artemis’in kitabını hâlâ elinde tutuyordu ve “Ne olacak, Morgan’dan bahsediyorum, çocuk sana âşık olmuş. Senin haberin yok.” dedi.

Artemis öfkeyle ona baktı, “Saçmalama yok öyle bir şey o benim arkadaşım sadece.” dedi. Emilia, “Sen bilirsin, Almira gece gündüz ondan bahsediyor. Onun elde etmediği kimse yok. Yani erken davranmazsan kaçıracaksın çocuğu. Zaten ondan başka da kimseyi bulamazsın.” dedi.

Artemis sinirlendi yastığını Emilia’ya fırlattı. “Bana diyene bak. Peki, sen ne yapıyorsun herkese Arthur’dan bahsedip ressamdan hoşlanıyorsun.” dedi. Emilia, Artemis’in ona attığı yastığı tuttu ve “Ne saçmalıyorsun be. Ben ondan hoşlanmıyorum.” dedi.

Artemis, “Her halinden belli, senin bir erkekten hoşlandığında nasıl davrandığını iyi biliyorum. Arthur’dan bahsederken içi boş sözler söylüyorsun ama ressama nasıl ilgiyle baktığını gördüm.” dedi. Sonra da “Onun da senden hoşlandığının farkındasın. Diana’nın ne kadar üzüldüğünü gördün. Eğer ressamla ilgilenmiyorsan ya da Arthur’la olmak istiyorsan onu üzme. O zaman o alçak Richard’dan ne farkın kalır? Diana gibi o da perişan mı olsun?” diye sordu. Emilia, düşünceli bir şekilde ona baktı, ya o da Richard gibi Galvin’i üzerse? Artemis, Emilia’nın elinden kitabını aldı ve Emilia düşünceli bir şekilde odasından dışarı çıktı.

Daha sonra saraya Emilia’nın arkadaşları Amy ve Almira geldi, Almira gözleri etrafta Morgan’ı aradığını gören Emilia, “Morgan’ı arıyorsan yok, o Artemis’in peşinden ayrılmıyor.” deyince Almira sinirle ona baktı. Amy, Emilia’ya döndü ve “Yarın doğum günüm, şatoda kutlayacağım, istersen sen de gel biraz değişiklik olur. Kaç gündür saraydan çıkmıyorsun.” dedi. Emilia, Amy’nin ona imalı imalı laf soktuğunu anlamıştı, “Bilmiyorum, daha önemli bir işim olmazsa gelirim.” dedi.

Sonra Amy yüzünde gülümsemeyle “Şey, Prens Arthur’da özel davetlim olarak gelecek.” dedi. Emilia, şaşkınlıkla ona baktı, ne ara Arthur’la yakınlaşmışta onu doğum gününe özel davet ediyor diye düşündü. “Arthur mu?” diye sordu imayla karışık bir şekilde.

Amy, gözlerini devirip ona baktı “Evet, Arthur bana çok özel bir hediye alacağını söyledi. O yüzden yarın için çok heyecanlıyım.” dedi. Emilia, iyice sinirlendiğini hissetti, Laura’dan sonra şimdi de Amy başlamıştı. Arthur resmen her çiçekten bal alıyordu. Amy’nin hareketlerinden ondan bayağı hoşlandığı ve onunla vakit geçirdiği belliydi. Belki de haftalardır o Arthur’un peşinde koşarken çoktan Amy ile hoş vakitler yaşamıştı.

Emilia, ertesi gün Amy’nin doğum günü davetine hazırlanmaya başladı. Amy kendine çok güveniyor olmalıydı ancak onun olduğu ortamda Arthur onunla ilgilenmeyince gününü görecek ve ona imalı imalı göz devirmek ne demekmiş öğrenecekti. Nancy, Arthur’un Amy ile de görüştüğünü öğrendiğinde “Bir de başımıza bu mu çıktı?” diye sinirle sormuştu. Emilia, kararlı bir şekilde ona “Endişelenme Nancy, onlara günlerini göstereceğim.” deyince Nancy de hanımının intikamını alacak olmasına sevindi.

Hazırlanıp Amy’nin şatosuna doğru yola çıktılar. Davete neredeyse Gorg’un soylu ailelerinin kızları ve erkeklerinin hepsi katılmıştı, bunun yanında diğer krallıklardan da davetliler vardı. Emilia, davetliler arasında Laura’yı görünce gözlerini devirdi. Ronald yüzünden Thanos Krallığı ile Gorg Krallığının arası açılmıştı ancak Arthur’un buraya geleceğini öğrenince hiçbir fırsatı kaçırmamıştı. Laura da onu fark etti ancak onunla ilgilenmiyormuş gibi davrandı. Emilia gözleriyle etrafa baktı ancak Arthur’u hâlâ görememişti.

Biraz vakit geçtikten sonra Arthur kapıdan içeri girince tüm hanımların başı ona döndü, gerçekten de bir kitaptan fırlamış gibi oldukça yakışıklıydı. Yüzü, elleri, vücudu sanki kalemle çizilmiş gibiydi ancak Emilia, Arthur’u ilk gördüğünde ona oldukça yakışıklı gelen yüzüne baktığında şimdi ise sıradan bir yüzü olduğunu düşündü. Gözleri derin ve anlamlı değil boş ve hareketliydi. Arthur, uzaktan ona selam verince Emilia’da ona karşılık verdi.

Amy onu görünce mutlulukla yanına koştu “Hoş geldin, nerede kaldın seni bekledim pasta için.” dedi. Arthur ona çiçekler uzattı ve doğum gününü kutladı. Amy, Arthur’un yanından ayrılmıyordu ancak Arthur gözünü Emilia’ya dikmiş bakıyordu. Emilia, Arthur ve Amy’nin ne ara bu kadar samimi olabileceğini düşünüyordu. Daha sonra Laura da yanlarına gitti ve bir yanında Amy bir yanında Laura Arthur’un peşinde adeta pervane oluyorlardı aynı zamanda iki kız da birbirine nefretle bakıyordu. Emilia onlara baktığında ne kadar zavallı gözüktüklerini düşündü, kendisi de Laura ile peşinde dolaştığında böyle mi gözükmüştü? Emilia dalgın bir şekilde düşüncelere dalmışken Nancy, “Prensesim.” diyerek yanına yaklaştı. Emilia, düşüncelerinden çıkıp “Efendim.” dedi. Nancy ona fısıltıyla, “Prensesim, Amy ve Laura, Arthur’u sarıp sarmalamış. Bir şey yapmayacak mısınız?” diye sordu. Emilia ona baktı ve zaten iyice sinirliydi bir de Nancy ile uğraşamazdı, “Nancy, bir de sen başlama.” dedi sinirle.

Arthur, tüm kızların ona olan ilgisinden oldukça hoşnuttu. Yanında sevgilisi olan kızların bile bir gözü onun üstündeydi. Bu kadar yakışıklı ve arzulanan bir erkek olması onun suçu değildi ya? Aynaya baktığında o da bu yüze âşık olmadan edemiyordu. Ancak, Arthur her ne kadar her çiçekten bal almak ve her çiçeği koklamak istese de oltasındaki büyük balığı yani Emilia’yı kaçırmaması gerekiyordu. Emilia ve arkadaşı Galvin’in Ufuk Tepesinde ilgiyle konuştuklarını gördüğünde sinirlenmişti. Nasıl olsa Galvin onu elinden alması imkânsızdı ancak yine de Galvin’i uyarmadan edememişti çünkü Emilia ile ilgili planları vardı, etrafındaki bütün kızlar güzeldi ancak hiçbiri Emilia kadar üstün bir konumda değildi.

Galvin ise onunla şiddetli bir tartışmaya girmişti, ona Emilia’nın duygularıyla oynadığını, onu üzeceğini ve buna müsaade etmeyeceğini söylemişti. Arthur, arkadaşının Emilia’dan hoşlandığını anlayınca onun adına çok üzülmüştü çünkü Galvin her ne kadar arkadaşı olsa da ancak diğer sanatçılar gibi her şeye felsefi bir yönden baktığı için tam bir aptaldı. Sonuçta o dururken Emilia, Galvin’i mi seçecekti?

Arthur, arkadaşına bakmış ve “Galvin, gerçekten ben dururken Emilia’nın seni seveceğini düşünmedin herhalde değil mi?” diye sormuştu. Galvin ise sessizce başını önüne eğmekle yetinmişti, Arthur, ona bakıp “Emilia’da sıradan kızlar gibi, benim gibi yakışıklı bir prens dururken senin gibi bir ressamdan hoşlanacak değil. Sakın seni aşağıladığımı düşünme arkadaşım. Daha sonra üzülme diye uyarıyorum seni. Bana yakınlaşabilmek için seninle vakit geçirdi bunu anlayamıyor musun?” diye sorunca Galvin hayal kırıklığıyla Arthur’a bakmıştı ve “Ne olacağı umurumda değil. Ancak onu üzersen karşında beni bulursun.” demişti ve o günden beri de pek konuşmamışlardı.

Emilia, yalnız başına masasında dururken Arthur yanındaki güzel kadınlardan izin istedi ve Emilia’nın yanına geldi. Emilia’ya sanki büyülenmiş gibi bakıyordu. Sonra etrafına bakındı ve yüksek sesle “Lütfen herkes buraya bakabilir mi?” diye sordu. Herkes başını ona çevirdi ve ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Emilia ise şaşkınlıkla onu seyrediyordu.

Arthur, yüzündeki şeytani ifadeyle “Sadece iki dakikanızı alacağım, şimdiden özür dilerim.” dedi. Sonra da Emilia’ya elini uzattı ve onu salonun ortasına getirmek istedi. Emilia, etrafındaki herkes ona baktığından şaşkınlıkla ne yapacağını bilemediğinden Arthur’un peşinden geldi. Amy ve Laura’ya baktığında gözlerinde nefret ve kıskançlık görmüştü.

Emilia, etrafındaki insanlara bakarken Arthur bir anda önünde eğildi ve Emilia’nın narin elini tuttu “Saygıdeğer prensesim, burada herkesin huzurunda kalbimi nasıl çaldığınızı ve beni nasıl uğrunuzda deli divane ettiğinizi itiraf etmek istiyorum.” dedi.

Herkes şaşkınlıkla onlara bakıyordu, Emilia, elini çekmeye çalışsa da Arthur izin vermiyordu. Emilia, daha birkaç hafta önce kendisiyle ilgilenmeyen adamın nasıl bir günde değiştiğini merak ediyordu. Ancak onun yüzüne baktığında gözlerindeki kurnaz ifadeyi görebiliyordu. Nancy ise sanki Arthur ona ilanı aşk etmiş gibi sevinçle yerinde sıçradı. Amy ve Laura ise sinirden küplere binmiş bir şekilde kollarını kavuşturmuşlardı. Aylardır peşinde koştukları prens şimdi Emilia’nın mı olacaktı, bunu kabul etmeleri imkânsızdı.

Arthur, “Lütfen prensesim, kalbimin yangınını söndürmeniz için bir cevap bekliyorum sizden. Benim biricik sevgilim ve aşkım olmak istemez misiniz?” diye sordu. Emilia, onun bu pürüzsüz sesini duyunca midesinde bir bulantı hissetti ancak etrafına baktığında herkesin gözlerini onun üzerine dikmiş olduğunu görünce ne diyeceğini bilemedi. Tekrar Amy ve Laura’ya baktığında onların yüzlerindeki kıskançlığı görünce intikamını alması gerektiğini düşündü. Sonra, sinirle Arthur’a baktı ve “Peki.” dedi. Arthur ayağa kalkıp onu öpmek istedi ancak Emilia kendini geri çekti. Etraftaki herkes bir çiftin kavuşmasını izlediklerinden alkışlamak ve onların mutluluklarına ortak olmak istediler.

O sırada Nancy, bir hizmetçinin taşıdığı şarap dolu bardakların olduğu tepsiyi aldı ve Amy ile Laura’nın önünden geçerken ayağı kaymış gibi yapıp bütün bardakları onların yüzüne boşalttı. Kızlar yüzlerinde kırmızı şarap akarken sinirle Nancy’e baktılar. Nancy içinden gülerken, dışından “Özür dilerim efendim, çok özür dilerim.” diyordu. Kızlar sinirle yerlerinde tepindi ve herkes onların bu haline gülmeye başladı. Arthur da onlara bakıp kahkaha atınca kızlar hemen kaçıştılar.

Emilia, Nancy’e baktı, Nancy ise ona göz kırptı, hanımının intikamını artık almış olmanın verdiği mutlulukla bardaklarda kalan şarabı kafasına dikledi. Emilia, onların böyle rezil olduğunu görünce keyfi yerine geldi ve yüzünde gülümseme yayıldı. Sonunda onlardan tamamen intikamını almıştı.

Yüzündeki gülümsemeyle kapıya döndüğünde Galvin’in hayal kırıklığıyla bakan gözlerini görünce olduğu yerde kalakaldı. Arthur’da onu fark edince kurnazca gülümsedi, onu aslında buraya Emilia’nın onu seçtiğini kendi gözleriyle görmesi için çağırmıştı ve istediği de olmuştu. Galvin, Emilia’nın ne kadar mutlu olduğunu gördüğünde içinde bir parçanın yere düşüp kırıldığını hissetti.

Arthur, hevesle Galvin’e bakarak “Arkadaşım, gelip bizi tebrik etmeyecek misin? Sen de bu ilişkinin mimarı sayılırsın.” dedi. Galvin yanlarına geldi ve Emilia’nın yeşil gözlerine bakmamaya çalışarak “Tebrik ederim. Bir ömür boyu mutlu olun.” dedi, sonra da boğazındaki düğümü fark etti ve “Benim gitmem gerek. Hoşça kalın.” dedi ve kapıya doğru arkasına bakmadan gitti. Emilia, Galvin’in arkasından öylece bakakaldı. Onu sonsuza kadar kaybetmiş olmanın verdiği acı bir anda yüreğine çok ağır geldi. Hem de ne için kaybetmişti onu Amy ve Laura’dan intikam almak için. Oysa şimdi intikamını almış olmasına rağmen neden içi böyle yangın yeri gibiydi?

Emilia, Arthur’un yanından ayrılıp ressamın peşine gitti ve onu bahçede yakaladı, “Galvin.” diye bağırdı ancak Galvin onu duymamazlıktan geldi ve atına doğru yürüdü. Emilia, ona doğru hızla koşuyordu “Galvin, bir dakika bekle lütfen.” dedi. Yanına geldiğinde Galvin çoktan atının ipini çözmüştü. Emilia, “Dur, lütfen.” dedi ağlamaklı bir sesle. Galvin onun gözlerine daha önce hiç bakmadığı kızgın bir şekilde baktı. Emilia, onun gözlerine baktığında içinin huzur dolduğunu hissederdi oysa şimdi Galvin’in gözlerinde alevler vardı.

Galvin, “Ne istiyorsunuz?” diye sordu öfkeyle. Emilia, çocuksu bir tavırla “Ben-“ dedi ve sustu. Ona ne diyeceğini bilemiyordu, Laura ve Amy’den intikam alabilmek için Arthur’la sevgili olmayı kabul ettiğini söylese Galvin onu anlamayacaktı. Emilia, Galvin’in gözlerinden o tanıdığı şefkatli bakışı aradı ama artık o bakışlar yoktu. Karşısındaki adam ona yabancı birine bakıyormuş gibi bakıyordu.

Bir kez daha “Ben sadece-“ dedi ancak Galvin sözünü kesti. “Tebrik ederim sizi, bir kez daha. Umarım korktuğunuz gibi yara almazsınız.” dedi. Sonra gözlerine dolan yaşları Emilia görmesin diye başını çevirdi ve “Bir de artık derslere devam edemeyeceğim, başka bir işim çıktı. Size Arthur’la mutluluklar dilerim.” dedi sonra da atına atlayıp gitti.

Emilia, gözlerinde biriken yaşlarla arkasından uzun bir süre baktı. Kalbi paramparça olmuş hatta toz zerrelerine dönüşmüş gibi hissediyordu. Nancy koşarak yanına geldi ve “Prensesim, ne oldu, ne arıyorsunuz burada?” diye sordu. Emilia, ona sarıldı ve “Çok büyük bir hata yaptım Nancy.” dedi. Nancy’e sarılırken içindeki üzüntünün yerini bir anda öfke aldı ve tekrar içeriye doğru koştu.

Salona döndüğünde Amy ve Laura üstünü değiştirmiş sinirle oturuyorlardı. Arthur’da yine bir kadının yanında eğleniyordu. Emilia öfkeyle bu sahte insanlara baktı ve midesinin bir kez daha bulandığını hissetti. Sonra da bağırarak “Herkes bana baksın.” dedi. Yüzüne baktıklarında Emilia’nın öfkeli olduğu görülüyordu.

Arthur yanına geldi ve kurnaz gülümsemesiyle “Sevgilim, bir şey mi oldu?” diye sordu. Emilia, ona öfkeyle baktı, onunla sadece Laura ve Amy’den intikam almak ve Arthur ona kendini değersiz hissettirdiği için onu elde etmek istemişti. Şimdi bu ikisini de başarmıştı. Fakat kendini hiç olmadığı kadar mutsuz ve öfkeli hissediyordu. Artık herkesi avucunun içinde sanan bu adama da dersini vermesi gerekiyordu. Onu herkesin içinde terk edip ona kendini değersiz hissettirdiği tüm o günlerin intikamını alacaktı. Arthur’un gözlerinin içine bakıp bağırarak “Senin sevgilin falan değilim.” dedi sonra da ona yaklaşarak “Hayatımda senin kadar iğrenç bir adam daha görmedim. Başkalarından intikam almak için sana evet dedim. Yoksa senin bu iğrenç yüzüne daha fazla katlanamam. Bir daha da sakın karşıma çıkma.” dedi ve herkesin şaşkın bakışları eşliğinde saray dönmek için dışarı çıktı.

Arthur, herkesin içinde böylesine küçük düştüğü için sinirlendi, etrafına baktığında sanki herkes ona küçümseyici bakışlar atıyor gibiydi. Hayatında ilk defa bir kadın tarafından terk edilmiş ve aşağılanmıştı. Sinirle döndü ve Laura’yı fark etti. Daha sonra hemen yanına geldi ve en kurnaz gülümsemesiyle “Merhaba Laura.” dedi ancak Laura ona ters ters baktı ve yanından uzaklaştı. Arthur şimdi oltasındaki bütün balıkları kaybetmiş bir denizci gibi öylece kalakaldı.

 

-BÖLÜM SONU-

Yorumlarınızı bekliyorum...

Loading...
0%