Yeni Üyelik
24.
Bölüm
@withmeral

24

Kader, insanlar doğmadan çok önce yazılmıştı ve onu değiştirmek neredeyse imkânsızdı ancak denemekten kimseye zarar gelmezdi. Çünkü birinin kalbinde ne olduğunu kendisinden başka kimse bilemezdi.

Gorg Krallığı aylar öncesinde ilkbaharın gelişiyle adeta yeniden can bulmuştu sadece doğa değil insanlarda üstlerinden karın örtüsünü kaldırmış ve tazelenmişti. Şimdi de yazın gelmesiyle adeta güneş insanların yüreğini ısıtıyor ve insanlar kendi yüreklerinde de yeni bir mevsimin değişimini yaşıyorlardı.

Alberta’nın düğününe son bir gün kalmıştı bu yüzden saraydaki herkes telaştan yorulmuş ve heyecanlıydı bunun yanında da Gorg halkı da merakla düğünü bekliyordu. Kral Harold, odasında son birkaç aydır kızlarının ve krallığının başına gelenleri düşünüyordu. Alberta sonunda aradığı aşkı bulmuş ve evlenecekti. Belki de düğünden sonra onu başka heyecanlar bekliyordu. Peter’ın Diana’ya nasıl hayat verdiği zaten gözlerinden okunuyordu. Emilia yeniden resme başlamış ve o da gerçek aşkı tatmıştı. Artemis ise Morgan’ı gitmekten vazgeçirmiş ve birbirlerine daha da sıkı tutunmuşlardı.

Bunun yanında ilk başta krallığın dostları ve düşmanları belliyken şimdi her şey değişmişti. Aylar önce ona Aragonlar’la dost olup biricik kızının onların prensiyle evlenmesine müsaade edeceğini, Diana’nın paramparça olup küllerinden yeniden doğacağını, Emilia’nın resme yeniden sarılıp olgunlaşacağını ve Artemis’in de artık çok güçlü bir kız olduğunu söyleseler inanmazdı. Oysa şimdi her şey olup bitmişti ve zaman bir nehir gibi akıp gidiyordu.

Kral bunları düşünürken kapı çalındı ve muhafız Diana ile Peter’ın onunla konuşmak istediğini haber verince Kral Harold onları hemen içeri almasını söyledi. Diana ve Peter ona selam verip oturdular. Peter kralın huzurunda nasıl davranacağı ve nasıl saygılı konuşacağını bilmediğinden gergindi. Kral Harold, kızının ne kadar üzüldüğünü ve “Ben bir daha nasıl seveceğim baba?” diye çırpınışları hâlâ kulaklarında olduğundan kızının bu mutlu haline hayranlıkla baktı. Diana herkesten daha güçlüydü çünkü onun yaşadıklarını yaşayıp böyle yara almadan kimse kurtulamazdı.

Peter’a baktığında onun da oldukça mütevazı ve saygılı biri olduğu her halinden anlaşılıyordu. Diana’nın bakışlarında da ona nasıl hayranlıkla baktığı belliydi. Diana babasına şefkatle baktı ve “Baba, seninle bir şey konuşmak istiyoruz.” dedi. Kral kızının bu şefkatli bakışına gülümsedi ve “Tabii ki güzel kızım, sizi dinliyorum.” dedi.

Diana, usulca Peter’a baktı ve “Biz Peter’la bir karar verdik ve sana söylemek istiyoruz.” dedi. Kral kızının yüreğinde kıpırtılar olduğunu görüyordu, onlara gülümseyerek baktı ve “Evet, söyleyin bakalım.” dedi. Ancak Diana babasını üzeceğini düşündüğünden bir türlü söze giremeyince Peter, Diana’nın zorlandığını düşündü ve “Kralım izninizle ben konuşmak isterim ancak daha önce hiç sizin kadar yüce bir insanın karşısında bulunmadım. Hep köylülerle ve sıradan insanlarla konuştum. Bu yüzden de eğer size bir saygısızlık yaparsam lütfen beni bağışlayın.” dedi. Kral ona baktı ve bu açık sözlülüğüne gülümsedi. Peter derin bir nefes aldı ve “Diana bana yaşadıklarını ve kalbinin ne kadar kırıldığını anlattı. Bu yüzden sizde onun bir daha kırılmasını istememekte haklısınız. Size yaşanmamış hiçbir şeyin sözünü veremem ama ben kendime yürekten inanıyorum ve Diana’yı hayatım boyunca üzmeyeceğim. Onu gerçekten seviyorum.” dedi. Diana bunu duyunca yanakları kızardı ve başını eğdi. Kral onun bu tatlı halini görünce gülümsedi.

Peter, tekrar derin bir nefes aldı ve “Sarayınız, krallığınız çok büyük ve ihtişamlı ancak ben buraya ait olamam çünkü benim evim doğadır. Ben olmasam oradaki insanlar ve hayvanlar nasıl şifa bulur. Bu yüzden de ben oradan ayrılamam. Diana ile konuştuğumda onun bir prenses olduğunu ve hep sarayda kalacağını söyledim. Ancak Diana’da bana hayallerinden bahsetti. Onun da tıpkı benim gibi ormanda hayat bulduğunu kendi gözlerimle gördüm, bunun yanında insanları iyileştirmekte ona çok iyi geldi.” dedi. Sonra da kralın gözlerine baktı ve “Eğer izniniz olursa biz Diana ile ormana dönmeyi ve orada doğada hayat bulmayı istiyoruz. Biz karar versek de sizin sözünüz her şeyden daha önemli.” dedi. Kral onlara bakıp gülümsedi. Diana’dan yeniden ayrılmak istemiyordu ancak onun bu saraya ait olamayacak kadar temiz kalbini biliyordu, kızını kırmak veya onu üzmek istemiyordu. Gerçekten de Diana doğada hayat bulmuştu bu yüzden onlara izin vermek istedi ve “Pekâlâ.” dedi.

Diana ve Peter sevinçle birbirine baktı. Kral Harold “Ancak bir şartım var.” dedi. Diana ve Peter merakla ona bakınca “Alberta’nın düğününden sonra sizin nişanınızı yapalım. Ayrıca da ormana dönmenize müsaade ediyorum ancak benim kızım bir prenses ve ben bir baba olarak onu düşünmek benim görevim. Bu yüzden sizin Vernon Şato’sunda kalmanızı istiyorum. Orayı bir şifa evine dönüştürün, hastaları iyileştirin. Hatta Bayan Daphe’da sizinle gelsin.” dedi. Diana ve Peter buna çok sevindi ve krala teşekkür edip mutlu bir şekilde çıktılar.

Daha sonra Kral Harold, Kraliçe Fiona ve Bayan Daphe’ı çay içerken buldu ve yanlarına oturmak için izin istedi. Bayan Daphe’a “Sizinle bir şey konuşmak istiyorum.” dedi. Bayan Daphe ve Kraliçe Fiona birbirine baktı. Daha sonra ona Diana ve Peter’ın düşüncesini anlattı. Kraliçe Fiona kızından ayrılacak olmasına üzülse de orada mutlu olacağını kabul etmek zorunda kaldı. Bayan Daphe, Diana’dan ayrılacağı için üzülünce Kral Harold ona gülümseyerek baktı ve “Ben Diana’nın yanında sizin de gitmenizi istiyorum. Diana’yı her zaman kızlar arasında en çok sevdiğinizi biliyorum. Onun ağladığı zaman ne kadar perişan olduğunuzu ve Peter’la da oğlunuz gibi ilgilendiğinizi de bu yüzden onlar şatoda yaşarken siz de orada olun ve onu tıpkı bizim koruyacağımız gibi koruyacağınıza hiç şüphemiz olmaz.” dedi.

Kraliçe Fiona arkadaşından ve annesi yerine koyduğu Daphe’dan ayrılacak olmasına çok üzüldü ancak Diana’ya annelik yapacağını bildiğinden çok mutlu oldu. Daha sonra Bayan Daphe onlara teşekkür etti ve mutlulukla hazırlıklara başlamak için koşuşturdu. Tam çıkacakken bir anda döndü ve “Kralım, bu arada sizin tatlı aşırdığınızı anlamadım sanmayın.” dedi. Kral Harold çocuk gibi başını eğdi ve içinden “Ahh, Leonard ben sana söylemedim mi, Daphe’dan kaçmaz.” diye geçirdi.

Daha sonra Bayan Daphe gidince Kral Harold, karısı Fiona’ya baktı ve ona “Tüm bu olanlar hakkında ne düşünüyorsun? Kızlarımızın hepsi âşık oldu ve yuvadan bir kuş gibi uçuyorlar. Krallığımız değişiyor, yeni varis geliyor.” dedi. Fiona ona gülümsedi ve “Bunların hepsi için çok mutluyum.” dedi. Daha sonra kral ona fısıltıyla “Clifford’da yaşadıklarımızı hatırladın mı?” deyince Fiona’nın yanakları kızardı. Daha sonra Fiona ona “Düğüne kardeşim Jessica ve kocası Kral Emrick’de gelecek.” dedi, kral karısının kardeşiyle barışmasına sevinmişti. Fiona her ne kadar ona kızgın olsa da sonuçta kardeşiydi ve onu affetmişti, hem de Ronald çoktan başkasıyla nişanlanmış olduğundan aralarında bir husumet de kalmamıştı.

Daha sonra Kral Harold sarayda dolaşmaya başladı ve Emilia’yı bahçede resim yaparken gördü ve uzaktan onu seyretmeye başladı. Uzaktan Emilia’nın yüzüne baktığında ne kadar mutlu ve huzurlu olduğunu gördü. Kızının yeniden bir tutkuya sahip olmasına çok mutlu oldu. Emilia, göleti ve içindeki ördekleri çiziyordu. Daha sonra babasının onu izlediğini fark edince çocuk gibi gülümsedi ve “Baba, yanıma gelsene.” dedi. Kral Harold usulca kızının yanına geldi ve onun resmine göz attı, Emilia merakla ona baktı ve “Nasıl olmuş?” diye sordu. Kral resme baktığında gözlerine inanamadı çünkü resim gerçekten de olağanüstü gözüküyordu, “İtiraf edeyim çizdiğini görmesem senin yaptığına inanmayabilirdim. Muhteşem olmuş.” dedi. Emilia gülümsedi, artık gerçekten de çok iyi çiziyordu.

Babasına resmini gösterdi ve “Bak baba, önce uzaktakileri sonra yakındakileri yapıyorsun ve her zaman resme gerçekçi bakman gerekir.” dedi. Kral kızının güzel yüzüne baktı. Emilia, ona “Denemek ister misin?” diye sordu. Kral Harold çocuksu bir korkuyla “Resmini mahvederim.” dedi ancak Emilia sıcacık gülümsedi ve “Önemli olan resmin güzel olması değil baba, ben her baktığımda burada senin fırça darbelerini göreceğim ve hep bugünü hatırlayacağım.” dedi. Kral kızının bu bilgiç konuşmalarının Galvin’den kaynaklandığını anladı ve gülümsedi, kızı ne kadar değişmiş ve olgunlaşmıştı. Emilia’nın uzattığı fırçayı aldı ve göletteki ördekleri yapmaya koyuldu ancak oldukça beceriksizce yapıyordu ve Emilia’da kıkır kıkır gülüyordu. Kral ona muzipçe baktı ve sonra da paletteki mavi boyayı aldı ve Emila’nın burnuna sürdü. Emilia şaşkınlıkla babasına baktı ve o da sarı rengi alıp babasının yanağına sürdü ve ikisi de gülmeye devam etti.

Muhafızlar geldi ve kralın çocuk gibi boyanmış yüzüne bakınca gülmesini tutmak zorunda kaldılar sanki karşılarında koskoca Gorg Kralı değil de küçücük yaramaz bir çocuk vardı. Kral’a Bilge’nin geldiğinin haber verdiler ve kral kızına “Kolay gelsin.” diyerek Bilge’yi karşılamaya gitti, birlikte kralın çalışma odasına oturdular.

Kral Bilge’yi görünce babasını görmüş gibi onu kucakladı ve onu gördüğüne gerçekten sevinmişti. Bilge de aynı şekilde onu gördüğü için çok mutluydu. Bilge ona şefkatle baktı ve “Hastalığın nasıl, uzaktaydım haber bana gelene kadar aylar geçti.” dedi. Kral onun bu şefkatini hissedince gülümsedi ve “Merak etme kızlarım iyi olduktan sonra ben de çok iyiyim.” dedi. Bilge ona şefkatle baktı ve “Alberta’nın izdivacını duyduğumda kendi kızım evlenmiş gibi çok mutlu oldum.” dedi. Kral ona gülümsedi ve “Evet, görsen ne kadar heyecanlı ve mutlu. Sonunda o da âşık oldu.” dedi.

Bilge gülümsedi ve “Diana nasıl?” diye sordu. Kral, onun her şeyi önceden bildiğini düşündüğünden “Şimdi çok daha iyi, tüm yaraları iyileşti.” dedi. Bilge yine gülümsedi ve “Diana her zaman güçlü bir kızdı.” dedi. Daha sonra Bilge, “Peki Emilia?” diye sordu. Kral ona şefkatle baktı ve “O da çocukluğundaki resim tutkusuna yeniden döndü, görsen o kadar güzel resimler yapıyor ki.” dedi. Bilge bunu duyunca kızların yeniden mutlu olmasına çok sevindi.

Daha sonra Bilge, biraz düşündü ve “Şimdi de sana benim küçük yaramazı soracağım.” dedi. Kral bunu duyunca gülümsedi ve “Artemis’te çok mutlu, senin yanına gelmişler. Morgan’ı geri dönmeye ikna etti. İkisini yan yana görsen adeta suç ikilisi olmuşlar, kötülerin foyasını ortaya çıkarmak için gitmedikleri tehlikeli yerler kalmamış.” dedi sonra sanki kızıyormuş gibi “Yüreğime oynatacaklar bir gün. Morgan da Artemis’ten aşağı kalır yanı yok. İkisi de yaramaz iki çocuk. Ayrı düşseler de yan yana olsalar da kavga ediyorlar, küsünce de suratsız suratsız dolanıyorlar.” dedi. Bunu duyunca Bilge de güldü.

Bilge, krala düşünceli bir şekilde baktı ve “Ben de seninle bu konu hakkında konuşmak istiyorum.” dedi. Kral ona anlamamış gözlerle baktı ve “Ne hakkında?” diye sordu. Bilge onun gözlerinin içine baktı, “Bak, Morgan benim manevi oğlumdur, onu gözüm gibi korur, severim. Onun bir yanlış yapmayacağına ben kefilim. Onun sözü benim sözümdür.” dedi.

Sonra da, “Artemis zaten benim öz kızım gibidir. Çocukluğundan beri gözbebeğimdir. Onun ne kadar yürekli ve cesur bir kız olmasıyla iftihar ettiğimi biliyorsun.” dedi. Kral onun ne söyleyeceğini merak etti. Bilge ona usulca baktı ve “Artemis ve Morgan’ın birbirine sevgisi iki arkadaş ve dosttan daha fazla.” dedi. Bunu duyunca Kral Harold başını eğdi, bir gün bu konunun açılacağını biliyordu. Morgan’ı gerçekten de oğlu gibi seviyordu ancak Artemis’in kalbi onundu, şimdi onun yerini alacaktı. Bilge onun küskün bir çocuk gibi oturduğunu görünce “Hayat yalnız yürünmüyor. Bana bak ailem yok, yapayalnızım.” dedi. Kral ona kırgınlıkla baktı “Biz ne güne duruyoruz?” diye sordu.

Bilge ona gülümsedi, “Siz elbette ki benim ailemsiniz. Ancak yine de insan bir gönül sevdası arıyor, hayatı boyunca dertleşeceği bir yoldaş arıyor. Bu kişilerde her zaman insanın karşısına çıkmaz. Bak onlar birbirini tamamlıyor işte. İkisi de birbirini bulmadan önce yapayalnızdı. Oysa şimdi hayatlarında yürümek istedikleri bir yoldaş var.” dedi. Kral biraz düşündü ve “Haklısın.” dedi, sonra da “Morgan gelmeden önce Artemis, yapayalnızdı. Hiçbirimiz onun içindeki dünyaya giremiyorduk oysa Morgan onun yeniden mutlu olmasını sağladı. Aslında Morgan’da ilk geldiğinde çok çekingen bir çocuktu oysa şimdi o da bizi ailesi gibi kabul etti yani ikisi de birbirine iyi geldi.” dedi.

Bilge ona baktı ve “Çocukların sana söylemeye çekindikleri bir şey var.” dedi. Kralın bir eli kalbine gitti ve “Sakın Artemis’te evlenmek istiyor deme yüreğime iner. O daha minicik.” dedi. Bunu duyunca Bilge kahkahayla güldü ve “Hayır korkma, evlenmek istemiyorlar. Ancak dünyayı dolaşmak istiyorlar.” dedi. Kral ona baktı ve “Ne?” diye sordu.

Bilge onun bu kızgın gözlerini görünce “Hiç öyle bakma. Sen Artemis’in yaşındayken asla yerinde duramazdın. Şimdi de kızın sana çekti ve o da dünyayı görmek ve yeni şeyler keşfetmek istiyor.” dedi, sonra da “Sana söylemeye çekindi, izin vermezsin diye düşündü.” dedi. Kral Harold, hem kızgın hem de kırgındı, “Ya kızımın başına bir şey gelirse? Ben onu nasıl uzaklara gönderirim?” diye sordu. Bilge ona usulca baktı ve “Merak etme Artemis hepimizden daha güçlü. Hem bu hayat onun hayatı, düşmeyi de kalkmayı da o öğrenecek. Ayrıca Morgan onun hep yanında olacak.” dedi. Kral Harold her ne kadar üzülse de kızının tıpkı onun gibi maceraperest olmasına sevindi ve kırgınlıkla “Peki tamam, dediğin gibi gitsinler.” dedi. Bilge ona sıcacık gülümsedi. Biraz zaman sonra Kral Harold ona merakla baktı ve “Her şeyi biliyordun değil mi? Onların birbirlerini seveceklerini ve birbirlerini tamamlayacaklarını?” diye sordu. Bilge ona muzip bir şekilde gülümseyip “Kim bilir.” dedi sonra da kahvesinden bir yudum aldı.

Bilge istirahat için odasına çekilince Kral Harold, muhafızlara Artemis ve Morgan’ı çağırmalarını söyledi. Artemis ve Morgan Bilge’nin onunla konuştuğunu bildiğinden korkuyorlardı çünkü kralın onlara izin vermeyeceğini ve kızacağını düşünüyorlardı. Kralın karşısına geldilerinde ikisi de başı eğik bir şekilde oturuyorlardı. Morgan mahcup bir şekilde başını yerden kaldıramıyordu, Artemis’te babasına çocuk masumluğunda bakıyor ve onun gözlerinde şefkat arıyordu. Kral ise onları korkutmak istediğinden ciddi ve kararlı bir şekilde onlara bakıyor asla renk vermiyordu.

Daha sonra, gür sesiyle “Bilge ile konuştum, bana bir şeyler anlattı.” dedi. Artemis ve Morgan birbirine korkarak baktı. Artemis “Baba-“ dedi ancak kral ona ciddi bir şekilde bakınca sözüne devam edemedi. Kral, “Demek seyahate çıkacaksınız?” diye sordu. Artemis, korkarak “Baba sana söyleyecektim.” dedi. Morgan, kralın Artemis’e kızmasından korkup “Kralım, Artemis’in bir suçu yok. Tamamen benim fikrimdi.” dedi. Artemis ona kızgınlıkla baktı ve “Hayır baba onun değil benim fikrimdi.” dedi.

Kral onların bu haline içten içe gülümsedi ve bir anda “Peki o zaman ilk nereye gidiyorsunuz?” diye sordu. Bunu duyunca Artemis ve Morgan şaşkınlıkla ona baktı. Artemis, heyecanla “Yani izin veriyor musun baba?” diye sordu. Kral da gülümseyerek “Eee, içine macera tutkusu bir kere girdi mi insan uyuyamaz, yerinde duramaz. Siz de gidin, dünyayı dolaşın ve benim de görmediğim yerleri bana anlatın.” dedi. Morgan da sevinçle ona baktı. Artemis bir anda koşup babasına sarıldı ve onu öpücüklere boğdu, “Baba seni çok seviyorum.” dedi. Morgan’da uzaktan onları seyredip mutlu oldu. Kral onu görüp “Ee sen bana teşekkür etmeyecek misin?” diye sordu Morgan heyecanla, “Teşekkür ederim, kralım.” dedi. Kral Harold’da ona yaklaştı ve sarıldı. Daha sonra Artemis ve Morgan ayağa kalktı ve gitmek için hazırlandılar ancak Kral Harold o gür sesiyle “Morgan sen biraz daha kal. Seninle konuşacaklarım var.” dedi. Morgan korku dolu gözlerle Artemis’e baktı, Artemis ona gülümsedi ve “Eyvah, yandın.” anlamında dudağını ısırdı.

Artemis dışarı çıkınca Morgan tekrar yerine oturdu ve kralın onunla özel olarak ne konuşacağını düşündü. Kral Harold ona baktı ve “Bilge bana başka şeyler de anlattı.” dedi. Morgan korkarak, “Ne anlattı kralım. Ben size bir saygısızlık mı yaptım?” diye sordu. Kral onun bu heyecanlı ve telaşlı haline içinden gülümsedi ve “Artemis’le sen.” dedi. Morgan yutkundu. “Kralım sandığınız gibi değil.” dedi. Kral ona baktı ve “Ne sandığım gibi değil. Her şey ortada değil mi?” diye sordu. Morgan telaşla “Ama ben açıklayabilirim. Ben sizin verdiğiniz görevi layıkıyla yaptım, size bir saygısızlık yapmak istemedim. Ama Artemis-” dedi.

Kral içinden onun bu haline gülümsemeden edemiyordu ve ciddi bir şekilde “Evet?” diye sordu. Morgan tüm cesaretini topladı ve ne olursa olsun krala bunları söylemesi gerektiğini düşündü ancak kralın gözlerine bakamadığından başını eğdi ve “Ben Artemis’i seviyorum kralım. İsterseniz kovun beni ya da cezalandırın ama kalbimdeki bu aşkı söküp atamam. Ona kızmayın, onun hiç bir suçu yok. Ben kendimi durduramadım ve ona âşık oldum. İsterseniz hemen giderim bir daha da karşınıza çıkmam. O benim sadece arkadaşım değil, sırdaşım, evim, ailem.” dedi ve korku dolu gözlerini kaldırıp krala baktı ancak kral ona yaşlı gözleriyle bakıyor ve gülümsüyordu. Morgan, “Kralım, kızdınız mı?” diye sordu.

Kral Harold, biricik kızını bu kadar çok seven birini karşısında görünce gözyaşlarının gözlerini ısıttığını hissetti ve “Teşekkür ederim, böyle cesaretli olup karşımda her şeyi bana söylediğin için. Ve yine teşekkür ederim ki benim gözbebeğime sen de öyle bakacağın için. Gözüm asla arkada kalmayacak, onu sana emanet edeceğim ve sen eminim onu her şeyden koruyacaksın.” dedi. Morgan da gülümsedi ve kralın ellerini tuttu.

Daha sonra odadan çıkarken Kral Harold “Morgan.” dedi, Morgan onun yaşlı ve mutlu gözlerine baktı. Kral muzipçe gülümsedi ve “Ama yine de sana birazcık gıcık oluyorum.” dedi. Morgan da gülümsedi ve “Artemis’in kalbinde size ait bir cennet bahçesi var, orayı asla kimse dolduramaz. Siz Artemis’in ilk aşkı ve ilk dostusunuz. Bu yüzden içiniz rahat olsun ben sizin yerinizi alamam. Hem itiraf edeyim bazen sizi uzaktan izlediğimde ben de Artemis’in size baktığı gibi bana bakmasını istiyorum.” dedi. Bunu duyunca kral sıcacık gülümsedi. Morgan çıkınca kral mutluluk gözyaşlarının yanağından süzülmesine izin verdi.

Akşam yemeğinden sonra herkes erkenden odasına çekildi çünkü yarın izdivaç günüydü ve varis seçilecekti. Bu yüzden de herkes heyecanlı ve günlerdir izdivaç hazırlığıyla uğraştığından yorgundu. Herkes sessizce uyurken Kral Harold, yatağından kalkıp usulca koridorlarda ses etmeden parmak uçlarında yürüdü ve Alberta’nın odasına kadar geldi. Kızının mumunun hâlâ yandığını görünce onun da uyku tutmadığını anladı ve kapısını tıklattı. Alberta’da odasında oturmuş düşünüyordu ve sessizce “Gel.” dedi, bu saatte kim olabilirdi ki? Kapıyı açınca mumun ışığından babasının geldiğini görünce şaşırdı ve sevindi, “Baba.” dedi. Kral “Şişt.” diye sessiz olması için elini dudağına götürdü sonra da usulca kızının yatağının kenarına oturdu. Alberta babasının da onun gibi heyecandan ve düşüncelerden uyuyamadığını düşündü ve “Seni de mi uyku tutmadı?” diye sordu. Kral da “Evet, sen neden uyumadın?” diye sordu. Alberta sanki önemsiz bir şeyden bahseder gibi “Yaz geldi ya sıcaktan uyunmuyor.” dedi. Kral da düşünceli bir şekilde “Evet hep sıcaktan. Havalar da bir an da ısındı.” dedi. Sonra da mumun ışığının hafifliğinde kızının gözlerindeki yaşların parıldadığını gördü. “Alberta, kızım.” dedi, Alberta ağlayarak babasına sarıldı.

Kral da ona sarıldı ve “Ne oldu?” diye sordu. Alberta “Bilmiyorum. Yarın için hem heyecanlıyım hem de korkuyorum.” dedi. Kral kızının saçlarını okşadı ve “Neyden korkuyorsun, izdivaçtan mı yoksa kraliçe olmaktan mı?” diye sordu. Alberta’da “Bilmiyorum, hayat hep aynı geçecek diye düşünmüştüm. Oysa şimdi evlilik sonra kraliçe olmak. Her şeyim, tüm düzenim değişecek. Biraz korkuyorum galiba. Nasıl yapacağım, ya her şey planladığım gibi olmazsa?” diye sordu. Kral kızına gülümsedi ve “Bazen plansızlık güzeldir. Hayat hep plan kurarak yaşanmaz ki güzel kızım. Sen rüzgârı arkana al bırak o sana yön versin. Bazen kendini akışa bırakmak seni doğru yola götürür.” dedi sonra da kızının altın sarısı saçlarını okşamaya devam etti ve “Bazen ben de korkarım, yanlış kararlar almaktan, yanlış şeyler yapmaktan ama denemezsek yanlışı nasıl öğreniriz? Acı çekmezsek mutluluğu nasıl bilebiliriz?” diye sordu. Alberta babasının gözlerindeki şefkati görünce yüreğinin ısındığını hissetti. Alberta ona hayallerinde ve hedeflerinden bahsetmediği için kendini ona karşı suçlu hissediyordu. Babasından sakladığı hiçbir sırrı yoktu ancak ona tahta oturma hayali olduğunu söylemeye çekiniyordu çünkü ona söylerse ve babası karşı çıkarsa bir daha hayal kuramayabilirdi.

Babasına baktı ve “Baba, senin hiç gerçekleşmesini istediğin ama gerçekleşmesi imkânsız olan hayallerin var mıydı?” diye sordu. Kral ona gülümsedi ve güzel yüzüne baktı, “Benim de bir sürü farklı hayallerim, arzularım ve tutkularım vardı. Kimisi gerçek oldu, kimisi zihnimde yok olup gitti. Bazen farklı bir hayat yaşasaydım nasıl olurdu diye düşünüyorum ancak hayaller gerçek değildir, ben bu yüzden hayallere değil gerçeklere tutunuyorum.” dedi sonra da “Babamın bana bu konuda her zaman söylediği bir söz vardı, “Zaman geçtikçe hayaller de insanlar gibi büyür, kimlik kazanır ve ölür. Bu yüzden hayallere sıkı sıkıya tutunmayın ancak onlardan da ayrılmayın.” dedi. Alberta, babasına sıkıca sarıldı ve onun huzur dolu kokusunu içine çekti, kral da kızının saçlarını usulca okşadı.

Ertesi gün Gorg Krallığı heyecanlı bir güne uyandı bugün izdivaç günüydü. Herkes erkenden kalkmıştı, saray zaten günlerdir hazırlanıyordu. Sarayın her yeri ışıklarla ve Alberta’nın en sevdiği çiçek olan beyaz zambak çiçeğiyle süslendi. Saray çalışanları bir o yana bir bu yana koşuşturuyor hazırlıkları tamamlamaya çalışıyordu.

Saraya gelecek davetliler de çoktan yola çıkmıştı, Aragonlar büyük bir konvoy eşliğinde geliyorlardı. Gorg halkı kapılara doluşmuş onları selamlıyor ve Alexander’ın arabası geçerken ona çiçekler atıyorlardı. Alexander’da onlara sıcacık gülümsüyordu. Bunun yanında Thanos, Weston ve Clifford Krallıklarından da misafirler çoktan yola çıkmışlardı.

Alberta çok güzel bir gelinlik giymişti, onun asaletli havasına özel olarak yapılmıştı. Gelinliği oldukça kabarık ve görkemliydi, gelinliğin üstünde göğsünden kollarına uzanan tüller vardı. Saçları su dalgası şeklinde yapılmıştı, başına çiçeklerden yapılmış bir taç takmıştı ve duvağı da oldukça uzundu. Aynı zamanda Kraliçe Demeter’in ona hediye etmiş olduğu annesinden yadigâr saç tokasını da başına taktı. Alberta aynada kendini gelinlikle görünce mutlulukla gülümsedi. Kraliçe Fiona ve Bayan Daphe ise gizli gizli ağlamaya başladı. Diana, Emilia ve Artemis’te ablasının hazırlanmasına sevinçle yardım ediyorlardı.

Aragonlar ve diğer misafirler saraya gelmişti ve tüm misafirler balo salonuna alınmıştı. Alexander, Alberta’nın yanına geldi ve onu bembeyaz bir kuğu gibi görünce hayranlıkla ona baktı ve ağlamamak için kendini zor tuttu. Alberta’da onun beyaz takımı içindeki yakışıklı haline bakınca yanaklarının ısındığını hissetti. Balo salonunda herkes yerini aldıktan sonra Alberta ve Alexander kol kola salona girdi. Kral Harold, Alberta ile göz göze gelince gözyaşları yanağından usulca aktı. Daha dün Alberta’nın küçücük olduğunu ve nasıl koşuşturduğunu hatırladı, zaman ne çabuk geçmişti.

Alberta ve Alexander kürsüye çıktı ve birbirlerinin gözlerinin içine mutlulukla bakıyorlardı. Bilge’de kürsüdeydi ve izdivaçlarını gerçekleştirmesi için ondan rica etmişlerdi. Bilge onların bu heyecanlı haline gülümsedi ve onları izleyen misafirlere döndü, “Hepiniz çok saygıdeğer insanlarsınız, kusura bakmayın hepinizin ismini tek tek sayamayacağım. Bugün burada Alberta ve Alexander’ın izdivacı için toplandık. Bu iki insan birbirine yürekten bağlanmak ve sonsuza kadar mutlu yaşamak istiyorlar. Şimdi sizlerin huzurunda onlardan birbirlerine söz vermelerini istiyorum.” dedi. Sonra da onlara usulca baktı.

Alexander derin bir nefes aldı ve Alberta’nın gözlerinin içine baktı, “Buradaki herkesin huzurunda hayatım boyunca seni seveceğime ve sana sadık bir eş olacağıma söz veriyorum.” dedi. Sonra da “İzninizle Alberta’ya bir şiir dizesi okumak istiyorum.” dedi. Şair Wayne’nin “Kelebeğin Gözyaşları” adlı kitabından bir dize okumak istedi, “Yaşam aşkta son bulmalıydı, aşk varsa orada hayat vardı.” dizesini okudu. Sonra da Alberta’ya baktı ve “Ben sen de son buldum ve seninle hayatı yeniden öğrendim. Sen benim yaşam kaynağımsın.” dedi ve herkes onu alkışladı. Alberta yanaklarının kızardığını hissedince başını eğdi. Alexander onun ne kadar güzel göründüğünü düşündü.

Alberta’da derin bir nefes aldı ve onun gözlerinin içine baktı, “Ben de buradaki herkesin huzurunda seni bu dünyadaki her şeyden çok seveceğime ve sana sadık bir eş olacağıma söz veriyorum.” dedi. Sonra o da gülümsedi ve “İzninizle ben de bir şiir dizesi okumak istiyorum.” dedi. Yine Şair Wayne’nin aynı adlı kitabından şu dizeleri okudu, “İnsan bütün bir asır bekler ve sonun da kalbinin sahibini yine de bulur.” dedi. Sonra da “Ben de kalbimin sahibini bir asır bekledim ve sonun da seni buldum. Sen benim bu dünyada aradığım ve beklediğim en güzel şeysin. Seni asla kaybetmeyeceğim.” dedi ve gülümsedi, herkes onu da alkışladı. Alberta ve Alexander’da birbirlerine sıkıca sarıldılar.

Daha sonra Bilge ikisinin de parmağına yüzüklerini taktı ve “Bütün herkesin huzurunda, birbirinize söz verdiniz ve birbirinizi seveceğinizi söylediniz. Hepimiz de buna şahit olduk. Ben de Gorg’un kubbesi altında sizi eş olarak kabul ediyorum.” dedi.

Sonra herkes alkışlamaya başladı, Kral Harold ve Kral Leonard birbirine baktı ikisinin de gözü yaşlıydı. Kraliçe Fiona’da, Kraliçe Demeter’in elini sıktı ve ikisi de evlatlarının mutluluğuna ağlamaya başladı. Diana’da hüngür hüngür ağlıyordu, Peter onun gözyaşlarını sildi. Emilia’da sevinçten yerinde duramıyordu ve Galvin’le konuşuyordu. Artemis ve Morgan’da onları mutlulukla izliyordu.

Daha sonra Alberta ve Alexander kürsüden indi ve anne babalarına sarıldı, herkes onları tebrik etmeye başladı. Kardeşleri de Alberta’ya sıkıca sarıldı ve hep mutlu olmalarını temenni ettiklerini söylediler. Sonra, kızlar Alexander’ı da tebrik ettiler, Artemis onu tebrik ederken “Sana söylediklerimi unutmadın değil mi?” diye sordu Alexander’da gülümsedi ve “Merak etme, Alberta’yı hiç üzmeyeceğim, ona gözüm gibi bakacağım.” dedi ve Artemis’te ona gülümsedi. Kral Leonard ve Kraliçe Demeter, Alberta’ya kendi kızlarına sarılır gibi sıkıca sarıldı ve tebrik etti. Kral Harold ve Kraliçe Fiona ise zaten Alexander’ı oğlu olarak kabul ettiklerinden ona mutlulukla tebrik ettiler.

İzdivaç haberi Gorg halkına oradan da Aragon halkına hızlıca ulaştı, herkes bu habere çok sevindi ve sokaklar şenlik yeri gibi oldu. Herkes onların ne kadar mutlu olduğunu ve birbirlerini ne kadar sevdiklerini bildiklerinden onlara güzel dileklerini sundular.

İzdivaçtan sonra tahta geçme töreni yapılacaktı ve bu tören uzun zamandır herkesin beklediği bir gündü. Herkes Kral Harold’ın ne kadar yorulduğunu ve hasta olduğunu bildiklerinden tahtın artık bir varisinin olmasını düşünüyorlardı. Hem bu sayede artık Kral Harold’da kendi sağlığına odaklanıp tahtın stresinden kurtulmuş olacaktı. Şimdi tüm gözler yapılacak olan tahta geçme törenindeydi.

 

 

-BÖLÜM SONU-

 

Yorumlarınızı bekliyorum...

Loading...
0%