Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25/FİNAL

@withmeral

 

25 / FİNAL

İzdivaçtan sonra tahta geçme töreni yapılacaktı. Alberta ve Alexander üzerini değiştirdi, üstlerine kraliyet tören kıyafetlerini giydiler. Alexander, siyah bir takım giymişti ve broşunda güneş sembolü taşıyordu. Alberta ise yakut kırmızısı renkte oldukça görkemli bir elbise giymiş ve yine yakut taşlarından mücevherlerini takmıştı, onun da göğsünde güneş sembolü olan broşu takıyordu, bu haliyle şimdiden bir kraliçe gibi görünüyordu.

Öğleden sonra tahta geçme töreni için tekrar balo salonunda toplandılar ve herkes yine yerlerini almış oturuyordu ve kapıdan usulca Alberta ve Alexander kol kola girdi ve herkesin önünde yeniden kürsüye çıktılar. Herkes onları alkışlamaya başladı. Alexander, Grog’un Kralı ve yeni varisi olacak Alberta’da onun kraliçesi olacaktı. Brendon, saray adamları içinde en yaşlı üye olduğu için onu sözcü olarak seçtiler. Brendon onların yanına geldi ve ona merakla bakan kalabalığa döndü ve “Saygıdeğer Gorg Kralı Harold ve Saygıdeğer Aragon Kralı Leonard ve diğer saygıdeğer krallarımız ve onların saygıdeğer aileleri, bugün sizlerin huzurunda yeni Gorg Kralı’nın tahta geçme töreni yapılacaktır.” dedi ve herkes mutlulukla alkışladı. Alberta, Alexander’a sevinçle baktı ancak Alexander’ın ona bakışlarında farklı bir mutluluk gördü. Alexander’ın gözleri Kral Harold’ın gözleriyle buluştu ve ikisi de birbirine bakıp gülümsedi.

Brendon alkışlar bitince tekrar sözü eline aldı, “Saygıdeğer misafirler, Alberta ve Alexander’ın evlenmesi neticesinde yeni Gorg Kralı olarak Aragon Prensi Alexander seçilmiştir.” dedi ve yine herkes alkışladı. Brendon Alexander’a baktı ve onun yanına gelmesini istedi. Alberta, Alexander’a sarıldı ve onu yürekten tebrik etti.

Alexander yanına gelince, Brendon, Kral Harold’ın da yanına gelmesini istedi ve Kral Harold’da ayağa kalkıp kürsüye geldi. Taç giyme töreninde temsili Gorg tacı takılırdı. Brendon, Kral Harold’ın başındaki temsili Gorg tacını çıkardı ve “İşte herkesin huzurunda ve Kralımız Harold’ın da izniyle yeni Kralımız Alexander’dır.” dedi ve tacı onun başına taktı. Salondaki herkes mutlulukla alkışlamaya başladı. Başına tacı takıldıktan sonra Alexander, Alberta’ya döndü ve sıcacık gülümsedi, sonra babasına baktı ve onun da gözyaşları döktüğünü görünce içten içe sevindi.

Şimdi de sıra Alberta’nın kraliçe tacının takılmasına geçmişti. Brendon söze başlayacaktı ki Alexander, Kral Harold’a baktı ve birbirlerinin sırrını paylaşan iki çocuk gibi gülümsediler. Brendon “İşte şimdi de yeni kraliçemiz-“ demişti ki Alexander, “Bir dakika, Brendon.” dedi. Herkes şaşkın gözlerle ona baktı, Brendon ne olduğunu bile anlamadı ancak Kral Harold’a bakınca onun gözlerinden bir şeyler olduğunu anladı ve sustu.

Alexander, Alberta’da dâhil kendisine meraklı gözlerle bakan kalabalığa döndü. “İzninizle bir şeyler söylemek istiyorum.” dedi. Bir adım öne geldi ve “Ben Aragon Prensi Alexander’ım, hayatım boyunca bir Aragonlu oldum. Bu yüzden bir Aragonlu olarak Gorg Krallığını yönetmek benim için oldukça zor olacak.” dedi.

Sonra da ona merakla bakan kalabalığa döndü ve “Tarih kitapları sayısız kralla ve krallıkla doludur. Hepsinin ismi, bayrağı ve coğrafyası farklı olsa da sonunda kaderi hep aynıdır. Hiçbirinin birbirinden bir farkı yoktur. Aragon, Weston ya da Clifford bunların hepsini dolaştım ve krallıkların hep aynı olduğunu gördüm. Oysa Gorg Krallığı çocukluğumdan beri benim için farklıydı. Kime sorsanız buradan cennet köşesi diye bahsederlerdi.” dedi.

Sonra da gülümsedi ve “Ben yeni kralınız olarak yeni bir şey yapmak istiyorum ve asırlardır devam eden egemen anlayışı değiştirmek istiyorum.” dedi. Kimse onun ne söylemek istediğini anlamıyordu. Alexander, Alberta’ya baktı ve yanına gelmesini istedi. Alberta’da tüm bu olanlardan hiçbir şey anlamıyordu ve meraklı bir şekilde yanına geldi. Alexander Brendon’a döndü ve “Ben bir kralım ve benim emirlerim de şu gördüğünüz kılıçtan daha keskindir öyle değil mi?” diye sordu. Brendon ve salondaki herkes “Evet.” dedi. Alexander onlara baktı, “O halde benim emrime karşı gelmenin boynunuzun kılıçtan geçirilmesine neden olacağını kabul ediyor musunuz?” diye sordu. Herkes hep bir ağızdan “Evet.” demeye başladı.

Alberta, Alexander’a “Neler oluyor?” diye sordu Alexander ona şefkatle baktı. Daha sonra da kalabalığa döndü, “Gorg Krallığı bugün bir tarih yazacak ve adını tarih kitaplarına altın harflerle yazdıracak.” dedi. Derin bir nefes aldı ve “Ben kralınız olarak tahttan çekiliyorum ve tahtı gerçek varisine yani eşim Alberta’ya bırakıyorum.” dedi. Alberta şaşkınlıkla ona baktı ancak Alexander’ın gözlerindeki mutluluğu görünce ne diyeceğini bilemedi ve babasına baktı. Kral Harold’da Alberta’ya ve Alexander’a mutlulukla bakıyordu.

Kalabalıktan uğultu sesleri yükselmeye ve fısıldaşmalar duyulmaya başlandı. Alexander, “Kesin şu uğultuyu.” dedi, sonra babasına baktığında onun da yüzünde düşünceli bir ifade gördü. Kalabalığa döndü ve “Alberta, birçok devlet adamından ve benden de çok daha bilgili ve tecrübelidir. Düşüncelerinizi anlıyorum ancak o sıradan bir kadın değil, ülkeyi yönetebilecek kudrette bir kadın.” dedi. Sonra da “Asırlardır devam eden bu erkek egemen anlayışı durdurmak sizce de yüce Gorg Krallığına yakışmaz mı? Pekâlâ, Alberta’da benim gibi bir insan. Ben ülkeyi nasıl yöneteceksem Alberta’da benim gibi yönetecek.” dedi. Herkes hâlâ şaşkın ve düşünceli bir şekilde ona bakıyordu ve kalabalığın içinden “Bu kabul edilemez, O bir kadın, Bu olamaz.” sesleri geliyordu. Alberta, üzgün gözlerle onlara baktı, bunun olmayacağını yıllardır biliyordu bu yüzden de yüreğinin acıdığını hissetti.

Alexander onlara öfkeyle bağırdı “Az önce benim sözüme karşı gelmenin canınızın alınmasına neden olacağını kabul ettiniz. Şimdi de benim emrimi yerine getirmek zorundasınız, eğer bir daha sesi çıkan olursa ve emrime karşı geldiğini söylerse gözünün yaşına bakmayacağım.” dedi. Sonra da Kral Harold’a döndü ve onun şefkatli gözlerini görünce öfkesi biraz yatışır gibi oldu. Kralla at çiftliğinde ilk defa bu konuyu konuştuklarında kral ona “Ne kadar zor olursa olsun ben sana yardım edeceğim.” demişti.

Herkes sessiz bir şekilde bekliyor ve Kral Harold’a bakıyorlardı. Alberta gözpınarlarına yaşların biriktiğini hissetti, Alexander’ın böyle bir şey yapacağı aklının ucuna bile gelmemişti. Ona hayallerinden bahsettiğinde “Belki bir gün gerçek olur.” demişti, Alberta bunları düşününce Alexander’ın onun hayalini gerçekleştirme de ona yardım etmesine çok mutlu oldu ancak krallığın ve saray adamlarının böyle bir şey kabul etmesi imkânsız olduğunu bildiğinden kendini bayılacak gibi hissetti.

Kral Harold kalabalığa döndü “Herkes beni dinlesin.” dedi ve herkes çıt çıkarmadan onu dinlemeye başladı. “Prens Alexander’ın bu fikrinden benimde haberim var. Biz onunla konuştuk ve ben de onun kararına saygı duyuyorum. Ben ona da, kızıma da kefilim. Çoğu zaman size söylediğim gibi Alberta’nın krallığı benden bile daha iyi yöneteceğine burada hepinizin huzurunda söz veriyorum.” dedi. Alberta bunu duyunca babasına minnetle baktı ancak kimsenin buna izin vermeyeceğini bildiğinden fısıltıyla “Baba.” dedi. Babası ona usulca baktı sonra kalabalığa döndü ve gür sesiyle bağırdı “Eğer içinizde buna karşı çıkacak varsa kılıcımın soğukluğunu ensesinde hissedecektir. Ben artık kralınız değilim ancak bu sizin sesinizi kesemeyeceğim anlamına gelmez.” dedi. Herkes kralın bu gür sesini duyunca koltuklarına iyice yapıştı, kralı en son ne zaman bu kadar sert ve öfkeli gördüklerini hatırlamıyorlardı.

Herkesin sesinin kesildiğinden ve korku dolu gözlerle ona baktığını görünce kızının yanına geldi ve “Alberta, krallığımızın ilk kadın varisi olacak ve ülkeyi yönetecektir.” dedi. Alberta, gözlerindeki yaşlarla babasına baktı, gerçekten yıllardır hayalini kurduğu şey olacak mıydı? Babası ne zamandır onun içindeki bu gizi biliyordu? Sonra Alexander’a baktı ve minnetle “Teşekkür ederim.” diyebildi.

Kral Harold’da Alexander’a şefkatle baktı ve gülümsedi, “Teşekkür ederim, oğlum.” dedi. Sonra da Alexander’ın başından tacı aldı ve herkesin önünde Alberta’nın başına taktı. Alberta gözyaşlarıyla bir babasına bir de kocasına bakıyordu. Hayatında sevdiği iki erkek onun hayallerini gerçekleştirmesinde ona yardımcı olmuştu ve bunun içinde her şeyi göze almışlardı. Alberta babasına sarıldı ve fısıltıyla “Ne zamandır biliyordun?” diye sordu. Kral ona sıkıca sarıldı ve “Bu istek senin kalbine düştüğü ilk gün gözlerinden anladım.” dedi. Alberta yanağından süzülen gözyaşlarıyla babasına baktı, daha sonra Alexander’da ona sımsıkı sarılıp yanağından öptü ve ona “Tebrik ederim, kraliçem.” dedi. Sonra da fısıltıyla “Hem benim kalbimin tahtını hem de Gorg tahtını ele geçirdin. Ben seninle ne yapacağım?” diye şakayla sordu, Alberta bunu duyunca gülümsedi ve ona sıkıca sarıldı.

Salondaki kalabalık sessizce oturuyor ancak hâlâ sanki az önce ne yaşandığını idrak etmeye çalışıyorlardı. Saray adamları birbirlerine baktılar, hiçbirinin yüzünde mutluluk yoktu ancak kellerini sevdiklerinden susmak zorundaydılar. Brendon, Kral Harold’a baktı ve kral ona gözüyle işaret verince Brendon öne doğru adım attı ve “O zaman sizin huzurunuzda yeni varisimiz ve Gorg’un ilk kadın varisi Alberta’dır.” dedi. Herkes suspustu, kimse alkışlamıyordu.

Sonra bir anda Artemis ayağa kalktı ve alkışlamaya başladı, sonra Morgan, Diana, Emilia, annesi ve diğerleri de dalga dalga ayağa kalkıp alkışlamaya başladı. Aragonlar bile ayağa kalkıp onu alkışlıyorlardı. Kral Leonard oğlunun bu yaptığına çok şaşırsa da Kral Harold’ın haberi olmasından bir şey diyemedi ve Alberta’yı alkışladı. Alkış etraflarını adeta sarmış onları etki atlına almıştı, salondaki bazı insanlar alkışlamak istemese de topluluğa uymak zorunda kaldılar ve dakikalarca Alberta’yı ayakta alkışladılar.

Alberta, annesine ve kardeşlerine baktı onların nasıl gözü yaşlı bir şekilde onu alkışladıklarını ve ne kadar mutlu olduklarını görünce çok sevindi. Sonunda hayallerine kavuşmuş, gerçek aşkı bulmuş ve bunların hepsinde de ailesiyle mutluluğunu paylaşabilmişti. Ancak Alberta, saray adamlarının bakışlarından ne kadar rahatsız olduklarını gördü ve sonra içinden “Acaba halk buna ne tepki verecek?”, “Ya istemezlerse ya iç savaş çıkarsa?” diye düşünmeye başladı. Kral Harold onun yanına geldi ve düşünceli gözlerini görünce “Ne oldu güzel kızım?” diye sordu. Alberta’da “Ya halk bunu kabul etmezse?” diye sordu. Kral Harold ona gülümsedi ve “Tarihteki en önemli krallar, en zor kararları alanlar ve doğrular için halkıyla savaşanlardır. Sen hiç merak etme her şeyi birlikte atlatacağız.” dedi. Alberta babasının bu güven veren sesini duyunca biraz olsun rahatladı.

Thanos Kralı, Weston Kralı ve Clifford Kralı birbirlerine şaşkınlıkla baktı ve Gorg Krallığının her zaman onlardan bir adım önde olmasını kıskanmadan edemediler. Ancak bir kadının onları yönetmesini hiçbir halk kabul etmezdi bu yüzden de yakında Gorg’da bir iç savaş ve ayaklanma çıkacağını öngörmemek aptallıktı.

Saraydaki çalışanlarda şaşkınlıkla birbirlerine bakıyorlardı ve hemen bu haber saraydan halka kadar hızlıca ulaştı. Bu haberi duyduğunda kimse ilk başta doğru olduğuna inanamadı ve gerçek olduğunu anlayınca şaşkınlıkla kalakaldı. “Nasıl yani, Gorg’u bir kadın mı yönetecek?” sorusu dalga dalga yayılmaya, şehirden köylere, erkeklerden kadınlara, kadınlardan çocuklara ulaştı. Kısa zamanda tüm Gorg diyarı bu haberi konuşmaya başladı, insanlar işini gücünü bıraktı ve meydanlara toplanmaya başladı. Herkesin kafasında ayrı ayrı fikirleri vardı. Hepsinin sorusu başkaydı ancak teknik olarak aynı noktada buluşuyordu. “Ne? Kadın varis mi?”, “Tahta Alberta mı oturacak?”, “Ülkeyi o mu yönetecek?”, “Bir kadın ülkeyi nasıl ülke yönetebilir?”, “Bu deliliktir, ülkeyi ateşe atmaktır.” sesleri sokaklarda, meydanlarda ve ağızlarda yankılanıyordu.

Yavaş yavaş insanların toplanmasından ve ayaklanmaya başlamasından saraydakilerin haberi yoktu. Alberta varis tahtına oturdu ve protokol gereği diğer krallar onun krallığını kabul edip önünde eğilip selam verecekti. Sırayla tüm krallar önünde baş eğdi ve iyi dileklerini diledi, en son Kral Harold Alberta’nın önünde eğilecekken Alberta koşup babasını durdurdu ve “Asıl ben senin önünde eğilmeliyim.” dedi ve eğilip babasına selam verdi ve ona sıkıca sarıldı. Daha sonra annesi de onun yanına geldi ve hem yeni kraliçeyi hem de varisi selamladı ve onu tebrik etti. Kardeşleri de onu aynı şekilde selamladılar ve onu gönülden tebrik ettiler. Saray adamları ve diğer misafirler de Alberta’yı selamladı ve onun varisliğini kabul ettiklerini göstermiş oldular. Herkes Alberta’ya baktığında gözlerinde çok farklı bir ışıltı olduğunu gördüler. Tahta otururken başındaki tacıyla o kadar asaletli ve heybetli görünüyordu ki sanki varis olmak onun kanında vardı.

Daha sonra Brendon, Alberta’nın yanına geldi ve ona “Kraliçem, saray adamları görevlerinin değişip değişmeyeceğini merak ediyor. Söylemek istediğiniz bir şey var mı?” diye sordu. Alberta “Evet.” dedi. Brendon, diğer saray adamlarına Alberta’nın önüne gelmesini söyledi. Saray adamları korkarak onun önüne geldiler çünkü her zaman Alberta’nın toplantılara katılmasına ve ülke yönetmesine karşı çıkmışlardı ancak şimdi o beğenmedikleri Alberta kraliçeleri olmuştu ve görevlerine devam etmeleri onun iki dudağının arasındaydı. Alberta, onların korku dolu gözlerine baktı ve “Merak etmeyin, sizin görevlerinizde hiçbir değişiklik olmayacak. Babamın güvendiği ve görevi teslim ettiği insanlara ben de sonsuz güvenirim. Hepiniz ülkeyi yönetme de oldukça iyisiniz ve benim size çok ihtiyacım var. Bazen siz bana karşı geleceksiniz bazen de ben size karşı geleceğim ancak hepimizin ortak amacı Gorg Krallığının geleceği olacağından aynı noktada buluşacağımızdan hiç şüphem olmayacak. Bu yüzden bana güvenin çünkü ben size güveniyorum.” dedi, saray adamları da onun bu etkili konuşmasına gülümsemeden edemedi.

Daha sonra ona dikkatle bakan ailesine ve kalabalığa döndü, “Ancak burada herkesin huzurunda bir şey yapmak istiyorum. Sevgili eşim, artık bir şeylerin değişmesini istediğini söylemişti ben de onunla aynı fikirdeyim. Bu yüzden Morgan ve Artemis’in yeni komutanlarımız olmasını istiyorum. Krallığımızın böyle cesur komutanlara ihtiyacı var.” dedi. Artemis ve Morgan şaşkınlıkla birbirine baktı.

Alberta, Artemis’in gözlerindeki heyecanı görünce gülümsedi ve “Madem bundan sonra Gorg Krallığı tarih boyunca kadınlara verdiği değerle anılacak o zaman ilk kadın komutanımız da Artemis olmalıdır.” dedi sonra da usulca babasına baktı. Kral Harold ve Bilge’nin gözlerinde yaşlar vardı. Alberta, Artemis’i yanına çağırdı, Artemis bütün kalabalık ona merakla bakarken ablasının yanına geldi.

Alberta, kardeşinin omzuna dokundu ve onun gözlerinin içine bakarak “Artemis, kendisinden sonra gelecek bütün kız çocuklarına kadınların da ne kadar güçlü olabileceğini ve isterlerse neler başarabileceklerini gösterecek. Kadınların sadece nahif birer çiçek değil yeri geldiğinde bir aslan gibi kükreyeceğini de Artemis’le herkes öğrenecek. Yıllar sonra anneler ve babalar çocuklarına onun kahramanlık hikâyelerini anlatacak ve onun gibi bir sürü Artemis’ler yetişecek.” dedi. Artemis bu sözleri duyunca ablasına sıkıca sarıldı ve ağlamaya başladı. Herkes Artemis’i alkışlıyordu, Kraliçe Fiona ise hüngür hüngür ağladı ve kızıyla gurur duydu. Artemis babasına, Bilge’ye, annesine, kardeşlerine ve Morgan’a baktı, hayatında ilk defa onunla gurur duyulduğunu sonuna kadar hissetti. Daha sonra babasına ve Bilge’ye sarıldı ve onlarda onunla gurur duyduklarını söylediler. Morgan’ın yanına geldiğinde ise Morgan’ın gözlerindeki hayranlığı görünce Artemis ona sıkıca sarıldı.

Herkes mutlu bir şekilde birbirlerine sarılıp tebrik ediyorken Alberta Alexander’ın yanına geldi. Alexander on baktı ve “Bugün sana bir kez daha âşık oldum.” dedi. Alberta ona gülümsedi ve “Neden yaptın? Kral olmaktan neden vazgeçtin?” diye sordu. Alexander onun güzel yüzünü elleri arasına aldı “Sen yüreğindeki taht hayalinden vazgeçip beni seçtin oysa benim için krallıkta sarayda hiçbir zaman bir hayal olmadı. Benim gerçekleşmesini istediğim tek hayal sendin. Senin arkanda olmaktan ve senin yöneteceğin krallığın kralı olmaktan da gurur duyuyorum. Her zaman sana destek olacağım ve hep senin yanında olacağım.” dedi. Alberta gözlerindeki yaşları sildi ve “Sen gerçekten benim başıma gelmiş en güzel şeysin.” dedi birbirlerinin gözlerinin içine bakıp birbirlerinin gözlerinde kayboldular.

O sırada sarayın bahçesinden sesler gelmeye başladı, hizmetçiler ve muhafızlar halkın sarayın önünde toplandığını ve ayaklanma başlattığının haberini verdiler. Alberta korku dolu gözlerle babasına baktı ve o sırada bahçeden “Kadın varis istemiyoruz.” sesleri gelince Alberta ne yapacağını bilemedi.

Halk sarayın bahçesini doldurmuştu, erkek, kadın, genç, yetişkin birçok insan vardı ve hepsi de aynı şeyi söylüyordu; “Kadın varis istemiyoruz.” Kalabalıktan uğultular, yuhalamalar ve sesler koro şeklinde geliyordu, çoğu insan birbirini tanımıyordu ancak şimdi hepsi tek bir insan olmuş gibi elleri, ayakları, gözleri ve dilleri aynı hareketleri yapıyorlardı. Saray adamları, Alberta’ya baktı ve içlerinden “Böyle olacağı belliydi.” geçiyordu. Diğer krallarda aynı şekilde onaylamaz bakışlarıyla bu isyanın yaşanacağını tahmin ettiklerini gösteriyorlardı. Kral Harold kızının yanına geldi, Alberta babasına usulca baktı ve “Şimdi ne yapacağım baba?” diye sordu. Kral Harold onun titreyen ellerini tuttu ve “Bir varisin ilk görevi halkınadır, sen de halkını selamlayacaksın ve onlara kraliçe olduğunu kabul ettireceksin.” dedi. Alberta korkuyla “Ama nasıl?” diye sordu ancak sonra babasının gözlerinde ona duyduğu güveni görünce cesaretini topladı.

Alberta sarayın bahçeye bakan büyük balkonuna çıkmak istedi, Alexander onun yanına gitmek istese de Kral Harold onu durdurdu, “Bunu tek başına başarması ve ülkeyi kimse olmadan yöneteceğini göstermesi gerekiyor.” deyince Alexander da durmak zorunda kaldı ancak Alberta için endişelenmeden edemedi. Sarayın içindekiler de dışarı çıktı ve herkes nerdeyse bahçeye toplanmıştı.

Kalabalık Kral Harold’ı ve Prens Alexander’ı görünce sustu ve onlara niyetlerinin kötü olmadığını anlatmak istediler ancak o esnada Alberta tüm görkemiyle ve parıldayan ihtişamlı tacıyla balkona çıktı. Herkes başını kaldırıp ona doğru bakmaya başladı. Adeta kalabalıktan ses çıkmıyordu, herkes bir anda sessizleşmişti. Alberta, tüm cesaretini topladı, ülkeyi yönetecekse ilk olarak halkına kendini kabul ettirmesi gerekiyordu ve bunu sarayın ardına saklanarak yapamazdı. Bu yüzden de onlardan korkmadığını ve çekinmediğini göstermesi gerekiyordu. Kendisine meraklı gözlerle bakan kalabalığa baktı ve derin bir nefes aldı, bir kraliçeye yakışan gür ve etkili sesiyle “Merhaba, tüm diyarlardan daha yüce olan Gorg halkı.” dedi. Herkes birbirine bakıyordu, Alberta’nın asaleti onları adeta etkisi altına almış gibiydi.

Alberta tekrar onların gözlerine baktı ve “Biliyorum, hepiniz şaşkın ve sinirlisiniz. Bir kadın, nasıl varis olabilir ya da bir ülkeyi nasıl yönetebilir diye düşünüyorsunuz.” dedi. Sonra, başını dik bir şekilde havaya kaldırdı, “Size kendimi tanıtmama ya da ispat etmeme gerek yok. Ben kendimi yıllarca eğittim, sizinle sohbet ettim, dertlerinizi dinledim ve ülkenin geleceği için yapılan birçok toplantıda da en öndeydim.” dedi.

Tekrar kalabalığa göz attı, “Ben de sizdenim, Gorg’un evladıyım. Sizden üstün ya da yüce değilim. Ben size baktığımda kardeşlerimi, ablalarımı, annelerimi ve babalarımı görüyorum. Siz de bana baktığınızda bir kardeşinizi, ablanızı veya kızınızı görün.” dedi. Kalabalık iyice onun hitabetinden etkilenmiş bir şekilde ona hayranlıkla bakıyordu. “Bana karşı olmak istiyorsanız, bana tahta yeni geçmiş tecrübesiz bir kraliçe olarak bakın ancak beni tecrübesiz bir kadın olarak görmeyin. Çünkü ikisi aynı şey değildir. Ben sadece bir kadın değilim, ben de bir insanım. Benim de erkekler gibi bir beynim, bir kalbim var. Erkekler nasıl düşünüp kararlar alıyorsa pekâlâ ben de bir kadın olarak aynı kararları alabilirim.” dedi.

Sonra da kadınlara baktı ve “Ey Gorg’un yüce kadınları, asırlardır tüm krallıkları erkekler yönetmedi mi? Biz kadınlar ise buna hiçbir zaman karşı gelemedik, bastırıldık, susturulduk ve geri plana atıldık. Hep babamız, kardeşimiz ve kocamız bizden önde olmadı mı? Buna neden artık dur demiyoruz? Neden bir kadının ne kadar güçlü olabileceğini tüm dünyaya göstermiyoruz? Biz eksik miyiz, biz güçlü değil miyiz, biz onlar kadar akıllı değil miyiz?” diye sordu. Kadınlar gözlerinin yaşardığını hissetti ve birbirlerine baktılar. Yıllardır hiç fark etmedikleri şeyler şimdi sanki yüzlerine vuruluyormuş gibi kendilerini suçlamaya başladılar. Onların da erkeklerden ne farkı vardı? Onlarda bir insan değil miydi?

Sonra da erkeklere baktı ve “Ey Gorg’un yüce erkekleri, sizi doğuran anneniz, sizi seven eşiniz ve biricik kızlarınız neden ülkeleri yönetemesin neden hep geri planda tutulsun? Bir çocuğu doğurup ona hayat veren ve onu büyütüp insana dönüştüren biz kadınlar değil miyiz? Bir çocuğu insan yapan bir kadın nasıl bir ülkeyi yönetemez?” diye sordu. Herkes pürdikkat onu dinlediğinden kimse gözlerini bile kırpıştıramıyordu.

Alberta tekrar derin bir nefes aldı ve “Biliyorum, ne kadar konuşsam ya da ne kadar anlatsam sizin içinizdeki öfkeyi dindiremeyeceğim. Asırlardır tüm krallıkları erkeklerin yönetmesine alışkın olduğunuzdan beni beceriksiz ve işe yaramaz olarak görüyorsunuz. Ancak size şunu söylemek isterim ki bu hayatta herkesin bir kaderi vardır. İzin verin ben de kendi kaderimi yazayım. Ben sizin kraliçenizim, eğer yanlış bir şey yaparsam bana doğruyu gösterin, yanlış bir karar alırsam bana doğrusunu anlatın, beni sevmeyin, kabul etmeyin ancak bana saygı duyun.” dedi.

Sonra da onlara tekrar baktı ve “Eğer bana karşı gelecek ve beni istemeyecekseniz size karşı koyamam. Siz çoksunuz ama gördüğünüz gibi ben tek bir kişiyim. Sizin emriniz benim için kılıçtan daha keskindir. Ancak kraliçeniz olarak sizden sadece bir şans istiyorum. Eğer bu şansı hak ettiğimi kanıtlayamazsam o zaman kendi rızamla tahttan çekileceğim ve sizin istediğiniz gibi tahtı eşime devredeceğim. İyi düşünün, bu şansı sizden bir kadın olarak değil bir insan olarak istiyorum.” dedi.

Kalabalık sessizce bekliyordu, kimse ne söyleyeceğini ya da ne düşüneceğini bilemediler ve birbirlerine bakmaya başladılar. Birkaç genç erkek yuhalamaya hazır ve isyan çıkarmakta kararlıydı ancak bir anda hiç beklenmedik bir şey oldu. Kadınlar ellerindeki sopaları havaya kaldırdı ve “Yaşasın, yeni kraliçemiz Alberta.” diye bağırmaya başladılar. Erkekler bir anda kadınların bağırışları ve sesleri arasında kaldı. Kadınların sesleri o kadar gürdü ki onların seslerini bastırmak imkânsızdı. Kadınlar da birbirlerine baktılar ve kendi seslerinin ne kadar güçlü olduğunu nasıl daha önce fark etmediler diye düşündüler.

Alberta onlara sevinçle ve mutlulukla baktı. Daha sonra diğer erkekler de onların etkisiyle “Yaşasın, yeni kraliçemiz Alberta.” diye bağırmaya başladılar. Alberta yüzündeki çocuksu şaşkınlığı ve heyecanı tutmaya çalıştı. Daha önce hayalini kurduğu bu konuşmayı şimdi halkının karşısında yapmak ellerinin titremesine neden oluyordu ancak Alberta gücünü topladı. O artık Gorg’un Kraliçesi ve tahtın varisiydi. Kalabalık arasında babasının yaşlı gözlerini ve Alexander’ın ona hayran hayran bakan gözlerini gördü sıcacık gülümsedi.

Herkes yeni kraliçelerini alkışladı ve onun önünde eğilip selam verdi. Daha sonra da sarayın bahçesi yavaş yavaş dağılmaya başladı, herkes onun kraliçeliğini kabul etmişti. Mutlu bir şekilde evlerine ve işlerine döndüler, kadınlar eve dönerken birbirlerinin kollarına girdiler ve yüzlerinde artık ne kadar güçlü olduklarını ve isterlerse her şeyi yapabileceklerini fark etmenin verdiği bir sevinç vardı.

Gorg halkı bu haberi her ne kadar ilk başta kabul etmese de yeni krallarına bir şans vermek istediler. Aragon halkına haber ulaştığında her ne kadar şaşırsalar da bunu kabul etmek zorunda kaldılar. Sonra halkın arasında hâlâ ayaklanma isteği duyan kişilerin sesleri yavaş yavaş susmaya başladı. Herkes Alberta’dan, onun asaletinden, onun zaten ne kadar babasına benzediğinden ve ne kadar bilgili olduğundan bahsetmeye başladı. Bazıları hâlâ muhalefete girişse de çoğunluk fikri her zaman azınlığa üstün geldiğinden onlar da susmak zorunda kaldılar.

Saraydaki misafirler de bugünün yaşadığı şaşkınlıkla kendi saraylarına döndüler. Bugün gerçekten de tarihi bir olay yaşanmıştı, Alberta’nın tahta geçişi ve daha sonra halka yaptığı konuşma neredeyse tüm krallıklara yayılmış ve her yerde onun ne kadar yürekli bir kadın olduğu konuşuluyordu. Bunu duyan kadınlar da kendi krallıklarını ve asırlardır yaşadıkları ötekileştirmeyi sorguluyorlardı.

Akşam olunca hem düğünü hem de Alberta’nın tahta geçişini kutlamak için aile arasında bir kutlama yemeği yapmak istediler. Herkes mutlu bir şekilde yemek salonuna inecekken Kral Harold, kızlarını oturma salonuna çağırdı ve onlarla önemli bir şey konuşmak istediğini söyledi. Prensesler merakla babasının yanına geldi ve ikisi bir yanına ikisi bir yanına oturarak babasının şefkatli gözlerinin içine baktılar.

Kral Harold’da kızlarının gözlerinin içine baktı ve her birinde ayrı bir parıltı gördü, “Hepinizle ayrı ayrı gurur duyuyorum.” dedi. Kızlar da babasına sarıldı ve “Biz de senin gibi bir babamız olduğu için gurur duyuyoruz.” dediler.

Kral onların masum güzel yüzlerine baktı ve “İzniniz olursa size birkaç nasihat vermek istiyorum.” dedi. Kızlar da ona mutlulukla baktı. Kral, “Bu hayatta sizden ve annenizden daha değerli hiçbir şeyim yok. Bu krallık, bu saray benim için sizin gözyaşlarınızdan daha önemli değil.” dedi. “Bir babanın en önemli görevi evlatlarını mutlu etmesi ve onları tüm kötülüklerden korumasıdır. Ben bunu başarmaya çalıştım, bazen tökezledim bazen sizi koruyamadığımı hissettim ancak siz ağladığınızda ben de ağladım. Sizin kalbiniz kırıldığında benim de kalbim paramparça oldu.” dedi.

Kral Harold ilk olarak Alberta’ya baktı ve “Alberta, sen benim ilk bebeğim, ilk güneşimsin. Senin ismini bilgeliğin ve asaletinden koydum. Senin ilerde büyüyüp kendi kaderini yazacağını biliyordum ve sen bugün kaderini gerçekleştirmekle kalmadın tarih yazdın. Seninle gurur duyuyorum. Ancak şunu unutma kraliçe olmak ve ülke yönetmek zordur. Aradığın cevaplar sen de saklı olacak. Her zaman hırslarının ve hayallerinin peşinden git ama bunlara odaklanıp hayatının elinden kayıp gitmesine de izin verme. Sana iyi gelen bu aşka tutun ve onu her şeyden üstün tut.” dedi. Alberta yaşlı gözleriyle babasına baktı.

Sonra Diana’ya döndü, “Diana’m, ışığım, sen bu dünyaya ait olamayacak güzelliktesin. Senin güzel yüzünü ilk gördüğümde kalbinin de yüzün gibi berrak olacağını anladım ve senin ismini de kalbin gibi kutsal olmasından koydum. Sen hepimize ne kadar güçlü olunması gerektiğini öğrettin. Aldığın yaralardan ve savaşlardan hiçbir leke almadan çıktın, senin yaptığını hiçbirimiz yapamayız. Sen bir insana yakışan en önemli şeyi başardın, affetmeyi hepimize öğrettin. Ancak sen de bu güzel kalbinle herkese güvenmemen gerektiğini unutma, kalbinin yaralanmasına da bir daha izin verme.” dedi. Diana, başını salladı ve gözyaşları yanaklarından süzüldü.

Sonra Emilia’ya döndü ve gülümsedi. “Emilia’m benim güzellik tanrıçam. Senin bu yemyeşil gözlerini ve turuncu saçlarını gördüğümde senin güzellikte Afrodit’e rakip olacağını düşündüm ve ismini öyle koydum. Sen benim bu hayatta gördüğüm en güzel tablosun. Bütün Gorg manzarası adeta senin yeşil gözlerinde birikti. Sen bir insanın nasıl olgunlaşacağını gösterdin, hırslarını ve arzularını değil sevgiyi ve kendini seçtin. Büyüdün ve olgunlaştın, gerçek güzelliğinin içinde olduğunu anladın. Sev, sevil, âşık ol ama bir daha sakın bir erkek için gözyaşı dökme. Sevdiğinden ayrılabilirsin ama bir daha başkası için hayata küsme. Kimseyi kendi benliğinden ve kendinden daha çok sevme. Önce kendine değer ver, o zaman hiç kimseye ihtiyacın olmayacak. İhtiyacın olan sevgi ailende çünkü ailen seni koşulsuz şartsız seviyor. Hiçbir zaman bunu unutma.” dedi. Emilia’da yaşlı gözleriyle babasına gülümsedi.

Artemis’e döndü ve gülümsedi, “Arty’im, ay parçam. Sen benim miniğimsin. Senin ismini de güçlü ve özgür bir kadın olasın diye Artemis koydum, adınla bir ömür yaşamanı istedim. Sen benim bu hayatta gördüğüm en güçlü insansın. Görünmeyen çelikten duvarların ve özgürlükten oluşan bir kalkanın var. Sana baktıkça kendi gençliğimi görüyorum, senin gözlerinde kendi gözlerimi görüyorum. Sen ne kadar büyüsen de, özgür ve güçlü bir kız olsan da benim için hâlâ küçücüksün ve hiçbir zaman büyüdüğünü kabul etmeyeceğim. Senin gücün hepimize güç veriyor, biz hepimiz seninle gurur duyuyoruz. Güçlü ya da cesur olmak seni bu hayatta bütün tehlikelerden korur ancak şunu unutma ki insan bazen zayıf veya güçsüz de olabilir bu korkaklık ya da eziklik değildir. Bazen insanların korkuları ve yaraları olabilir, bunları kabul etmek bir insanı olduğundan daha güçlü yapar. Bunun yanında içindeki macera hevesini biliyorum ve seni çok iyi anlıyorum ancak her zaman burada seni seven ve özleyen bir ailen olduğunu sakın unutma. Yola çıkmak eve dönmenin başlangıcıdır.” dedi. Artemis’de ona sıcacık gülümsedi.

Kral Harold kızlarına sarıldı ve “Siz benim ışığım, güneşim, ayımsınız. Bu dünyadaki en değerli mücevherlerden daha değerlisiniz benim için. Size baktıkça yaşadığımı ve hayat bulduğumu hissediyorum. Hepinizden burada söz istiyorum. Hayatınız boyunca güçlü olacaksınız, kendi geleceğinizi inşa edeceksiniz. Âşık olacaksınız, seveceksiniz, sevileceksiniz ancak asla bir erkek için gözyaşı dökmeyeceksiniz. Bir erkeğe muhtaç olmadan yaşayacaksınız. Bir daha kimsenin kalbinizi kırmasına izin vermeyeceksiniz. Her zaman güçlü olmayı ve birbirinize tutunmayı öğreneceksiniz. Siz hepiniz birsiniz, biriniz olmadan diğeriniz eksik kalacak. Bu yüzden her şeyden önce birbirinize tutunacaksınız. Aile bu hayatta en önemli şeydir, ben ve anneniz belki her zaman yanınızda olamayacağız ancak kardeşler nereye giderse gitsin, ne kadar kavga ederse etsin her zaman kardeştir. Siz aynı gökyüzünün yıldızları, aynı ağacın meyvelerisiniz. Siz de her zaman birbirinize destek olacaksınız. Bana söz verin.” dedi. Kızlar birbirlerine baktılar ve “Söz.” dediler.

Kral Harold kızlarına gülümsedi, “Şunu sakın unutmayın. Siz “Kralın kızları” değilsiniz, siz kendinizsiniz. Sen Alberta’sın, sen Diana’sın, sen Emilia’sın, sen de Artemis’sin. Kimsenin sizin önünüze bir isim koymasına izin vermeyin. Ne benim, ne de eşlerinizin isimlerini önünüze koymayın. Hiçbir kadın bir erkeğin arkasında değildir. Siz de hiçbir erkeğin arkasına sığınmayın ve her zaman benim güçlü kızlarım olun.” dedi. Kral Harold, kızlarının güzel yüzlerine ve gözlerine baktı, “Sizleri çok seviyorum, güzel kızlarım benim.” dedi. Kızlar da mutlulukla babalarına sarıldı.

Daha sonra aşağıya yemek salonuna indiler ve herkes sofraya oturmuş onları beklemekteydi. Kraliçe Fiona, sitemle “Nerede kaldınız, sizi bekliyoruz?” diye sordu ancak kralın ve prenseslerin gözlerinin yaşlı olduğu görülüyordu. Sofrada, Fiona, Alberta, Alexander, Emilia, Galvin, Diana, Peter, Artemis, Morgan ve Bilge vardı. Bayan Daphe, tatlıları getirip sofraya koydu, Kral Harold, ona usulca baktı ve “Bayan Daphe, lütfen siz de oturun ve ailemiz tamamlansın.” dedi. Bayan Daphe, gözündeki mutlulukla krala baktı ve yerine oturdu. Herkes mutlu bir şekilde yemek yiyor ve sohbet ediyorlardı. Alexander, Morgan’a tavuk uzattı, Peter ve Galvin’de ormandaki güzellikler hakkında konuşmaya başlamıştı. Kraliçe Fiona’da bir yandan Alexander’ın tabağına bir yandan da Kral Harold’ın tabağına yemek koyuyordu. Alexander her ne kadar doysa da kraliçeye hayır diyemediğinden tabağındakileri yemek zorunda kalıyordu. Bayan Daphe’da, Peter’a güzel tatlılardan koyuyordu. Artemis, tabağında sevmediği sebzeleri gizlice bir Morgan’ın tabağına bir de Bilge’nin tabağına koyuyordu. Bilge onu yakaladı ve sonra da ona gülümsedi.

Kral Harold onların bu mutluluklarını görünce yüreğinin ısındığını hissetti. Daha sonra şefkatle güzeller güzeli karısına baktığında onun hâlâ ilk günkü gibi ne kadar güzel olduğunu düşündü. Onu ilk defa Thanos Krallığına gittiğinde ormanda görmüştü ve hayatında gördüğü en güzel kadın olduğunu düşünmüştü. Sapsarı saçları ve ışıl ışıl ela gözleriyle bugün de hâlâ o genç kız heyecanını taşıyordu. Kral, karısının mutlulukla parıldayan gözlerinde bütün ömrünü gördü. O gün ormanda karşılaştıklarında Fiona da ona âşık olmuştu ancak tıpkı kızları gibi inatçı olduğundan Harold’a bakıp “Ne sanıyorsun? Sana âşık olup seninle evleneceğimi mi? Çok beklersin.” demişti. Harold o günü hatırladığında sıcacık gülümsedi, gerçekten de onu çok beklemişti.

Kral onun yanında oturan Alberta ile Alexander’a baktı. Alberta’nın kendisinden daha iyi ülkeyi yönetebileceğine hiç şüphesi yoktu. Zorlanacaktı, korkacaktı bazen de pişman olacaktı, bu tüm kralların yaşadığı bir şeydi ancak her zaman ayağa kalkmayı başaracaktı. Alexander onun ruh eşi ve diğer yarısıydı. Birlikte çok mutlu olacak ve bir sürü çocuk yapacaklardı. Bu sofrada onların çocukları da oturacak, dedelerinin zamanında düşman olduğuna inanamayacak ve anne babalarının bu düşmanlığı barışa çevirdiğini öğrenip gülümseyeceklerdi.

Daha sonra gülümseyerek yanında oturan Diana ve Peter’a baktı. Diana’nın söğüt ağacı altında nasıl ağladığını ve hayatının nasıl bittiğini düşündüğünü hatırladı. Ona “Zaman her şeyi çözecek.” demişti ve gerçekten de Diana tüm yaralarını iyileştirmişti. Diana, Peter’a şefkatle ve aşkla bakıyordu, Peter’da ona değerli bir hazineye sahip olmuş gibi bakıyor ve elinden kayıp gitmesinden korkuyordu. Onlarda birlikte Vernon Şato’sunda hayat bulacak ve doğanın yüreklerinde yeşermesine izin vereceklerdi. İnsanlara ve hayvanlara yardım edip onları iyileştireceklerdi. Diana’da evlenecek ve kendisi gibi merhametli çocuklar yetiştirecekti. Bayan Daphe’ın kızların her birine nasıl ilgiyle ve sevgiyle baktığını gördü, belki de onların çocuklarını da o büyütecekti.

Alberta’nın solunda oturan Emilia ve Galvin’e baktığında ise içinin ısındığını hissetti. Emilia’nın ne kadar olgunlaştığını ve hayatı öğrendiğini görünce şaşırmadan edemiyordu. Şimdiden çok güzel resimler yapmaya başlamıştı belki de ilerde gerçek bir ressam olacaktı. Galvin’in, Emilia’ya bakarken adeta nadide bir tabloya bakıyor gibi olduğunu görünce gülümsemeden edemedi. Emilia’da gerçek aşkı bulmuştu ve hiç bırakmaya da niyeti yoktu. Belki o da birkaç yıl sonra evlenecek ve çocukları olup mutlu bir aile hayatı olacaktı.

Artemis ve Morgan’a baktığında ise onların genç ve yerinde duramaz hallerini kıskanmadan edemedi. Artemis onun yapamadığını yapacak, dünyayı dolaşıp maceralar yaşayacaktı. Evine döndüğünde anlatacak binlerce anısı olacaktı. Belki daha sonra savaşlara katılıp çok ünlü bir komutan olacak ve onun hikâyesini okuyan genç kızlara da kendisi gibi güçlü olmalarını öğretecekti. Morgan’la birbirlerini tamamlamışlar ve ikisi de yalnızlıklarına merhem olmuşlardı. Ancak ikisi de birbirinden inatçıydı bu yüzden sık sık kavga edip küsecekler ama asla birbirlerinden ayrılamayacaklardı çünkü onların kaderleri bir yazılmıştı. Kral hiç istemese de belki Artemis de büyüyüp evlenecek ve onun da bir sürü küçük Artemis’leri olacaktı ve onlara kendisi gibi savaşçı olmayı öğretecekti.

O her zaman bir kral değil bir baba olmuştu şimdi de evlatlarının hepsi yanı başındaydı ve hepsinin yüreğinde farklı bir macera vardı. Hepsinin geleceği ve kaderi birbirinden farklı ancak birbirine bağlıydı çünkü onlar birer aileydi ve aile insanın en önemli varlığıydı. İnsan nereye giderse gitsin evini sırtında taşırdı. Sevdiğinden veya arkadaşından ayrılsan da ailenden ayrılamazsın. Bu yüzden kendi ailesi de tıpkı bugünkü gibi yıllarca bu sofrada oturacak ve yine aynı mutlulukla gülümseyecekti. Aileye yeni katılanlar olacak ve onlar için de her zaman bir yer hazır olacaktı.

Dünya dönmeye devam etse de insanların yüreği aynı kalırdı. Tıpkı onların yüreğinin kalacağı gibi. Zamanı durdurmak ya da ona hükmetmek mümkün değildi, yaşamak adeta tek yönlü bir yolculuğa çıkmak ve asla geri dönüşü olmamaktı. Ancak bu yolda güzel anılar ve güzel insanlar biriktirmeli, sevmeyi ve sevilmeyi öğrenmeli, âşık olmalı, ayrılmalı, kavuşmalı, acı çekmeli, nefret etmeli, affetmeyi öğrenmeli ve bazen korkak bazen de güçlü olmak gerekirdi çünkü bunların hepsi yaşamın kendisiydi.

Kral gülümseyerek bakarken bakışları tam karşısında oturan Bilge’ye kaydı, Bilge’nin de ona aynı düşüncelerle ve mutlu bir yüzle baktığını görünce gülümsedi. Sonra aniden yemek salonun balkonundan içeriye usulca mavi bir kelebek girdi ve onlar mutlu bir şekilde konuşurlarken mavi kelebek herkesin yanından usulca geçti ve Bilge’nin yanına kondu. Kral bunu bir tek onun fark ettiğini görünce gülümsedi ve Bilge’ye hiç bakmadığı bir ilgiyle baktı. Bilge’de ona gülümseyerek bakıyordu.

Kral Harold, sevdiği bir şairin şu dizelerini hatırlayıp gülümsedi;

“eğer mavi bir kelebek görürseniz bir gün

bilin ki orada hâlâ umut vardır.”

Güneş usulca batıyordu ve kızıllığı Glenn Dağının eteklerine vurduğunda Gorg Krallığı günün bitişini seyrediyordu. Doğa ana çocuklarının üzerine örtüsünü serip onlara “İyi uykular.” diyordu. Kuşlar, ağaçlar ve insanlar usulca yataklarına giriyor ve uykularında en tatlı rüyaları görüyordu. Bazı insanlar uykusunda gülümsüyordu belki de onlarda rüyalarında usulca kanatlarını çırpan mavi kelebekleri görüyorlardı.

 

-SON-

 

Yorumlarınızı bekliyorum...

Loading...
0%