Yeni Üyelik
9.
Bölüm
@withmeral

9

 

Gorg Krallığı yeni güne uyanırken güneş tüm güzelliğiyle gökyüzünün tadını çıkarıyordu. Saray halkı pencerelerinden içeriye sızan güneş ışıklarıyla yeni günün başladığını anlayıp yataklarından kalkmak için hazırlandılar. Ancak yatağında gözleri açık sessizce uzanan Diana için diğer sabahlardan farklı bir sabahtı. Bugün günlerdir beklediği an gerçekleşecek babası ile Richard’ı tanıştıracaktı. Babasının bu genç adamı gördüğünde tıpkı kendisi gibi ona yardımcı olmak için çırpınacağını biliyordu. Günler geçmesine rağmen onu sadece birkaç kez görebilmiş, hâlâ ne kadar üzgün ve dertli olduğunu görünce ona verdiği sözü tutabilmek için elinden geleni yapmak istemişti.

 

Söğüt ağacının altında sohbet ettikleri günden birkaç gün sonra Diana at çiftliğine ziyarete gitmiş ve kendini doğanın eşsiz güzelliklerine teslim etmişti. Daha sonra hiç beklemediği bir anda Richard’ın da tesadüfen at çiftliğinde olduğunu gördü ve onunla tekrar sohbet etmek için can attı. Diana için tesadüfi Richard için planının bir parçası olan bu at çiftliği karşılaşmasında saatlerce vakit geçirip birlikte at binmişlerdi. Richard hâlâ sarayda misafir bölümünde ikamet ediyor ancak prensesleri görmesi çok zor olduğundan krallığın her yerinde Diana’yı arıyordu. Günler sonra bugün Diana’nın at çiftliğine ziyaret edeceğini bir muhafızdan zorla da olsa öğrenmiş ve planını bir adım daha ileriye taşıyabilmek için bu fırsatı değerlendirmek istemişti.

 

Bu seferki sohbetlerinde de Richard, Diana’ya yaşadığı zorlu hayatından anılarını anlatıyor ve eski şaşalı günlerini ne kadar özlediğini, o zamanlarda ne kadar mutlu olduğundan dem vuruyordu. Diana’nın bir kuş kadar olan yüreğini nasıl etkileyeceğini ve onun kalbine nasıl taht kuracağını çoktan anlamıştı. Diana ile tanışmadan önce bu işin zor olacağını ve belki yıllar süreceğini düşünmüştü ancak ona anlatıldığı gibi Diana öylesine saf ve masumdu ki onu etkilemek adeta çocuk oyuncağıydı. Richard gibi usta bir sahtekâr için Diana elbette ki kolay bir avdı ancak onun kalbini kazanmayı başarsa bile Kral Harold’ı avlamasının ve onu yalanlarına inandırmasının imkânsız olduğunu biliyordu. Yine de denemekten kimseye zarar gelmezdi sonuçta bu yolun sonunda Gorg Krallığının damadı olmak hatta belki de geleceğin Gorg Kralı olmak vardı. Bu yüzden de hedefine odaklanmış hiçbir avcı dikkatini dağıtmamalı ve tüm odağı avının üzerinde olmalıydı, işte Richard da tam olarak bunu yapıyordu.

 

Diana daha önce birçok insana yardım edip onları mutlu etmişti ancak bu defa kalbinde farklı bir şeyler hissediyordu. Bu hissi Richard’ı ilk gördüğü anda fark etmişti ancak buna ne aşk diyebilirdi ne de sevgi, onda Diana’yı etkileyen farklı bir şeyler vardı. Onunla sohbet ettikçe Diana kendini ilk defa bir erkeğin yanında özel hissetmişti. Diana’nın kalbi sevdiği tüm insanlarla dolup taşmıştı ve tanıdığı her insanı o kadar çok seviyordu ki adeta kalbinde bir yer kalmamıştı. Ancak Richard’ı tanıdıktan sonra onun kalbindeki ufacık boşluklardan yavaş yavaş içeri sızdığını ve daha önce hiç hissetmediği duyguları hissetmesine neden olduğunu fark etmişti.

 

Diana ilk okuduğu aşk romanını bugün bile hatırlıyordu. Okuduğu bu romanda aşkın ne kadar tutkulu ve imkânsız bir şey olduğunu görmüş ve kalbi bunun acısına dayanamamıştı. Birbirini seven iki insanın bu kadar acı çekmesi ya da aşkın imkânsızlığı ona sadece kitaplarda olabilecek kurgu bir hikâye gibi geliyor, böyle bir aşkı yaşamak istemiyordu. Bununla birlikte aşkın, tutkunun, hırsların ve kıskançlıkların olduğu bir ilişkinin sonsuza kadar sürmediğini de okuduğu romanlarda ve arkadaşlarından dinlediği aşk hikâyelerinden de anlamıştı. Ona göre sevgi ve bağlılık, aşk ve tutkudan daha değerliydi. İki insan birbirini sevmeye ve sonsuza kadar birbirine sadık kalmaya söz verdikten sonra onları ayırmaya imkân yoktu. Nitekim babası ve annesine baktığında onların birbirini ne kadar sevdiklerini ve birbirlerine ne kadar sadık olduklarını görüyordu. Tıpkı babası gibi merhametli, şefkatli ve sadık bir erkekle evlenmek, hayatının sonuna kadar da onun göğsüne başını koymayı istiyordu.

 

Aslında Diana insanların özlerinde iyi insan olduklarını ve başlarına kötü olaylar geldikçe kalplerinin kötüleştiğini düşünüyordu. Bu yüzden biri ona kötü davrandığında hiç üzülmez, ona gönül koymazdı ve ona yapılan bu kötü hareketin karşılığında karşısındakine güzel davranırdı. Biri ona taş atsa, başkası taşa değip takılmasın diye taşı yerden kaldırır ve ona taş atan kişiye de elinde bir demet gülle giderdi. Kimsenin bir damla gözyaşına, bir kalp kırıklığına ya da bir parça olsun üzülmesine dayanamaz ve elinden geleni kat be kat fazlasıyla yapmaya çalışırdı. Bu yüzden de saray çalışanlarının ve halkın en sevdiği prenses oydu çünkü başlarına kötü bir şey geldiklerinde onun yanına gelip yardım isterlerdi. Diana da onların derdini kendine dert edinir ve onların yüzü gülmeden kendi yüzü de gülmezdi. Diana sadece insanlara değil her şeye karşı büyük bir sevgi beslerdi. Ağaçlara, çiçeklere, kuşlara, bulutlara, yıldızlara ve dünyadaki daha nice şeye karşı hayranlığını gizleyemez, doğanın sakinliği ve güzelliğinin büyüsüne kapılır, saatlerce yeşil vadilerde dolaşmak isterdi. Çocukken bu gezilerinde bazen çok güzel kokan çiçekler bulur, hizmetçiler koparıp annesine getirmesini söylese de Diana öylesine düşünceli ve sevgi dolu bir kızdı ki o çiçekleri koparıp öldürmek istemez ve her şeyin ait olduğu yerde güzel olduğunu söylerdi. Kendisini de bu çiçekler gibi doğaya ait hisseder, rüzgârın tıpkı çiçeklerin yapraklarına yaptığı gibi kendi saçlarını okşadığını düşünürdü. Büyüdükçe de her zaman doğaya özlem duymaya devam etmiş ve ileride mutlaka doğada yaşama arzusu içinde olduğunu da hissetmişti.

 

Babası ve annesi onun bu kadar iyi kalpli ve merhametli oluşuyla çok mutlu olsalar da çoğu zaman onun için endişelenmekten de kendilerini alıkoyamıyorlardı. Çünkü çoğu zaman onun bu saf ve temiz kalbini hak etmeyen ve onu kandırmak isteyen birçok insan Diana’nın etrafına doluşurdu. Diana saf yürekliliğinden onların kötü niyetlerini anlamaz ve ne isterlerse yapmaya çalışırdı. Kral Harold, kızının iyi niyetini sömüren bu insanlara inanmasına ve onlara maddi ve manevi neyi varsa vermesine her ne kadar içten içe üzülse de Diana’nın böyle mutlu olduğunu gördüğünden ona karşı çıkamıyordu.

 

Kardeşleri de çoğu zaman onu uyarmasına rağmen Diana insanların ona yaptıkları kötülükleri de ve onu kandırmaya çalışmalarını da anlamıyordu. Alberta ve Artemis’in kendilerine ördükleri duvarları vardı ve insanlarla tanışırken genellikle bu duvarlarının arkasına saklanırlardı. Emilia ise karakteri gereği kendini herkesten üstün gördüğünden onunla konuşabilmek herkes için zordu. Ancak Diana kardeşlerinin aksine insanlara onlar istemeden bile kalbinin kapılarını açar hatta anahtarlarını da onların eline teslim ederdi bu yüzden genelde herkes Diana’ya gelip derdini anlatırdı. Diana kardeşlerini ayrı ayrı çok seviyordu ve onların birbirinden farklı karakterlerinin onları bütünleştirdiğine inanır, bir elmanın dört çekirdeği olduklarını düşünürdü. Kardeşleriyle kendini kıyasladığında onların yanında kendini çok daha savunmasız ve güçsüz görüyordu. Her birinin hayalleri, hedefleri ve gelecekte planladıkları şeyler vardı ancak Diana öyle büyük hayaller kurabilen biri değildi. Hayattan beklediği şeyler kardeşlerininki gibi zor şeyler değildi sadece evlenip eşi ve çocuklarıyla sakin ve mutlu bir hayat yaşamak istiyordu.

 

Bu yüzden de hiçbir zaman prenslerle ya da soylu erkeklerle ilgilenmemişti çünkü onların da hayatta elde etmek istedikleri gayeleri olduğunu biliyordu. Herkes olduğu konumu beğenmeyip bir üst konuma ulaşmak ve statü elde etmek istiyordu. Diana ise bu statülerden ve güç savaşlarından oldukça yorulmuştu. Çocukken hiç fark etmediği bu güç mücadelelerini büyüdükçe daha iyi anlamıştı ve bu karmaşadan olabildiğince uzak durmuştu. Baloda Richard’ı dinlerken onun sempatik tavırları ve kendine has özellikleri dikkatini çekmişti. Diğer prensler gibi ukala ya da kasıntı birinin değil tamamen sıradan bir insanın kendine has rahat ve özgür tavırlarıydı. Richard yakışıklı değildi, zengin veya çok soylu bir aileden de değildi. Ancak Diana’yı etkileyen şey, Richard’ın olmadığı biri gibi davranmamasıydı. Richard, Diana’ya diğer prenslerin yaptığı gibi üsten bakmıyor aksine gözlerinin içine bakıyordu. Her şeyden önemlisi Diana, Richard’ın yanında kendini iyi ve rahat hissediyordu.

 

Richard ona ailesinden ve yaşadıklarından bahsettiği zaman onun acılarını yüreğinde hissetmiş ve gözyaşlarına hâkim olamamıştı. Böylesine iyi kalpli bir adamın bu kadar zor bir hayat yaşaması ve buna rağmen hâlâ neşeli bir insan olması Diana’nın ilgisini çekmişti. Bu yüzden de bu kalbi kırık genç adamı eski mutlu günlerine geri döndürebilmek için elinden gelen ne varsa yapmaya çalışacaktı. Onun maddi gücünü tekrar kazanmasına ve kaybettiği geniş ailesinin yerini doldurmasına yardımcı olmak istiyordu. Bu yüzden de bugün babasına Richard’dan ve onun yaşadığı felaket olaylardan bahsedecekti, aynı zamanda da hoşlandığı bu genç adamı dünyada en çok sevdiği adamla tanıştırmak ve onun onayını da almak istiyordu. Bundan dolayı da günlerdir çok heyecanlıydı adeta içi içine sığmıyordu.

 

Öğleden sonra Richard, en güzel takımını giymiş ve güzel kokularını da sürdükten sonra sözleştikleri gibi bahçede Diana ile buluştu. Birlikte Kral Harold’ın çalışma odasına doğru gittiler, kapıdaki muhafızlar krala kızının ve misafirinin geldiklerinin haberini verdiler. Kral Harold, hiç bekletmeden onları içeri aldı çünkü Diana birkaç sefer ona Richard adındaki bu tüccardan bahsetmiş ve onun çok zor şeyler yaşadığına da değinmişti. Kral kızının saf kalbini bildiğinden yine yardıma ihtiyacı olan bir adama üzülüp ona yardım etmek istediğini anlamıştı. Ancak Kral Harold, kızının anlatımından sadece yardıma ihtiyacı olan bir genç adamdan ziyade kızının ilgisini çeken bir adamdan bahsettiğini anlamıştı ve kızının kalbine girmeyi başaran bu genç adamı oldukça merak etmişti.

 

Odaya girdiklerinde Diana ve Richard krala selam verdiler, Richard kralın karşısına çıkana kadar oldukça sakin ve rahattı. Ancak Kral Harold’ın insanın içini delip geçen gözlerini gördükten sonra elini ayağını nereye koyacağını bilememiş ve selam verdikten sonra öylece ayakta kalakalmıştı. Kral ona oturmasını söylemeseydi Richard asırlarca ayakta korkuluk gibi cansız bir şekilde dikilebilirdi. Diana, Richard’ın heyecandan kendini tanıtmayı unuttuğunu fark edince babasına Richard’ı gösterip “Babacığım, size bahsettiğim tüccar Richard Bey.” dedi. Richard kendi ismini duyunca ayağa kalkıp tekrar selam verip oturdu.

 

Kral Harold adamın bu şaşkın hareketleri karşısında ne diyeceğini bilemedi, Diana bile Richard’a anlamamış gözlerle bakıyordu. Aslında Richard’da ne yaptığının pek farkında değildi, daha önce birçok soylu insanın karşısına çıkmış ve nasıl konuşması gerektiğini de öğrenmişti. Kralın da onlardan bir farkı olmayacağını düşünmüş bütün gece odasında kralın karşısında nasıl davranacağını ve ona söyleyeceğini çalışmıştı. Ancak Kral Harold daha önce tanıştığı hiçbir insana benzemiyordu, o kadar yüce bir görüntüsü vardı ki sanki varlığı bütün odayı dolduruyordu. Richard ensesi, elleri ve bacaklarının terlediğini hissediyor ve nefes almakta da güçlük çekiyordu. Başını kaldırıp krala baktığında onun o keskin kahve gözlerini üzerinde olduğunu görünce bir an bayılacak gibi oluyor kendini zor toparlıyordu. Normal şartlarda kendisi her zaman avcı olmuş ve avlarını kolaylıkla elde etmişti ancak hayatında ilk defa kendisini başkasının avcunun içinde hissediyor ve kendisinden daha büyük bir avcı gördüğü için korkuyla karışık bir gerginlik yaşıyordu.

 

Kral Harold, her gün kral görmeye alışkın olmayan sıradan insanların ondan ne kadar korktuklarını ve karşısında titrediklerini bildiğinden bu genç adamı biraz rahatlatmak istedi. Gülerek “Evladım, senin dilin yok mu?” diye sordu. Kral Harold’ın babacan tavırları Richard’ın biraz olsun rahatlamasını sağlamıştı. Biraz sonra ellerindeki ve bacaklarındaki gerginliğin azaldığını fark ettiğinde kendine has o sinsi bakışlarının da geri geldiği görünüyordu.

 

Kral, uysal bir şekilde oturan kızına baktı ve tekrar Richard’a dönüp “Kızım senden biraz bahsetti ama ben senden de duymak isterim. Kimsin, nerelisin, ne ihtiyacın var? Anlat bakalım.” dedi yine babacan bir tavırla. Richard, sahtekârlığın tekrar damarlarında aktığını hissedince iyice rahatladı ve herkesi etkileyen o güçlü hitabet yeteneğiyle Kral Harold’ı da etkilemek için kollarını sıvadı.

 

İçinden Diana’ya anlattığı yalanları, akşam hazırladığı konuşmaları düşündü. Hikâyesinin bazı yerleri doğru bazıları yalandı ancak o kadar uzun zamandır yalan hikâyeler uydura uydura o da artık tamamen ne kadarının yalan olduğunu kestiremiyordu. Derin bir nefes alıp yalanlar üzerine inşa ettiği ve her defasında değişen hayat hikâyesini anlatmaya başladı. “Saygıdeğer Kralım, benim adım Richard, tüccarım. Buraya Clifford Krallığından geldim. Clifford’da bildiğiniz üzere denizcilik ve ticaret çok gelişmiştir. Birçok farklı malları satın alır gemilerle diğer krallıklara ve ülkelere getirirdim. Ailem Clifford’un eski yerlilerinden ve çok değerli ailelerindendi. Babam, annem, iki amcam ve kuzenlerimle aynı evde bütün bir aile yaşardık.” dedi sonra da çalıştığı rolü hatırlayıp bu kısımda gözyaşlarını silmek için mendilini çıkardı. Ancak gözlerinde yaş olmadığından dolayı mendilin her yeri kupkuru kalıyordu. Hikâyesinin bu kısmının çoğu doğru değildi, ailesi Cliffordlu değil daha güney kesimlerde yaşayan bir kabiledendi ve genellikle sahtekârlık, dolandırıcılık ve üçkâğıtçılıkta yetenekli olduklarından her gittikleri yerden kovulurlardı. Bunun yanında ticaretini yaptığı şey hırsızlardan elde ettiği değerli mücevherleri başka ülkelerde yok pahasına satmaktı ancak bunlar önemsiz detaylar olduğu için anlatmaya gerek görmemişti.

 

Richard’ın duygulandığını düşünen Diana üzgün gözlerle bir Richard’a bir de babasına baktı. Kral Harold koltuğuna yaslanmış Richard’ı dinliyordu. Etkin hitabet yeteneğinden ticaretle uğraştığını anlamak çok zor değildi ancak Kral Harold karşısında mendiliyle yaşarmayan gözlerini silen bu adamda daha şimdiden onu rahatsız eden bir şeyler olduğunu hissetmişti.

 

Richard, mendilini cebine koyup “Saygıdeğer Kralım, lütfen kusuruma bakmayın ailemi yakın bir zamanda kaybettiğim için bir anda duygulandım.” dedi ve hikâyesini anlatmaya devam etti, “Bütün hayatım çok güzel ilerliyordu, bir gün yük dolu gemilerimle denizdeyken bir fırtına koptu ve içindeki mallarım, mürettebatımla birlikte gemilerim alabora oldu. Bu felaketten, ben ve birkaç arkadaşım kurtulup bir tahta parçası üzerinde neredeyse bir hafta yaşadık. Sonra da fırtınanın dinmesiyle tahta parçası bizi kıyılara kadar getirdi.” dedi.

 

Aslında Richard’ın anlattığı bu hikâyeyi çok eskiden yaşlı bir denizciden dinlemiş ve çok hoşuna gitmişti. Bunu hikâyesi olarak benimsemiş ve ne zaman yeni biriyle tanışsa ilk anlattığı hikâye genelde bu olmuştu. Sonuçta anlata anlata artık kendi yaşamış gibi hissediyordu ve her anlattığı seferde o tahta parçası üzerinde hayatta kalmaya çalışan adamla o kadar çok empati yapmak zorunda kalıyordu ki artık o adam olduğuna hiç şüphesi kalmamıştı. Kral Harold, düzmece denizci hikâyelerine alışık olduğundan bu hikâyenin de zorlama olduğunu anlaması zor olmadı. Ancak yine de genci bozmayıp dinlemeye devam etti, hatta adam o kadar güzel anlatıyordu ki Kral Harold uykusunun geldiğini bile fark etti ve yavaşça esnedi.

 

Richard, Kral Harold’ın ona olan bakışlarından hikâyesine inandığını düşünüp anlatmaya devam etti, “Karaya vardıktan sonra yürüye yürüye Clifford’a kadar gittim. Ben denizde dalgalarla boğuşurken bir de ne olsun, bütün ailemizin yaşadığı ev neden olduğunu kimsenin anlamadığı bir şekilde alevler içinde kaldı ve bir amcam hariç bütün ailemi o yangında kaybettim.” dedi ve tekrar buruşuk mendilini çıkarıp olmayan gözyaşlarını silmeye başladı. Diana da onun bu halini görünce duygulandı ve gözyaşları göz pınarlarına birikti ancak Diana’ya anlattığında sanki yangının evde değil de bir düğün alanında çıktığını ve bu güne kadar sahip olduğu tüm akrabalarını da o yangında kaybettiğini anlatmıştı. Ancak Diana genç adamın üzüntüden karıştırmış olabileceğini düşünüp bu konu üzerinde fazla durmadı.

 

Richard, sazı tekrar eline aldı, “Daha sonra hayatta kalan tek amcama tutunup onun sevgisiyle yaralarımı sarmak isterken ve ona adeta babam gibi davranırken amcam ise beni dolandırıp geri kalan ne kadar malım ve servetim varsa elimden alıp kaçıp gitti.” dedi.

 

Aslında hikâyede anlattığı ve tamamen gerçek olan tek yer burasıydı. Gerçekten de Richard’ın amcası Drew, onun tüm mallarına ve servetine el koyup çekip gitmişti. Drew amca, sahtekârlığın ve dolandırıcılığın bilinen en büyük ustası ve son büyük temsilcilerindendi. Sadece yeğenini değil tanıdığı herkesi dolandırmıştı. Bunu yaparken de sınıfsal toplum anlayışına karşı olduğunu doğrular nitelikte hiçbir sınıf gözetmeden soylusundan köylüsüne, zengininden fakirine kadar herkesi dolandırmıştı. Ancak Richard, daha sonrasında birçok kez amcasıyla görüşmüş ve ondan dolandırıcılık ve sahtekârlık üzerine ders almıştı. Onun kadar olamasa da bu yeteneklerini kuşaktan kuşağa devam ettirecek derecede dolandırıcılığı öğrenmişti. Aynı zamanda hayatta tek sevdiği ve örnek aldığı insanda onu dolandırıp kaçan amcasından başkası değildi.

 

Richard, kendisini dinleyen Kral Harold’ı sıkmadan artık hikâyenin sonuna gelmesi gerektiğini düşünüp “Hem ailemden hem servetimden hem evimden olmuş bir şekilde sokaklarda yaşamaya başladım. Daha sonra ailemizin her ferdinde bulunan ve annemi de bundan kaybettiğim öldürücü bir hastalığın bende de bulunduğunu bir hekimden öğrendim ve aylarca bu hastalıkla mücadele ettim. Hasta ve talihsiz bir genç olduğum içinde kimse bana yardım etmek istemedi.” dedi. Aslında amcasının yanında dolandırıcılık dersleri alıp tahsilini de iyi notlarla bitirdikten sonra birçok kişiyi dolandırıp servetini yeniden inşa etmişti ancak paragöz ve doyumsuz biri olduğundan birçok defa servetini batırmış tekrar tekrar yeniden geri kazanmıştı. Bunun yanında ailesinde hastalıktan ölen en son kişi büyük büyük ninesiydi, aile olarak hayata karşı oldukça dirayetli ve güçlüydüler. Annesi de hastalıktan değil o çok küçükken attan düşüp ölmüştü.

 

Richard usta bir hikâye anlatıcısı olduğu için her hikâyenin kehanetlere bağlanınca insanları ne kadar etkilediğini bildiğinden sesini daha da gürleştirdi, “Sonunda çareyi fal bakan yaşlı bir kadında buldum, o bana kaderimin Gorg Krallığı topraklarında olduğunu ve hemen bir gemiye atlayıp Gorg’a gitmem gerektiğini, orada hayatımın kurtulacağını söyledi. Ben de bir şekilde balo için gelen davetlilerin arasına katıldım ve kaderimin yazıldığı topraklara ulaşma şerefine eriştim.” dedi ve oyun bittiğinde tiyatrocuların yaptığı gibi başıyla selam verdi.

 

Richard’a Gorg Krallığına gitmesini söyleyen fal bakan yaşlı bir kadın değil Gorg’un önemli saray adamlarından Simon’dan başkası değildi. Ona krallığı, prensesleri ve kralın erkek evladı olmadığı için tahta damadın geçmesi gerektiğini anlatmıştı. Bunu duyar duymaz kendini zorla davetliler arasına aldırmış ve yolculuk boyunca da tüm planını hazırlamıştı. Ancak plana göre avı ilk prensesti ancak Gorg Krallığına geldiğinde Alberta’nın yıllardır evlenmediğini, evlenmeyi istemediğini ve zaten de yapı gereği huysuz ve inatçı bir kız olduğu içinde evlenmesinin imkânsız olduğunu öğrenince planında değişikliğe gitmiş ve bir sonraki prensesi yani Diana’yı hedefine yerleştirmişti. Tahmin etmediği bir şekilde Diana’nın merhametli, iyi yürekli ve saf olması da planını çok kolay bir şekilde gerçekleştirecekti.

 

Kral Harold, iyice uykusu geldiğinden Richard’ı tam dinleyememişti. Kral da olsa neticede yaşlı bir adamdı ve bazen yorulunca uykusu ağır basardı. Kral kendini toparladı ve Richard’a yine ilk geldiği anda baktığı gibi bakmaya başladı. Richard kralın gözlerindeki keskinliği tekrar fark edince yine soğuk soğuk terlemeye başladı. Kral Harold, “Başına gelenlere üzüldüm evladım. Peki, benden ne istiyorsun, sana nasıl bir yardımda bulunabilirim?” diye sordu.

 

Diana, babasının da kendisi gibi genç adama yardım etmek isteyeceğini biliyordu ve gözleri mutlulukla parlayarak babasına baktı. “Aslında babacığım, Richard Bey, sizin huzurunuza çıkmak ve sizden bir şeyler talep etmek istememişti. Onu buna ben zorladım. Düşündüm ki, bu kadar kötü şeyler yaşamış bir beyefendinin sıkıntılarını biraz olsun dindirebiliriz. O zaman ben de çok mutlu olurum babacığım.” dedi.

 

Kral Harold, kızının bu adam için üzüldüğünü ve onun dertlerini kendine dert edindiğini anlamıştı. Ancak adamın anlattıklarının çoğunun doğru olduğunu düşünmediğinden ve adamın tüccar zekâsıyla insanları kolayca etkileyebileceğini bildiğinden kararsız bir şekilde kızına baktı. Kızının bu gence sıradan biri gibi bakmadığını ve ona karşı içinde bir sevgi beslediğini fark ettiğinden kızının kalbini kırmakta istemiyordu. Nasılsa kızını üzmesine ve onun kalbini kırmasına asla müsaade etmeyeceğinden sırf kızı mutlu olsun diye bu genç adama yardım edecekti.

 

Richard, Kral Harold’ın sessizliğinden faydalanıp “Kralım, eğer sizin bu iyi yürekli ve merhametli kızınız olmasa ben biçare bir şekilde krallığıma geri dönmüş ve sefil bir şekilde yaşamaya mahkûm olmuş olacaktım. Sizden bir isteğim yok, eğer o yüce gönlünüz bana neyi uygun görürse ben kabul etmeye razıyım. Yeter ki Gorg Krallığında kalayım ve kaderimin yazgısını burada değiştireyim.” dedi.

 

Kral Harold, sakalını kaşıdı, düşündü taşındı ve sonunda söze girdi. “Pekâlâ, ticaretle uğraşmayı bildiğinden seni ticari ilişkilerimizle ilgilenen Brendon’ın yanına göndereyim. Onun yanında çalışıp eski gücüne ve mesleğine yeniden kavuşabilirsin. Ancak sakın Brendon’ın sözünden çıkma, beni mahcup etme.” dedi.

 

Richard, sevinçten ne yapacağını bilemedi ve “Yüce kralım.” diyerek kralın eteklerine kapanıp öpmeye çalıştı. Kral izin vermeyince bu seferde ellerine yapışıp bildiği tüm saygı sözcüklerini ardı ardına sıralamaya başladı. Neyse ki kral eteğini de elini de Richard’dan kurtarmayı başardı ve tekrar koltuğuna oturdu.

 

Diana’nın yüzünden de ne kadar mutlu ve heyecanlı olduğu görünüyordu. Kral Harold kızının yüzündeki mutluluğu görünce Richard’ın tüm bu yılışıklıklarına müsamaha gösterdi çünkü kızını mutlu etmek için tüm bunlara katlanmaya hazırdı. Diana ve Richard huzurundan ayrıldıktan sonra Kral Harold, Brendon’a durumu uygun bir dille anlattığı bir mektup yazdı ve muhafızlarına mektubu sahibine ulaştırması için emir verdi. Kral Harold, Richard’ı bilerek onun yanında görevlendirmişti çünkü Brendon, oldukça yaşlı, huysuz ve çekilmez bir ihtiyar olduğu gibi yanındaki herkesi canından bezdirmesiyle de bilinirdi yani Richard için oldukça güzel bir deneyim olacağından hiç kuşkusu yoktu.

 

Diana, Richard’dan bile daha heyecanlı ve mutlu görünüyordu, bir insanı mutlu ettiğinde o insanlardan daha çok mutlu olurdu. Richard ise her şeyin bu kadar kolay olmasına hem seviniyor hem de şaşırıyordu. Tüccar olduğu için her adımın önünü arkasını düşünmesi gerekiyordu, şimdi bir sonraki hedefine odaklanması gerekiyordu. Diana, Richard’ın bu düşünceli halini görünce gülümseyerek “İsterseniz akşam yemeğinde bize katılın.” diye bir öneride bulundu. Çünkü annesinin ve kız kardeşlerinin de onunla tanışmasını ve Richard’ın özlediği o eski kalabalık aile sofralarına yeniden kavuşmasını istemişti. Richard’ın gözlerinde ışıklar yanıp söndü, Diana’nın onun işlerini bu kadar kolaylaştırdığını görünce kendini tutamayıp Diana’ya sımsıkı sarıldı. Sonra da yaptığı yanlışı anladı ve geri çekilip defalarca kez özür diledi. Diana yanakları al al olmuş bir şekilde onun gözlerinin içine bakıyordu.

 

Akşam yemeğinde Richard, her davetli misafir gibi Kral Harold’ın karşısına oturdu. Sofra baştan sona etlerle, tatlılarla ve şaraplarla dolu olmasına rağmen Richard her elini uzattığında kralla göz göze geldiğinden korkup önündeki sebzelerden yemek zorunda kalmıştı. Kraliçe Fiona, kızının Richard’a yardım ettiğini ve babasıyla tanıştırdığını öğrendiğinde çok mutlu oldu. Geçen sefer Richard’ı gördüğünde tanıyamadığı için kendisini suçlayıp şimdi karşısında çeşit çeşit hikâyeler anlatan ve hitabetiyle herkesi etkileyen Richard’ı tekrar çok sevmişti. Aynı zamanda Richard’ın iltifat kabiliyeti de Fiona’yı her seferinde şaşırtıyor ve kahkahalara boğduruyordu.

 

Emilia’da bu genç adamı çok sevimli bulmuş ve Diana’ya göz kırparak “Sen Alberta’dan hızlı çıktın.” dedi. Diana utanıp başını eğdi ve Richard’ın ailesi tarafından da kabul edildiğini görünce biraz olsun rahatlar gibi oldu. Alberta, Emilia’nın yaptığı imaları anlamasına rağmen ses etmedi ancak yemek boyunca gözü hep Richard’ın üstündeydi. Adam her ne kadar sempatik ve komik olsa da yine de rahatsız edici bir tarafı olduğunu hissetmişti.

 

Artemis ise Richard’ın tam yanında oturduğundan onu göz hapsine almıştı. Richard’ın her hareketine, her çatalını uzatışına, eli her bardağına gittiğinde dikkatle ona bakıyor, bir hatasını arıyordu. Gözü bu adamı hiç tutmamıştı. Diana’yı çok sevdiğinden onun üzülmesini istemiyordu, bir anda bu adamın nerden çıktığını, Diana’yı kim bilir nasıl kandırdığını düşünüyordu ve bundan sonra bu adamı yakın takibe almaya da karar vermişti.

 

Richard, Artemis’in de babası gibi gözlerinde bir keskinlik olduğunu ve insana bakarken aynı zamanda da sanki içindeki düşüncelerini okuyabildiğini fark ettiğinden ne kralın ne de Artemis’in tarafına bakamıyordu. Şans buya en sevdiği tatlılarda hep Artemis’in önünde duruyordu ancak çatalını her uzattığında Artemis’in sert bakışlarını gördüğünde çatalını geri koyuyordu. Yemeğin sonuna doğru Artemis’in belindeki keskin hançeri fark ettiğinden beri de ağzına bir şey koyduğunu gören olmamıştı. Kraliyet sofrasına oturup midesini tıka basa doldurup kalkacağını düşündüğü sofradan midesi guruldayarak kalkmak zorunda kalmıştı. Ancak yine de planının bir adım daha ilerlemiş olduğunu düşünüp boş midesini böyle avutuyordu.

 

 

-BÖLÜM SONU-

 

Yorumlarınızı bekliyorum...

Loading...
0%