Yeni Üyelik
10.
Bölüm
@withmeral

10

 

Winston o sabah, Bay Harry’e ve diğerlerine teşekkür ederek Tom’u bulmak için yanlarından ayrıldı. Bay Harry ve Gwen, orada kalmasında ısrar etseler de Winston onların bu isteğini reddetti. Burada saklanarak hiçbir şey yapmadan oturmak istemiyordu, zaten 38 yıldır hiçbir şeye karşı gelmeden yaşamıştı bundan sonra bir şeyleri değiştirmek istiyordu.

Bunun yanında, burada yemekler de su da sınırlıydı ve buradaki insanların ondan daha fazla yaşamaya ihtiyaçları olduğunu düşünüyordu bu yüzden de kendi başının çaresine bakmak istiyordu.

Bay Harry, ısrar ederek ona bir silah ve yanında getirmesi için erzak verdi, Winston onu kırmayarak kabul etti. Robert, ona şehirdeki çetelerin karargâhlarını ve yürümesi gereken güvenli yerleri haritada gösterdi. Silahı nasıl tutacağını ve nasıl ateşleyeceğini de yeniden öğretti. Winston, tüm bunlara için teşekkür etti.

Aylardır yaşadığı onca şey ve gördüğü onca kötü insandan sonra bu insanların onu hiç tanımamalarına rağmen bu denli yardım etmesi ve onun iyiliğini düşünmeleri oldukça garip hissettirmişti. Bu insanlara karşı bir minnet borcu olduğunu düşündü ancak ona verilenler karşısında verebileceği değerli hiçbir şeyi yoktu.

“Keşke, yaptığınız tüm bu iyiliklerin karşılığını verebilsem.” dedi onlara bakarak.

Bay Harry, gülümsedi, “Sen kendine iyi bak, bu bize yeter.” dedi.

Winston, herkese sarıldı ve gitmek için hazırlandı.

Bay Harry, “Willy.” dedi.

Winston, ona doğru döndü. Bay Harry, eliyle diğerlerini uzaklaştırdı, ona yalnız söyleyeceği bir şeyler vardı demek ki.

İkisi baş başa kaldığında, “Sana söylemem gereken bir şey daha var.” dedi.

“Buyurun.”

Bay Harry, sıcacık bir gülümsemeyle mavi gözlerini Winston’un kara gözlerine dikti. “Adın ve geldiğin yer hakkında söylediklerinin doğru olmadığını biliyorum.” dedi.

Winston, şaşkınlıkla “Özür dilerim, ben… Sadece…” diyebildi.

“Sorun değil, evlat. Sana kızmadım, merak etme. İnsanların gözünden yalan söyleyip söylemediğini anlayacak kadar uzun yaşadım. Eminim haklı bir gerekçen vardır.” dedi.

Sonra Winston’a biraz daha yaklaştı, “Sana hitap edebilmem için gerçek adını söyleyebilir misin?” diye sordu.

Winston, başını eğdi, “Winston, efendim.” dedi.

“Teşekkür ederim, Winston.” dedi ve sonra da “Bak Winston, dışarıdaki dünya artık eski dünya değil. Bunu sen de artık anlamışsındır, neler yaşadın, bu zamana kadar neredeydin bilmiyorum. Ve belki bu son görüşmemiz bile olabilir, bir daha birbirimizi göremeyebiliriz. Bu yıkım, ne kadar devam edecek ve sonu ne olacak inan bilmiyorum. Yardım gelmeyeceğine ve bizi kimsenin düşünmediğine eminim ama içerideki bu insanlara yaşamak için umut vermem gerekiyor. Ama ben doğrusunu biliyorum. Bu sinir krizlerinin sonucunun felaket olacağını da gördüm, belki bir gün ben de buna yakalanacağım ve öldürüleceğim.” dedi.

“Sana yiyecek ve silah verdik, bunlar seni dışarıdaki tehlikeli insanlardan ve açlıktan bir süre koruyabilir. Elbet yemeğin ve mermin bitecek, bunlar sonsuz kaynaklar değil. Birkaç ay sonra bizim stoklarımız da bitecek ve belki biz de bazı sınavlar vereceğiz. Ama sana yanında getirmen için başka bir şey vereceğim.”

“Nedir efendim?” diye sordu Winston, merakla.

“Haddim değil ama sana bir nasihat vermek istiyorum, bu yaşlı moruk ne diyecek diyebilirsin ama sana söyleyeceğim şeyi can kulağıyla dinle.”

“Tabii efendim, sizi dinliyorum.” dedi Winston, onun mavi gözlerinin içine bakarak.

“Dışarıda, çok acımasız insanlar görebilirsin Winston, artık insanlar eskisi kadar masum değil. Bu yüzden kimseye güvenme, kimseye yardım etmeye çalışma. Sana verdiğimiz yemeği bile kimseyle paylaşma çünkü dışarıda tek başınasın ve kendinden başka kimseyi düşünmemen gerekir. Kimse artık eskisi gibi değil, birine yardım ettiğinde bunun karşılığını canınla bile ödeyebilirsin. Bu yüzden senden istediğim, ne olursa olsun kendini düşün.”

“Unutma Winston, merhametsiz bir dünyada merhamet göstermek aptallıktır.”

Winston, Bay Harry’nin söylediği bu nasihati aklının bir köşesine yazdı, dışarıda neler göreceğinden ya da neler olabileceğinden habersizdi. Bu yüzden de Bay Harry’ye nasihati için sonsuz teşekkürler ederek oradan ayrıldı.

Tom’u tam olarak nerede bulabileceğini bilmiyordu, söyledikleri gibi ölmüş olması ihtimali daha yüksekti. İlk olarak, evine bakmaya karar verdi. Bu şehirde yıllardır yaşamasına rağmen, caddeleri ve sokakları o kadar iyi bilmiyordu, bu yüzden bu yıkımın içinde Tom’un evine giden yolu bulmakta güçlük çekti.

Robert’ın ona öğrettiği gibi dikkatlice gidiyor, elini silahın tetiğinden hiç çekmeden ilerliyordu. Metruk bir binanın yanından geçerken ilahiye benzer bir ses duydu, bu bir kadın sesiydi ve sesinde biraz hüzün biraz da korku vardı ancak yine de bu ses belki de Winston’un duyduğu en hüzünlü sesti.

Ne yapacağını bilemedi, kadının sesindeki hüzün yüreğini acıtmıştı. Belki yardıma ihtiyacı vardı ve belki de başına kötü bir şey gelmiştir diye düşündü. Yavaşça, sesin geldiği binaya girdi, bina terk edilmiş 3 katlı bir evdi, camları kırılmış, içerideki her şey parçalanmıştı. Ses üst katlardan geliyordu, silahını önünde tutarak merdivenleri çıkınca sesin daha da yükseldiğini duydu.

Önceden salon olduğunu düşündüğü yerde, kırılmış camların ve etrafa saçılmış eşyaların arasında yerde oturan bir kadın gördü. Kadın simsiyah saçları ve üstündeki kana bulanmış beyaz elbisesiyle gözlerini kapatmış ilahi söylüyordu. Winston, birkaç saniye kadını inceledi, belli ki başına kötü bir şey gelmiş olmalıydı, elbisesindeki kan kurumuştu ve saçları ağlamaktan ve terden ıslanmış yüzüne yapışıyordu ama bunların hiçbiri kadının umurunda değil gibi görünüyordu.

“İyi misiniz?” diye sordu bir anda çünkü belli ki kadın asırlarca onu fark etmeyecek ve ilahisini söylemeye devam edecekti. Kadın, duyduğu sesle gözünü açtı ve korkuyla Winston’a baktı. Kadının, gözleri simsiyah pıhtıyla kapanmıştı yani kördü.

“Kim var orada, yaklaşma bana!” diye bağırdı öfkeyle.

Winston, onu sakinleştirmek için, “Korkma, korkma.” dedi sonra da sanki kadın görebilirmiş gibi silahını indirdi. “Kokma, lütfen, benden sana zarar gelmez.”

Kadın, kendini duvara iyice yasladı ve ayaklarını da karnına çekti. “Git buradan, git, git, git!” Kadın, aynı sözü kendi kendine tekrar edip duruyordu.

Winston, çantasından su şişesini çıkardı ve “İstersen sana su verebilirim, bak yanına koyuyorum şimdi, korkmana gerek yok, koydum işte, hemen sağında…” dedi.

Kadın, başını gömdüğü dizlerinden kaldırdı ve eliyle yoklayarak su şişesini buldu, sonra da su şişesini büyük bir susuzlukla içti.

“Bak gördün mü, sana zarar vermeyeceğim, istersen sana yardım edebilirim. Seni güvenli bir yere götürebilirim.” dedi.

Kadın, şişeyi yere attı ve Winston’a cevap vermedi.

Winston, kadına çantasındaki yemeklerden çıkarıp yine aynı yere koydu ancak kadın bunlara elini bile sürmedi.

“Bana yardım mı etmek istiyorsun?” diye sordu, ağlamaklı bir halde.

Winston, hiç düşünmeden “Tabii, söyleyin.” dedi.

Kadın, kör gözlerinden yaşlar akarak “O zaman öldür beni, yalvarırım öldür, daha fazla dayanamıyorum artık, lütfen, yalvarırım sana.” dedi.

Winston, bu istek karşısında kalakaldı. “Bunu yapamam.” dedi.

“Lütfen, artık dayanacak gücüm yok, bu acıyla daha fazla yaşayamam.”

Winston, kadına biraz daha yaklaştı. “Yaralı mısın, istersen seni güvenli sığınağa getireyim orada yaranı pansuman ederler. Neyin var söyle?” dedi.

“Yaram kalbimde.” dedi kadın ve sanki görebilirmiş gibi başını boş pencereye döndürdü.

Winston, kadının kanlar içindeki vücuduna baktı, silahla mı vurulmuştu yoksa bıçaklanmış mıydı emin olamıyordu ve kadın korkmasın diye daha fazla da yaklaşamıyordu.

Winston, gözlerini huzursuzca odada gezdirirken bir anda gördüğü şeye şok olarak bakakaldı. Gözleri, kocaman olmuş ve zihni gördüğü bu korkunç manzarayı anlamlandırmaya çalışıyordu.

Baktığı köşede, çırılçıplak küçücük bir bebek, kafası ezilmiş bir şekilde duruyordu, kafasından öyle çok kan akmıştı ki bir insana benzer hali bile kalmamıştı.

“Bebek…” dedi Winston acıyla ve bu soracağı onlarca soruya bedeldi.

Kadın, orada olduğunu bildiği Winston’a döndü, “İşte bu yüzden öldür beni diyorum sana. Yaptığım bu şeyin ağırlığıyla yaşamak istemiyorum artık.” dedi.

Winston, korku ve şaşkınlıkla kadına baktı, “Sen mi yaptın? Neden? Bir anne nasıl kendi bebeğini öldürebilir?” diye sordu suçlayıcı ifadeyle.

Kadın, hıçkırarak ağlamaya başladı. “Bilmiyorum…Bilmiyorum, nasıl yaptım bilmiyorum. Her şey bir anda oldu, hamileydim ve birkaç gün önce körlerin elinden kaçtım, sonra doğum yapacağımı anladım ve buraya sığınmıştım. Öyle korkunçtu ki, nasıl yapılacağını bile bilmiyordum ama o bir şekilde içimden çıktı. Ben ne olduğunu bile anlamadım, onu görmüyordum sadece sesini…Ahh, o bitmek bilmeyen ağlayışlarını duyuyordum… Öyle bir ağlıyordu ki, biri onu boğazlıyor sanırsın… Susması için her şeyi yaptım, inan ki, ama susmadı… Ne yaptıysam susmadı… Sonra, sonra ne oldu bilmiyorum sadece susmasını istemiştim… Kendime geldiğimde onun sesini bir daha duymadım…”

Winston, duyduğu bu şeyin vahşiliğini kabul edemez bir biçimde geriye doğru adım attı. “Hayır.” dedi kendi kendine. “Hayır, insanlar bu kadar vahşileşmiş olamaz.”

“Şimdi sana yalvarıyorum, zaten daha fazla yaşayamam, çok kan kaybettim. Ancak Tanrı, canımı almıyor. Yaşamaya devam ettikçe, yaptığım bu şeyin korkunçluğunu düşündükçe acı çekiyorum. Sanki binlerce kez etim parçalanıyor ama ölmüyorum. Yalvarırım bitir bu azabı, öldür beni, o zaman bana büyük bir iyilik yaparsın.” dedi kadın yalvararak.

Winston, kadına ne diyeceğini bilemedi, gördüğü manzara ve duyduğu şeyler onu öylesine dehşete düşürmüştü ki, mantıklı şeyler düşünemiyordu. Tek yapabildiği, arkasına bile bakmadan oradan çıkmak oldu. Çünkü orada, zihni düşünemeyecek bir haldeydi. Evin avlusunda duruyordu, kadını oradan çıkarmasına imkân yoktu, onu sığınağa da getiremezdi, belli ki sinir krizleri yeniden nüksedecekti ve onu öldürürlerdi ama bırakıp da gidemiyordu.

“Güm.”

Ses duymasıyla arkasına baktığında, kadının evin avlusunun beton zemine çakılmış bir halde olduğunu gördü. Kendini boş pencerelerin birinden atmış olmalıydı. Kanlar içindeki beyaz elbisesiyle yerde öylece yatıyordu.

Winston, arkasına bile bakmadan koşarak uzaklaştı. Bay Harry’nin söylediği şeyi düşündü, “İnsanlar artık o kadar masum değil.” demişti, gerçekten de haklıydı. Bir anne bile bu hale geldiyse dünya da masum bir insan kalmamış olmalıydı.

Yağmur hafifçe yağmaya başlamıştı ve yağmurda yürümek, Winston’a iyi gelmişti sanki Tanrı bu şehirdeki pisliği temizliyormuş gibi hissetmişti. Saçlarından şakaklarına akan yağmur damlalarını fark etmeden cadde boyunca ilerledi.

Tom’un caddesine gelmişti, burada da yıkılan evler vardı ancak Tom’un binası sağlam görünüyordu. Onun dairesine gitti ancak dairenin kapısı ardına kadar açıktı. İçeriye göz attığında, eşyaların dağıldığını ve dolapların boşaltıldığını gördü sadece koltuğun üstünde oyuncak bir ayı fark etti.

Daireden çıktığında üst katlardan insan sesleri duyduğunu sandı ve neler olduğuna bakmak için yukarı çıktı. Bir daireden yoğun konuşma sesleri geliyordu, içeride sanki 2-3 kişi kavga ediyor gibi geldi ona. Dairenin kapısına kadar geldi ve kapı yarıya açıktı. Kapıyı ittirdi ve karşısında yarı çıplak bir halde yerde oturan Tom’u gördü. 1-2 saniye emin olamadı ancak karşısında delirmiş gibi bir halde duran bu adam Tom’du.

“Tom.” dedi eski arkadaşını özlemle anarak.

Tom, kendi ismini belki de uzun zaman sonra ilk defa duyan biri gibi Winston’a şaşkınlıkla baktı. “Winston.” diyerek koşup boynuna atıldı ve ona sıkıca sarıldı. Winston’da bu sarılmaya karşılık verdi.

Tom’un gözlerinin ikisi de kötü bir halde görünüyordu. Yüzü çökmüş, ağlamaktan ve uykusuzluktan gözaltları mosmor olmuştu, saçı sakalı tanınmaz bir haldeydi.

“İyi misin?” diye sordu Winston, ancak Tom iyi görünmüyordu.

“Aç mısın, çantamda yemek var.” dedi. Tom, “Evet.” anlamında başını salladı.

Çantasından yemek ve su çıkarıp Tom’a uzattı ve Tom, büyük bir açlıkla her şeyi yedi. O sessizce yemeğini yerken Winston, koltukta oturmuş ona bakıyordu.

“Burası neresi Tom, neden kendi evinde değilsin, Jessica nerde?” diye sordu.

Tom, biraz kendine gelebilmişti, “Evimizi bastılar, Jessica’yı da alıp götürdüler, ben de korktum buraya saklandım.” dedi.

“Kim yaptı bunu?” diye sordu Winston.

“Silahlı adamlar. Herkesi öldürdüler, bazı insanları da alıp götürdüler işte.” dedi Tom.

“Peki, Diana, o nerde? Öğrendiğim kadarıyla Çocuk Bakım Evi’ni de basmışlar.” dedi Winston.

Tom, bunu duyunca ağlamaya başladı. “Diana’m, öldü mü yoksa?”

“Bilmiyorum, belki başka bir yerde saklanıyordur. Sen kendine gel, birlikte onu aramaya gideriz.” dedi Winston ve bu güven veren hali Tom’u susturmaya yetmişti.

Winston, dairede gezindi, yatak odasından Tom’a birkaç kıyafet buldu ve giyinmesine yardım etti.

Onu giydirirken Tom, Winston’ın silahına baktı, “Nereden buldun bunu Winston?” diye sordu.

“Anlatacağım ama önce üstünü giyin.”

Birkaç saat boyunca, Winston ve Tom birlikte oturdular. Tom, belki haftalardır ilk defa bir insanla konuşuyormuş gibiydi, sık sık konuşurken duygu durumu değişiyor, bazen ağlamaklı oluyordu. Hatta bir ara Jessica’nın intikamını almaktan falan da söz etmişti.

Winston, her şeyi ona anlattı, ilk kurbanın o olmasını, karantina da yaşadıklarını, daha sonra patlamayı, sığınakta tanıştığı insanları ve bu hastalık hakkında öğrendiği her şeyi. Ve onu sığınağa getirmeye ikna etti. Ancak dışarıdaki yağmur iyice bastırmıştı ve birazdan hava kararacaktı bu yüzden de bu geceyi burada geçirmeleri daha doğru olurdu.

Tom, yerde oturmaya devam ediyordu. Winston, koltuklardan birini kapıya dayadı ve güvende olduklarını düşündü. Biraz daha sohbet ettikten sonra Tom, uykusunun geldiğini söyleyerek içerideki odalardan birine yatmaya gitti.

Winston’da pencereden dışarıyı seyretmeye koyuldu. Yağmur damlalarının pencereden aşağıya süzülüşlerini izliyor bir yandan da yarın için kafasında planlar kuruyordu. Tom’u Tiyatro Salonu’na getirecek ve sonra Diana’yı bulacaktı.

Gözleri yavaşça kapanmaya başladı, dün gece sabaha kadar nöbet tutuğu için uykusuz kalmıştı ve epey yorgun hissediyordu. Elinde tuttuğu silahı yere bıraktı ve pencerenin önünde kıvrılıp uyudu.

Alnına değen soğuk cismi hissettiğinde gözlerini açtı, sabahın ilk ışıkları pencereden içeriye sızıyordu ve Winston, silahı alnına dayayan Tom’un nefretle bakan gözlerini çok net görebiliyordu.

“Tom, ne yapıyorsun?” dedi korkuyla ve yerinde doğrulmaya çalıştı.

Tom cevap vermedi ve Winston’a en büyük düşmanıymış gibi nefretle bakmaya devam etti.

“Tom, indir şu silahı, bak anlıyorum kendinde değilsin, öfke nöbetinin etkisi bu ama geçecek, birlikte güvenli sığınağa gideceğiz.” dedi, sesinin güvenilir bir tonda çıkmasına dikkat ederek.

Ancak Tom, onun dediklerini duymuyor gibiydi, aklında başka şeyler vardı. “Köpek gibi önümde diz çök Winston.” dedi, sonra da Winston’a bir tekme attı.

Winston, ona zarar vermek istemiyordu. Bu sinir krizlerinin sonucunun felaket olduğunu defalarca kez görmüştü. Onu sakinleştirmek ve bir şeyler düşünebilmek için dediğini yaptı. Tom, sanki ruhunu başka biri ele geçirmiş gibi davranıyordu, ses tonu bile değişmiş acımasız bir caniye dönüşmüştü.

Winston, önünde eğilmişti, Tom zevkle gülümsedi “Şimdi de ayakkabılarımı öp Winston Parker.” dedi. Winston bunu da yaptı.

Tom, iyice zevkten kahkahalar atıyordu, şu anda onun hissettiği duyguları anlayabilecek tek kişi bir kral olabilirdi. “Şimdi de bağışlanman için bana yalvar.” diye bağırdı.

Winston, Tom’un gittikçe daha da kötüleştiğini fark ediyordu, Jasper’ın yüzünde gördüğü aynı şeytani gülümsemeyi görmüştü. “Yalvarırım, indir şu silahı, oturup konuşalım.” dedi.

Tom, ise onu dinlemiyordu. “Seni öldüreceğim Winston. Neden bilmiyorum ama sana karşı müthiş bir öfke var içimde ve senin şu iğrenç gözlerini gördükçe bana kendimi suçlu hissettiriyorsun.”

Tom, tetiği çekmek için hamle yaptığında Winston, “Diana.” dedi. Ve bu, Tom’un tetikteki elini durdurmaya yetti. Kafası karışmış bir şekilde Winston’a baktı.

Winston, bunun Tom’un kalbine giden bir anahtar olduğunu anladı. “Tom, Diana’yı unuttun mu, şirin tatlı kızını. Onu ne kadar çok seviyordun hatırlasana. Birlikte onu aramaya gideceğiz, seninle.” dedi.

Bu sözler Tom’un kafasını karıştırıyordu ve içindeki canavarla gerçek Tom arasında büyük bir savaş dönüyordu.

“Diana mı?” dedi fısıltıyla karışık.

“Evet, Tom. Diana’yı birlikte bulacağız. Eminim ki yaşıyor ve bir yerlerde babasının gelip onu kurtarmasını bekliyor. Birlikte sığınağa gideriz, orada Diana’yı bulmamıza yardım edecek insanlar tanıyorum.” dedi.

Tom’un öfkeli kalbi dinmeye başlamıştı ancak içindeki canavar buna engel olmaya çalışıyordu. Winston’un söyledikleri ona mantıklı geliyordu ama içindeki öfke mantık falan dinlemek istemiyordu. Geriye doğru bir iki adım attı, zihnini ele geçiren düşüncelerden kurtulmak ister gibi boşta kalan elini kafasına götürdü, ne hissedeceğini bilmiyordu.

Winston, Tom’un dikkatinin dağıldığını fark ettiğinde Tom’un eline atıldı ve silahı elinden almak istedi. Tom silahı sıkı sıkıya tutuyordu, ikisi de silahı ortalarında tutarak var güçleriyle boğuşmaya başladılar. Ve o sırada, silahtan gelen patlama sesiyle ikisi de yere düştü.

Winston, sol göğsünden kanlar akan Tom’a bakıyordu ve “Özür dilerim, Tom.” diyebildi. Birden ağlamaya başladı, “Tom, böyle olsun istemedim, affet beni, lütfen.” dedi.

Tom’un yüzündeki o şeytani ifade gitmiş, eski arkadaşça hali geri gelmişti. Winston, bulabildiği bir kumaş parçasını Tom’un yarasına bastırdı ve “Merak etme, iyileşeceksin, tamam mı? Bir çaresini bulacağım.” dedi.

Tom, Winston’a şefkatle bakıyordu, “Winston,” dedi fısıltıyla karışık. “Kendini suçlama, senin bir suçun yok hem eğer sen beni öldürmeseydin ben seni öldürürdüm. Ve emin ol benim ki, kazara olmazdı.”

Winston, ağlamaya devam ediyor ve kanı durdurmaya çalışıyordu.

“Uğraşma Winston, kurtulmamın imkânı yok, öleceğimi biliyorum. Bu odada haftalardır ölmeyi bekliyordum ve sen sonunda bana beklediğim ölümü verdin. Biraz daha cesaretli bir insan olsaydım, kendimi öldürürdüm ama bunu ne kadar denediysem de başaramadım.”

“Tom, hayır, söz veriyorum, kurtaracağım seni. Biraz daha dayan.”

“Winston.” dedi Tom ve kalbinin üzerinde bastırdığı elini yakaladı, “Winston, sana kızgın değilim, senden tek bir şey istiyorum, o da Diana’yı bul. Lütfen Winston, benim küçük kızımı bul, eğer hâlâ yaşıyorsa mutlaka benim onu bulmamı bekliyordur. Onu bulduğunda babasının onu çok sevdiğini, asla bırakmak istemediğini ve onu çok uzaklardan izleyeceğimi söyle.”

“Tom.” dedi Winston yalvarır gibi bir sesle.

“Winston, o benim canımdı ama ben onu koruyamadım, burada günlerdir bir korkak gibi bekledim. Ama sen onu koru. Onu benim sevdiğim kadar çok sev ve ona iyi bir baba ol Winston. Eğer seni affetmemi istiyorsan bana söz ver, onu bulacağına ve bir daha hiç bırakmayacağına söz ver Winston.”

Winston, ağlayarak çaresizce “Söz.” dedi.

Tom’un gözyaşları gözlerinden süzülürken yüzünde bir gülümseme belirdi “Teşekkür ederim.” dedi ve az sonra yaşamın tüm sıcaklığı bedeninden uçup gitti.

Winston, Tom’un buz gibi olmuş vücudunda canlılık aradı ancak Tom, ölmüştü. Ve arkadaşının ölümüne o sebep olmuştu, bu vicdan azabı onun yüreğini öyle yaralıyordu ki. Buraya onu kurtarmak için gelmişti oysa şimdi Tom ölmüştü.

Saatlerce orada öylece oturdu. Tüm bu olanları, yaşananları ve arkadaşını kendi elleriyle öldürmek zorunda kalmasını düşündü. Tüm bu şeyler Başkan G’nin ilaçları yüzündendi, o aptal projeleri insanların sonunu getirmişti. Winston’ın yüreğinde daha önce hissetmediği türden bir nefret belirdi. Her şeyin sorumlusu olan Başkan G’ydi ve onu delicesine bir istekle öldürmek istiyordu. Belki de, onu öldürmek tüm insanların intikamını almaktı.

Binadan çıktığında, dün geceki şiddetli yağmur yüzünden her yeri su basmıştı. Çantasını önüne aldı çünkü binadan çıkmadan önce içine oldukça değerli bir şey koymuştu ve sahibine ulaştırana kadar zarar görmesini istemiyordu. Bulduğu bir markete hiç düşünmeden girdi, bulabildiği birkaç şeyi çantasına attı.

Şehrin güneyinde devlet adamlarının toplantılarını yaptıkları Büyük Saray denilen bir devlet binası vardı. Başkan G’yi hayatında hiç görmediği için onun nerede yaşadığını veya nerede olabileceğini bilmiyordu bu yüzden ona en mantıklı yer devlet binasına gitmek gibi geldi. Binayı bulduğunda, onu dikkatlice izleyebileceği bir yere konumlandı. Bina, neredeyse yıkılmaya yüz tutmuş ve camları kırılmıştı, buraya da girilmiş olduğu anlaşılıyordu. İçeride birilerinin olması imkânsızdı.

Birkaç dakikada bekledi ve kapıda bir hareketlilik aradı. Biraz zaman sonra, siyah bir araba binanın önüne girdi. Winston, merakla beklemeye başladı, 5-10 dakika boyunca hiçbir şey olmadı.

Ansızın Winston, binanın kırılmış kapılarının ardında elinde dosyalar tutan Laura’yı gördüğünde şaşkınlıkla bakakaldı. Demek ki, Laura ölmemişti ancak bu binada ne işi vardı? Winston, şaşkınlıkla bakmaya devam etti. Belki de gerçekten Laura, sandığı kadar masum biri değildi.

Laura arabaya bindi ve araba sokak boyunca ilerledi. Winston’un içinden bir his, onu Başkan G’ye getirecek olan kişinin Laura olduğunu söylüyordu. Ancak burada oturmaya devam edemezdi, ara sokaklardan koşabildiği hızla arabayı uzaktan takip etti. Şanslıydı ki, araba yollarda engeller olduğu için çok hızlı gidemiyor, ara sıra durmak zorunda kalıyordu. Aralarında epey bir mesafe vardı ama artık burası hayalet şehir olduğu için hareket eden tek nesne arabaydı ve gözden kaybetse de yeniden bulabiliyordu.

Winston, binaların birinin önünde bir bisiklet buldu. Araba orman yoluna girince Winston, aralarında mesafe bırakarak onları takip etmeye devam etti. Ağaçların arasında kocaman bir malikânenin önünde araç durdu. Malikânenin etrafındaki ağaçlar o kadar sıktı ki, buradan yolu geçen biri dikkatli baksa bile zor seçebilirdi.

Winston, bir yerde saklanıp Laura’nın arabadan inip malikâneye girmesini bekledi. Burası bir tek, Başkan G’nin olabilirdi çünkü bu ülkede ondan daha zengin biri olamazdı. İnsanlar, sığınaklarda hastalıkla, açlıkla mücadele ederken onlar burada bu lüks içinde hayatlarını yaşıyordu.

Malikânenin arkasından içeriye girmenin bir yolunu buldu. Ne dışarıda ne de içeride çok fazla insan yoktu. Kimseye görünmeden evin içinde dolaşmaya başladı, odalara girip çıktı ancak etrafta kimsecikler yoktu.

Üst katta kitaplarla dolu bir odaya girdi, kocaman odanın ortasında bir masa, etrafında sandalyeler ve odayı baştanbaşa saran bir kitaplık vardı. Masanın üzerinde, Büyük Şehir’in ahşaptan yapılmış bir maketini gördü ancak şimdi bu şehirden geriye hiçbir şey kalmamıştı.

Maketin yanında el yazısıyla yazılmış ismi fark etti ancak karışık el yazısını okumaya çalışırken ensesinde silahın soğukluğunu hissettiğinde hareketsizce olduğu yerde kaldı.

 

-BÖLÜM SONU-

Yorumlarınızı bekliyorum...

 

Loading...
0%