Yeni Üyelik
4.
Bölüm
@withmeral

4

Gözlerini araladığında bembeyaz tavanı seçebilmişti ancak bu tavan her sabah uyandığında gördüğü odasının tavanı değildi. Doğrulmaya çalıştı ancak koluna bağlanan serum kalkmasını zorlaştırmıştı. “Neredeyim ben?” diye sordu kendi kendine.

Kuş gözü izin verdiği ölçüde odayı inceledi, bembeyaz duvarların olduğu bir hastane odasıydı burası. Yani Winston, öyle olduğunu düşünüyordu. Perdesi çekilmiş pencerenin arasından gri gökyüzünü seçebilmişti. Odaya hâkim olan beyaz renk öylesine güçlüydü ki, Winston gözlerinin yaşardığını hissetti. Gözünü çevirip yanındaki komodini karıştırmaya çalıştı ancak telefonunu ya da başka bir eşyasını bulamadı.

Serumuna baktı, yavaş yavaş akan serum dışında odada hareketlilikten eser yoktu. Kapının üzerindeki duvara iliştirilmiş küçük bir kamera fark ettiğinde korkarak geriye yaslandı, birilerinin onu izlediği endişesiyle nefes almaya bile çekindi. Ayaklarından yukarıya doğru yeniden üşüdüğünü hissetmeye başlamıştı, üstündeki beyaz örtüyü boğazına kadar çekti.

Düşünmek için zihnini toplaması gerekiyordu. En son hatırladığı şey Laura’nın eve gelmesi ve onunla konuşmasıydı. Sonrasını ise net hatırlayamıyordu. Buraya nasıl gelmişti ve kaç saattir burada yatıyordu bilmiyordu. Daha önce birkaç defa revirde kalmıştı ancak böyle bir hastanede hiç yatmamıştı.

Winston, kameranın varlığını görmezden gelmeye çalışarak uyumaya çalıştı. Biraz sonra beyaz önlüklü bir kadın ve bir erkek olmak üzere iki doktor yanına geldi. Winston, bu insanların kim olduğunu bilmiyordu ancak doktor olduklarını varsayıyordu.

Sonunda birilerine neler olup bittiğini sormak istiyordu. Kadın Doktor, Winston’un serumunu kontrol etti ve seruma bir şeyler enjekte etti. Erkek olanı ise, ayakucundaki masanın üzerinde kâğıtlara bir şeyler karaladı ve kendi elindeki dosyaya notlar aldı. Winston, küçük bir çocuk gibi sessizce onları izliyordu.

“Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?” diye sordu adam kayıtsızca.

“Daha iyiyim. Neresi burası? Hangi hastane?” diye sordu Winston.

Adam, onu duymamış gibi davrandı. “Değerleri normal. Bir de pıhtıya bakalım.” dedi serumla işi biten kadına.

Kadın, Winston’un pıhtıyla kaplı gözüne ışık tuttu, evirip çevirdi. Diğer gözüne de aynı işlemi yaptı. Sonra da adama dönüp “Bir ilerleme ya da gerileme yok.” dedi.

“Başka bir yan etki hissediyor musunuz?” diye sordu adam önündeki dosyadan başını kaldırmadan.

Tüm bu kayıtsızlıklara bozulsa da “Hayır.” dedi Winston.

Daha sonra ikisi de geldikleri gibi gittiler. Winston, tekrar yerine yattı. Beyni her şeyin normal ve güvende olduğunu söylüyordu; ancak içinde bir his bir şeylerin ters gittiğinde diretiyordu. Görebildiği sol gözüyle boş tavanı seyretmek dışında yapabileceği hiçbir şey yoktu. Yavaş yavaş o gözünün de kapanmaya başladığını ve yine uykusunun geldiğini hissetti. Anlaşılan serumuna enjekte edilen şey her neyse onu uyutuyor ve sersemletiyordu.

Uzun zaman sonra, kulağına gelen konuşma sesleriyle sol gözünü hafif araladı ve başında birkaç kişinin olduğunu gördü. Yüzlerini tam olarak seçebilmesi için kafasını döndürmesi gerekiyordu ancak bedeni bunu yapamayacak kadar halsizdi.

Ayak sesleri ve odadaki uğultu kesildiğinde, dışarı çıktıklarını anlamıştı. Titrediğini hissetti yoksa yatak mı sallanıyordu, bilemedi. Yeniden üşüyordu, bir çocuk gibi olduğu yerde kıvrıldı.

"Winston, uyan." dedi tanıdık bir ses.

Winston, hızlıca gözünü açtı ve kim olduğunu görmek için yatakta doğrulunca karşısında Laura'yı gördü.

"İyi misin? Kendine geldin mi?" diye sordu Laura.

Winston, Laura’yı görünce ne hissedeceğini bilemedi. Annesini gören küçük bir çocuk gibi sevinçle ağlamak istedi. Ona yabancı gelen tüm bu şeylerin ortasında bir tek ona güveniyordu. En azından ona güvenmek, her şeyi daha da katlanılabilir yapıyordu.

Kuş gibi başını çevirip Laura ile göz göze gelmeye çalıştı. “İyiyim.” dedi sesindeki kırgınlığını bastırmaya çalışarak.

Gerçekten de serumlar, ona iyi gelmişti. Laura’da diğerlerinin yaptığı gibi dosyalara bir şeyler karalıyordu. Winston, Laura’nın yıllardır laboratuvarda çalıştığını biliyordu ancak daha önce ona hiç işiyle alakalı sorular sormamıştı. Laura, bazen laf arasında bir şeyler anlatıyordu ama bunlar Winston’un ilgisini hiç çekmemişti.

“Laura, neler oluyor? Artık biri bana da anlatabilir mi? Neresi burası? Buraya nasıl geldim?” diye kelimeleri yutarak hızlıca konuştu.

Laura, Winston’un sesindeki kızgınlığı fark etmiş olacak ki başını gömdüğü dosyalardan kaldırıp yüzüne baktı.

“İlaçların yarattığı komplikasyon bu ama merak etme çözmeye çalışıyoruz. Sen kendini yorma, dinlenmeye çalış.” dedi.

Sonra da, Winston’un gözlerine ışık tutu ve pıhtıyı inceledi. “Kendinde hissettiğin farklı bir şeyler var mı?” diye sordu.

Winston, hareketsizce durdu ve Laura’nın cevaplamaktan özenle kaçındığı soruyu yeniden sordu: “Neresi burası?”

“Burası, Büyük Merkez.” dedi Laura, önemsiz bir konudan bahsediyormuş gibi.

“Nasıl yani, hastane değil mi burası, Büyük Merkez de ne demek?” diye sordu öfkeyle ancak bir anda öksürmeye başladı.

“Kendini yorma Winston, yakında her şeyi öğreneceksin. Başka bir şey hissettiğinde seni kontrole gelen arkadaşlara bildir.” dedi ve Winston öksürüğüyle baş etmeye çalışırken çıkıp gitti.

Winston, yatağa uzandı. İşte şimdi, tüm bu olanların normal olmadığını kabul etmeye başlamıştı. Belki de en başından beri Laura’ya bile güvenmemesi gerekiyordu. Neden onu hastane değil de merkeze getirmişlerdi? Doktor sandığı bu insanlarda kimdi?

Laura'nın gidişinden sonra her saat başı odaya Winston'un doktor olduğunu düşündüğü beyaz önlüklü birtakım insanlar gelip gitti, serumlara iğneyle bir şey enjekte edip, gözündeki pıhtının büyüklüğünü kontrol ettiler ve Winston'a aynı soruları sorup durdular.

Winston, gittikçe güvenini kaybetmeye başlamıştı. Ona sorulan sorulara gelişigüzel cevaplar veriyor ve hissettiği şeyleri tam olarak söylemiyordu. Diğerlerinden daha cana yakın duran genç bir doktora, kaç saattir burada olduğunu sordu. Adam, neredeyse 8-9 saat olduğunu söyledi. Başka şeylerde sormak istedi ancak adam kameranın varlığını hatırlayınca sessizliğe bürünmüştü.

Buradan çıkmak ve evine gitmek istiyordu artık kör olmakta umurunda değildi. Ancak eve nasıl gidebileceğini bilmiyordu.

Gözlerini kapatıp sinirle soludu. Bunca insanın arasında bu yan etki neden onu bulmuştu. Çocukken de herkes koşup oynarken, o yaz kış demeden hasta olurdu ve oynayan çocukları pencereden izlemek zorunda kalırdı.

Herkes hayatına kaldığı yerden devam ederken o ise burada yatıp hiç bilmediği bir hastalıkla mücadele etmek zorundaydı. Telefonu da yoktu, belki Tom onu arayabilir veya merak edebilirdi. Bu söylediğine kendisi bile inanmamıştı, onu arayacak veya merak edecek kimse yoktu. Daha masasında bitirmesi gereken onca evrak ve belge duruyordu. Oysa burada daha ne kadar kalacaktı, eve ya da işe gidebilecek miydi?

“Ahhh.” diye bir çığlık duymasıyla yatağında korkuyla doğruldu. Koridordan bir adamın bağrışları ve inleyişleri duyuluyordu. Bir sürü ayak sesi koridoru doldurmuştu ve bir hareketlilik olduğu belliydi.

“Bırakın, beni sizi aptal herifler, bırakın yoksa hepinizi öldürürüm.” diye bağırıyordu güçlü bir erkek sesi.

Winston, kamerayı görmezden gelerek ayağa kalkmaya çalıştı ve serumunu da çekiştirerek, kuş gözüyle yan yan yürüyüp kapıya geldi. Büyük bir yavaşlıkla kapıyı araladı, çaprazında bir odanın ışığının yandığını ve içeriye doktor önlüklü insanların girip çıktığını gördü. İçerideki erkek hasta durmadan bağırıyor ve Winston’un daha önce duymadığı küfürleri sıralıyordu.

Winston, korkarak kapıyı kapattı, gözünün izin verdiği ölçüde bir hızla serumunu yerleştirip yatağa uzandı. Kamerada onu izleyen insanlar olduğunu düşünse de o yöne bakmamaya gayret ederek koridordaki sesleri dinlemeye çalıştı.

İşte şimdi ne hissetmesi gerektiğini bilmiyordu. Demek ki, onun gibi yan etkiye yakalanan başka biri daha vardı veya birileri. Bu bilgiye sevinse mi yoksa üzülse mi bilemiyordu. Başka birilerinin olması içten içe ona yalnız olmadığını hissettirse de bir yandan da bunun tedavi edilmez bir hastalık olabileceğini düşününce de korkmaya başlamıştı.

Ayrıca neden hastane değil de bu laboratuvar merkezinde onları tedavi etmeye çalıştıklarını da anlayamıyordu. Diğer insanların bu yan etkilerden haberi var mıydı? Kaç kişi yakalanmıştı bu hastalığa? Belki de tüm hastaneler dolup taşmıştı ve yer kalmadığı için onları buraya getirmişlerdi. Bu sorulara cevap alabilecek kimse yoktu. Bu insanlar söz birliği etmişçesine kayıtsız ve ruhsuzdu.

Koridordaki ayak sesleri ve bağrışmalar kesilmişti. Hastaya muhtemelen bir sakinleştirici yapmışlar ve onu da Winston’a yaptıkları gibi uyutuyorlardı. En son sorduğunda genç adam, ona 8-9 saat geçti demişti, peki onun üzerinden ne kadar zaman geçmişti tahmin edemiyordu. Zihni bu beyaz hücrede iyice karışmaya başlamıştı.

Sırtüstü uzandı, içinde bir şeyler olduğunu hissediyordu. Problem sadece gözünde değildi bunu biliyordu. Başka bir şeyler vardı, her ne oluyorsa vücudu buna karşı direniyor ve savaş veriyordu ama bu hissettiği ağrıyı daha önce deneyimlediği hiçbir şeyle eşleştiremiyordu.

Sanki damarlarında sinsice bir şey dolaşıyordu. Bu şeyin tüm vücudunu dolaşıp kalbine gittiğini hissediyordu. Bunun yanında üzerinden bir ağrılığın kalktığını ve yıllardır olan bir yorgunluğun izlerinin silinip gittiğini fark ediyordu. Bir boşluk vardı içinde ve bu boşluğun ağırlığını tüm vücudunda hissediyordu.

Bu hislerini, onlara söylemeliydi emin değildi çünkü artık bu beyaz önlüklü insanlara güvenini kaybetmişti; özellikle de Laura’ya. Her ne kadar, birbirlerine karşı duygusal bağları olmasa da, birlikte uyandıkları sabahları düşününce Laura’nın ona böyle kayıtsız davranmasını hazmedemiyordu. Ona bir denek faresi gibi bakıyordu, sadece değerleriyle ilgileniyor, yeni oluşan bir komplikasyon olursa gözleri parıldıyordu. Onun dışında diğerlerinin yaptığı gibi ruhsuz ve kayıtsız bakıyordu.

Winston, kalbinde hissettiği ağrıyı biraz olsun dindirmek için gözlerini kapatıp uyumaya çalıştı. Sürekli dalıp dalıp uyanıyor ve gördüğü kâbusların etkisiyle kendini kötü hissediyordu. Sonunda yorgunluktan gözleri kapandı ve derin bir uykuya daldı.

Bir kadın çığlığıyla gözlerini açtı. Korkuyla yerinde sıçradı, zihni bu sesin rüya mı yoksa gerçek mi olduğunu anlamaya çalışıyordu. Koridorda yeniden ayak sesleri duyulmaya başlamıştı. Kadın sesi şimdi çok daha yakından geliyordu ancak ses boğuk boğuktu; ne dediği anlaşılmıyordu. Anlaşılmaz sözleri arasında sadece “Kör oldum.” dediğini duyabilmişti.

Winston, tekrar uzandı sadece uyumak istiyordu. Kadının sesi uzaklaşmaya başlamıştı, bu kaçıncı hastaydı, o uyurken kaç kişi daha getirilmişti? Ve bu lanet olası sakinleştiriciler onu sersemletiyordu. Zihni birbirine karışan görüntüleri gözünün önüne getiriyor ve bu da gerçekle hayali karıştırmasına neden oluyordu.

Kapı açıldı. Winston, kimin geldiğini görmek için kuş gözünü sağa doğru çevirdi ve içeriye beyaz saçlı yaşlı bir adamın geldiğini gördü. Bu adam daha önce gelmiş miydi emin olamadı, hepsi birbirinin aynısıydı sanki.

"Farklı bir şeyler var mı?" diye sordu adam kayıtsızlıkla.

Winston, kalbinde hissettiği bu boşluk hissini söyleyip söylememek arasında kaldı ve “Hayır.” dedi. Adam önündeki kâğıtlara bir şeyler karaladı ve serumunu değiştirdi.

"Başka hastalar da mı var?" diye sordu Winston, adam dikkatlice serumu takarken.

Adam cevap vermedi.

Winston, adama baktı, "Yalnız ben değilim yani, başkaları da mı var?" diye aynı soruyu farklı şekilde sordu ama adam onu duymuyor gibi davranıyor ve sadece işiyle ilgileniyordu.

Winston, öfkeyle ayağa kalktı ve adamın yakasına yapışıp, onu olduğu yerde sarstı, “Sana bir soru sordum, cevap ver bana.” diye tüm gücüyle bağırdı.

Daha önce hiç hissetmediği bir öfkenin bütün bedenini sardığını hissetti. Şu an adamın boğazına yapışıp onu öldürmek istiyordu. Bağırmanın etkisiyle boğazında bir yumru olmuş ve kafasındaki damarlarda belirginleşmişti. Öfkeli insanların o tanıdık yüz haline bürünmüştü. Zihninden geçen görüntüleri kovmaya çalıştı, hayatında hiç kimseye zarar vermemiş biriydi ancak şimdi adamın boynunu delicesine bir zevkle kırmak istiyordu. Derin derin nefes alıp kendini sakinleştirmeye çalıştı.

Adam, korkuyla kendini Winston’un ellerinden kurtarmaya çalıştı ve bunu yaparken de geriye doğru sendeledi. Winston’a daha önce olduğu gibi kayıtsızlıkla değil korkuyla bakıyordu ve kekeleyerek “2 hasta daha.” diyebildi.

Winston, cevabını almış olsa da sakinleşmiş hissetmiyordu, tüm öfkesini bu zavallı yaşlı adamdan çıkartmak istiyordu. Kendinde oluşan bu öfkeyi bastırmaya çalışarak, geriye doğru yaslandı. Neler oluyordu böyle? Neden bu kadar sinirlenmişti ve içindeki bu kocaman öfke de neydi böyle? Sanki içine başka biri girmiş ve zihnini esir almaya başlamıştı.

Adam, korkuyla kapıdan usulca çıkıp gitti. Winston, pencereden dışarı bakmaya çalıştı, görebildiği kadarıyla hava laciverte boyanmıştı; sabah olmaya başlıyor olmalıydı.

Bir şeyler oluyordu; Winston bunu fark ediyordu. Farklı bir şey, daha önce hissetmediği türden bir nefret, bir öfke vardı içinde. Kendini sakinleştirmeye çalışsa da zihni buna izin vermiyordu. Damarlarında dolaşan bir şey hissediyordu. Neydi bu böyle? Bir zehir gibi vücudunu saran bu duygu neydi?

 

-BÖLÜM SONU-

Yorumlarınızı bekliyorum...

Loading...
0%