Yeni Üyelik
5.
Bölüm
@withmeral

5

 

Bu odaya alınalı 1 haftadan fazla olmasına rağmen Winston hâlâ buraya alışamamıştı. Bu oda, onun gibi kuş gözlü 5 hastayla kaldıkları karantina odasıydı. Tanımadığı bu 5 insanla aynı odada yaşamak zorunda olmak bir yana, onları anbean izleyen kameraların ardında onlarca insan olduğunu bilerek uyumaya çalışmak Winston’a garip geliyordu. Kendini bir deney faresi gibi hissetmekten alıkoyamıyordu.

Bu oda, diğer kaldığı odanın 2 katı büyüklüğündeydi. Karşılıklı 3 yatak olmak üzere toplam 6 yatak odaya aralıklı mesafelerle koyulmuştu, bu haliyle bir hastanenin acil reviri gibi görünüyordu. Her hastanın başında 2-3 saatte bir yenilenen serumlar asılıydı. Odanın koridora açılan kapısı demir parmaklıklarla kilitlenmişti ve doktorlar “Önlem amaçlı.” dese de onlar bunun böyle olmadığını biliyorlardı.

Odaya hâkim olan beyaz rengi burada da etkisini sürdürüyordu; beyaz duvarlar, beyaz örtüler, beyaz ışıklar, beyaz önlüklü doktorlar… Winston artık beyaz rengine karşı midesinin bulanmaya başladığını hissediyordu.

Her yemek öğününden sonra, yani günde 3 defa olmak üzere ilaçlar alıyorlardı, bunların bazıları antibiyotik bazıları da sakinleştiriciydi, yani doktorlar böyle olduklarını söylemişti.

6 hastada da ara ara görünen sinir krizleri vardı. Winston, buna sadece bir defa, diğer odada yaşlı adamın boğazına yapıştığında yakalanmıştı. Diğer hastalarda da bu kriz atakları ara sıra görülüyor fakat verilen sakinleştiricilerle durum kontrol altına alınıyordu.

İlaçlar dışında, günde 1 defa sırayla sözlü ve fiziksel muayeneler yapılıyordu. Winston’un anlamadığı gözü, beyni ve kalbiyle ilgili saatlerce süren birtakım muayeneler oluyorlardı. Bunun yanında, yarım saatliğine psikologla da görüşüyorlar ve onun saçma sapan sorularına yanıt vermek zorunda kalıyorlardı. Doktorlar, gerekmediği takdirde onlarla iletişim kurmuyor ve söz birliği etmişçesine aynı kayıtsızlığı sergiliyorlardı.

Muayene ve testler dışında bu karantina hücresinden dışarıya çıkamıyorlardı. Bu yüzdende günün çoğu saati burada geçeceğinden ve belki de haftalarca veya aylarca burada kalabilme ihtimalleri olduğu için hobi amaçlı şeyler de getirmişlerdi; değişik türlerde kitaplar, müzik dinleyebilecekleri radyolar, film kasetleri, oyun kartları, resim yapmak için gerekli şeyler…

Winston, ilk birkaç gün bunlardan hiçbirine ilgi göstermedi ancak kitaplara göz ucuyla baktığında ilgisini çeken bir kitap gördü ve okumak için onu yanına aldı. En son, çocukken kitap okuduğunu hatırlıyordu. Ancak şimdi, tek gözüyle kafasını sola döndürerek okumak oldukça zordu ve bunun yanında sakinleştiriciler yüzünden çoğu zaman zihni sersem gibi oluyordu ve okumakta güçlük çekiyordu. 3-4 gün sadece bir sayfasını zar zor okuyabilmişti ancak bir şeylerle meşgul olmak ve kurgu bir dünyanın içine girmek onu biraz olsun gerçek dünyadan alıkoyunca hoşuna gitmeye başlamıştı.

Elindeki kitabın yazarının ve kitabının adını hiç duymamıştı ancak belki de başkarakterinin adının onunla aynı olması, onda bu kitaba karşı bir merak uyandırmıştı.

Winston, yatağında usulca uzanıp kitabını okumaya uğraşıyordu. Diğerleriyle ilgilenmemeye çalışıyordu, o odada kaldığı o ilk zamanlar, duyduğu çığlıkların onlardan birilerine ait olduğunu biliyordu ancak şimdi karşısındaki bu insanlar her şeyi kabullenmiş sanki doğuştan kör bir gözle yaşıyorlarmış gibi sakince oturup vakit geçiriyorlardı.

Simon, masada oturup elindeki deste kâğıtlarıyla oynuyor ara sıra kendi kendine homurdandığı duyuluyordu. Simon, 40-50 yaşlarında olduğu muhtemel, saçları güneşten kızarmış bir adamdı. Anlattıkları arasından, eski bir mahkûm olduğu ancak şimdi balıkçılık yaptığını anlamışlardı. Bir barakada hayatını devam ettirirken, her öğün yemek verilen, sıcak bir yerde yaşamak onu oldukça mutlu etmiş görünüyordu. Ancak, geldiği günden beri sürekli homurdanıp, küfürler ediyor ve doktorlara bağırıp kavga çıkarıyordu, haliyle herkes ondan korkuyordu.

Karantinaya alınan 6 kişi içinde sinir krizleriyle en çok baş edemeyen de oydu. Diğerleri ona nispeten bunu daha iyi becerebiliyorlardı. Bir haftada neredeyse 3 defa kriz geçirmiş ve bu krizlerin birinde Paul’a saldırmıştı. Kolundaki sakinleştirici iğnelerin morlukları gün geçtikçe daha da artıyordu. Bunun dışında, kimse ona çatmadığında kendi halinde sessiz ve ıssız bir adamdı.

Paul ise aralarındaki en zayıf halkaydı. Bunu, onları sürekli izleyen doktorların da bildiğini düşünüyordu Winston. Ve zayıf halkalar birer birer yok olacaktı. Buraya alındıkları ilk günden beri, en çok konuşan oydu ve sanki üniversite yurduna alınmış gibi heyecanla herkesle arkadaş olmaya çalışmıştı. Bunun iyi bir fikir olmadığını, Simon boğazına yapıştığında geçte olsa öğrenmişti.

Evliydi ve bir oğlu vardı, onları çok özlediğini söyleyip oturup ağlıyordu, onun sinir krizleri daha çok ağlamalı geçiyordu ve bu ortalığı kırıp dökmekten daha beterdi. Şimdi ise bu çocuk adam, yatağında mışıl mışıl uyuyor gibi görünüyordu. 6’sı da bu kriz ataklarına karşı en etkili yolun uyumak olduğunu keşfetmişlerdi.

Kadınlarsa, erkeklere nazaran yaratılışları gereği daha sakin bir tavır halindeydi. Sanki gözlerinde onları kör eden bir pıhtı yokmuş da grip olmuş gibi sakince vakit geçiriyorlardı ancak Winston, onların gözünde içten içe bir sinsilik olduğunu görüyordu.

Bayan Maria, hastalar arasındaki en yaşlı kişiydi. Saçlarındaki beyazlığa ve hafif kambur vücuduna bakılırsa 70’ine yaklaştığı söylenebilirdi. Yatağında uzanmış, geldiği günden beri başladığı yün battaniyesini örmekle meşguldü. Battaniyeyi torunları için ördüğünü anlatıp duruyordu. Çoğu zaman yerinden bile kalkmıyor, bir feminist düşmanlığıyla erkeklerle hiç muhatap olmadan sadece yanındaki yataktaki Lily ile konuşuyordu.

Ancak Lily’ye bakarken da gözlerindeki o sinsi bakış, hiç değişmiyordu. Onun gençliğini ve ona tezat şekilde olan sağlıklı ve dinç vücudunu içten içe kıskanıyordu. Ve bu kıskançlık tohumunun günden güne büyüdüğünü Winston görebiliyordu.

Lily, ise 20’lerinin ortasında gerçekten de genç ve güzel bir kadındı. Winston, daha önce hiç bu kadar güzel bir kadın görmediğine emindi. Gözleri pıhtıyla kapanmış olsa da, onun gözlerindeki maviliği seçebilmişti. Lily’nin, nazik bir çiçek gibi dalından koparılmayı bekleyen bir hali vardı sanki en ufak bir rüzgârda savrulup gidecekti.

Bayan Maria’nın onu hizmetçisi gibi görüp her işini ona yaptırmasına şimdilik büyük bir nezaketle katlanıyordu. Bunun yanında diğer erkeklerle konuşurken hafif flörtöz bir edaya kapılıyordu. Bu da aslanlarla dolu bir kafese giren ceylan yavrusu gibi bir izlenim veriyordu ve bu ceylan yavrusu kimin avı olacak belli değildi.

Bu aslanlar arasında; Paul evli, Simon yaşlı ve Winston’da kadınlarla hiç ilgisi olmayan bir adamdı ancak Jasper, ceylanı avlamak için diğer aslanları tehdit olarak görmeye şimdiden başlamıştı.

Jasper, 30’larının sonunda, esmer, kirli sakallı, konuşmasındaki bozukluk ve eskimiş kıyafetlerinden anlaşılacağı üzere kırsaldan gelen bir adamdı. Nezaketten ve medeniyetten yoksun olduğu her halinden belliydi. Ve hiçbir şeye sahip olmayan insanların cahil cesareti onda da vardı. 6 hasta arasında sadece onun gözündeki pıhtı günden güne büyüyordu ve eğer durmazsa onu tamamen kör edecekti.

Buraya gelen son hastaydı ve kendini buranın lideri gibi göstermeye çalışıyor, çoğu zaman huzursuzluk çıkarıyordu. Lily’den hoşlanmış ve kafesteki diğer aslanlara da bunu defalarca kez belli etmişti. Lily’nin şimdilik bundan haberi yok gibi görünüyordu veya haberi yokmuş gibi davranmak işine geliyordu. Ancak bu durumdan yavaş yavaş pis kokular yükselmeye başlamıştı.

Winston, tanımadığı bu insanların arasında onlardan kendini soyutlamıştı. Gözündeki pıhtı, kör olma ihtimali, denek faresi gibi bir hücreye hapsedilmek, her gün ne olduklarını bilmedikleri onlarca ilaç almak, saatlerce süren muayeneler ve tüm vücudu etkisi altına alan sinir krizlerinin yanında bir de tanımadığı bu insanlarla uğraşmak istemiyordu.

Diğerlerine nazaran daha iyi durumda olduğunu biliyordu. Doktorlardan duyduğu kadarıyla, onların gözleri siyah pıhtıyla mühürlenmişti ve diğer gözleri ise Winston’a nispeten daha kötü durumdaydılar. Ve böylece körler arasında kendini tek gözlü kral gibi hissediyordu.

Diğerleri de bunu biliyordu, bunu öğrendiklerinde ilk başta ona imrenmekle karışık bir duyguyla yaklaşmışlardı ancak bu duygu zamanla kıskançlığa dönüşmüştü.

Gerçekten de doktorlar bile, onu muayene ederken daha özenli ve ilgiliydiler. Bunun hem yan etkinin ondan daha az olmasından hem de diğerlerine nispeten çok daha uyumlu bir denek olmasından kaynaklı olduğunu düşünüyordu. Ona söylenen her şeyi sorgulamadan yapıyor ve zorluk çıkarmıyordu.

Bu rolü oynamaktan başka çaresi olmadığını biliyordu ve ne yapması gerektiğini düşünmek için zaman kazanması gerekiyordu. Buradan çıkacağı zamana kadar, dış dünyadan habersiz, hiç tanımadığı bu 5 insana, tüm bu ilaçlara ve tetkiklere katlanmak zorundaydı.

Sinir krizleri anlıktı ancak insanı bir kere esir aldı mı etkisinden kurtulmak zordu. Winston, sinir krizleri büyümeden kendini oldukça güçlü bir mekanizmayla sakinleştirmeye çalışıyordu ve bunu şaşırtıcı derecede başarıyordu da. Ancak her ne kadar kendi sinir ataklarına hâkim olsa da diğerlerinin sinir krizlerinin etkisiyle uğraşmak zordu.

Simon, Paul’u boğazladığı gibi kendisini de boğazlayabilir veya başka şeyler de olabilirdi. Bu yüzden de ileride neler olabileceğini kestirmek zordu ancak yine de 6 tane patlamaya hazır bomba yan yana duruyorken tahmin yürütmek için kâhin olmaya gerek yoktu. Burada günleri kolay değildi, sadece kendi sinir siteminden değil diğerlerininkinden de korunması gerekiyordu.

Winston’un, uyumaya çalıştığı zihni Jasper’ın o bozuk aksanıyla uyandı: “Kalk, burada artık ben yatacağım.”

Şimdi tüm kuş kafalar, Jasper’a ve onun başında durup ısrarla kaldırmaya çalıştığı Paul’a dönmüştü. Paul, Jasper’ın tehlikeli olduğunu anlamıştı ama yine de ona boyun eğmek istemiyordu.

İkisi de birbirinin yüzünü görebilmek için gören gözlerini birbirlerine çevirmesi gerekiyordu ve bu da oldukça komik görünüyordu. Winston, bu görüntüye alışsa da, buradan bakıldığında iki karga yemek için kavga ediyormuş gibi görünüyordu.

“Burası benim yatağım, Jasper.” dedi Paul sinirli bir sesle.

“Senin kafan kıt mı? Artık benim diyorum. Hadi yaylan yatağımdan.” dedi Jasper, bozuk aksanıyla r’leri bastırarak söylüyordu.

Winston, yeni bir kavga istemiyordu artık bıkmıştı, Jasper, sadece birkaç dakika içinde bile bir şeylere sinirlenip kavga çıkarıyor, o bozuk aksanıyla herkese emirler yağdırmaya çalışıyordu. Artık sessiz ve ışıksız boş bir odada dinlenmek istiyor ve tüm hayatını kaplayan alışkın olduğu yalnızlığa şu an daha çok ihtiyaç duyuyordu.

“Bana bak, elimden bir kaza çıkacak. Beni sinirlendirme.” dedi Jasper, Paul, yatağında sırt üstü uzanırken. Paul, belli ki Jasper’dan korkuyordu ancak bunca insanın içinde kendini rezil etmek istemiyordu ve muhtemelen “En fazla ne olabilir ki?” diye düşünüyor olmalıydı.

Bu tarz kavgalarda ve olası bir problem de yetkilileri çağırmak için acil butonu koyulmuştu ancak genelde buna gerek olmadan doktorlar gelip olaya müdahale ederdi ancak henüz bir hareketlilik yoktu. Belki de kameranın ardındaki gözler, Jasper ve Paul’un ne kadar ileri gidip gidemeyeceklerini test ediyordu. Tıpkı fareleri izlemek gibi diye düşündü Winston.

Jasper, Paul’un yakasına yapıştı ve onu yataktan atmaya çalıştı. Paul’da buna karşılık olarak elleriyle ona vurmaya çalışıyordu. Simon, homurdandı ve iskambil kâğıtlarına döndü. Bayan Maria de onlarla ilgilenmiyormuş gibi görünüyordu.

Lily ise korkuyla ve gençliğine yakışır bir çeviklikle acil butonuna bastı. Lily, butona basalı birkaç saniye geçmemişti ki yetkililer kapıda belirdi. Demir parmaklıklar, büyük bir gürültüyle açıldı ve hızlıca ikisini ayırıp Jasper’ı yaka paça dışarı çıkardılar.

Daha önce Simon’ı da birkaç defa götürmüşlerdi, onları dışarı çıkardıklarında nereye götürdüklerini bilmiyordu.

Lily, korkuyla karışık tiz sesiyle, “Nereye getiriyorlar onu?” diye sordu.

Simon, oturduğu koltukta geriye yaslanıp keyifli bir sesle, “Güzel bir içki içecek.” dedi. İçkiden kastı neydi, hiçbiri anlamamıştı.

Uzun zaman sonra Paul, az önce uğruna savaştığı yatağından kalkıp Winston’ın ayakucuna oturdu. Belki de, diğerleri arasında onu kendine daha yakın bulduğu belliydi nitekim ikisi de bir kurumda çalışıyordu ve birbirlerine benzeyen oldukça ortak noktaları vardı.

“Winston.” dedi Paul, fısıltıyla karışık. Diğerlerinin duymadığını düşünse de herkesin duyabildiği aşikârdı.

Winston, yatağında doğrulup kuş gözünü Paul’a döndürdü, “Efendim.” dedi.

“Şu Jasper, artık normal değil farkında mısın?”

“Öyle.” dedi Winston, bir cevap vermek zorunda olduğunu bildiği için.

Paul, yerinde huzursuzca kıpırdandı, “Neden onu burada tutuyorlar hâlâ? Bence gitmesi gerekiyor.” dedi. Kendi safına birini çekmek istediği her halinden belliydi ancak Winston bunun için en son adaydı.

“Bir bildikleri vardır.” dedi Winston. Kameralarla onların her anını izleyip, onları dinlediklerini biliyordu ve burada şimdi Paul’la sistemi sorgulayıp dikkatleri üzerine çekmek istemiyordu.

Winston ve diğer hastalar, gözlerindeki pıhtıyla bu sinir krizlerinin arasındaki bağlantıyı hâlâ çözebilmiş değillerdi. Ve görünen o ki, doktorlarda bunu anlayamıyorlardı. İlaçların yan etkisi demişlerdi buna. Bayan Maria, başka hastalarında olduğunu söylüyordu ancak Paul böyle olmadığını yalnızca onların olduğunda diretiyordu.

Bunların ikisi de olabilirdi ama hangisi daha iyi bir seçenekti, Winston bunu kestiremiyordu. Daha önceki asırlarda olan binlerce salgın hastalığı duymuş, tarih kitaplarında okumuştu. Belki bu yan etkide tüm ülkeye veya belki de dünyaya yayılan bir salgın olabilirdi ya da belki de bu dünyada ender görülen bir yan etkiye sadece buradaki 6 kişi yakalanmıştı.

Ancak bu 6 kişinin özelliği neydi ve hastalık neden onları bulmuştu, bu soruların cevabını kimse bilmiyor gibi görünüyordu. Winston, matematik dersinde çok iyi değildi bu yüzden olasılık hesapları yapamıyordu. Zaten yüzeysel bakıldığında ne cinsiyet ne yaş ne de sosyoekonomik anlamda bu 6 kişinin arasında herhangi bir bağlantı olmadığı görülüyordu. Ancak bir nokta olmak zorundaydı, bu 6 kişiyi bağlayan bir şey mutlaka vardı.

Karantinaya alınalı tam 14 gün oldu demişti Lily, ancak bu süre Winston’a sanki aylar geçti gibi gelmişti. Sanki kendini bildi bileli bu insanlarla berabermiş gibi, gerçekle hayali ayırt edemiyordu. 14 gündür dışarıyla bir bağlantı kurulmuyordu, dışarda neler olup bittiğini öğrenmek imkânsızdı.

Son gelen Jasper’dı ve o da pek bir şey bilmiyordu. Dışarıdaki dünyada onları, burada karantinaya aldıklarından ya da böyle bir hastalık olduğundan haberleri olan var mıydı? Yoksa bunu sır gibi saklıyorlar mıydı? Winston, ikincisinin olduğundan emindi.

Dışarıyla iletişime de izin vermiyorlardı. “Böyle olması sizin açınızdan daha güvenli.” demişlerdi. Winston, zaten yalnız bir insandı, onu merak edecek kimse olmadığını biliyordu. Ancak diğerleri için durum böyle değildi. Paul’un eşi ve oğlu vardı, Bayan Maria’nın çocukları ve torunları, Lily’nin de arkadaşları ve Simon’nun da onu merak edeceği birileri olduğunu düşünüyordu.

Dışarıdaki insanlara ne demişlerdi? Aileleri veya arkadaşları bu durumu garipsemiyor muydu? Paul, birkaç defa ağlama krizlerinde karısı ve oğluyla görüşmek istediğini söylese de buna izin vermemişlerdi.

Akşam yemeği yenildikten birkaç saat sonra Jasper’ı getirmişlerdi. İki kişinin kolunda körlüğünden mi yoksa yediği sakinleştiricilerden mi bilinmez sendeleyerek yürüyordu. Onu yatağa yatırdılar ve şimdiden derin bir uykuya daldığı görülüyordu.

Winston’da artık uyumak istiyordu. Gözlerini kapattığında, kendini uçsuz bucaksız yeşil bir vadinin içinde koşarken gördü. Yüzüne huzurlu bir gülümseme yayılmıştı bu yeşillik onun yüreğini ısıtıyordu. Ansızın arkasına baktığında kocaman alev toplarının ona doğru geldiğini ve bir canavar gibi onu yutmak istediğini gördü. Korkuyla irkildi ve bir taşa çarpıp yere düştü. Ne kadar uğraşsa da ayağa kalkamıyordu.

Yeşil vadi önünde uzanırken, alev topları etrafını sarmaya ve onu içine çekmeye başlamıştı. Winston, alevler onu yutmadan hemen önce bir kelebeğin dumanların arasından çıkarak yeşil vadiye doğru özgürce kanat çırptığını gördü.

 

-BÖLÜM SONU-

Yorumlarınızı bekliyorum...

 

Loading...
0%