Yeni Üyelik
7.
Bölüm
@withmeral

7

 

Winston, Lily ve Bayan Maria’nın çığlıklarıyla gözünü açtığında Jasper’ın koca ellerinin yatağında uzanan Paul’un boğazında olduğunda gördü ve ayağa kalktı.

Winston, ilk yaşadığı şoku atlatıp Paul’u kurtarmak için adım attığında, Simon onu kolundan yakaladı ve “Bırak.” dedi, Winston şaşırarak ona baktığında “Herkes kendi kaderini yaşar Winston, kimsenin kaderinin sonucu olma.” dedi. Ve Winston, olduğu yerde kaldı.

Demir kapının sürgüleri büyük bir gürültüyle açıldı ve içeriye giren beyaz önlüklü ordu, gördükleri manzaraya hem şaşırmış hem de anlam verememişlerdi. Her şeyi basit bir kavgadan ibaret görüp Jasper’ın güçlü ellerini Paul’un boğazından ayırmaya çalışıyorlardı. Fakat bunda başarılı oldukları söylenemezdi, Paul’un yüzü şimdiden morarmaya başlamış ve beceriksizce onu boğan elleri ittirmeye çalışıyordu.

Doktorlardan biri, silah taşıyan bir asker gibi cebinden bir şırınga çıkardı ve büyük bir çeviklikle Jasper’ın boynuna sapladı, bu belki de ellerindeki en güçlü iğneydi ve birkaç saniye içinde onu etkisiz hale getirecek olmalıydı. Ancak, bu hiçbir işe yaramadı.

Jasper, boğazında hissettiği acıyla kollarına yapışmış beyaz önlüklü adamları duvarın bir köşesine fırlattı. Doktorlar, bu güçlü hamle karşısında şaşkınlıkla ve ne yapacaklarını bilemez bir halde birbirilerine baktılar. Jasper’ın öfkeli gözleri odada dolandı, her birinin yüzüne dikkatle bakıyordu ancak sanki içinde bir şeyler oluyor, ruhunu biri ele geçirmiş ve o ne derse yapıyor gibi bir hali vardı.

Erkek bir doktor, yeni bir iğneyle geldi ancak Jasper, doktorun iğne tutan kolunu tuttuğu gibi çevirdi ve doktor, acı bir çığlık atarak kendini yere attı. Winston, Paul’a baktı, boğazı boş kalınca birkaç saniye de olsa nefes alabilmiş ve öksürük krizine yakalanmıştı. Jasper, kolunu kırdığı doktora baktı ve yüzünde şeytani bir gülümseme belirdi, doktorun boynundaki stetoskopu çekip aldı. Lily ve Bayan Maria, korkuyla kaçışıp Winston’ların olduğu tarafa doğru kaçıştı, doktorlarda kapının girişinde olası bir saldırıda dışarıya kaçmak için bekliyor olmalıydılar.

Jasper, elindeki stetoskopu, zar zor nefes alan Paul’un boğazına doladı ve tüm gücüyle sıkmaya başladı. Yüzündeki şeytani gülümseme, şakaklarından boynuna uzanan damarların belirginleşmesi ve öfkeyle kalkıp inen burun delikleriyle Jasper adeta bir canavara benziyordu.

Birkaç dakika içinde, Jasper’ın koca ellerinden kurtulmaya çırpınan o narin eller, hareketsizce yastığın kenarına düştüğünde herkes donakalmış bir şekilde birbirine baktı. Bu ihtimal, yaşanabilecek en son ihtimaldi ancak gerçekleşmeyeceğini söylemek imkânsızdı. Winston, kederle Paul’un mosmor olmuş yüzüne baktı, oysa sadece birkaç gün önce ona, evine döndüğünde oğluna alacağı oyuncaktan bahsetmişti şimdi ise o çocuk ruhlu beden ölümün soğukluğunu tatmıştı.

Paul, yaptığı şeyin zevkiyle adeta kalakalmıştı, bir ellerine bir de Paul’un hareketsiz yüzüne bakıyordu. Görmek için gözlere ihtiyacı yoktu, gözlerinde farklı bir bakış, yüzünde farklı bir his vardı. Sonunda, silahlı görevlilerden biri geldi ve Jasper yaptığı şeyin sarhoşluğuyla dalgınlaşmışken silahın kabzasını ensesine indirdi ve Jasper olduğu gibi yere yığıldı.

Bu davranış belki etik değildi ancak şu esnada yapılabilecek en mantıklıca hareketti. Doktorlar, getirdikleri sedyeye önce yerde yığılmış bir halde duran Jasper’ı koyup götürdüler sonra da Paul’un buzlaşmaya başlayan ölü bedenini yatağından usulca alıp sedyeye koydular. Bunu yaparken diğer hastaların yüzüne bile bakmadan, onlar orada değilmiş gibi işlerini yaptılar.

Winston, son bir kez Paul’un yüzüne baktı ve derin bir iç çekti. Gören tek gözü, korkunun etkisiyle kocaman açılmış, korku ve ölümün izleri onun yüzünde tüm çıplaklığıyla okunuyordu.

Paul’u de alıp götürdüklerinde, diğerleri birkaç dakika sonra ancak kendine gelebilmişti. Odanın bir köşesine kaçışmış ve orada sessizce duruyorlardı. Artık hepsinin ortağı olduğu ve bir film sahnesi izler gibi seyrettikleri ölüm bu odanın tüm duvarlarına sinmiş ve bir ayna gibi onlara gözlerini kaçırdıkları bu gerçeği gösteriyordu.

Winston, diğerlerin yüzlerine baktığında, aynı şaşkınlığın ve korkunun onları da sardığını anladı. Lily korkuyla ve ağlamaklı gözlerle ayakta duruyordu, Bayan Maria şaşkın bir halde yatağına oturmuştu. Simon ise, daha önce birisini öldürmüş ve belki de onlarca ölüm görmüştü bu yüzden de soğukkanlılığını korumayı başarabilmişti. Odadaki herkesin, -doktorların bile- bu ölüm karşısında tek yaptığı şey, beklemekti.

Geçmek bilmeyen bu sinir krizlerinin sonucunun ne olabileceğini acı da olsa öğrenmişlerdi. Jasper, onlara dönüşebilecekleri canavarı göstermişti, hepsi bir gün Jasper olabilir, bir katile dönüşebilirlerdi. Şimdi bu ihtimali fark etmek, hepsinin yüreğine korkuyu düşürmüştü.

Bu ihtimal, sadece onları değil doktorları da ürkütmüştü çünkü basit sakinleştiricilerle tedavi ettiklerini ve hükmettiklerini sandıkları hastaların bir canavar olma potansiyeli taşıdığı gerçeğiyle yüzleşmişlerdi. Artık bu hastalığın tedavi edilmesinin imkânsızlaştığının ve yapılacak tek şeyin her şeyi kontrol altında tutmak olduğunu anlamaya başlamışlardı.

Paul, öldüğüne göre 17 hasta kalmıştı. Ellerinde 17 potansiyel canavar vardı ve bir dahaki canavarın ya da öldürülecek kurbanın kim olabileceğini kimse bilemezdi. Winston, ikisi de olmak istemiyordu.

Paul’un ölümünden saatler sonra, yemekler getirilmişti ancak Simon dışında hiçbiri elini yemeğe uzatmamıştı. Winston, gözünü her kapattığında Paul’un yüzünü görüyor ve bu vicdan azabıyla baş etmekte zorluk çekiyordu.

O gün almaları gereken sakinleştirici sayısı 5’e çıkmıştı. Simon, bunu duyunca “Artık bizden korkuyorlar.” demişti. Winston da böyle düşünüyordu.

Hâlâ sakinleştiricilerle geçiştirmeye çalışıyorlar ve kontrolün hâlâ onlarda olduğunu göstermek istiyorlardı oysa yavaş yavaş kontrolün kaybedildiğinin ayak sesleri yankılanıyordu. Canavarlar şimdilik mağaralarında sessizce uyuyordu ancak onları uyandırmak çok tehlikeliydi. Winston, kameraların ardında korkuyla ve ne yapacağını bilemez bir halde bekleyen bir sürü göz olduğunu biliyordu.

Winston, o öğleden sonraki saatler boyunca, uyumaya çalıştı. Kendisinin de bir canavar olabileceği ihtimalini kabul etmesi zordu. Ona göre, kendini sakinleştirebiliyor ve ara sıra yoklayan atakları geçiştirebiliyordu ancak Jasper’ı çılgına çeviren ve onu bir katil yapan şey neydi?

Diğerlerine sorduğunda da bir şey bilmediklerini görmüştü. Bunun Lily’yle alakalı bir şey olabileceğinden şüpheleniyor ama bu fikrini yüksek sesle söylemeye çekiniyordu. Belki de Jasper, bu cinayeti önceden beri planlamıştı ya da defalarca kez Paul’u öldürmenin kıyısından dönmüştü ve ufacık bir şey içindeki canavarı uyandırmaya yetmişti.

Jasper’ı bir daha hiç görmediler, ona ne olduğunu kimse söylemedi ve sanki söz birliği edilmişçesine de kimse sormadı. Bayan Maria, sadece bir yemekte “Bence onu öldürdüler.” demişti. Hepsi derin bir nefes vererek ona karşılık vermişti ancak bu nefesler ne anlama geliyordu, kimse bilmiyordu.

Paul’un öldürülmesinin üzerinden sadece 1 ay geçmişti. Onlara yapılan kontroller ve muayeneler iyice artmış, yapılan tetkikler değişmiş, psikolog yeniden bireysel terapilere başlamıştı. Ancak sorduğu sorular, artık eskisi gibi hayat hakkında değil; katil, ölüm, öldürme üzerineydi ve onların tam olarak ne zaman katil olabileceğini ve sıranın kimde olabileceğini kestirmeye çalışıyordu.

Doktorlar basbayağı onlardan korkuyordu, muayeneye getirirken dikkatli davranıyor, onları kızdıracak hamlelerden kaçınıyorlardı. Tetkikler yapılırken ise tedirginlikle nefes alıp veriyor, arkalarını bir an olsun dönemiyorlardı. Her an, karşılarındaki bu hasta bir canavara dönüşüp boğazlarına yapışabilirdi.

Winston, göz muayenesinden sonra biraz bekletildi. Yan odanın kapısı, onun olduğu odaya yakındı ve içeride konuşan iki doktorun sesi Winston’un olduğu tarafa kadar geliyordu. İlk başta çok ilgilenmese de, merakına yenik düştü ve daha net duyabilmek için, kimseye görünmeden onların kapısına yaklaştı.

Bir kadın ve bir erkek doktor vardı. Erkek olan koltuğuna yaslanmış elindeki kâğıtları evirip çeviriyor, kadın doktor ise odada gezinip duruyor, öfkeyle soluyordu.

“Sonunda kabul etmesi gerekir, tüm bunlar aptalca bir fikirdi.” dedi kadın olan doktor.

“Neyse ne, bunu sorgulamak bize düşmez.” diye karşılık verdi erkek olanı.

“Neyse ne mi? O aptal kadın yüzünden bir hasta öldü, diğeri de-“ demişti ki sustu.

Sonra da fısıltıyla karışık “Öldürüldü.” dedi.

Winston, geriye yaslandı, demek ki Jasper’ı öldürmüşlerdi.

“Çürük yumurtaların ayıklanması gerekir.” dedi adam kayıtsızca.

“Ya hepsi çürük yumurta olursa? Hepsini mi öldüreceğiz?” diye sordu kadın, ellerini masaya dayamıştı.

“Şu an da yapılacak başka aksiyon yok. Paul’un da Jasper’ın da öldüğünü kimse bilmiyor, bu bilgi gizli tutulmalı.” dedi adam kayıtsız tavrına devam ederek.

Kadın, yeniden huzursuzca odada gezinmeye başladı. Adam onu sakinleştirmek ister gibi, “Sandy, ben de bu durumdan memnun değilim ama emirlere karşı gelemeyiz. Bu aptal kuş kafalıların hastalığına çözüm bulmamız gerekiyor, yoksa işler iyiye gitmiyor sen de biliyorsun.”

“Nasıl bulacağız, Alex nasıl? Daha bugün 15 hasta daha geldi, yarısı kör durumda, merkezde yer kalmadı. Stokladığımız sakinleştiriciler de azaldı, belki 1 ay daha dayanır. Şehirde de işler iyi durumda gitmiyor, insanlar delirmiş durumda.” dedi.

“Ahh, biliyorum. Başka bir merkez hazırlayacaklarmış kısa sürede, takviyelerde gelecektir. Elbet bir çözüm yolu bulacaklardır, Sandy. Şimdi sakin olmalıyız.” dedi. Ancak kadın sinirle solumaya devam etti.

“Tamam, hadi hastaları zapt ettik diyelim, o kadar insan bir anda ortadan kayboldu, önünde sonunda bu işi herkes duyacak, daha fazla saklayamayız bunu insanlardan. Elbet buranın varlığını birileri öğrenecek. Belki de-“

“Ne belki de?” dedi adam.

“Belki de, bu hastalık bir salgın gibi yayılacak, belki biz bile Alex.”

“Saçmalamayı bırak artık, sakinleş. Şu anda yapabileceğimiz bir şey yok. Merkezden gelen emirleri uygulayacağız, tek çözüm her şeyi stabil tutmak.”

Kadın, pencerenin köşesinde durdu ve sustu. Winston, artık yakalanma korkusundan yan yan yürüyerek kendi odasına gidecekken, kadının öfkeli sesinden şu sözleri duydu:

“Her şey, o aptal kadın, Laura Roberts yüzünden.”

Winston, odanın kapısında öylece kaldı.

Karantina odasına geri getirildiğinde masaya oturdu, ne hissedeceğini ya da ne düşüneceğini bilmiyordu, aylardır yaşadıkları şeyler bir insanın kaldırabileceğinden fazlaydı ve Winston da artık daha fazla dayanamıyordu.

Demek her şey, Laura yüzündendi. Laura, ne yapmıştı? En başından beri her şeyi biliyor muydu? Jasper’ın ölmesini o mu emretmişti?

Winston, etrafına baktı. Herkes, bir şeylerle meşgul görünüyordu. Onlara söylemeli miydi? Jasper’ı öldürdüklerini ve hepsini öldürebileceklerini. Aylardır burada tutulmalarını dışarıdaki dünyadan sakladıklarını, bu hastalığın bir salgın olabileceğini ve tüm yapılan o muayenelerin ve tetkiklerin bir yalan olduğunu, hâlâ hastalığın sebebini bile bulamamışlarken çözümünü bile aramadıklarını… Şu anda içinde bulundukları bu binada onlar gibi belki de onlardan daha kötü durumda olan onlarca hasta olduğunu… Bunların hangisini anlatmalıydı?

Winston, o anda içinde tarif olunmaz bir duyguyla buradan çıkmak istedi. Bu doktorlar, onları önünde sonunda öldürecekti. Onlar öldürmese bile, canları onların eline teslim bir şekilde bekleyemezlerdi. Hiçbir şey yaptıkları yoktu, tek dertleri bu işten makamları lekelenmeden kurtulmaktı. Buradaki hiçbirinin canı önemli değildi, tıpkı Paul’a yaptıkları gibi, bir gün biri Winston’un boğazına yapıştığında kendinden başka onu kurtaracak kimsesi olmayacaktı.

Karşısındaki bu 3 kişiye de güvenemezdi, bunu en başından beri biliyordu. Belki onları birbirlerine bağlayan bu hastalık ve içlerindeki yalnızlık hissiydi ancak Winston, onların da ellerine geçen ilk fırsatta bir düşman olabileceğini kestiriyordu.

Bir plan kurup buradan çıkacaktı, bunu nasıl yapacağını bilmiyordu ama bir şekilde bulacaktı, en azından bulmak zorundaydı. Hayatında ilk defa koyun gibi ona verilene boyun eğmeyecekti. Ne kadar zamanı olduğunu bilmiyordu ancak tehlike çanları yavaş yavaş çalmaya başlamıştı, herkesin hissettiği bu gergin hava giderek felakete dönüşecekti ve Winston bu felaketten sağ kurtulmayı başarması gerektiğini biliyordu.

Ertesi sabah uyandığında, yatağında oturmuş kitap okuyordu ve zorda olsa okuyabildiği kitabının son sayfasına gelmişti. Cümleleri, yavaşça zihninde saklamak istermiş gibi özenle okudu:

“Ah! Kendisini koruyan o şefkatli kucaktan kovulan inatçı kafa! İki cin kokulu gözyaşı, yanaklarından süzüldü. Ama olsun, her şey yolundaydı, çekişme son bulmuştu. Kendisine karşı zafer kazanmıştı. Büyük Biraderi seviyordu.”

Ve kitabı kapattığında koridorda silah sesleri duymasıyla kitap elinden yere düştü.

 

-BÖLÜM SONU-

Yorumlarınızı bekliyorum...

 

Loading...
0%