@withmeral
|
8
Koridordaki silah sesleri, bağrışmalarla da birleşince korkuyla birbirlerine baktılar. “Neler oluyor?” diye bağırdı Bayan Maria ancak kimse bu sorunun cevabını bilmiyordu. Silah sesleri, durmadan devam ediyordu. Winston, korkuyla “Hepimizi öldürecekler.” dedi. Diğerleri şaşkınlıkla karışık bir merakla ona baktılar. Winston, demir sürgülü kapıyı zorlamaya çalıştı, burada oturup onları öldürmelerini beklemek istemiyordu. Aylardır beklediği zaman bugündü demek ki, buradan bugün çıkacaktı. Winston’un ne yapmaya çalıştığını anlayan Simon da, tekmeleriyle ve omuz darbeleriyle kapıyı zorlamaya yardım etti ve onun kürek çekmiş olan güçlü kolları sayesinde kapı zorlanarak da olsa büyük bir gürültüyle açıldı. Özgürlük şimdi bu kapının ardında onları bekliyordu, Simon, arkasına bile bakmadan kendini koridora attı. Ancak Winston, bir iki saniyeliğine duraksadı ve Lily ile Bayan Maria’ya baktı. Lily de şaşkınlıkla, kapıya doğru ilerledi. Bayan Maria, yalvarır gibi bir sesle, “Lily, güzel kızım, beni burada bırakıp gitme, ben ne yaparım?” dedi. Lily ise aylardır içinde tuttuğu kinle Bayan Maria’ya son kez bakıp “Geberip git be, banane yaşlı cadı.” dedi ve sonra da hızla koşarak uzaklaştı. Winston da gitmek için hamle yaptığında Bayan Maria, “Evladım, beni burada bırakma ne olursun?” diye ağlamaya başladı. Winston, gidip gitmemek arasında kaldı ancak içinden bir ses ona “Gitme.” demişti, Bayan Maria’yı sırtına aldı ve koridorda koşmaya başladı. Üst ve alt katlardan, yoğun silah sesleri ve bağrışmalar geliyordu. Winston, korkuyla asansöre koşmak istedi ancak Bayan Maria tahmin ettiğinden daha ağırdı ve onu taşırken nefes nefese kalıyordu. Asansörün yanına geldiğinde müthiş bir gürültüyle bir patlama oldu ve Winston, sırtındaki Bayan Maria’yla birlikte duvara çarptı. Bomba o kadar şiddetli bir ses çıkarmıştı ki, Winston birkaç saniye sağır olduğunu sandı, dumanlar içinde öksürerek kendine geldiğinde, Bayan Maria’yı köşede yerde yatarken gördü ve yanına gitti. “Bayan Maria, iyi misiniz?” diye sordu ancak kadın baygın gibi yatıyordu. O sırada, üst kat merdivenlerinden koşarak gelenler olduğunu duyunca, korkuyla koridorun ucuna saklandı. Kuş gözüyle bakabildiğinde, ellerinde Winston’ın daha önce görmediği büyüklükte silahlar taşıyan, aynı siyah kıyafeti giymiş ve ağızları maskeyle kapanmış 2 adam gördü. Bayan Maria’nın yaşayıp yaşamadığına bakıyor olmalıydılar. Winston, bunların kim olduğunu anlayamadı, bu silah seslerinin doktorlardan geldiğini ve onları öldürmek isteyenlerin de doktorlar olduğunu düşünmüştü. Oysa bu adamların, doktorlarla yakından uzaktan alakası yoktu, bunlar devlet tarafından mı gönderilmişti? Şimdi de, onları devlet mi öldürmeye çalışıyordu? Winston, köşeden olanları izlemeye devam ediyordu. Bayan Maria, gözlerini açtığında karşısında 2 tane silahlı adamı gördü. Winston içinden “Umarım, onu öldürmezler.” diye düşündü. Bayan Maria, “Hey.” dedi, kendinden emin bir sesle. Adamlardan biri “Konuştu, yaşıyor hâlâ, sıkalım kafasına.” dedi. “Durun.” dedi Bayan Maria. “Size söyleyeceklerim var.” “Ne söyleyeceksin pis moruk.” Winston, Bayan Maria’nın keyifle gülümsediğini gördü. “Eğer, beni öldürmezseniz, size en büyük balığın yerini söylerim.” dedi. Adamlar, kafası karışmış bir halde duruyordu, “Ne balığı, ne diyorsun sen moruk?” diye sordu bir tanesi. “Hastalığı herkese bulaştıran ve hepimizi kör eden o aşağılık Winston Parker’dan bahsediyorum, onun yerini söylerim size. Onu öldürmek, beni öldürmekten daha zevkli olur sizin için.” dedi. Winston, yutkundu. Adamlar, biraz düşündü, belli ki bu fikir kafalarına yatmış gibi görünüyordu, “Neredeymiş bu adam söyle. Söz bırakacağız seni.” dediler, gülerek. Winston, koridorda bir çıkış yolu aradı, onları alt edip merdivene ulaşması gerekiyordu. “Siz gelmeden hemen önce, şu tarafa gitti, gidin yakalayın onu.” dedi, bağırarak. Adamlar köşeye doğru koşturduğunda Winston, çoktan karşıdaki odaya büyük bir sessizlikle girmişti. Odaya hızlıca göz attığında burada tıbbi malzemelerin olduğunu gördü, ne olduğunu bilmediği bu aletler arasında, kesici olarak gördüğü bir neşteri eline aldı. Bunu kullanmak istemiyordu ancak şimdilik başka çaresi yok gibi görünüyordu. Biraz zaman sonra koridorda iki el silah sesinin yankılandığını duyduğunda Bayan Maria’nın öldüğünü anladı. O kadını, o odada ölüme terk etmediği için kendisine şükretmesi gerekirken şimdi kim olduğunu bilmediği adamların, düşmanı haline getirmişti. Koridordaki ayak sesleri kesildiğinde Winston, eline aldığı neşterle koridora çıktı ve duvarlara sürterek nefes bile almadan yürümeye çalıştı. Gözlerinin artık görmüyor oluşuna takılmıyordu, insanlık ilk evriminden beri avcılardan nasıl kaçması gerektiğini biliyordu ve şimdi de ayakları onu gitmesi gereken çıkışa getiriyordu. Merdivenlere doğru yürüdü, Bayan Maria’nın yerde kibirle bakan ölü yüzüne aldırmadı, hızlıca ama olabildiğince de emin adımlarla basamakları indi, alt kata ulaşmıştı. Merdivenlere baktığında, neredeyse 5-6 kat daha olduğunu gördü, yani öyle olduğunu varsaydı. Alt katlardan silah sesleri ve bağırışlar duyuluyordu. Oraya gitmemesi gerekse de gitmekten başka çaresi yoktu, buradan bir şekilde çıkmak zorundaydı. Merdivenin son basamağına adımını atmıştı ki, karşı odadan 3 el silah sesi ve bir kadının çığlıklarını duydu ve korkuyla kendini koridorun karşısına attı. Koridorun sonundan 3 silahlı adam geliyorken Winston, sessizce olduğu yerde saklandı, nefes bile almıyordu. Silahlı adamlardan biri, Winston’ın tam yanında durdu, Winston adamın onu gördüğünü ve artık kaçınılmaz sonuna ulaştığını düşündü. Adam, yüzünü Winston’a döndürdü ve Winston, kalbi ağzında adamın gözlerine baktı. Fakat adamlar, kördü. Evet, basbayağı gözlerinin ikisi de pıhtıyla kapanmıştı ve Winston’ı görmemişlerdi. Duyabilmek için, başlarını sağa sola çeviriyorlar ve kör olmalarına rağmen müthiş bir çeviklikle hareket ediyorlardı. Dışarıdan biri baktığında, asla onların kör olduğunu düşünmezdi. Adamlar, koridorun sonuna gittiğinde Winston ancak tuttuğu nefesini bırakabilmişti. Silah sesinin geldiği odaya doğru gitti, korkarak kapıyı ittirdiğinde içeride beyaz önlüklü 2 doktorun kanlar içinde yerde yattığını gördü, sanki bir çaresi olurmuş gibi onlara yardım etmek istedi ancak beyaz önlükleri şimdiden kana bulanmıştı. Winston, yerde yatan kadına yaklaştı ve bu kadının Sandy adlı doktor olduğunu anladı, kadın birkaç saniye gözlerini araladı ve fısıltıyla “Körler, herkesi öldürecek.” dedi ve gözlerini kapattı. Winston, bunun ne demek olduğunu düşünmeye çalıştı, eğer bunlar devlet adamıysa neden doktorları öldürüyor ya da değillerse de bu “Körler” kimdi ve neden onları öldürmek istiyordu? Sonra aniden aklına Laura geldi ya o da öldüyse diye düşündü. Oysa onları öldürmek isteyen belki de Laura’ydı. Sıkıntıyla iç geçirdi. Aniden, bu odanın pencerelerinin kilitli olmadığını fark etti ve pencereden dışarı baktığında Büyük Merkez binasının bir ormanın ortasında olduğunu anladı fakat şehir çokta uzakta değildi, büyük gökdelenler buradan bile seçilebiliyordu. Odadan hızlıca çıktı ve koridoru kontrol ederek merdivenlere yöneldi, sanki o büyük silahlara karşı bir faydası olurmuş gibi elindeki neşteri sıkıca tutuyordu. İki katıda hızlıca indiğinde artık önünde 3-4 kat kaldığını tahmin ediyordu. Kendine güvenli bir yer arıyordu ve köşede kapısı açık bir odaya girdi, burada da yerde ölü bedenler yatıyordu ancak Winston hiçbirinin yüzüne bakmadı. 3’üncü kata inen merdivenlerin masa ve dolaplarla doldurulmuş olduğunu görünce ne yapacağını bilemedi. Şimdi buradan nasıl çıkacaktı? Artık silah ve bomba sesleri kesilmişti, belki de herkesi öldürmüşlerdir diye düşündü. Hızlıca yeniden pencereden baktı ve bu kısmın binanın avlusunu gördüğünü fark etti, kapıda birkaç silahlı adam duruyordu. Karşıda bir orman yolu vardı ve görebilen gözünü zorladığında yoldan bir araba geldiğini fark etti, bu araba kime aitti bilmiyordu ama buraya ulaşması 20-30 dakika bulurdu. Bu sürede bu binadan dışarı çıkmalıydı. Ama nasıl? Burada ayakta bekledikçe zaman azalıyordu, bir çıkış yolu bulmalıydı, hem de hemen! Tekrar pencereden dışarı baktığında, binanın en sonunda gözüne bir şey ilişti; bu yangın merdivenleriydi. “Tabii ya.” dedi Winston sesli bir şekilde. Büyük Merkez, birbirine bağlı iki binadan oluşuyordu ve şuan olduğu binadan karşı binaya geçerse, o yangın merdiveninden kaçabilirdi ve ormanda kimse izini bulamazdı. Yaptığı bu plan, yüzünün zevkle ışıldamasına sebep oldu. Koridoru hızlıca geçti ve üst kata çıktı, ses seda gelmeyince adımlarını hızlandırdı ve orada olduğunu umarak sola doğru labirent gibi koridorlar arasından geçti. Artık sona yaklaştığını umarak, yangın merdivenlerini aramaya başladı ve o esnada güçlü bir erkek sesi duymasıyla bir köşeye saklandı. Duvara yaslanmış bir halde, beklemeye başladı. Koridorun sağındaki odadan gelen gürültü sesleri vardı, birileri şiddetli bir şekilde kavga ediyor olmalıydı. Korkuyla karışık, kapıya biraz daha yaklaştı. İçerideki erkek sesi bağırıyor ve anlaşılmaz sesler çıkarıyordu. Winston, bir an bu sesi tanıdığını düşündü ve sonra da bu sesin Simon olduğunu anladı. “Ne demek hâlâ bulamadınız onu?” diye bağırıyordu Simon olduğunu düşündüğü bir adam sesi. “Şimdiye kadar ölmüş olmalı, binada yaşayan bir sinek bile kalmadı. Herkesi öldürdük.” dedi bir adam. “O zaman ölüsünü bulun bana ama o adamı getirin.” dedi yine aynı güçlü ses. Homurdanmalar yükselmeye başladı. “Bak Simon, eski arkadaşımsın diye seni de aramıza aldık ama benim olduğum yerde emirleri yalnızca ben veririm. Ayrıca, bu aptal Winston Parker da benim hiç umurumda değil, madem seni ilgilendiriyor git sen ara.” dedi diğer adam. Bir iki saniye sessizlik oldu. Sonra bir el silah sesi duyuldu. Sonrası yine sessizlik. “Eğer bir daha bana karşı gelirseniz, hepinizi öldürürüm. Artık sizin lideriniz benim, ben Simon Cooper. Bundan sonra benim emirlerim uygulanacak.” diye bağırdı. Diğer adamlardan ses gelmedi. “Efendim, o adamın ölüsünün bir önemi kalmadı artık, yetkililer buraya baskın yaptığımızı öğrenmiştir, onlar buraya gelmeden gitmemiz gerek, cephanemiz bitmek üzere, çatışmaya giremeyiz. Şehirdeki karargâha dönmemiz gerek.” dedi bir adam. Simon, öfkeyle bağırdı, “Sen benim emirlerime karşı mı geliyorsun?” dedi. Karşıdaki adam, korkuyla karışık “Ha- Hayır, efendim.” diyebildi. “O zaman, kesin sesinizi de, gidin o Winston denen adamı getirin buraya, ölü ya da diri fark etmez. Madem hepimizi hasta eden adam o, onun derisini yüzüp o kuş gözlerini yerinden çıkartacağım. Şimdi soruyorum size, benimle misiniz?” diye bağırdı Simon. Kalabalık, “Evet.” diye yanıtladığında Winston gözleri korkuyla açılmış bir şekilde koşmaya başladı. Artık duyulması veya görülmesi bile umurunda değildi, buradan çıkmak için son şansını kullanmalıydı. Koşarak koridoru arşınladığında, aniden yangın merdivenini gördü. Yangın merdiveninin kapısındaki acil yazan camı yumruğuyla kırıp kendini merdivenlere attığında koridor, intikam naraları atan kör adamlarla dolmuştu. Winston, arkasına hatta önüne bile bakmadan merdivenleri hızlıca iniyordu, merdivenler sürekli döndüğünden başının döndüğünü ve midesinin bulandığını hissetti. Bir ara, yumruğundan akan kanları da fark etmişti ama bunlar ufak problemlerdi. Yangın merdivenine bir iki basamak kala, binanın üst katlarında bomba patladı, bombanın etkisiyle kendini yere zor attı. Yukarıdan camlar, üstüne düşmüştü. Burası binanın arka tarafı olmalıydı, silahlı adamlar etrafta yoktu. Ayağa kalktı ancak bir iki dakika sonra bir bomba daha patladı. Etrafına bakındı belki sadece 5-10 dakikası kalmıştı. Köşede, kalın tellerle örülü duvarı fark etti ve özgürlüğe koşan bir kuş gibi son gücüyle koştu, kalın tellerin demirlerinin bacaklarını ve kollarını yarıp geçtiğini ancak duvarın dibine indiğinde anlamıştı çünkü canı oldukça yanıyordu. Duvarın dibine yaslanıp derin bir nefes aldı, şu anda küçük bir çocuk gibi hüngür hüngür ağlamak istiyordu. Bu esnada avluya siyah büyük bir araba girdi ve içinden silahlı adamlar çıkıp binayı kuşatmaya başladı. Bunlar kesinlikle devlet için çalışan kişilerdi ve birkaç dakika sonra silah sesleri duyuldu, muhtemelen avludaki kör adamları öldürmüşlerdir diye düşündü. Winston, yerde belli belirsiz olan karda sürünerek kendini ormanlık alana attı, şu anda devlet görevlileri binadaki körlerle, o kadar meşguldüler ki onu fark etmeleri imkânsızdı. İyice tepeye tırmandığında, bir ağacın ardına yaslandı. İşte şimdi gerçekten derin bir nefes aldı artık kurtulmuştu. Bir anda histerik bir kahkaha onu esir aldı, öyle sesli gülmeye başlamıştı ki bir ara sesi duyulur diye korktu ve ağzını kapatmak zorunda kaldı. Sonra bu gülüş yerini ağlamaya bıraktı ve gözyaşları gözlerinden usulca süzülmeye başladı. Binada neler olduğunu görmek için ilerideki tepeye çıkması gerekiyordu. Büyük Merkez binasını şimdi net bir şekilde görüyordu, bina 15 katlıydı ve oldukça büyüktü. Winston, birkaç saniye bir hareketlilik aradıysa da göremedi. Daha fazla burada durması tehlikeli olabilirdi bu yüzden gitmek için hazırlandı. Arkasını döndüğünde hayatında ilk defa duyduğu ve belki de ömrü boyunca unutamayacağı bir patlama sesi duydu. Korkuyla kendini bir ağacın altına attığında, Büyük Merkez binasının olduğu gibi yere çöktüğünü gördü, bu belki 1 belki 2 saniye sürmüştü. Onlarca ölü insan beton bir mezara gömülmüştü. Ve eğer sadece 5 dakika daha kalsaydı şu anda o da o mezarın içinde olacaktı. Bunu kör çetesi mi yoksa devlet yetkilileri mi yapmıştı, tahmin edemedi. Bina, tuzla buz olmuştu, içeride yaşayan biri kaldıysa bile bu enkazdan çıkması imkânsızdı. Winston, daha fazla düşünmeden yola koyuldu. Kör adamların nasıl hızlıca hareket edebildiğine şaşırmıştı oysa şimdi kendisi de bu beceriyi kazanıyor gibiydi. Bir an önce şehir merkezine varmalıydı, evine vardığında güvende olacağını düşünüyordu. Her ne olursa olsun birilerine haber verebilirdi. Neticede, şehirdeki insanların hiçbir şeyden haberi yoktu ve elbet orada ona yardım edecek insanlar vardı. Ormanda dinlene dinlene yürüdü ve arada yerde bulduğu otlardan birkaçını ağzına attı, en azından bu birazcık aç ve yorgun bedenini kandırabilirdi. Şehre yaklaştığını, büyük gökdelenlerin daha da büyüdüğünü fark ettiğinde anlamıştı. Etrafta kimse olmasa da, Winston yine de temkinli davranıyordu. İşte şimdi karşısında birçok medeniyetten bile daha ileride olan görkemli Büyük Şehir’in manzarası duruyordu. Ancak Winston, şaşkınlıkla kafasını kaşıdı. Çünkü şimdi gördüğü manzara, Büyük Şehir’e değil adeta kıyamet kopmuş bir şehre benziyordu. Şehrin her yerinden dumanlar çıkıyordu ve binalar alevler içinde kalmıştı, adeta bir film sahnesinde olduğunu zannetti. “Kıyamet mi koptu?” dedi kendi kendine. Şehir merkezine girdiğinde her zaman yürüdükleri o alışveriş caddelerindeki binaların başıboş ve dağınık bir halde olduğunu ve yolların arabalarla ve çöplüklerle dolu olduğunu gördü. “Buraya ne olmuş böyle?” dedi acıyla. Daha sonra, bu kadar açık yolda yürümenin tehlikeli olacağını düşündü ve ara sokaklardan yürümeye karar verdi, bu sokaklarda da durum aynıydı, sanki bir tufan olmuş ve bütün şehir insanlarıyla birlikte bu dünyadan silinmişti. O sırada karşıdan zayıf bir köpek geldiğini gördü. Köpeğin kemikleri görünüyordu ve köpek, Winston’u gördüğünde hayatında görebileceği en korkunç hayvanı görmüş gibi kendini sokağın sonuna zor attı ve birkaç dakika sonra aniden yere yığıldı. Winston, kendini film sahnesinin ortasında gibi hissediyor, zihni bu gördüklerinin gerçek olmasını kaldıramıyordu. Aklında cevaplandıramadığı sorular dolanıp duruyordu. Sadece 2 buçuk ayda bu şehre ne olmuştu? Bunu kim yapmıştı? Savaş mı oldu? Bu şehri bu hale getiren düşman kimdi? Diğer insanlar nereye gitmişti? Köşede bir market gördü, marketin kapısı açıktı ve etrafta kimseler yoktu. Winston, açlıktan bayılacak bir haldeydi. Markete girdiğinde, rafların boşaltıldığını ve etrafa bir şeyler döküldüğünü gördü, market yağmalanmış olmalıydı. Aç karnı daha fazla dayanamayacaktı, utana sıkıla etrafta yiyecek bir şeyler aradı ve şansına yerde bir kurabiye paketi bulduğunda hiç düşünmeden hızlıca hemen açtı ancak bir yandan da kimse olmamasına rağmen ayıplanma korkusu yaşıyordu. Kurabiyeleri ağzına üçer beşer tıkıştırdı, muhtemelen tarihi geçmiş olabilirdi ama Winston şimdilik bununla ilgilenmeyi düşünmüyordu. Marketin, raflarının altında bir hareketlilik oldu, bir kedi paketlerin arasından çıktı ancak Winston’u fark edince bir deliğe kaçtı. Winston, elinde kalan son kurabiyeyi onun girdiği yerin önünde ufaladı ve marketten dışarı çıktı. Nereye gideceğini bilemez bir halde şehirde biraz daha dolandı ve sonra kendi evine doğru yol aldı. Belki orası da yıkılmış, darmaduman olmuş veya yağmalanmıştı ancak yine de evini son bir kez olsun görmek istiyordu. Aynı zamanda bu geceyi geçireceği başka güvenli bir alan bulamazdı, diğer insanların evlerine girmek istemiyordu, şehir yıkılmış gibi görünse de başkasının mahremine izinsiz giremezdi. Korkarak ve gördüğü her yıkıma yeniden ve yeniden üzülerek kendi caddesine girdi. Burada yıkım, nispeten daha azdı ve az sonra kendi binasının önüne gelmişti. Hiç düşünmeden alışkanlıkla asansöre doğru yol aldı ancak daha sonra asansörün çalışmadığını fark etti. Merdivenleri çıkmaya başladı, en son ne zaman bu merdivenleri çıkmıştı hatırlamıyordu bile. Çıktığı katlarda, koridorların kirletildiğini ve bazı dairelerin kapılarının açık olduğunu gördü, demek ki buraya da girilmişti. Kendi dairesinin önüne geldiğinde kapısının kırılmadığını ya da üzerinde zorlama izlerinin olmadığını gördü. Yedek anahtarı her zaman kapısının önündeki posta kutusuna koyardı ve elini attığında anahtarı orada bulduğuna çok sevindi. Açlıktan, acıdan, yorgunluktan ve tüm gördüğü bu manzaralardan sonra ayakta duracak hali bile yoktu ve son gücüyle kapıyı açtı. Sanki normal bir iş günü bittiğinde evine geldiğinde yaptığı gibi kendini koltuğa attı ve 2 buçuk ayın sonunda annesinin koynundaymış gibi rahat bir uykuya daldı.
-BÖLÜM SONU- Yorumlarınızı bekliyorum...
|
0% |