12. Bölüm

“12.Bölüm Cefâpîşe”

esra
wolffcuub

"12. Bölüm Cefâpîşe"

 

 

Cefâpîşe; Üzmeyi huy edinmiş,

cefâ eden.

Âşığını üzen sevgili.

 

 

 

 

Koca bir ömrü başkalarının verdiği kararlarıyla yaşamak görünmez bir elin bazen boğazımı sıkması gibi hissettiriyordu. Ben o yüzüme çarpan ışıkların altında hep bir adım arkada kalmak için gölgelere sığınandım.

 

Uzun bir süre varlığım yok sayıldığında artık insanların beni tanıması en büyük korkum olmuştu.

 

Çok uzağa kaçım bende. Önce başkalarından kaçarken sonra kendimden, benliğimden kaçarken buldum kendimi. Dağıttım, en dibine kadar her şeyi paramparça ettim. Öfkeliydim herkese; en yükseler bağırdım ama duymadılar. Şimdi de yorulmuştum.

 

En başa dönmüştüm. Tarih tekerrür etmişti. İlk nefesimi burada çekemediğim bu şehir tekrar bana bir can vermişti. Bu benim cezam gibi görünse de aslında beni her gördüğünde o adamın cezası olduğunu biliyordum, hissettiklerini anlamak imkansızdı ama bana dönünce değişen göz rengini ve ardında yatanı ancak ben bilebilirdim.

 

Ben onun bu hayattaki en zor sınavı olmuştum. Artık ondan uzağa gitmekte imkansızken gitmemem için beni sıkı sıkıya saran oydu.

 

Gün gelir basacağın toprağa bile canıyla tehdit ettiğin insanın gitmemesi için sıkı sıkıya tutardın Doğu ise en büyük dersi alandı. Sözleri ona zindan olmuştu biliyorum. Sesi bile bazen yorgun gelirken artık kulaç atmayı o da bırakmıştı. Batıyorduk ama suya alışmıştık...

 

"Doğu," diye mırıldandım. Sıcaklığını hissediyordum tenimde, yanımdaydı.

 

Onaylayan bir sesle karşılık verdi.

 

"Bana masal anlatır mısın? Uyuyamıyorum."

 

Gözlerimi açamıyordum belki açıktı da ama ben renkleri seçemeyecek kadar üstümde bir ağırlık hissediyordum.

 

"Bizim hayatımızdan daha sağlam bir masal mı var?"

 

Bu hoşuma gitmemişti ben yalan duymak istiyordum, yaşanması uzak ihtimalleri dinlemek istiyordum.

 

Gözlerimden birini açıp kolunun üstündeki başımı kaldırdım. "Hayır kötü bir hikâye istemiyorum bana güzel şeyler anlat, biz yeterince kötüyüz."

 

Rüyada olduğunuzu fark eder ama uyanmamayı reddesiniz ya işte tam olarak o anlardan birinin içerisindeyim.

 

O burada değildi, sıcaklığı buz kalbimi eritmiyordu, varlığı güven değildi. Rüyaydı, geçek olamayacak kadar huzurlu hissettiren bir rüya.

 

Başı yatak başlığına dayalıyken yavaşça gülümsedi. "Senin içerisinde olduğun hiçbir şey kötü değildir Rona. Kendini soktuğun dünyanın içerisinden çıkart artık benim yanımdasın kimseden kaçmana gerek yok. Kendinden bile."

 

Bunu ben ayıkken ve bu kadar huzurluyken bir kez daha söylemesini isteyecektim çünkü kaçmak beni yormuştu ama boğulmakta keyif vermişti.

 

"Yıllarca sen beni kovaladın şimdi nasıl durulur bilmiyorum." Bedenim başımı taşıyamadığında yüzüne bakmayı kestim.

 

Başım yumuşak yerle buluşmuşken yastık olmayacak kadar canlıydı, kalp atışlarını duyduğuma emindim.

 

"Rüyalarıma bile girmeye başladın artık görmezden gelemiyorum."

 

Göğsü inip kalktığında başımda onunla birlikte yükselmişti.

 

"Haklısın bir düşte gibiyiz ama rüya olamayacak kadar güzelsinsen.Merak etme ayrıca sadece sarhoşsun. Sabah beni bile hatırlayamayacak kadar çok içmişsin."

 

Karnından güç alarak belimi doğrulttum "Saçmalama rüyadayız yoksa asla sana dokunmam, sadece bir rüya." Derken başım tekrar sıcak ve yumuşak göğsüyle buluşmuştu.

 

"Dokunma ama gözlerinide benden saklama yoksa yolu kaybetmiş gibi olurum."

 

Ne dediğini tam olarak anlayamıyordum çünkü sözcükler bana karışık geliyordu ama önemi yoktu dokunuşu gerçek gibi hissettiriyordu sözlerinin bir önemi yok gerçek olan onlar değildi.

 

Başımı salladım sorusunun cevapsız kalmaması için. "Hadi artık masal anlat yoksa bu rüyadan çıkamayacağım."

 

"Ben pek masal bilmem," diye söyleniyordu. Belli belirsiz saçlarımda bir el hissettim. Çok yumuşaktı ama hemen geri çekilmişti.

 

"Bu nasıl rüya, rüyamda bile huysuzsun sen git ben başkasın gelmesini diliyorum."

 

Yatakta yükselince başım yana düşmüştü. "Yok başkası tamam anlatacağım masal, başkasıymış. Rüyanda bile göremezsin."

 

"Bir varmış bir yokmuş." Diye kısık sesle başladı önce.

 

Bende yerime iyice yerleşince üstüme bir ağırlık örtüldü. Omuzlarıma kadar çekildi. Sıcaktım artık.

 

"Uzak diyarların en muhteşeminde bir gün bir kız çocuğu dünyaya gelmiş. O kız çocuğu o kadar güzelmiş ki adına türküler efsaneler yazılmış ilk günden."

 

"Benden daha mı güzel?" diye araya girme ihtiyacında bulunmuştum çünkü bu benim rüyamdı kimsenin benden rol çalmasını istememiştim.

 

"Kimse senden daha güzel olamaz, ona efsaneler yazılmışsa sen efsanenin kelime anlamısın." İstediğimi aldığımda gözlerimi geri yumdum, kısa bir süre sonra tekrar anlatmaya başladı.

 

"Bu kız dokunduğu kuru toprağı yeşertir, solanı canlandırır, acıyı da dindirir demişler. Bu şanı çok uzak topraklara kadar sürüldüğünde yaradanın verdiği ölümcül olanın onu bulduğu bir genç varmış uzaklarda. Zamanın tabipleri, şifacıları ne yaptılarsa genç bir türlü sağlığına kavuşamamış"

 

"Ölecek mi? İstemiyorum bu masalı." Diye gözlerimi tekrar açtığımda kolumdan tutup beni göğsüne geri yatırmıştı.

"Mutluluğa giden her yol dikenlidir yolun sonunu görmeyi bekle."

 

"Gencin ailesi bu efsanesi dilden dile dolaşan kızı son bir umut olarak ziyaret etmek istemişler. Dağlar aşılmış, günlerce at üstünde yol gitmiş hasta genç, en sonda efsanesi olan kızın evine varmışlar."

 

Parmakları saçlarıma dokunup geri çekiliyordu ben ise uykuya...

 

"Kız sanki onların geleceğini biliyormuş gibi kapının önünde beklemiş genç oğlan ve ailesini. At üstündeki harap genç yavaşça inip kapıda onu izleyen güzeller güzeli olan kıza doğru yürümüş. Adımları ilk kez acı vermemiş ona."

 

"Genç adam kızın eline uzandığı anda güç ayaklarından çekilmiş ve kızın önünde yerle bir olmuş ama elleri tek bir an ayrılmamış birbirinden. Genç adamı kaldırmak isteyenlere izin vermemiş kız. Eli yavaşça önce alnına sonra kalbine ulaşmış en sonda çektiği elini kendi kalbine dayayıp kalmış."

 

Artık sesini daha kısık duyuyordum ama parmaklarını hissedebiliyordum.

 

"O gün genç kız genç adamın bütün acısını çekip kendi bedenine hapsetmiş. Acı yavaş yavaş onu ele geçirirken tek bir şey dökülmüş dudaklarından. Bunca zaman kimse acını görmedi bilmedi hissedemedi artık bütün ruhani acın bende. Şimdi sen o acıyı çekmiş biri olarak benim acıma ortak ol zira bundan sonra şifam sendedir..."

 

🕯️

 

Gözlerime vuran ışık beni rahatsız edip uykumdan uyandırmıştı ama gözlerimi açtığım anda başlamıştı asıl rahatsızlığım. Kafamdan sanki açık beyin ameliyatı olmuş gibiydim. Zonklayan başımı ellerimin arasına alıp biraz öyle bekledim.

 

Dün gece kesitler şeklinde gözlerimin önüne geldiğinde tadım anında kaçmıştı. En son dansçı bir adamla dans ediyordum arada da hayal meyal Doğu'nun sesinide duymuştum. Hatta tüm gece kulağımın kenarından süzülüyordu sesi sanki.

 

Pikenin ağırlığı üstümden düştüğünde o sert kokuyu duymuştum hemen. Bu onun kokusuydu, başkasında olsa rahatsız edecek o koku onun teniyle birleşince ahenkli bir uyum içerisindeydi.

 

Koku yanımdan, çok yakından geliyordu. Başımı hemen elbiseme eğdim aynı koku saçlarımada değmişti yine aynı koku en son yastığımdan da geliyordu. Kokusuyla bulanmıştı her taraf. Saçlarıma kadar karışmıştı.

 

Aklım benimle alay eder gibiydi tam anımsayamıyordum ama sesi sanki kulağımdaydı hala.

 

Perde havalandığında ortamda ki seslerde netleşmişti.

 

Çeşitli insanların koşuşturma sesleri geliyordu aşağıdan. Yataktan çıkıp perdesi havalanan pencerenin önüne geçtim. Bütün avlu hummalı bir çalışma için donatılmış gibiydi. Fırat'ı gördüm ilk, bir merdivenin başında bir kadının ona uzattığı ışıkları ağaçlara asmaya çalışıyordu.

 

Masalar ve sandalyeler dizilmek için bir köşede beklerken ilerideki çardağın içinde oturmuş Berfin Hanım'a çarptı gözüm. Uzakta oluşu üzgün duran suratını görmeme engel değildi.

 

Tüm bu olanlar onun için ağırdı beni kabullenmiş gibi gözükmek için kendini zorluyordu biliyorum. Kendi kızının bunca zaman düşman sıfatıyla hatırladığı insanların evinde olması onun için en zor olanıydı.

 

Derin bir nefes aldım. Artık o kadarda sıcak olmayan havayı derince içime çektim. Yarın her şey değişecekti bugün son kez o eve girecektim. Yarın herkes için milat olacaktı. Bazı zaferler yerini kaybedişlere bırakacaktı ben artık bugün son kez Rona İpekoğlu olacaktım.

 

 

 

Kahvaltı masası geldiğimden beri ilk defa bu kadar kalabalıktı. Rohat ve Şebnem benden sonra dahil olanlardı.

 

Doğu ileride telefonla konuşurken biz kahvaltıya başlamıştık.

 

Helin ve Şebnem dün gece ben gittikten sonra yaşadıklarını anlatırken çok da memnun değil gibiydi. Rohat zaman zaman konuşmalara dahil olup haklılığını savunuyordu Hozan ise ikizine neden onu da çağırmadığının hesabını soruyordu.

 

"Medeniyetsiz gibi adama utanmıyor musun sen kıvırtmaya dedin gerçekten senin yerine şahsım utandı."

 

Rohat domatesi sertçe ağzına atıp hızlı hızlı çiğnedi. "Ne diyecektim kızım gelmiş kaç yaşına yaptığı iş iş miydi?"

 

"İşi o zaten Rohat ağabey." Helin de Şebnem'i onaylayıp yükseldi.

 

"Konuşma kız sen yemeğini ye."

 

"Niye konuşmayacak o da mı yasak? Konuş Helin sen ben senin arkandayım."

 

"La havle vela çattık ya, he yasak sende konuşma."

 

Şebnem göz devirerek sertçe kupasından yudum alıp saçını Rohat'a doğru savurdu. Ne olduğunu sonra dinleyecektim şu an beynim tek bir sorunu daha kabullenemezdi.

 

"Kızım Doğu seni bugün babanın evine bıraksın, yarın evlerden aynı anda çıkarsınız. Avluda olacak nikahınız."

 

Aldığım nefesi içimde tutuyordum. O eve son kez girmek bana bir histen daha çok şey yaşatıyordu. Tenime iğnelerin girdiğini hissediyorum sanki, öyle ince ama keskin acıydı bu.

 

"Rona isterse dedim Ana, buna mecbur değil kızın seni görmek isterse eve gelir." Doğu tekrar nefes almamı sağlayacak şekilde girmişti konuya.

 

Benden bir cevap bekliyordu hayır desem beni asla oraya götürmezdi biliyorum ama Berfin Hanım'ın benden istediği şeydi Dilan'ın bu evden gelinlikle çıkması.

 

"Sorun yok bende gitmek istiyorum," durdum yavaşça yutkundum. "Görmek istiyorum." Son kez. Bu son kelime kendimeydi.

 

Sıcak bir el sardı parmaklarımı hemen. "Gideriz beraber, yardımcı olurum hem toparlanmana." Demişti Şebnem bana destek olmak için gülümsüyordu.

 

"Orada eşyam yok," hafifçe gülümsedim. "Hatta burada daha çok eşyam var diyebilirim."

 

O anda daha çok sardı elimi. Şu an o burada olmasaydı ne hissederdim bilmiyorum. Bir gün gidecek İstanbul'a dönecek olması beni sadece çok üzüyordu.

 

"Bende gelip yanında olmak isterdim ama ablam.." Şebnemin yanında oturduğu için ona uzanmak zorunda kalmıştım.

 

"Beni düşünme lütfen, ablanla hasret gider hem yarından sonra hep burada olacağım çok vaktimiz var."

 

Doğu'ya dönüp baktığımda sandalyeye oturmuş beni izliyordu. Beni o evde gördüğü halden sonra gitmemi istemiyordu ama son görevlerini yerine getirmelerine izin verecektim.

 

Hiçbir şey demeden sandalyemi geri çektim daha fazla durursam hislerimi kontrol edemezdim Doğu gözlerimin içine bakarken kendimi saklamakta zorlanıyordum.

 

"Ben yukarıdan birkaç eşya alayım Şebnem sende kalk istersen Doğu bizi beklemesin, afiyet olsun herkese."

 

Şebnem de benimle birlikte salondan çıkıp merdivenlere doğru yürümüştü. Masadakilerin görüş açısından çıktıktan sonra beni durdurup sıkıca kollarını boynuma sarmıştı.

 

Yaşlarımı tutmak artık ağır geldiğinde bırakmıştım onları.

 

"Lütfen artık güçlü numarası yapma kardeşim lütfen ağla, bağır, çağır, susma." Kollarımı ona saracak gücüm bile yokken iki yanımda sallanıp duruyorlardı. Başımı boynuna gömmüş sessizce ağlıyordum sadece.

 

"Adam senin gözünün içine bakıyor, bir şey söyle diye bekliyor. İstemiyorum deseydin götürmez seni, neden gideceğim dedin?"

 

Kollarını bırakıp avuçlarını yanaklarıma dayadı.

 

"Korkak değilim ben," dedim burnumu çekerek. "Korkmuyorum onlardan gidip son kez çıkacağım o evden. Doğu'yla evlenmem yeterince ağır ama son kez gittiğimi bilmek onlara en büyük ceza olacak."

 

"Ben asıl cezayı kendine kesmenden korkuyorum. Her şey çok çabuk gelişiyor, her şeyi kabul ediyorsun. Yemiyorsun, içmiyorsun, uyumuyorsun Rona. Ben sağlığına bir şey olacağından endişeleniyorum."

 

"İyiyim ben Şebnem gerçekten, Doğu iyi biri sadece ben evliliğe hazır değilim bunu biliyorum ama yapamam, ben kalbi kırık bir çocukken kendi kanımdan olan birine aynı şeyi yaşatmam."

 

"Gidelim dersen şimdi gideriz bunu sakın unutma o kâğıdı imzalamak zorunda değilsin ailen sana bunu borçlu. Mutsuz olacağın bir şey yapmanı istemiyorum."

 

"Biliyorum, biliyorum Şebnem iyi ki varsın sen benim yanımda ol yeter. Sende üzülme artık. Yanına birkaç şey al da çıkalım."

 

Kol çantama bir eşofman takımını koyup kapattım. Hiç ait olmadığın bir yere varmak, orada var olmamak ama oradaymışsın gibi anılması tuhaf hissettiriyordu. Babanın evi demişti Berfin Hanım ama ben aitlik bile hissetmiyordum onlara, oraya.

 

Kapıyı çekip çıktığımda koridorda Doğu gelmemi bekliyordu. "Şebnem arabaya indi bende taşıyacak bir şey vardır diye bekledim."

 

Omuzlarımı silkip önünden geçtim. "Oraya götürmem gereken bir şey yok bu gecelik beni idare etsin yeter."

 

"Rona," dedi. Merdivene adım atmadan eli kolumu sarmıştı. "Gitmek istemezsen eğer, götürmem. Kimsenin baba evinden çıkmak gibi gayesi yok. Olsaydı şayet bütün bunlar yaşanmazdı. Bunu yapmaya mecbur değilsin."

 

Gitmek istemediğimi anlıyordu belki de Dilan'ı görmek, Baranla muhatap olmak istemiyordu.

 

"Hiçbir şey adetlere göre olmadı zaten. İnsanlar barışın gerçek olduğunu görmüş olurlar, o evden çıkmak benim için önemsiz bir önemi yok yani nerede oluğumun, tek bir akşam orada uyuyacağım. Hem o evde misafir olmaya alışkınım."

 

Gülümsüyordum ki bu sefer eli yüzüme düşen saç tutamlarıma ulaştı. Usul usul geri çekti kulağımın arkasına itti. Ela gözleri ilk günkü gibi bakarken dudaklarını araladı.

 

"Bu eve ait değilmiş gibi misafirmiş gibi hissettiğin tek bir günün olmayacak artık. Sana söz olduğu her yer geçtiğin her sokak sana aitmiş gibi hissettirecek. Bu şehir artık sana yuva izin ver senden af dilesin."

 

Bu şehir değil af dileyen kendiydi. Bu şehir bana yasakken şimdi ona ait ol diyordu.

 

Aramızda uçurum vardı. Aramızda solan çocukluğum vardı. Arabanın arka koltuğunda her gidişinde duygularını yitiren küçük bir kız çocuğu vardı.

 

Sonra ona baktım, onu gördüm. Küçük oğlan çocuğunu. Omzuna yüklenmiş sayısız yükü. Kamburdu, ağır geliyordu ona takılan sıfatlar. Dik durmaya zorlanıyordu.

 

Şimdide o köprünün ortasında karşılaşmıştık.

 

"Sen kim için özür dileyeceksin buradan ailenin sürdüğü ailem için mi, yoksa beni görürsen öldüreceğini söylediğin kendin için mi? Peki ya ben babam için senden mi af dileceğim yoksa ayaklarını kaybeden baban için mi? Bırak şehirde özür dilemesin, bu şehir bizi mutsuz etti bundan sonrası mucize Doğu."

 

"Kimse yaşananları unutmuyor Rona, ama böyle devam edeceksek bırak ağırlığı bana kalsın. Sen yeterince taşıdın yükü."

 

"Yanlış insan yanlış zaman Doğu. Biz sadece doğruları götürürüz."

 

"Herkes doğruysa biz zaten yanlış olalım." Söyleyeceklerini bitirip hızla geçip gitti önümden ben ise sadece arkasından öylece bakmıştım.

 

Doğu yanlışı kabul ettiğini söylüyordu, biz baştan aşağıya yanlıştık zaten.

 

 

 

Şebnemde bizimle geldiğinden aramızdaki soğuk havayı hemen anlayıp birkaç kez Doğu'ya sorular sormuştu. Artık onun da keyfi yoktu, biz birbirimizin mutluluğuyla mutlu olup, üzüntüsüyle üzülürdük.

 

Yoldayken Doğu'dan öğrendiğimle babamlar buradan gitmeden önce oturdukları konağa geri taşınmışlar. Artık İpekoğulları'da Midyat'talardı.

 

İki konağın arasın yirmi dakikalık mesafedeydi neredeyse. Bu evi ilk göz görüyordum. Kapısı tahta ama üstü gösterişli bir şekilde İpekoğulları konağı yazılı tabelası vardı.

 

Kapı yeterince uzun değildi arkadaki katlı konak sokaktan gözüküyordu. Doğu arabayı durdurduğunda o da konağa bakıyordu. Yaklaşan arabayı tanıyan korumalar dikkatlice arabaya bakıyorlardı.

 

Şebnem çantasını alıp, "Ben bizim geldiğimizi söyleyeyim." deyip arabadan indi.

 

Kemerimi bile çıkartmadan öylece önümdeki konağa bakıyordum. Bu eve yabancıydım. Şimdi geri dönmek istesem geri dönebilirdim ama aciz bir insan olamazdım.

 

Gücüm toplayıp derin nefes aldığımda Doğu'ya çevirdim başımı fakat onu çoktan bana bakarken buldum. Gözlerinde alışkan olmadığım şeyler vardı. Kaşları çatılmıştı ama öfkeli değildi endişe onu ele geçiriyor gibiydi.

 

"Yanlış insanla yanlış yapmak istersen buradayım şimdi seni buradan götürebilirim."

 

Başım koltuğun kısmına itip gülümsedim. "Biliyorum, ama endişelenmiyorum. Bana son kez aile olmalarına izin vereceğim."

 

Kemeri en yavaş hareketle çıkartıp kucağımdaki çantayı koluma asıp parmaklarımı kapı koluna yaklaştırdım. Açtığım an kolumu kendine çekip ona dönmemi sağladı.

 

" Sana bir telefon kadar uzağım, istediğin her an gelip seni buradan alacağım kendini bir şey için zorlama."

 

Onun ağzından çıkan her şey kalbime teğet geçiyordu. Bazen bir kâğıt kesiği gibi kanatıyordu da. Sözleri ve sözlerini destekleyen gözleri vardı. Benim sadece onun sözlerine ihtiyacım vardı aslında. Onun yanındayken hissettiğim güvene, şimdi bu arabadan inersem nasıl hissedeceğimi çok iyi biliyordum. Bu zamana kadar kendimi taşıyıp onu tanıdıktan sonra indirdiğim maskemi bulamıyordum da.

 

"Arayacağım ama gelip alman için değil, bensiz ev nasıl diye soracağım. Sakin günü özlemiş misiniz diye kontrol edeceğim."

 

İkimizde güldük. Kapıyı açıp yavaşça arabadan indim. Benim için kapıyı açtıklarında ben girene kadar beni izledi. Dönüp ona yavaşça el sallayıp gülümsedim sonra avluya ilk adımımı atıp arkamdaki kapının kapanmasına izin verdim.

 

Çalışan arabanın motor sesini duyduğumda da derin bir nefes verdim. Doğu'nun burada olmaktan ne kadar rahatsız olduğunu görmüştüm ve daha fazla burada durmasını istemiyordum.

 

Başımı çevirip avluya baktığımda ortada şadırvan tarzı küçük bir sus havuzu vardı. Biraz ilerisinde birkaç arabanın park ettiğini gördüm. Dışarıdan göründüğü kadar değildi arkaya doğru uzayan bir konaktı ama eskiydi belirli yerleri tahtadan bazı kısımları betondandı.

 

Konağın katlarına göz gezdirdiğimde gözüm bir çift gözle birleşti. Adalet İpekoğlu balkonunun demirlerine yaslanmış kollarını göğsünde birleştirmiş beni izliyordu. Tekrar birine silah çekmemden korktuğundan kimseyi meydana salmamıştı.

 

Uzun uzun baktı bana. Tek bir mimik oynatmadan inceledi suratımı. Dönüştürdüğü şeytana baktı, belki korktu ama tek kelime etmedi usulca perdeyi yana çekip içeriye girdi.

 

Anlaşılan kimse karşılama zahmetinde bulunmamıştı bende daha fazla ortada kalmak istemeyerek içeriye girdiğini düşündüm merdivenlere yöneldim ama ismim ilk kez o an yankılandı konakta.

 

"Rona, gülüm sen mi geldin?" Yine onu rahatsız eden takımlarının içeresinde yılların yorgunluğuyla öylece duruyordu Feyzullah ağabey.

 

Kollarımı uzatıp onun beni yıllardır sarmalayan kollarının arasına girdim. Yıllardır değişmeyen tek şey onun beni evladı gibi sevip korumasıydı.

 

Ellerini saçlarımın her telini okşadı. "Affet beni abim, ben seni koruyamadım. O gün yanında olsaydım bunlara izin vermezdim."

 

İçim burkulmuştu ama gülümsedim dolan gözlerimle. Asıl sorumlular suçlarını bile kabul etmezken, duyduğum özürler beni daha çok üzüyordu her defasında.

 

"Kendini suçlama ağabey, o gün olmasa yarın olurdu, bunda kaçamazdım." Omuzlarım inip kalktı. "Kader böyleymiş."

 

"Kader değil bu Rona, o ağabeyin olacak adam,"

 

"Abi duymak istemiyorum, bu saatten sonra kimi suçlasam kime bağırıp çağırsam faydasız. Benim kaderim buymuş, ben yalnız bırakılmak için gelmişim dünyaya. Bunu artık bende değiştiremem."

 

"Soldurmuşlar kızım seni. Sen güldün kıpkırmızı hayat dolu, mutluydun yaşadıklarına rağmen. Şimdi boyun eğmişsin her şeye. Dalını kırmışlar. Dikenin sana batıyor, kanıyorsun kimse görmüyor."

 

Suratımda ıslaklığı hissedince elimin tersiyle sildim. "Biri var ağabey, biri görüyor. Kanadığımın farkında, yaramı sarmak istiyor ama izin verirsem o da beni yarı yolda bırakır diye korkuyorum."

 

Üzüntüsü onun da omuzlarını indirmişti. Yıllardır her anını gördüğü kız çocuğu tekrar o cehenneme düşmüştü. Bunu görmek her şeyin boşa gittiğini düşündürtüyordu ona.

 

"Sen çok güçlüsün, aha daha şu kadarcıktın kendi yaşını kendi sildin. Herkese kafa tutardın. Diyarbakır'daki evden ardına bakmadan çıkardın. Düşerdin yarana dönüp bakmazdın ama sende bir sâbisin gülüm. Yoruldun, bırak yaranı kapamak isteyen kapasın, yanında olmak isteyen olsun. Ömür yalnız geçmez. Gül, ağla, bağır, çağır ama yanında birinin olduğunu bilerek yap bunları. Kırık ayağına daha fazla yüklenme yoksa diğer ayağından da olursun."

 

Saçlarımın arasına dudaklarını bastırıp kendince vedalaşmış kapıda duran adamların yanına doğru geçip gitmişti.

 

Ayakta olmaktan ayaklarımın sızlamaya başlamıştı üşümüştüm de hava da karartmıştı kendini. Kara bulutlar sürünmüştü konağın üstüne, konağa doğru adım attığımda sert rüzgâr vurmuştu arkamdan. Sert bir yağmurun habercisi olan şimşeklerin ileriyi aydınlatması düşmüştü avlunun ortasına.

 

İçerinin kapısı yavaşça çıktığında elinde küçük çanta olan bir kız çıkıyordu.

 

Şimşek bu sefer sert bir gürültüyle bağırdığında o da beni görmüştü. Adımlarını beni görünce bıçak gibi kesmiş ama geri dönmemek için ileriye yürümüştü. Merdivende biraz oyalanıp son basamağa geldiğinde ise durmuştu.

 

"Rona," dedi. Bütün sesi mahcubiyet içerisindeydi.

 

"Dilan?" dedim duygudan uzak bir şekilde.

 

Adım atmakla atmamak arasında kararsız kalınca bir süre sonra yaklaşıp birkaç adım kala durmuştu.

 

Elinde siyah bir çanta varken parmaklarının arasında daha çok sıkmaya başladı ben bakınca. O da babasının evine gitmek için çıkmaya hazırlanıyordu.

 

"Ben," dedi zayıf sesiyle. "Ben seninle konuşmak istiyordum ama bir cesaret edemedim."

 

Bakışları yerdeydi kaldırıp gözlerime bakamıyordu.

 

"Biz senin hayatını mahvettik, hakkını helal et bize ne olursun."

 

"Gözlerime bak!" dedim. Dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini de yumdu. Yaklaşıp tekrar konuştum. "Gözlerimin içine bakarak helallik istesene. Mahvettiğin hayata dönüp baksana bir kez. Ne kadar kolay birinin hayatının içine edip istediğini yaptırdıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi helallik istemek."

 

Eğik başından yerlere göz yaşları düşüyordu ama tek kelime etmiyordu bana.

 

"Seni affedecek olan ben değilim o ardında bıraktığın ailen. Senin için her şeyi göze alan ağabeyin. Düşmanının kızından yardım isteyip kızım gelinlikle buradan çıksın diyen annen. O yüzden Dilan hala o arkandaki adamla yaşıyorsanız karnındaki can için. Bir daha sakın karşıma çıkmayın, Allah affetsin sizin günahlarınızı."

 

Yanından geçtiğimde arkasında olan Baran'dı. Dilan'ın aksine gözlerimin içine bakıyordu. Onunla konuşacağımı düşünüyordu ama bir hayaletmiş gibi yanından geçip gitmiştim.

 

Artık benim bir ağabeyim yoktu, bunu anlaması için ona bir silah çekmem gerekmişti. O namlu bizim çocukluğumuza dönüktü ve bende hiç beklemeden ateşlemiştim o silahı. İkimizde kanlar içinde can vermiştik fakat benim elim yine ona uzanmış şekilde ölmüştüm...

 

Merdiveni çkıp uzun koridorun başında hangi kapıyı açacağımı bilmeden bir süre bekliyordum ki o anda köşedeki odadan Şebnem çıkıyordu. Karşısındaki kapıyı işaret edip, "Burayı hazırlamışlar sana bende karşındayım hemen."

 

"Dinlen istersen duş al sonra yemek yemeğe çıkarız."

 

Öpücük gönderip odadan içeriye geçmişti bende karışışındaki odanın kapısını açıp girdim.

 

Bir yatak küçük dolaptan başka bir şey yoktu burada gerekte yoktu. Bir misafir odası için yeterliydi.

 

Çantayı çıkartıp yatağın üstüne oturdum.

 

Kapı çalmadan açılınca bu ayak seslerini tanıyordum.

 

İpek şalını saçlarının üzerine atmış uzun siyah elbisesiyle Adalet Hanım gelmişti.

 

"Delirdin mi sen tüm mal varlığından feragat etmek ne demek, elinde avucunda ne varsa her şeyi devretmişsin Rona."

 

Ellerimi yatağa bastırıp bedenimi geri yatırdım. "Hoş bulduk anne, iyiyim ben teşekkürler sen nasılsın?"

 

"Rona ne yapıyorsun sen, ben kızımı tanıyamıyorum artık?" Mirasla bana geçirdiği yeşil gözlerine artık o kadarda tanıdık değildim.

 

"Senin bir kızın yok ki." Ellerimle odayı gösterip bakmasını sağladım. "Ben sadece tek gecelik misafirinim, senin kızın öldü, oğlunu kızına tercih ettiğin gecenin sabahında öldü."

 

"Anneciğim." diyerek bana uzanmaya çalıştı ma yüzümü diğer tarafa çevirdim.

 

"Bence artık bunlara gerek yok anne. Herkes her şeyin farkında. Sana bu konakta oğlunla gelininle ve torununla mutlu zamanlar diliyorum. Benim artık burada bir yerim yok. Tek bir gün tek bir gece bana dayanabilirsin değil mi?"

 

"Böyle konuşma, sen benim kızımsın bunu hiçbir şey değiştiremez."

 

"Ben o konağa kaçırılıp getirildiğimde de senin kızın mıydım bak daha geriye gitmiyorum bile. Sahipliyken sahipsiz gibi yurtlarda büyümemi söylemiyorum bile sana. Burnunun dibine gelmişken tek bir şey yaptın mı Adalet Hanım benim için?"

 

"Ben çok gelmek istedim ama Dilan'ın karnındaki bebek elimi olumu bağladı." Göz yaşlarını akıtmamak için kendini zorluyordu.

 

"Biliyorum herkese sahip çıkarsın, herkesi korur kollarsın, o vakıflar sana minnettar Adalet ahanım. Herkese dengeli olan adalet terazin beni görmezden geldi ama. Sana bugünün hesabını sormaya kalksam geçmişime yazık etmiş olurum. O yüzden artık söylenen hiçbir şey yaşananları değiştiremez. Sana son kez annelik yapman için şans verdim dahası yok. Rahatlat içini hadi bekliyorum."

 

Karşımda anneliğiyle suçlanan bir kadın duruyordu. Tek bir an düşünmeden sözlerim onu hedef almıştı ama ağzımdan çıkan her kelimem ona ulaşmadan önce benim canımı yakmıştı. İçinde dönen yangını anlayamazdım ama yüzüne yansıyan hüznü görüyordum. Önce kendini tutmuştu ama şimdi yaşları bir diğerinin üstüne akıp geçiyordu.

 

Yatağa yaklaşıp yanıma oturdu hiçbir şey demeden beni çevirip önüne aldı. Direnmedim ona arkamı döndüm.

 

Saçlarımı aldı arkaya, yavaşça parmaklarıyla taradı. Karışmış yerlerini eliyle açtı.

 

Derin derin nefesleri çekti içine, sonra bir ah etti sessizdi ama ben duydum. Bir süre uğraştı saçlarımla. Sonra omuzlarıma uzattı. Ellerimi omzuma uzattığımda ise parmaklarım sıkı örülmüş örgüyle karşılaştı. Eskisi gibi örmüştü saçlarımı. Onun yanından ayrılmadan öredi ama ucunu bağlamazdı. Çünkü bilirdi ki bağlasa ben bozulmasın diye asla açmazdım.

 

"Öksüz saçından belli olur derler, affet beni annecim senin kalbini öksüz bıraktığım için."

 

Parmaklarım örgünün üstünde az önce söylediği söz kulağımda yankılanırken kapıyı arkasından kapatıp çıkmıştı. Beni yine yalnız bırakmıştı...

 

 

 

Uzun zamandır yapmadığım bir aktivite olan sosyal medyaya girmiştim. Hiçbir şey yapmadan saatlerce yorganın altında çeşitli sapma sapan videolar izlemiştim. Geldiğimde saat ondu şimdi ise ikiye geliyordu. Kapının önünden sayısız insan geçmişti bir şeyler taşınıyordu. Duvarlara vuruluyordu, birkaç söylenme duydum ama hiçbirine kalkıp bakmadım.

 

Kapı hızla açıldığında Şebnem sesini çatallaştırarak beni arıyordu.

 

"Roni'm inanmayacaksın ama aşağıda bir kına gecesi organize ediliyor. Az öne önümden altın varaklı bir taht uçarak geçti."

 

Yorganı üstümden atıp belimi havalandırdım. "Anlamıştım bir şeyler döndüğünü Adalet Hanım Berfin Hanımdan geri kalamazdı zaten," diyerek sırtımı başlığa yasladım.

 

Şebnem'de ayak ucuma oturdu. "Dinlendin mi biraz?"

 

"Hiçbir şey yapmadım saatledir yatağın içerisindeyim hemen günün bitmesini bekliyorum."

 

"Örgü ne iş diyerek?" saçımı işret etti.

 

Omuzlarımı siltim. "Küçük bir vicdan muhasebesi, önemi yok."

 

"Aşağıya inmen gerekecek bu senin kına gecen." Üzgün bir şekilde tepkimi ölçerek konuşuyordu.

 

"Of!" diye soludum birden. Ayaklarımı kendime çekip başımı dizime yasladım. "Hiçbir şey yapmadan sadece durmak istiyorum. Kapana kısılmış gibi hissediyorum. İnsanlar geliyor gidiyor, her biri bir şey söylüyor. Vicdanların rahatlatmak istiyorlar ben konu mankeni gibiyim ne söylenirse onu yapıyorum çok sıkıldım her şeyden herkesten. O evde o konakta öylecene durmak daha iyi hissettiriyordu, burası kasvetli."

 

Elini uzattı omzuma yüzünde gülümsemesi vardı. "Sevdin mi orayı?" dedi.

 

"Sevmek değil. Orada kimse kasıntı değil, hiçbir şeye mecbur değilim. Soyadımın aksine beni Rona olarak kabul ettiler, kendim gibiyim orada."

 

"İyi insanlar," diyerek kafasını salladı. "Doğu iyi biri."

 

Ellerimi dizlerimin çevresinde birleştirdim. "Onu ilk gördüğümde buzdandı. Beni tek bir hareketle öldüreceğini düşünmüştüm ama sonra onun davasını anlayınca hak verdim. Bunca zaman türlü sorumluluklara maruz almıştı o tavrı ise maskesiydi o öyle olmak zorundaydı."

 

"Sana nasıl baktığını gördüm," dedi birden. "İlk gördüğümde de şimdide aynı bakıyor. Gittiğimde onun senin yanında olduğunu bilerek gideceğim ve bu biraz olsun beni mutlu ediyor."

 

"Keşke hiç gitmesen." Ellerine uzanarak tutup kendim çektim. "Sende burada kalsan arada gider gelirsin."

 

Kaşlarını çatarak bakmaya çalışmıştı. "Kalamam malum iş yüküm arttı, artık bir şirkete ortağım ve ortağım kaçıp gittiği için her iş beni bekler ama aynı şeyi sana ben söyleyecektim. Belki sen arada gelirsin, ziyarete yani."

 

Düşünmekten kaçındığım o mesele yine boğazıma yumru olup oturmuştu. Her şeyi ardımda bırakmak ayağıma prangalanmıştı adeta. Oradan arkama bakmadan döndüğümde yüreğimin yarısını orda bırakmıştım.

 

"Geleceğim elbette seni görmeden yapabilir miyim ben?" Eğilerek kollarımı boynuna sardım, ikimizde yatağa düştüğümüzde gülmeye başlamıştık.

 

"Keşke hep böyle kalabilsek ya da her şey bir rüya olsa."

 

"Olsa olsa kâbus olur tüm bunlar Şebnem kendini kandırma."

 

"Haklısın," dediğinde halimize daha çok gülmeye başlamıştık.

 

"Kına yakacak mısın eline?" dedi birden.

 

"Hayır tabii ki de o kokudan hoşlanmıyorum." dedim kafamı yastığa bastırarak.

 

"Adet böyle Roni'm yakacaksın hatta bende yakacağım."

 

"Ne zamanda beri adetlerine bağlı biri oldun Şebo sen Almaya doğumlusun."

 

"Teessüf ediyorum sana ben gurbette doğmuş kültürüne bağlı bir birey olarak yetiştim sakın sınılrımı geçme."

 

"Sınırın kına mı, tamam o zaman sen istediğin kadar istediğin yerlerine yakabilirsin ben yakmayacağım."

 

iOlmaz diyorum gelin olan kına yakar yoksa uğursuzluk getirirmiş," dedi kafasında tartarak konuşuyordu.

 

"Kim söyledi sana bunu?" dedim. Bu onları asla düşünüp bu bağlantıyı kuramazdı çünkü.

 

"Adalet Teyze diye mırıldandı."

 

"İnanmıyorum sana ya oturup kahve eşliğinde dedikodumu da yaptın mı?" Neden daha önce yanıma gelmediğini şimdi anlamıştım Adalet Hanım onun da bir tozunu almıştı.

 

"Hayır sakın öyle düşünme aksine ben olayları senin istediğin gibi yönlendirdim." Cebindeki telefonunu çıkartıp saate baktı. "Hatta şu an saçını ve makyajını yapmalıyız. Kendisi bir kuaför göndereceğini söyledi ama ben senin üstüne bu kadar gitmemesini ve kendimin halledeceğimi söylediğim nasıl iyi etmiş miyim?"

 

Otuz iki diş gülümseyip yaptığı saçmalıkları anlatıp benden tebrik bekliyordu.

 

Kapı çalığında gel dememle bir genç kız elinde tozlu içinde büyük bir askısında olan bir kıyafet getirmişti. Tozluğun altından taşan üstünde işlemeler olan kırmızı bir kumaş vardı. "Adalet Hanımım yolladı akşam için."

 

"Şöyle bırakın siz biz hallederiz," dedi. Kızın arkasında da büyük bir çantalı kız girip çantayı yatağın üzerine bırakıp çıktılar.

 

"Biliyorum hiç böyle hayal etmemiştin ama elimizde olan şartlar bunlar. Sen insanların sana dokunmasından hoşlanmazsın diye ben üstlendim her şeyi."

 

Kafamı salladım yavaşça.

 

Şebnem tozluğun fermuarını açtığında içerisinden bir kaftan çıkartmıştı. Bütün bedeni altın rengi taşlarla işlenmişken omuzlarında aşağıya su gibi akan parçaları vardı. Kırmızının en yoğun halini elbiseye en güzel şekilde oluşturmuşlardı.

 

"Gerçekten zevkinin nereden geldiğini şimdi daha iyi anladım buraya geldiğimden beri inanılmaz parçalar görüyorum Rona şuna baksana."

 

Elinde tutmakta zorlandığı askıyı bana doğru uzattı.

 

"Gerçekten çok güzelmiş," diyebildim sadece. Adalet Hanım'ın inanılmaz bir görse zekâsı vardı. Ellerinden çıkan çizimler ustalık eseriydi ama hiçbir zaman çizimlerini hayata geçirmemi istememişti ama bu elbise onun elinden çıkma gibiydi. Elbiseyi yatağa bırakıp beni de oturttu "Misafirler yedide burada olurlar artık seni hazırlayalım." Deyip yerdeki çantanın içini açtı.

 

İçerisinde çeşitli malzemeler olan makyaj çantasına baktım. Şebnem çıkardıkça çıkardı yüzümü makyaja hazırlayıp biraz bekledikten sonra tuvali boyuyormuş gibi ressam edasıyla en sevdiği şeyi yapmaya başladı. Bir saat sadece kirpik takmak için uğraşırken bundan keyif alıyor gibiydi.

 

"Bu kadar abartmana gerek yok Şebnem herkes bu evliliğin neden yapıldığını biliyor gerçek bir gelin değilim ben."

 

Elindeki fırçayı burnuma dokundurarak vurdu. "Nesin sahte gelin misin yo gayet de gerçek bir gelinsin sen, sadece biraz suratsızsın, gülümsemeye çalış."

 

"Oldu mu?" diyerek en yapmacık halimle dudaklarımı kıvırdım.

 

Şebnem göz devirerek yüzüme sabitleyici sıkıp kendine makyaj yapmaya başladı.

 

"Şurada sessiz sessiz otur o kıyafeti yalnız giymek zorunda kalırsın yoksa ben kaldırmaya çalıştım çok ağır haberin olsun."

 

Yanımda duran elbiseye bakış atıp göz devirdim. Şimdi Adalet Hanım'ın yaptığına emindim o hep en ağır kumaşlara dikerdi elbiselerini.

 

En az bana yaptığı süre zarfında elinde tuttuğu aynayla kendisine makyaj yaptığında sonunda ayaklanıp kıyafeti giydirmek istemişti.

 

"Hadi Rona saat altıya geliyor Adalet Teyze birazdan dayanır kapıya kalk."

 

"Beş dakika daha ya."

 

Kolumdan tutup adeta ayağa dikmişti. "Zaten o makyajla yatmana izin verdiğim için başıma ağrılar girdi fönünü bile bozmuşsun."

 

"Bozulmadı bir şey tamam hadi bekliyorum giydir."

 

Konuşuyordum ama hala gözlerim kapalıydı ve ruhen uyuyordum.

 

"Rona dedim," diye bağırdığında gözlerim fal taşı gibi açılmıştı.

 

Üstümdeki kazağı çıkartıp eşofmanı da yere fırlatmıştım. Şebnem fermuarını açtığı elbiseyi yere eğip girmem için bekliyordu. Ayaklarımı geçirdiğimde kollarımı geçirmem için havalanmıştı. En sonda arkamdaki fermuarını kapattığında elbise nefesimi kesecek kadar ağırdı. Omuzlarındaki kumaşlar bile yeterince aşağıya çekiyordu beni.

 

 

 

 

 

"Çok ağır bu tüm gece nasıl bununla kalacağım ben?" diye söylenmeye başlamıştım.

 

"Saçmaladın iyice senin gibi bir tasarımcıya gerçekten yakışmadı bu sözler."

 

"Ama yüz kilo bu Şebnem, çıkartmak istiyorum."

 

"Hayır sakın çok güzel oldun bak saçın bozulacak artık çok hızlı hareket etme."

 

"Edemiyorum zaten deyip yatağa attım kendimi." Kendimi görememiştim ama pek de önemli değildi zaten.

 

"Bekle ben elbisemi giyip geliyorum Adalet Teyze benim içinde birkaç şey bırakmıştı hem ayakkabın yok onuda alırım," deyip koşarak çıktı kapıdan.

 

Derin bir nefes aldım. Kısa bir süre sonra tüm bunlar bitecek Rona az daha sabret diye fısıldadım kendime. Sonrası ne olacaktı bilmiyorum ama bugünün bitmesini dilerken buluyordum sürekli kendimi.

 

Telefonumdan bildirim sesi geldiğinde ileriye uzanıp zorlukla parmaklarım arasına almıştım. Bu elbiseyle hareket etmek benden kalori götürdüğüne emindim çünkü fazla efor sarf ettiriyordu her seferinde.

 

Ekranda Doğu'nun ismi vardı. Mesaj atmıştı. İsminin üstüne tıklayıp mesajı açtım.

 

Gelmemi hala istemiyor musun, her şey yolunda mı?

yazmıştı.

 

Burada huzursuz olmamdan korkuyor gibiydi belki de birini vurup başıma iş açmamdan da çekiniyor olabilirdi daha çözememiştim.

 

Onun bu hali beni güldürmüştü cevaplamak kısmına dokunup bir şeyler yazacaktım ki bir öksürük sesiyle başımı kaldırdım.

 

Babam kapının pervazında durmuş bana bakıyordu. Telefonun ekranını kapayıp yanıma bıraktım.

 

"Ben işin vardır diye gelemedim ama kapıyı açık görünce." Yavaş yavaş konuşuyordu olduğu yerden.

 

"Bitti işim gelsene baba," dedim birden. Yüzüme baktığında bu hareketi benden beklemiyor gibiydi.

 

Gösterdiği yere yatağa yanıma oturdu. Üzerimdeki elbiseyi inceledi sonra yüzüme çıktı. "Çok güzel olmuşsun küçükken o oyuncak prenseslerin gibi."

 

Dudaklarımı ısırdım konuşmadan önce çünkü kelimeleri boğazından acıyla zorlanarak çıkıyordu.

 

"Teşekkür ederim."

 

Yatakta kayarak yönünü bana döndü hafifçe. Gözleri kızarıktı havaya kaldırdığı eli ise titriyordu. Yavaşça dokunmaya çalıştı saçlarıma.

 

"Nasıl davranıyorlar sana o evde!" dedi.

 

Sözleri sanki hançer vuruyorlarmış gibi nefesimi kesiyordu. Dolan gözlerindeki yaşları parlıyordu sık sık. Tutuyordu kendini.

 

"Düşmanlarının kızıymışım gibi değil hiçbir zaman öyle bakmadılar bana, merak etme."

 

Saçlarımı okşadı birden, küçükken en çok o dokunsun saçlarıma isterdim. Onu gördüğüm kısa sürede dizlerine yatardım bana anlattığı masallarla saçlarımda dolanan elleriyle uyumayı severdim.

 

Sabah uyandığımda yanım olmazdı ama saçlarımdaki dokunuşunu unutmazdım hiçbir zaman.

 

"Merak ediyorum kızımı merak ediyorum, ben seni çok merak ediyorum güzel gözlüm."

 

Başımı havaya kaldırdım yaşım akıp gitmesin diye. "Merak edecek bir şey yok bundan önce de sizinle değildim hiçbir şey değişmedi, yine uzaktaymışım gibi say beni. Hem karakoyun belasından da kurtulmuş oldun mutluyum senin adına."

 

"Yapma Rona, yapma kızım böyle konuşma."

 

"Nasıl konuşmamı istersin baba. Yalan söylememi istersen güzel yalan söylerim ama inan ki canım artık hiç istemiyor. Kimse üzülmesin diye mutluluk pozları kesmeyeceğim. Buna alışsan iyi edersin."

 

"Mutlu taklidi yapma kızım mutlu ol babam, sen hep mutlu ol."

 

Başımı diğer taraf çevirdim artık onunla konuşacak bir şeyim kalmamıştı. Onunla konuşmak acıdan başka bir şey vermiyordu artık bana. Onu içimde aklamıştım ben dile dökecek sözüm yoktu.

 

Ağırlığı yanımdan gittiğinde ayağa kalkmıştı. "Yarın tekrar görüşeceğiz kızım o zamana kadar kendine iyi bak."

 

O da son kez yarın bir araya geleceğimizi biliyordu.

 

Babam çıktığında Şebnem girdi içeriye. "Aşağısı çok güzel olmuş ve çok kalabalık bir sürü yöresel kıyafetli insanlar var harika bir gece olacak."

 

Yüzüme baktığımda omuzlarını düşürmüştü hemen. "İnanmıyorum sana yüzünün haline bak rujun kalmamış kirpiklerin düşmeye yüz tutmuş hep."

 

"Tamam düzelt Şebnem sıcakladım zaten."

 

Şebnem son kez üzerimi düzelttiğinde küçüklüğümden hatırladığım birkaç genç kadın gelmişti hepsiyle selamlaşıp kısa bir sohbet etmiştik.

 

Sonra genç bir kızın yönlendirmesiyle başıma kırmızı duvak atılmıştı. Zorlukla merdivenden indiğimde Kürtçe kına şarkısının çalmasıyla ortada duran sandalyeye yürümeye başladım.

  

 

Hinê bînin li teştê kin

Şîr û şerbetê çêkin

Kevçî bi kevçî hûn lêkin

Bînin li destê zavê kin

Bînin li serê bûkê kin

 

Kınayı getirin leğene koyun

Süt ve şerbet yapın

Kınayı kaşık kaşık yapın

Getirip damadın eline sürün

Getirip gelinin başına sürün

 

Şebnem eline aldığı kına tepsiyle etrafımda dönen kadınlara katılınca bu hali onu eğlendiriyordu.

 

Birkaç tur attıktan sonra Şebnem elindekini yanındaki kadına verip önüme eğildi. Önce ne yaptığını anlamamıştım ama sonra kınamı onun yakacağını hatırlamıştım.

 

Elime uzandığında yüksek bir sesle bağırmıştı ben onun bu haline şok olurken o sanki hep bunu yapıyormuş gibi rahattı.

 

Arakada çalan türküyü bastıracak kadar sert bir sesle bağırmıştı. "Gelin elini açmıyor." Etrafımdaki kalabalık kısa bir süre sonra geri çekildiğinde diğer konakta gördüğümü hatırladığım o kadın elindeki atını uzanarak elime bıraktı. Sonrasında kulağıma yaklaşıp, "Bernin Hanımın hediyesi burada olamadığı için af diledi sizden."

 

Kendisi gelemediği için görevini yapması için bir elçi yollayıp görevini yerine getirmek istemişti. Bu hareketi benim için çok değerliydi benim zor durumda kalmamam için yapmıştı bunu.

 

Şebnem kınanın üstüne altını koyup elime eldiven geçirdiğinde herkes bir ağızdan türküyü söyleyemeye başlamıştı.

 

Şarika bûkê heftreng e

Dayê rabe dereng e

Dawet hate ber derî

Dawet hate ber malê

Bêhna zavê pir teng e

Bêhna bûkê pir teng e

 

Gelinin duvağı yedi renklidir

Anam kalk vakit geçtir

Düğün gelmiştir kapıya

Düğün gelmiştir evin yanına

Damadın canı sıkılır

Gelinin canı sıkılır

 

 

Berbû hatin bermalê

Rabe bûka delalê

Ha dîlan dîlan dîlan

Stran lîlan û dîlan

Çi bûkekî delal e

Zava bû xwedî malê

 

Düğün alayı gelmiştir kapıya

Kalk güzel gelin

Ha düğün düğün düğün

Şarkı, zılgıt ve düğün

Nede güzel bir gelindir

Damat artık ev reisidir.

 

Şebnemin yardımıyla sandalyeden kalkıp ilerideki kırmızı tülle süslenmiş köşeye tahta doğru yürüdüm.

 

Türküden hemen sonra halay çaldığında bu sefer kalabalık halay için bir araya gelmişti. Bir süre sadece halaylar oynandığında gözler arada bana kayıyordu ama kimse kaldırmaya yanaşmıyordu. Gözlerim birkaç kez annemle birleştiğinde beni izlediği görmüştüm.

 

Birkaç kadın yanıma gelip tebrik ettiğinde hepsiyle konuşmuştum.

 

Artık saat ilerleme başlamıştı ve ben saatlerdir aynı yerde olmaktan sıkılmıştım. Ayağa kalktığım an üstemdeki kaftan bana ağır geleceği içinde kalkmak istemiyordum.

 

Kalabalık içine Şebnem'i gördüğümde halay çeken kadınların arasında onun için en basit olan üç ayağı oynuyordu. Üç ile üç geri gittiği için çok mutlu gözüküyordu. En azından birimiz eğleniyordu.

 

Havada gittikçe basıklaşmaya başladığında ellerimle kendime hava vermeyi başlamıştım. O anda küçük bir kız çocuğunun yaklaştığını gördüm. Üstünde beyaz bir gelinlik vardı, saçlarını dağınık topuz yapıp önlerinden çıkardığı tutamları maşalamışlardı.

 

Önüme gelip şaşkın bir surata beni izledi bir süre. Sonra kısa platformun üstüne çıkıp yaklaştı.

 

"Sen gelin misin?" dedi şaşkınca.

 

"Sen benden daha çok gelin gibisin," dedim kucaklayıp yanıma oturttuğumda.

 

"Çok güzelsin prenses gibi olmuşsun," dedi.

 

"Sende çok güzelsin," dedim.

 

Elbiseme dokunurken bir şey hatırlamış gibi çekti elini hemen. "Hih," dedi şaşkınca. "Seni kapıda bir ağabey bekliyor."

 

"Ağabey mi?" dedim bende ona.

 

"Hıhı," diyerek onayladı beni.

 

"Dışarıda prenses gelini bekliyorum dedi". Eliyle ileriyi gösterip "git git hadi," dedi.

 

Doğu mu gelmişti? O an onun mesajına cevap vermediğimi fark etmiştim.

 

Ayağa kalktığımda küçük gelinde yerime kurulmuştu. "Kimseye nereye gittiğimi söyleme tamam mı?"

 

"Gelin sözü," dedi parmağını dudağına bastırarak.

 

Bende onu taklit edip, "Gelin sözü" dedim.

 

İnsanlar halay çekerken onlara bakmadan elbiseyi elimde toparlayarak yavaşça kısa platformdan inip kapıya doğru yürüdüm.

 

Birkaç adam benim geldiğimi gördüklerinde kulübelerinden çıkmışlardı ama ilerideki Doğu'yu gördüklerinde geri girmişlerdi.

 

Doğu beni bıraktığı yere arabasını park etmiş tek eli cebinde arabasına yaslanmıştı. Beni gördüğünde elini çıkartıp bedenini dikleştirmişti, üstünde kumaş pantolon ve yakasındaki ilk iki düğmeleri açık beyaz bir gömlek vardı. Rahatsızmış gibi kollarını da dirseklerine kadar katlamıştı.

 

"Neden geldin?" dedim yavaşça yürüyüp ellerimde topladığım kumaşları bıraktım.

 

"Cevap vermeyince başın belada diye düşündüm," dedi. Aynı zamanda da üzerimi inceliyordu dikkatlice.

 

"Hayır sadece kınamı yakıyorduk," dedim suratımı büzerek.

 

Eldivenli olan elime uzanıp kaldırdı. "Kına mı yaktın?" dedi. Hoşlanmadığımı anlamış bilerek soruyordu.

 

"Maalesef," dedim üzgünce.

 

"Üzülme, bekle" dedi arabaya geri dönüp. Elinde pet şişeyle geri gelip dikkatlice eldivenimi çıkarttı.

 

Kına hala tazeydi. Doğu eldivenin kumaşıyla taze kınayı sıyırıp su döktü. Kına yavaşça elimden akarken parmaklarıyla temizledi kalanları.

 

Kına tamamen yok olmuştu.

 

"Teşekkür ederim Doğu kokusuna bile katlanmıyorum ama Şebnem'e annem uğursuzluk getirir deyince yakmak istedi, kıramadım."

 

Eli hala elimdeyken gülümsedi. "Kocam istemedi gelip sildi dersin soran olursa."

 

Cümlesi kalbimi saniyelik tekletince elimi refleks olarak çekmiştim.

 

"Çok güzel olmuşsun," dedi. "Elbise çok yakışmış."

 

Tekrar elbisenin ağırlığını hissettiğimde dudaklarım büzülmüştü. "Çok ağır ama" dedim üzgünce. "Omuzlarım ağırdı hep. Bitmiyor da kına."

 

"Gel benimle," dedi elini uzattığında.

 

"Nereye?" dediğimde beni beklemeden elimden tutup konağa doğru yürüdü.

 

Elbiseden yürüyemediğimi fark ettiğinde de diğer kolunu uzatıp elbiseyi kaldırdı. Bütün ağırlık birden omuzlarımdan kalktığında elini daha sıkı sardım.

 

Konaktan beraber geçtiğimizde herkesin bakışı ikimize dönmüştü. Biz kalabalığın arasından geçerken koşarak Şebnem kesmişti önümü. "Nereye gidiyorsunuz Rona takı takılacakmış daha."

 

Doğu konuşmama fırsat vermeden. "Rona'nın rahatsızlandığını söyle Adalet Hanım'a, tebrikleri kabul ederse bizi çok mutlu eder."

 

Şebnem şaşkın bir şekilde bakarken Doğu'yla birlikte merdivenleri çıktık. Doğu ne elimi ne de elbisemi bırakmamıştı.

 

"Hangi oda?" dedi koridora geldiğimizde. "Şurası," dediğimde oraya doğru yürümeye başladık.

 

Kapıyı açıp ışığı da bulduğunda yavaşça yatağa doğru yürüttü beni.

 

Dikkatlice yatağa oturduğumda ayağımdaki topuklularda kurtuldum ilk başta.

 

Doğu odaya göz attığında yüzünden ne düşündüğünü anlamak imkansızdı.

 

"Teşekkür ederim Doğu," dedim. "Sen olmasan ölürdüm herhalde biraz daha bununla aşağıda kalsaydım."

 

"Bir şeylerin senin mutsuz edeceğini biliyordum." Dedi sanki gözleri dalmış gibiydi.

 

"Ben gideyim artık," dedi sonra kendini fark edip. Ayağa kalkmaya çalıştım.

 

"Yarın ben gelip alana kadar hiçbir şeye üzülme ben geldikten sonra her şeyi hallederim. Mecbur kaldığın hiç bir şeyi de yapma. Şimdi uyuyup dinlen."

 

Kapı kolun uzandığında Doğu diyerek durdurdum onu.

 

"Efendim," dedi.

 

Elbisenin yükü o an ağır gelmemişti bana. Birkaç adımla aramızdaki mesafeyi kapattım. Başımı yüzüne yaklaştırdığımda buram buram losyon kokusu kendi kokusuyla buluşmuştu.

 

Bugün yatağında olan onun kokusunun ta kendisiydi.

 

Dudaklarım yeni çıkmaya başlayan yanağına değince kokuyu içine çektim.

 

Dudaklarımın değdiği yer sertçe kasıldığında hareket etmeyi kesmişti. Küçük bir öpücükten sonra geri çekildiğimde kokusu bu sefer dudaklarıma bulaşmıştı.

 

"Teşekkür ederim, iyi ki varsın."

 

 

Bölüm Sonu.

 

Bölüm : 03.01.2025 21:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...