Yeni Üyelik
1.
Bölüm

“1.Bölüm Kanlı Sevda”

@wolffcuub

Wattap Yayın tarihi 9 temmuz 2024

sizde okuduğunuz tarihi ekleyebilirsiniz

❤️‍🔥

Bölüm sonunda buluşalım aşkuşları

sizi seven yazar

-E

🎀

Doğu'nun Işığı

 

 

1.Bölüm Kanlı Sevda

 

Uğruna can verilecek sevdanın olmasının yükü yüzyıllardır bu topraklarda hep kan ile ödenirdi. Bembeyaz kefenin sözde kara lekenin üstüne örtünmesi, sevda ateşinin birleşen ellerin ardını getiren küçük sevincin büyük acısı giderek yaklaşan sonun habercisi olmuştu o gece. Kalplerde taşan enginlerin bir insanın bir insana duyduğu aşkın en yalın hali olmuştu. Ölmek bile göze alınmışken geride kalanlar ise büyük bir imtihanla sınanacaktı. Cennete bakmak bile cehennemden geçerken, sözlerin kifayetsiz kalıp sadece gözlerin birleştiği o şafak vaktinin ardından artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

 

Bazı sevdalar için bazı bedeller vardı bir de o bedelin kesildiği sevdaya yabancı insanlar...

 

Bu hikâye koca bir ateşin tek bir kıvılcımına vuran ışığının hikayesidir, sevmek vardır; sevdası ilaç olanlar vardır. İlacın fazlası zehir, zehrin fazlası ölüm.

 

Mardin Midyat

 

Seher vakti

 

Ben çoğu zaman içime vuran feryada kör kalırdım, görmezden gelir umursamazdım. Hep sınırda olan sinirimin her bir zerresi haklılığımı benliğime haykırırken ilk defa batan güneşin bu vaktinde fısıltımı bile duyamıyordum. Ben sadece kendime değil herkese kör olmuş, kulağımı sağır etmişim meğer. Güçlü olmaya çalışırken bazılarını ezmiş hep gölgemde yaşatmaya mahkûm kılmışım meğerse. Öyle olmasaydı canımın bir parçasından olanı nasılda ellerimin arasından kayıp gitmesine kayıtsız kalırdım ki.

 

Bugüne kadar çok insanın sırtımdan bıçakladığını görmüş çok insanın gözerimin önünden kalkan ölüsünü izlemiştim. Kursakta kalan çok lokmam vardı, içime oturan çok nasihat fakat bu sanki aldığım nefesleri bana batırıyor her duyduğum sözü zehir zemberek ediyordu.

 

Anamın kendinden geçene kadar yüreğimi dağlayan sözleri yorulana kadar göğsüme vurduğu yumruklarının acısı hala sol tarafımdaydı. Siyah eşarbının avluda bıraktığı gölgesi bile yerini batan güneşe rağmen korurken ben sanki aralarında bile değildim.

 

Sözlerim artık bana bile anlamsız gelirken verecek tek bir emrim bile kalmamıştı. Sözlerimi yeterince tüketmiştim. Biliyordum herkes benden bir haber tek bir iyi söz bekliyor ama benim elim saatlerdir boş, kulağım ise sessizliğin içinde uğulduyordu.

 

Bu bir intihar, bana yapılan bir devrimdi. İhanet diye asla tanımlamayacaktım ama biliyorum onu da diyeceklerdi. Gücüm gözümün görmemesine, insanların konuşmamasına yetecekti ama kendimi susturmaya takatim kalmayacaktı.

 

Konağın en tepesinde zar zor aydınlatılmış yolu izlerken kendimi tam oranın ortasındaymış gibi hissediyorum. Acı her bir zerreme yayılmadan güçlü durmaya çalışıyordum çünkü acı beni öfkelendirir, öfkem ise ölümdür. Bu ölüm ise asla tek taraflı olmayacaktı.

 

"Doğu." Duymaktan korktuğum sesin en sert tonlaması ardımdan sanki sert bir rüzgâr gibi vurmuştu bedenime.

 

"Ana." Başındaki siyah yazması kaymışken şimdi hiç olmadığı kadar savunmasız görünüyordu. Yıllardır Hanım ağalık yaptığı bu konak ilk defa omuzlarını düşük görüyordu Berfin Karahanlı'nın.

 

"Ben ömrüm boyunca siz mutlu olun diye yaşadım ama kızım mutlu değilmiş. Ben onu mutlu sanırken o aslında yüreğinin ateşiyle başa çıkmaya çalışıyormuş. Sen değil bunu sorumlusu benim oğlum sakın kendine bu kadar yüklenmeyesin."

 

"Değil ana, bu suç senin değil. Onu baskılayan onun bir kuş olduğunu bilip uçmayı yasaklayan bendim. Ben ona sahip çıkmaya çalıştım ama onun anlaşılmaya ihtiyacı vardı. Belki tek bir kez onunla oturup konuşsaydım o piçe kaçmazdı bu vebal benim o yüzden ana."

 

Gözündeki yaşı kurumadan yenisi yola çıkmaya başlıyordu anamın, onu o halde görmek bile postuma bir darbeydi. "Sevda bu oğlum sevdanın karşısında dağ duramamış sen kimsin ki?"

 

"O sevda dediği adamın babası benim babamı sakat bıraktı, babamın kanı daha yerdeyken kaçıp gittiler buradan. Şerefi beş para etmeyen adamların yüreğindeki sevdadan ne çıkar. Hepsi satılık ana."

 

Babamın kaybettiği ayağı bu aileden çok şey götürdü yıllar önce.

 

"Kapanan davanın üstünü açma Doğu, senden istediğim tek şey kızımı sağ salim getirmen. Gerek yanında sevdası ile gerek tek, ama kızımı bana getireceksin."

 

"Sana yemin ederim ana ya kızın buraya gelecek ya da onların şerefi. İki türlüde onları bitireceğim, kimsenin haddine Doğu Karahanlı'dan kız kaçırmak düşmedi ne şimdi ne de bundan sonra. Kansa andım olsun dökeceğim ama kızın sana gelecek."

 

"Ellerine değen her kan uğursuzluğun olur doğmamış evladından çıkar, sen baban değilsin Doğu sen benim evladımsın şerefine yakışanı yap. Kimse için değil kendin için."

 

Sanki onun da kelimeleri tükenmiş gibi ardını verip damdan indiğinde artık beynimi kemiren urla birlikte karanlıkta tek başımaydım. Vereceğim her kararın önü dikenli tellerle kaplıydı biliyorum. Olanı önceden ön görmek insana yolun gidişini ezberletirdi ama ben yolu bilmeme rağmen yolu yürümekten ilk defa çekiniyordum. Adım atmak bile sanki ızdırap gibi gelirken yapılanı kabul etmiyordu aslında beynim. Babamızı ayağını kaybettiren kurşun o ailenin silahından çıkmıştı. Bunu Dilan'da benim kadar iyi biliyordu benim de kabullenemediğim buydu aslında. Her şey bile isteye yapılmıştı.

 

Sevda denen saçmalığın altında aslında bir kan vardı, o kan onları boğmaya hazırlanırken onlar çekinmeden yürüyordu o çukura. Asıl aptallıkta buydu, kardeşimin sardığı el kanlıydı şimdi ise kan onu istiyordu. Bu saçmalığa son verecek olan ise bendim. Nasıl ki yirmi üç yıldır bu iki aile birbirinin sınırını geçmiyorsa yeni sınırı da ben çizecektim.

 

Kendi iradesizliklerine doladıkları sevda lafının bu olmadığına emindim, çünkü sevda zarar vermezdi sevda kan değil çiçek vat ederdi. Zorluk değil ferahlık hissettirdi, sevdayla kaçmaz sevdanı haykırırdın. Sevda mantık işidir kalbini dinlemek ahmaklıktır. Mantığına yatmayan hiçbir şey kalbine ferahlık vermezdi benim kitabımda. O yüzdendir mantığım yıllardır yolumu çizerdi benim. Benim için yolun temiz olması yolun sonuna varmaktan daha önemlidir. Herkes asıl olanın bu olduğunu öğrendiğinde her şey çok geç olacak biliyorum.

 

"Abi birkaç şey bulduk duymak istersin diye düşündüm." Fırat'ın hızlı adımları önümde biterken kısık olan sokağın ışığı yüzüne vuruyordu.

 

Başımı yorgunlukla salladığımda yönümü Fırat'ın arkasında kalan merdivenlere çevirdim. Taş merdivenlerin her bir basamağı ayakkabımın vurduğu darbelerle konakta yankılanırken avludaki sırtı dönük adamların yüzü bana doğru döndü.

 

"İpekoğluların bir kızı var abi Rona İpekoğlu, Buradaki çoğu insan varlığından habersiz buradan kaçtıklarında anası gebeymiş abi şimdi yirmi dört yaşında. Onlarla birlikte değilmiş çocukluğundan beri yatılı okullarda kalmış, bilgili okumuş görmüş kız bunlarla bir alakası yok gibi. Kızın tekstil fabrikası var anasının babasından kalmış, anası tek kız diye ona kalmış ama kadın kızına devretmiş on sekizinden beri de fabrikanın başında, bir şeylerde çizip duruyormuş ünlüler pek seviyormuş onu."

 

"Gizliyorlar yani kızı Fırat." Adımlarım avlunun ortasında durunca dikkatlice Fırat'ı dinliyordum çünkü bu kızdan daha önce haberim yoktu.

 

"Saklıyorlar valla abi hemen araştırınca çıkmıyor kız tek o Baran piçi çıkıyor ama kayıtlara bakınca döküldü her şey ortaya."

 

İçimin ateşi sanki dökülen bir damla su ile tekrar alevlenmişti. Düşmanının zaafını bulmanın zaferiyle beynimin içindeki fısıltıları tekrar duymaya başlamıştım. Ben zafer istiyordum, Dilan'ı istiyordum ve bu yolda harcamayacağım kimse yoktu. Canımın bir parçasını benden koparıp almışlarsa bende onların şah damarını kesecektim.

 

"Bana o kızı getir Fırat, o kızı düşmanının inine bu konağa getir."

 

Fırat yerinde toparlandığında emri almış gibi başını salladı. "Emrin olur abi, şimdi çıkıyorum çocuklarla."

 

Koca konağın kapıları gecenin sessizliğinde bu sefer Fırat için açıldığında adamlar büyük bir konvoyla yola çıkmak için arabalara dağıldılar. Fırat onun için açılan kapıdan girmeden evvel ona seslenmem ile durmuştu.

 

"Onun bir kadın olduğunu unutma Fırat, ne gerekiyorsa değil, onun için nasıl gerekiyorsa öyle yap. Biz o kansızlar gibi değiliz bunu aklından çıkarma."

 

Gözlerimin ardında yatan kararlığı gördüğünde aslında fazla söze bile gerek yoktu. Fırat beni bilir, okurdu bazen gözler sözlerden daha açıktı.

 

Sarı tuğlaların sarı ışık içinde ahenkle buluştuğu dar sokağı inleten arabaların sesleri sırası ile uzayıp giderken İpekoğluların kızları için adamlarım yola çıkmıştı.

 

Konağın büyük kapısı tekrar kapanırken gözlerim yavaşça ışığı açık olmayan tek odaya kaymıştı. Gölgesi bile orada olduğunu bana haykırırken başını beni onaylarcasına hafifçe eğdiğini görüp onay verdiğinin sessiz tınısını işittim. Gölgesi bile bana güç verirken yıllardır kapandığı odasında bıraktığı her yükü ben omuzlamıştım o da bunu çok iyi biliyordu. Yıllar önce kapanmış kimse onu bu müşkül durumda görmesin diye inzivaya çekilmişti adeta. Ben onun istediği biri olana kadar kararları oradan vermiş yirmili yaşlarıma geldiğimde ise artık sözlerini bile kesmiş kimsenin işitemeyeceği kadar kısık konuşmaya başlamıştı babam. Benim fısıltım bile bir gün beni terk ettiğinde sen bu aciz halimle benim aklımdan geçeni okursun biliyorum çünkü ben seni öyle yetiştirdim, dedi bir vakitte.

 

Yükler ayaklarıma dolandı, bazen sırtımdan düştü fakat ben ayağa kalkmayı bu aileyi sırtlamayı başarmıştım. Tüm şehrin bile son sözünü ben söylerken artık robotlaşan ruhumdan bir haberdim o zamanlarda. Erkek adam ağlamaz dediler yıllarca bir damla göz yaşı dökmedim, içimde tek bir damla yaş bile kalmayacak şekilde hepsini kuruttum ben. Güçlü insanın zaafı olmaz dediler kimseyi zaafım yapmadım ama aile şerefti, aileye dokunan el kırıldı. Bende o eli içlerinde kıracaktım, içlerinden kıracaktım.

 

Ben bu cehenneme tek girmeyeceğim.

 

❤️‍🔥

İstanbul, ertesi gün

 

"Fransa'ya gönderilecek ürünlerin listesini burada göremiyorum Hande seri bir şekilde mail at bana. Loris benden tam sayı istiyor." Telefonu gelişi güzel dosyaların üstüne fırlattığımda sandalyeyi geriye itip bütük panonun önüne geçtim.

 

"İpeğin kendini göstermesi lazım Alp bu elbiseyle amaçladığın nedir, nerenin konsepti bu?"

 

"Ben şey Rona Hanım siyah ipek asilliktir diye,"

 

"Siyah kolaya kaçmaktır, siyah ipek ise çömezlerin elinden çıkar ancak." Mankenin üstünden çektiğim hizalanmış kumaş parçasını eline tutuşturdum. "Git çizimlerine sil baştan başla bir dahada karşımda ezilip büzüleceğin fikirle gelme."

 

Adımları ürkekçe geri geri giderken. "Tabi Rona Hanım." Dedi.

 

"Doksan dokuz yılı bahar kreasyonun şablonunu getir önüne çabuk, çabuk." Ellerim hızla birbirine çarparken büyük bir koşuşturmanın tam ortasındaydım.

 

Büyük bir film galasının oyuncularının elbiselerini bu sene biz yapıyorduk ve neredeyse sayılı günler kalmıştı. İki kadın oyunu haricinde bütün elbiseleri hazırlamış göndermiştik fakat iki oyuncumuz beğenmediklerini alttan dile getirerek onlar için benim bir şeyler çizmemi istemişti. Hepsi zaten benim elimden geçerdi fakat direkt benim çizmemi ve yapmamı istemek işlerimi daha karmaşık hale getirmişti. Fransa'da olan mağazamızın seri üretimini yetiştirmeye çalışırken burada çizim aşamasıyla uğraşmak bir hayli yorucuydu.

 

"Cansın masamdaki çizimin taslağını alıp kalıba gönder kumaş örneklerini yarın masama istiyorum, Egemen'de söyle Hülya Hanıma ön izleme yollasın tekrar sorun çıksın istemiyorum."

 

Durmadan çalan telefonu çantama fırlatıp gün sonu raporu için son talimatları verip ofisimden hızlı adımlarla çıktım.

 

Asansörün gelmesi için üst üste hızla basarken kolumdaki saate baktım ünlü iş insanlarıyla bir toplantımız vardı ve ben son dakikaya kadar iş buyurduğum için kendimi kaybetmiş zamanın nasıl geçtiğini fark etmemiştim.

 

Sonunda gelen asansöre binmiştim ama son dakika telefonuma gelen çağrı ile telefonum şarjının bitip kapanması bir olmuştu.

 

Zemin kata geldiğimde açılan kapıyla dışarı çıkmıştım ki lobideki yersiz boşlukla birlikte kısa bir an afallamdım. İlk girişti her zaman birkaç güvenlik ve masasında Aslı diye karşılama komitesinden bir kız olurdu ama yerleri bomboştu.

 

Bütün ışıklar açıkken ortamdaki sessizlik beni rahatsız ederek güvenlik şefinin odasına doğru seslendim. "Adnan bey, orada mısınız Aslı?"

 

Mermer zeminde duyulan tek şey sivri topuğumun sesi olurken benimkilere karışan bir ayak sesi daha kulaklarıma ilişmişti.

 

"Adnan bey yok Rona Hanım, Fırat verelim." Arkamda kalan sese hızla döndüğümde karşımda siyah takım elbisenin içinde saçları hafif turuncu olan mavi gözlü bir adam duruyordu. Aramızda on metre varken arkasında durduğu kolondan daha da çıkıp küçük adımlarla yaklaşamaya başlamıştı.

 

"Kimsin sen?" Sesim boş lobide duvarlara çarpıp yankılanırken sesimin sertliği onu rahatsız etmiş gibi yüzünü buruşturdu.

 

"Tanıttım ya kendimi Fırat Bey verelim dedim, olmuyor ama böyle siz beni dinlemiyorsunuz ki Rona Hanım." Elinin tekini cebine koyduğunda adımları aramızdaki mesafeleri aşıyordu.

 

"O kolunu kırmamı istemiyorsan adam gibi konuş benimle, kimsin sen ne istiyorsun benden?"

 

"Dua et abim eski usul halletme dedi o yüzden rica edeceğim."

 

Türkçesi arada kayıyordu ama o kendini düzgün konuşmak için zorluyor gibiydi. Turuncu oluşundan anlamıştım bizim oralardandı, kej de diyebilirdim renkli gözüne turuncuya çalan sarışın tenine bakınca.

 

"Defol git iş yerimden yoksa buradan en yakın acile gitmek zorunda kalırsın turuncu kafa."

 

Bu onu sinirlendirmiş gibi yüz ifadesi kasıldığında aramızdaki az mesafeyi de büyük adımlar atıp kapatmıştı. Tam önümde durduğunda sol eli hızla kolumu bulurken ben aynı anda kolumu sertçe geriye çevirmiş gevşek tutmasını fırsat bilip büktüğüm kolunu sırtına doğru yaslamıştım.

 

Acı içindeki inlemesi ben kolunu öne ittiğimde daha da yükselirken belindeki silahı havalanan ceketiyle açığa çıkmıştı.

 

Sesi duyan adamlar saklandıkları yerden çıkarken karşımda üç kişi daha bana saldırmaya hazırmış gibi tetikte duruyorlardı.

 

"Bak Rona Hanım abimin talimatı sana zarar vermemiz yönünde bırak kolumu bizimle geleceksin." Cümlesinin sonunda tekrar acı iniltisi yükseldiğinde karşımdaki adamlar sadece öyle durup izliyorlardı.

 

"Kimin köpeğisiniz siz, bana silah çekmeyecek kadar önemli olan ne?"

 

Sorumu duymamazlıktan geldiklerinde Fırat denilen adam dişlerini sıkarak sertçe karşısındaki adamlara bağırmıştı. "Ne duruyorsunuz lan alsanıza beni bu karının elinden."

 

"Abi nasıl dokunalım bizim iznimiz yok, abim vurur hepimizi, duymadın mı onu?"

 

Ayağımı dirseğinin arka boşluğuna vurup önümde diz çöktürerek yere iterken hızla belindeki silahı alıp emniyetini kapatıp büyük bir adım gerilemiştim.

 

"Şimdi hepiniz buradan defolup gidiyorsunuz yoksa hepinizin beynini dağıtırım." Üç adamın eli şaşkınca bellerine kaydığında sadece parmakları silaha dokunuyordu fakat kimse çekip çıkartmıyordu. "Üçten geriye doğru sayacağım bir dediğimde hala kazık gibi karşımda dikilmeye devam ederseniz," Silahın namlusunu önümde yerde oturan Fırat'a doğru çevirip, "Bu havuç kafalıdan başlarım."

 

"Üç!" Parmaklarımı tetiğe daha çok yasladığımda gözlerimdeki ciddiyet her birini kasmıştı.

 

"İki!" Birbirlerine tedirgince bakarken ellerini bellerinde silaha dokuyor ama uzanmıyorlardı.

 

"Bir!" Dediğimde ise gördüğüm son şey Fırat'ın yerden doğrulmak için yaptığı hareket ve sanki beyimdeki bütün sesleri bastıran o tellerin birbirine vuran sesi oldu. Boynumun sağ tarafında hissettiğimde acı daha ben ne olduğunu anlamadan beni ele geçirdi ve bilincimin kapanmasına sebep oldu.

 

❤️‍🔥

Mardin Midyat

 

Başım ani bir acıyla bedenimi uyarıp uyandırdığında vücudum günlerdir hasret kaldığı yumuşak yatağın tam olarak üstündeydi. Bu tatlı acının verdiği rahatlık bir süre daha beni uyutmaya devam ederken gözlerim boynuma saplanan acıyla tam olarak beni uyandırmıştı.

 

Gözlerim yavaşça açılıp bedenim yataktan doğrulurken elim boynuma yavaşça masaj yapıyordu ama sanki binlerce iğne aynı anda başıma girip çıkıyor gibi bir acı vardı.

 

"Of başım." Ellerim başımın iki yanına yaslıyken gözlerim yavaşça açılmıştı.

 

Odayı aydınlatan güneş tül perdeden süzülüp yüzüme vururken gözlerim hızla açıldı.

 

"Neredeyim ben?" Hızla ayağa kalktığımda dün akşam olanlar silik bir şekilde gözlerimin önünde oynarken arkamda kalan kapıya doğru yürüyüp açamaya çalıştım ama kapı kilitlenmişti. Hızla yumruklarımı kapıya geçirirken aynı anda bağırıyordum. "Açın kapıyı, kimsiniz siz? Çıkartın beni buradan."

 

Kapının arkasından birkaç ayak sesi duymuştum ama kimse ses vermemiş kapıyı da açmamışlardı.

 

Odanın içinde çift kişilik bir yatak ve uzun sürgülü bir gardırobu vardı, yatağın iki yanında uzun konsollar onların üstünde zarif çini desenli vazolar.

 

Dolaba yaklaşıp sürgüsünü ittiğimde iki kapağı da bomboştu ve önünde dün gece ayağımda olan siyah stilettolar vardı.

 

Odada başka bakılacak bir şey bir iz veya yazı bulamamıştım.

 

Birden esen rüzgarla birlikte havalanan perdenin altında yüksek ama aynı hizada olan yapılar görmüştümki perdeyi kenara çekip dışarıya baktığımda uzun bir süre gerçek ile her zaman hayallerimde düşlediğim yeri ayırt edememiştim.

 

Sarı taşların intizamlı bir şekilde örülerek yapılan büyük konakların tam içinde başka büyük bir konağa bakıyordum güneşin gönünden anladığım kadarıyla akşamüzeri olurken vuran güneş ışığı bu mimariyi dahada çok ortaya çıkartıyordu.

 

Başımı aşağıya çevirdiğimde büyük bir avlunun ve geniş bir çardağın olduğunu gördüm. Birkaç adam volta atarken kendi aralarında konuşuyorlardı ama başları yerden kalkmıyordu.

 

Mardin'deydim. Yıllardır internette gördüğüm masal şehrindeydim. Babamın memleketiydi bu topraklar ama ona yasaklamışlardı daha ben doğmadan sürmüşlerdi onu buradan. Kan davası demiş Atalarımızın soyu olduğu yere bir kez bile getirmemişti bizi. Ortaokula kadar annemin memleketi olan Diyarbakır'da kalmış daha küçük yaşlarda oradan bile uzak tutularak hem ana baba hem de memleket hasretiyle sınanmıştım.

 

Şimdi ise olmaman gereken bir yerde bir yabancının evinde esir düşmüştüm. Beynim allak bullak olurken bir bilinmezin ortasındaydım.

 

Benim burada bir işim yoktu olamazdı, yıllar önce çok ısrar ettiğimde burayı gelip görmek istediğimde Sıla bize ölüm, ata toprağı sadece mezar olur demişti babam. Abim daha dört yaşındayken çıktığından o bile hayal meyal hatırlıyordu ama benim şansızlığım bile burada kendini göstermiş ve doğduğum şehir olan Diyarbakır'a kaydolmuştum. Yıllarca buraya ait olduğumu bile bile yaşamıştım büyük şehirlerde. İnsan hiç gelmediği bir yere özler mi? Ben özlemiştim yıllarca buranın hasretiyle yanmıştım ama şimdi de yanlış zamanda yanlış yerdeydim.

 

Kapının kilidi yuvasında iki kez dönerken ben altında olduğum perdeyi hızla çekip kapıya doğru dönmüştüm. Kahverengi kapı açıldığında arkasında bir adam görünmüştü. Siyah takımın içine giydiği beyaz gömleğinin açtığı dağılmış yakalarıyla tek eli kapıda bana dikkatlice bakıyordu. Saçı özensizce dağılmıştı ama sanki bu hali bile saatlerce uğraşılmış gibiydi. Arkamdan ona vuran güneş ışığın ortaya çıkardığı ela gözlerinin beyazları kızarmış günlerce uyumamış kadar yorgun gözüküyordu.

 

Kapıyı arkasında bırakıp odanın içine adım attığında aramızda birkaç adım vardı. Çıplak adımlarım yere basarken de aramızdaki boy farkı epeydi.

 

"Kolumu nereden kıracağını mı hesaplıyorsun?" Alaylı sözlerine rağmen gülmeyen suratından sertçe çıkmıştı bu cümle.

 

"Hayır boynunu kıracağım yeri hesaplıyorum." Onunla benim de alay etmem kızdırmış gibi gerilen suratında değişen göz bebekleri beni bir anlık afallatmıştı.

 

"Haddini bil İpekoğlu, bu konak bir kansıza kapısını açarken yeterinde zorlandı sende işleri dahada zorlaştırma."

 

"Sen kime kansız diyorsun!" Hiddetle öne doğru atıldığımda kalkan elimi havada yakalayan onun büyük eli olmuştu.

 

"Sakın bir daha buna cüret etme, yoksa senin için her şey dahada kötüleşir!"

 

Gözlerinin içi sanki karanlığı içine çekmiş gibi birden koyulaştığında onun kolumu çekmesiyle aramızda kalan kısa mesafede ikimizde nefretle birbirimize bakıyorduk.

 

"Sen beni tehdit edecek adam değilsin, sen adam bile değilsin. Bir kadını kaçırıp onu bu odaya sokup kendi menfaati için kullanacak olan bir şerefsizsin." Parmakları bileğimi sarıp orayı kansız bırakırken uyguladığı güç canımı yakmaya başlamıştı, sonra sanki ne yaptığının farkına varmış gibi eli bir ateşe değercesine hızla çekti.

 

Bileğimin beyazlıklarına kan dolarken acıyan canımı umursamayıp kolumu indirdim.

 

"Ne istiyorsun benden? Uzatmadan söyle, hangi ihaleyi istiyorsun, hangi yabancı ortakları söyle, babam her şey kabul edecektir bende buradan hemen defolup gideceğim."

 

"Dünya senin içinde yüzdüğün para havuzundan ibaret değil İpekoğlu, paranız batsın sizin. Sen abinin bedeli için buradasın, senin abin baban gibi bir korkak ve namusuma göz diken bir kansız. O şerefsiz benim kardeşimi getirecek bende seni öyle bırakacağım, anladın mı beni?"

 

"Ne zırvalıyorsun sen?" Duyduklarım sanki bir kulağımdan girip diğerinden çıkıyordu fakat ben tam olarak anlayamıyordum söyleneni.

 

"Ne söylediğimi duydun o çok sevgili abin benim kız kardeşimi kaçırdı, o yüzden o gelene kadar sende buradasın sakın bana zorluk çıkartma yoksa her şey daha farklı olur."

 

Kapılar açıldı, kapılar kapandı. Kilitler vuruldu iki defa tahta kapıya, adım sesleri uzaklaştı sertçe. Birkaç kadın sesi duydum ama uğuldayan kulağım izin vermedi anlamama. Olduğum yerde sertçe düştüm zemine, açıkta kalan dizlerim sızladı yavaşça belki de kanadı ama umursamadım. Vazgeçilenin ben olduğum yankılandı birkaç kez kalbimde kabul etmesem de o an aslında biliyordum ben abim tarafında ihanete uğraşmıştım.

 

Bölüm Sonu

❤️‍🔥

 

 

Merhabalar aşkuşları...

Bir süredir kitabımı wattpad ve çizgi studio da yayınlamaya başlamıştım ama bir kaç arkadaşımızın önerisiyle kitabın burada da okurlarla buluşmasını istedim.

 

Birikmiş 8 bölüm var ve bugün 9. bölümü yayınlayacağım.

 

Hepimiz için hayırlısı ve en güzeli olsun iyi okumalar dilerim...

Loading...
0%