Yeni Üyelik
2.
Bölüm

“2.Bölüm Cehennem”

@wolffcuub

Yorumlarınızı ve beğenilerinizi bıraktıysanız bölüm sizlerle.

sizi seven yazar

-E

🎀

 

2.Bölüm Cehennem

 

Kendimi uçurumda sallanırken bulduğumda kimseden yardım istemeden tek bir ses dahi çıkartmadan parmaklarımı sapladığım taşların oyuntusuna asılarak kurtarmıştım bedenimi. Bu yüzden korkmak uzun süre önce yolda bıraktığım bir histi, korku beni zayıflatırdı bunun farkına daha o küçük yaşımda varmıştım fakat buna rağmen tek bir korkum vardı o da hayatımda olan insanlardan kayıp vermekti. Can kavgası ben doğmadan başladığından ben aslında bu hayatın içine doğmuş yaşam savaşını öğrenmek zorunda kalmıştım.

 

Küçük bir çocuğa dışarı çıkmayacağını söylemek belkide en kötü şekilde, bütün çıplaklığı ile aksedildiğinde kendi düşüncelerin içten içe bütün duygularını körelttiğinden kimse haberdar değildi aslında o yıllarda. Birileri ile konuşmak yasaktı mesela uzun bir zaman, arkadaş edinmek tehlikeli korumasız dahi dışarı çıkmak mümkün değildi. Küçük bedenin kendini koruma bilinciyle arkadaşlık bile kuramadığı o vakitlerde amaç sadece yaşamaktı, nasıl yaşadığın mesele değildi nefes alıyorsan sen kazanmışsın demektir.

 

Aslında kalbimin katilleri vardı kimse sesli dile getirmese de ben hep üzeri örtünüp kimse görmesin diye sakladıkları o küçük kız çocuğuydum. Bir gün ansızın daha nefesini bile ciğerlerine çekemediğin şehirden kovulurken tekrar aynı hisle tanışmak zorunda kalmıştım. Fakat bu sefer eksiktim yalnızdım. Etrafımda çepeçevre tanımadığım silahlı takımlı adamlar, tek kelime bile konuşmaya hasret geçirdiği günler olmuştu. Tek biri vardı ki beni o sakladıkları derin kuyudan tekrar ışığa kavuşturdu. O bir koruma değil uzaktaki babamın yerine koyduğum bir babaydı benim için. Biliyorum o da beni olmayan kızı yerine koymuştu.

 

Ben önde o arkamda yıllarca şehir şehir gezdik, inat ettim bütün sokakları karış karış adımladım ama o adam her döndüğümde benim arkamdaydı. Mercan gözlerinin her biri bana denizi bahşederken sert ifadesinin ardı hep merhametti. Acıyordu belki de bana. On yaşında annesinden babasından ayrılan küçük bir kız çocuğuydum nihayetinde ben.

 

Hayatı kendim öğrenmiştim o yüzden bazı eksiklilerim vardı. Ayda yılda bir yapılan ziyaretlerin bir önemi yoktu benim için, çünkü ben o yurdun camlarla kaplı geniş bahçesinde yıllarca soğukta ağlayarak onların gelmesini beklemiştim ama onlar ihtiyacım olduğu hiçbir anda yanımda yoklardı. Kanayan yaramı hep müdüre Firuze kapattı mesela, akan burumu Halide anne sildi, düştüğüm yerden de kendim kalktım ama.

 

Diyarbakır'ın bazalt taşlı evlerinin arasında bastırılan her sesim için çığlıklar attım İstanbul'un en gösterişli sokaklarında. Koruma adı altında yapılan ezilmenin verdiği özgüvensizliği taşıdım bütün hayatımda, sonra en sonunda banada uğrayan olgunluk ile kollarımda olan camdan kelepçelerden haberdar oldum o an. Canımın acımasını umursamadan kurtuldum ansızın onlardan.

 

Söküklerimi diken Halide annenin yanında öğrendim iğnenin maharetini. Koca bir dikiş makinası vardı ilk andan beri dikkatimi çekmişti. Öğret bana dedim bir gün çekine çekine, daha boyum yerdeki pedalına ulaşamazken bile yanıma çektiği tabureden o pedala basmış ben ise kumaşa yön vermiştim.

 

Aylar geçmişti yıllar birbirlerini kovalarken ben artık Feyzullah abinin bana getirdiği kumaşlardan yurttaki bütün kızlara elbiseler dikmeye başlamıştım. On yedi yaşımda üniversite sınavına girdiğimde ise tek bir amacım vardı moda tasarım bölümü okuyup kendi yerimi açmaktı.

 

O vakitte hayallerim büyüktü aklımdan geçenler imkansızdı ama gözüme kestirdiğimi başarmış annemin de bana olan annelik hakkının ödemesinde yardımcı olmuştum.

 

Asılına bakılırda bütün cam kırıklıklarıyla şu zamana kadar her şey yoluda, istediğim her şeyi başarmış ayakları yere basan bir kadın olarak kılıçlarımı kuşanmıştım. Ama olduğum yer bunca yıllık savaşıma hakaretti, ben odalara hapsedilecek bir kadın değildim kimsenin yaptığı suçun bedeli de hiç olamazdım.

 

Sevdaya aşka her daim saygım vardı, aşka karşı gelenin karşısında dururdum. Abim benden yardım isteseydi yardımda ederdim ama ben bu oyunda bir piyon olarak sahaya sürülmüştüm.

 

Yıllarca büyütüldüğümüz adetlerimiz vardı uzak kalsam da bildiğim örfümüz vardı çünkü biz buna doğardık. Sınırları bilir nasıl davranmamız gerektiğini iyi ezberlerdik. Yıllarca bu topraklarda yaşanmak isteyen sevdaların üstüne kanlar akıtmıştı. Aşklar gönlün rahatlığı ile yaşanmazdı bu Mezopotamya'da. Tarihler Mem u Zin'e bile yazmıştı asırlar önce. Ataerkil düzen erkeğe verirdi söz hakkını, kime ne düştüğü yaşanan esarette anlardın bazen.

 

O yüzden ben bu hikâyenin yine geride bırakılanı olarak eksik kalmıştım. Tek bir kimse tarafında uyarılmamış yine ailenin dışta kalan çocuğu olmuştum. Ben onların üstüme vurmayan gölgelerine alışıktım ama bu kez kendimi korumam gerektiğini bile fısıldamamışlardı bana.

 

Kalbimin sızısını en derinde hissediyorum şu anda. Ben abimin sevdasının önüne geçememiştim, abim beni değil sevdasını seçmişti.

 

Belki de suçlayamazdım onu bunun için fakat havada uçan mermilerin için ben silahsız kalmıştım bugün. Kaç gün geçti kaç saat devirdi kendini bilmiyorum ama bir kez güneşin doğuşuna bir kez batışına şahit oldum ama ne babamın sesi duyuldu pencereden baktığım avluda neden annemin ismimi yankıladığı feryadı.

 

Ben yine itilen uzağa atılan bir parça haline bürünmüştüm. Odaya gelen ela gözlü adamın bu çabası boşunaydı belki de. Kardeşim gelince gideceksin demişti bana, o kardeşi için savaşan bir abiydi biliyorum ama bana sahipsizliğimi bir kez daha gösterdiği için ona nefretimin en büyük feryadına bürünmüştüm. Üstelik bu sefer öksüzlüğümü herkes duyacaktı biliyorum, İpekoğluların yıllardır sakladıkları kızı birinin evine tutsak düşmüş kimse gidip onu oradan almamış diyeceklerdi.

 

Beyaz çarşaflı yatağa bedenimi dahada gömerken batmaya yakın olan güneşin son çırpınışları sallanan perdeden içeri süzülüyordu. Günlerdir kimseyle tek kelime konuşmamıştım, her öğün kapım açılıp büyük tepside yemekler bırakılıyordu ama ben hiçbirine dokunmuyordum. Her gelen eski tepsiyi alıp yenisini bırakıp çekip gidiyordu.

 

Ela gözlü adam bir daha gelmemişti, sen abinin bedelisin demişti sonra ise onu hiç görmemiştim. O gittikten sonra içimde fırtınalar kopmuştu canımı acıtmıştı sözlerinin her hecesi. Kapıda tekmelerimin her biri çukurlar açarken kimsenin çıtını çıkartmaması sanki beni görmemezlikten gelmelerinin bir başka yoluydu.

 

Saatlerce bu odanın içinde bağırmış her bir zerresini dağıtmıştım, yerli yerinde özenle sergilenen vazoların her biri bin parçaya bölünmüş yerde yatıyordu günlerce.

 

İçim kanadıkça kanadı, bağırdım çağırdım ama içimden tek damla yaş akıtmadı kendini dışarıya.

 

Yataktan doğrulmadan karşımda duran camı kırılmış saate baktım sekiz on ikiydi on beş gece kapı yavaşça açılacak yemediğim yemekler götürülecek akşam yemeğini bırakacaklardı, iki gündür rutin buydu çünkü.

 

Üç dakika sonra kapının kilidi iki kez yuvasında döndü kapının duvara değen sesini işittim ama kimse içeriye adım atmadı, tepsiyi de almadı. Uzaklaşan adım seslerini duyduğum da sağımda kalan kapıya doğru çevirdim başımı. Kapı günler sonra açılmıştı, yerimden doğrulduğumda kapıda birinin olup olmadın baktım ama koridor boş gözüküyordu. Toplanan eteğimi düzeltip yataktan indiğimde kısa bir an tereddütte kalmıştım. Kapı açık bırakıldığına göre dışarı çıkmamda bir sorun yoktu ama kimse benimle konuşmaya tenezzül dahi etmiyordu.

 

Çıplak ayarlarım koridora çıktığında on metre arayla altı tane oda vardı karşılıklı, koridorun sonunda ise aşağıya doğru inen büyük merdivenler. Beton zeminde adımlayan ayaklarım büyük basamaklı merdiveni de aştığında kulağıma değen konuşmalar yavaşça yükselmeye gelmeye başladı.

 

Kürtçe konuşuyordu bir kadın ona cevap verende daha genç biriydi ama yankı yaptığından hiç bir sözcük anlaşılmıyordu. Çatal bıçak sesleride birbirine karışınca temkinli şekilde inen ayaklarım son basamakta durmuştu. Uzun salonun en köşesine konumlandıkları uzun yemek masasının etrafında oturan insanlar beni görmeleri ile susmuşlardı. Onu günler sonra ilk defa görüyordum sağ eline aldığı bıçakla önündeki eti doğruyordu, bir an bile kafasını kaldırıp bana bakmamıştı benimle ilgilenmiyor gibiydi.

 

"Gel kızım buyur sofraya, yemeklerinin hiçbirine dokunmamışsın günlerdir." Sağ tarafında oturan ellilerinin sonlarında olan kadın siyah saçlarına attığı siyah şalını düzelterek yanındaki sandalyeyi gösteriyordu. Hareket dahi etmeden sadece onlara bakıyordum, adımlarım olduğum yere saplanmış gibiydiler, sanki herkes burada olmamdan memnun gibiydi memnun olmayan ise gözlerini dahi değdirmiyordu bana.

 

"Yanıma oturabilirsiniz Rona Hanım," yaşlı kadının karşısında oturan genç bir kız arkası dönük olan sandalyesinin üzerinde dönüp sesleniyordu. "Kalk buradan git ötede otur!" Yanında oturan genç çocuğu yana doğru ittiğinde neredeyse çocuk yere düşüyordu. "Kızım bıraksana yemek yiyorum, çek ellerini vuracağım kafana bir tane bak." Dudaklarına götürecek çatalı yanındaki kız doğrulttuğunda ben onları uzaktan izleyen izleyici gibi hala olduğum yerde duruyordum.

 

"Sessiz olun! Helin misafirimizi rahatsız etme kızım!" Karşılarındaki kadının sert sesi onları birbirlerinden ayırdığında masanın başında oturan adam sanki kimseyi duymamış gibi çatalı ile ağzını götürdüğü etini yavaşça çiğniyordu.

 

"Fotoğraf çekineceğim kadınla bırak yakınlık kurayım belki bana da bir elbise diker," Annesine hızla dönüp, "O kadar yetenekli ki belki ablamın düğünü için bana bir elbise bile tasarlar," Cümlesi daha bitmeden sözlerini bıçak gibi kesen masaya vurulan bir el olmuştu. "Yeter Helin sus."

 

Adamın sözleri kalbini kırmış gibi başını eğdiğinde artık bana bakmıyordu olduğu gibi tabağını izliyordu.

 

"Adın gibisin aynı Roni, yüzün güneşin aydınlattığı gün gibi parlıyor." Kadın az önce olanları umursamamış gibi direkt bana bakıp konuşmuştu.

 

Olduğum yer beni rahatsız ediyordu ne kadar kalacağım umurumda bile değildi o kilitli kapının içinde daha rahattım her ne sorun varsa bir an önce çözülsün istiyordum. Geride bıraktığım bir işin vardı, ben olmadanda hallederlerdi fakat her şeye yetişemezlerdi.İndiğim merdiveni tekrara çıkmaya başladığımda o ince ses tekrar çıktı önüme.

 

"Gözlerin aynı annene benziyor, gözlerinin kesk'liğini Adalet hanımdan almışsın." Adımlarım bıçak gibi kesildiğinde çıktığım merdiveni geri inmiş bu sefer istemsizce yemek masasına doğru yaklaşmıştım.

 

"Annemi nereden tanıyorsunuz?" Sesim olduğu kadar sert çıkarken rahatsızlık bütün damarlarımda kor geziyordu.

 

"Annen bir zamanlar benim tek dostumdu. Onun bıraktığı dostluğun boşluğunu kimse dolduramadı bu zamana kadar, nasıl o iyi mi?" Sanki gerçekten annemi merak etmiş gibi bakıyordu gözlerimin içine. Kahve büyük gözleri bütün duyguyu yansıtırken gözlerimin içine bakıyordu.

 

"Kimsiniz siz? Ne istiyorsunuz benden?"

 

Kadının dudaklarında görünen kısık bir gülümseme sonrasında yanında oturan ela gözlü adama doğru baktı. "Sen daha doğmadan babanın sakat bıraktığı o adamın karısıyım," Yanında ve genç kızın yanında oturan erkek çocuklarına bakarak, "Onlar oğullarım." Tekrar genç kıza bakıp "Kızım, diğer kızımda abinin yanında." Dedi sona doğru kısılan sesiyle.

 

Aldığım nefes birden gücünü kaybettiğinde ben duyduğum sözlerin bedenime vurduğu yumruklardan darbeler alıyordum. Kulaklarımda yankılanan sözlerin her bir beni kanatırken bütün yaşantımı gözlerimin önünde geçirdi nedensizce.

 

Yıllarca yalnızlığımın sorumlusunu aramıştım, ağlamış sızlamış ama kimse tek bir kelime etmezken yıllar sonra onlar karşımdalar o bizin diyorlardı. Akan her göz yaşımda ahım vardı. Şimdi ise ayaklarına dolanmıştı.

 

Derinleşen nefeslerim kalbime çarpıntı verirken ben ilk kez suyun yoksunluğuna girmiştim. "Yani sizler benim katilimsiniz öyle mi?" Herkes buz kesip başlarını hızla bana çevirdiğinde en başta oturan adam bile bunu beklemiyormuş gibi sert ifadesiyle bana bakmıştı.

 

"Siz benden annemi, babamı, abimi, ait olduğum toprakları aldınız. Şimdide utanmadan hakkınız varmış gibi beni evinizde esir tutmak istiyorsunuz öyle mi?" Uzun süreden beri ilk defa yaşlarımı gözlerimde hissediyordum, varlıklarını tekrar hatırlatır gibi göz pınarlarıma dolduğunda engel olamadığım adımlarım masaya doğru yaklaşıyordu.

 

"Benim size vereceğim hiçbir şey yok ama sizin bana bir hayat borcunuz var," titreyen parmaklarım iki kişinin üstünde gidip geldi, "Sizin bana bir çocuğun kaybettiği hayat neşenin borcu var duydunuz mu beni? Şimdi ben buradan defolup geldiğim yere gideceğim sizde kendi içinizin karalığıyla birbirinizi öldürür müsünüz yılların intikamını mı alırsınız bilmiyorum ama benim sizinle bir işim yok."

 

Kimsenin yüzünde uzun süre oyalanmıyordum onlar otururken ben başlarında durmuş hepsini üstünkörü izliyorum. Seslerini çıkartmadan beni izlediklerinde ise başım sağımda kalan adama doğru döndü. Beni izliyordu her hareketimi ağzımdan çıkan her sözü dikkatle dinliyordu. Kaşları çatılmış alnının ortasında derin bir çizgi belirmişti.

 

"Duydun mu beni?" Elim yemek yediği tabağın tam önünde olan boşluğu sertçe bulduğunda arkamda kalan irkilme sesini duydum. "Sizin benimle bir işiniz yok ben o ailenin çoktan unuttuğu kızıyım sen yanlış insanı kaçırdın, benimle kaybettiğin vakitte gidip kız kardeşini kurtarmalıydın." Bir masada duran elime bir de ona yaklaşan gözlerime bakıyordu daha çok sinirlenmiş sözlerim onu daha kızdırmış gibiydi.

 

"Hiçbir yere gitmeyeceksin İpekoğlu, benim kardeşim buraya gelene kadar tek bir adım dahi bu konaktan dışarıya atamazsın, boşuna nefesini tüketme."

 

"Sana gideceğim dedim, sana sormadım!" Dişlerim birbirine geçmiş bütün siniri ile kasılırken o bu halimden memnunmuş gibi bakıyordu. "Kardeşim gelmeden bu evden çıkacak olan tek şey cesedin olur."

 

Gözlerimin içine bakarak tek bir an bile tereddüt etmeden beni ölümle tehdit etmişti. Ölüm korkacağım son şey bile değildi benim hayat planlamamda. Kimse beni ölümle korkutamazdı.

 

Masada duran elimi oynatmadan oturduğu sandalyenin ahşap çıkıntısına diğer elimi yasladım. Şimdi kollarımın arasında tutsak olan o gibiydi. "Bu evden çıkmazsam çıkacak olan iki ceset olur, bir daha sakın beni ölümle tehdit etme biraz erkekliğin varsa şimdi beni çekip vurursun yoksa başına aldığın en büyük bela ben olurum."

 

Elimi sandalyesinden geri çektiğime az önce gözlerimde olan elaları sert biçimde kısılmıştı. Anlamasını istediğim şey ölümden korkmadığımdı. Belindeki silah ellerindeki güç insana üstünlük sağlardı, bana göre içi boş üstülüktü. Savaşın zaferle kazanması elinden çıkan metalden değil dilinden çıkan onun kalbine değen aklını karıştıran sözdü, sözler cesaretle bezenir güçlenirdi.

 

Ben yaşamın sadece bir araç; nasıl yaşanmasını gerektiğinin amaç olduğunu öğrenmiştim, Yanmasından korkmayanı cehennemle korkutamazsın.

 

Parmaklarımın kavradığı bezi arkamda sürüklerken birbirine karışan tabakların sesi sırasıyla bezin üstünden sert zeminle buluşup kırılıyordu. Arkama bakmadan bir süre daha sürüklediğimde bez parçası sonuna kadar yere düşmüştü. Arkamdan tiz çığlık duyuştum ama dönük bakmadım. Merdiveni bütün gücümle adımladığımda her bir basamak beni yükseğe taşıdı. Aşağıyı gösteren koridorun korkuluklarından başım dik geçerken tutsaklığım olan odaya gerip bu sefer arkada kalan kilidi içeri alıp ben kilitlemiştim.

 

Ben yıllar sonra Ata toprağına gelmiş olan Rona İpekoğlu, kimsenin beni hasretliğime mahcup etmesine izin vermeyecektim.

 

❤️‍🔥

 

Doğu, son kez parmakları arasında tuttuğu zehri ciğerlerine ektiğinde dumanın isi'ni yavaşça üfledi gökyüzüne doğru. Günlerdir gözüne uyku girmiyordu, doğru düzgün lokma bile geçmemişti boğazından. Onu rahatsız eden şeyler vardı. O işini her zaman mertlik ile hallederdi, kadınları meselesine bulaştırmak hayatında yaptığı bir şey değildi ama anasının göğsüne vuran elleri sanki yüreğini değişmişti o gece.

 

Ağlamazdı Berfin Hanım, Doğu anasını ilk ve son kez babasının ayağını kaybettiğini öğrendiğinde bu avlunun ortasında ağlarken görmüştü. Ateş, daha küçükken evlerine düştüğünde Ata saydıkları adam artık kendinden geçmiş gibiydi bununla yüzleşmek herkes için en ağırıydı. Güç onları yavaş yavaş terk ederken iki çocuğu ile koca şehrin altında ezilmeden yaşamaya çalışan Berfin hanımın tek kurtuluşu vardı oda o zamanlar daha dört yaşında olan oğlunu büyüdüğünde kocasının yerine geçmek için yetiştirmesiydi yoksa koca bu imparatorluk bu soyu yutacak geriye kalan akbabalar cesetler üzerinde cirit atacaktı fakat Berfin Hanım buna izin vermemişti.

 

Oğlu Doğu on sekizine gelene kadar onu soyunun ağası olması için yetirmişti Doğu büyüğüne kadarda aile hükümeti Berfin Hanım'a aitti. Kocasının fısıltını bile bağıra bağıra haykıran o kadın artık yerini oğluna devretmiş bu zamanda ikizlerini de dünyaya getirmişti. Artık Karahanlılar eskisinden de güçlüydü, aile lideri Doğu Karahanlı'ydı. Şehirde doğudan habersiz tek bir kuş uçmazken gücüne günden güne güç katmıştı. Büyükleri ona saygı duyarken küçüklerinin her biri bu genç adama hayrandı. Bu adamın adaleti dilden dile dolaşırken mertliği ise isminden önce gelen bir tanımdı. Gurur duyardı Berfin Hanım oğluyla zira Doğu olmasaydı kocasından sonra bu aile yok olmaya mahkumdu.

 

Şimdi ise herkese eşit olan adaletinin yaptırımı onu uykusuz bırakıyordu kız kardeşi için başka bir kadını alıkoymuştu. Bu onun etine sanki kızgın demirler vuruyordu ama başka çaresi kalmamıştı, annesi kızım diye ağlarken bu genç adamın tek yolu bu kadında geçiyordu.

 

Sakin adımları bahçede dolaşırken bakışları kadının olduğu odanın penceresine kaydı. Onu en üst kata yerleştirmişti, o katta olan herkesi de dağıtmıştı, bu sebeple kimse ona yanlışlıkla bile tek kelime söyleyemeyecekti. Çünkü o da bir annenin kızıydı, düşmanının kızı olması hiçbir şey değiştirmezdi onun için.

 

Konağın mutfağından çıkan Gülfem'i gördüğünde elindeki tepsiden odasına öğle yemeğini götürdüğünü anlamıştı. Gülfem başını kaldırıp adamı gördüğünde selam verip uzun merdivene doğru dönmüştü. Dün akşam Gülfem yine içindeki dokunulmamış olan tepsiyle karşısına çıktığında "Hiçbir şeye dokunmuyor ağam, sadece ölü gibi yatıyor ona çok üzülüyorum biraz daha yemezse hasta düşer" demişti.

 

Kadının adını hatta varlığını sadece bir gün önce öğrenmişti ama Fırat'ın anlattığına göre başı dik fazla inatçı biriydi, üstelik dövüşmeyi biliyordu. Fırat'ı uyarmıştı ama kadın buraya geldiğinde bir arabanın arka dolduğunda bayın yatıyordu sırf an için bile Fırat'ı çekip burabilirdi o an. Fırat'ın savunması ise yolda gelirken alçıya aldıkları kolu olmuştu. Fırat onun karşısında çıktığında o ise kendini korumak için Fırat'ın kolunu kırmıştı.

 

Doğu'nun ise o an ki şoku herkes tarafından açıkça görülmüştü çünkü anlamak için bile defalarca Fırat'a kimin onu bu hale getirdiğini sormuştu. Fırat her soruşunda daha da turunculaşmaya başladığında ise diğer adamların yüz ifadesinden anlayabilmişti.

 

Bu kadın kendini korumak için yetiştirilmişti belliydi eli avuca da sığmazdı, o kansız ailenin tek duruşu olan bireyi bile olabilirdi nerden anladın diye soran olursa bile kapalı gözlerinin hangi renk olduğunu bilmese de farklı duyguların sezişini Doğu bir kilometre öteden alırdı.

 

Gülfem dakikalar sonra verdiği nefesiyle merdivenlerden inmişti. Elinde sabah bıraktığı kahvaltı tepsisi vardı, çayın miktarı bile aynıydı, bu sefer tepsinin ortasında cam sürahi vardı onun seviyesi bile aynıydı bu kadın su bile içmiyordu.

 

Gülfem, Ağa'nın önünden geçerken umutsuz gözleri ile başını sallayıp saatler sonra götüreceği öğle yemeğine de dokunmayacağını bilip mutfağa girdi.

 

Günlerdir traş etmediği sakaları bile onu huzursuz ederken sertçe parmaklarını sürdü çenesine, amacı kardeşine kavuşmakken başkasının kız kardeşine zarar vermek değildi. Etrafında dönen girdaba teslim olmaya düşündü o an Doğu. Artık her şey anlamsız ve amaçsız geliyordu ona. Kalbinin bir tarafı gözünden sakındığı kız kardeşiyleyken bir tarafı ise onlara ettiği ihanetin yeni tanışığıydı.

 

Rona'nın ilk geldiğinde odanın içinde attığı çığlıkları hala kulağındaydı Doğu'nun. Rona gerçekten abisinin bedeliydi, bunu ona söylerken onun gözlerinde de uğradığı ihanetin darbesini görmüştü. Abisini suçlamıştı kadın, Doğu ise onu haklı bulmuştu. Düşüncesizce yapılan eylemin bedeli geride kalanı sınardı, Rona ise abisi ile sınanıyordu. Kadın suçsuzdu Doğu bunu biliyordu ama insan kaderini seçemezdi, kader denilen kavran herkese ayrı kapı açardı. Kimin kapısı Cennetin Firdevs bahçelerine, kiminin ki Cehennemin Cehim katına.

 

Doğu'nun adımları mutfağı bulurken onu gören kadınlar kısa bir an işlerini bırakmış ağaya dönmüşlerdi. "Buyur Ağam." dedi orta yaşlardaki kadın.

 

"Akşam yemeği saatinde kapısını açın kilidi üstünde bırakın, ne yapmak istiyorsa onu yapsın." Arkasında bıraktığı şaşkın bakışlı kadınları umursamadan çıktı odadan. Adımlarının hedefi konağın en üst katı olmuştu.

 

Amacı ona bu evde esir olmadığını göstermekti hatta yemeği onlarla yemesi için bile alan açmıştı ona.

 

Doğu, sessiz koridoru aştığında adımları usulca kilitli kapının önünde durdu. Aldığı nefesi bile tuttu, adımlarını yaklaştırdı tek bir ses duymak için bekledi, ama kimse hareket dahi etmedi. Bu onu endişelendiriyordu ve hissiyatı onu dahada sinirlendiriyordu. Umurunda olmaması gerekirken kapısına kadar çıkmış halde bulmuştu kendini. Anlamsız hareketi kendine küfürler ettirecekti neredeyse.

 

Hızla geldiği yoldan geri gittiğinde akşam yemeği hazırlıkları başlanmış salondaki masanın üstü bez ile örtünmüştü.

 

Cam sürgüyü çekip nefes almak için bahçeye çıktığında avluda onu gören adamlar hazır ola geçmişti. Kapıdaki korumaya doğru döndüğünde adam koşarak önüne gelmişti. "Gelen giden var mı Ali?" Ortalık fazla sessizdi Rona İpekoğlunu kaçırdığının haberi çoktan bütün Midyat'ta duyulmuştu bile.

 

"Yok ağam her şey bizim kontrolümüzde."

 

Elini korumanın omzuna atıp, "Tamam koçum sen geç yerine." Dedi.

 

Aklına yatmayan şeyler vardı. Adem İpekoğlu'nu tanırdı gözünün kara oluşu herkesin dilindeydi, ondan nefret etse de onu bilirdi. Sadece bir kez karşılaşmıştı er meydanı gibi bir günde o gün ikisinin de oradan sağ çıkması büyük bir mucizeydi.

 

Şimdiye kadar kapısına dayanması gerekiyordu. Onlardan bir adım gelmezse bu takas gerçekleşmezdi, bu sessizlik Doğu'yu fazlası ile germişti.

 

Geniş arazideki konağın her bir noktası başka acılara gebeydi o gün. Yılların intikamı hepsi için fazla acı veriri olmuştu. Kimi benliğini kaybetmişti, kimi bir bacağını, kimi çocukluğunu kimileri baba sevgisini. Acı acıyı doğururdu bu insanlar ise boğazlarına kadar batmışlardı, her acının bir yaşı her yaşın ayrı sızısı vardı.

 

Düşüncüler düşünce havuzuna Doğu'yu boğmaya başladığında çalan telefonu kendini getirdi.

 

Mardin'in merkezinde olan inşaat şirketinin bürosundandı bu telefon.

 

"Doğu bey şirket az önce yüzü maskeli kimliği belirsiz kişiler tarafınca tarandı, can kaybı yok efendim ama kapıdaki korumalardan dördü ağır yaralandı." Doğu tam olarak böyle bir şey bekliyordu. Kadın nefes nefes konuşmaya devam ediyordu, "Efendim diğer şehirdeki bütün şirketlerimiz taranmış çok sayıda yaralı varmış."

 

"Tamam Hale polis gelene kadar bekleyin, bir şey bilmediğinize dair verin ifadelerinizi sonra ben sizinle konuşana kadar hiç kimse şirkete uğramasın herkese mail at."

 

Telefon kapandığında arkadan Fırat'ın aradığını görünce hemen açtı.

 

"Abi Adem İpekoğlu Mardin'e giriş yaptı, beklediğimiz hamleyi yaptılar, yanında da Baran var. Alalım mı?"

 

Fırat hızlı hızlı konuşurken bir yere doğru yürüyordu aceleyle.

 

"Ölmek istemiyorsan Adem İpekoğlu'nun karşısına çıkma Fırat, o kızı kaçırılmış bir baba şu an. Konağa ayağıma geliyor bu ona bugün en büyük ceza olacak."

 

Herkes bu adamın bu zekâsına hayran kalmıştı bunca zaman. O keskin zekâsında baktığı yön hep herkesten daha farklı olurdu. Kimse ne planladığını anlamaz ne düşündüğünü kestiremezdi. Doğu Karahanlı on sekiz yaşında büyük bir şehre ağa olmuş herkese sözünü dinletmiş bir çocuktu, şimdi ise büyük bir soyu elinde tutan o adamdı.

 

Onun büyüklüğü tartışılmazdı, Adem İpekoğlu ise bunu bilerek yirmi dört yıl önce çıkıp gittiği bu şehre kızı için geri dönmüştü.

 

Artık geri atılamayan adımla, geri yürünemeyecek yollar vardı. Çünkü o iki kadında iki ailenin can damarıydı, kimse kanından geçmezdi.

 

Bölüm Sonu.

❤️‍🔥

 

Loading...
0%