@wolffcuub
|
"Eğer bir şey size aitse tamamen sizin içinse yönünü bir şekilde hep size çevirir. Kimse kendisine ait olanla vedalaşamaz. Kimse kendisinin olanı arkasında bırakamaz. Sizin için olan hep sizinle kalacaktır."
4.Bölüm Tercih
Farklı kimliklerimle insanların içinde dolaştığımda reddettiğim köklerim miydi yoksa bu aileme kendimce verdiğim bir ceza mıydı? Yıllardır bunun muhakemesini içimde sürdürürdüm.
Kırık ruhumun kanayan kanatları kaburgama çarparken nefes alışverişlerim bir inilti gibi çıkıyordu. Uzaktan bir silah sesini duyduğunu hatırlıyordum. Beynim şakaklarıma darbelerini vururken gözlerimi açmaya çalıştım. Etrafım bomboş bende yatağım üzerinde boylu boyunca uzanıyordum. Miden hala bulanırken en son mutfakta olduğumu anımsadım, sanki zemine düşmemle patlayan silah aynı anda harekete geçmişti.
İnce pikeyi üzerimden çektiğimde bacaklarımda siyah bol eşofman ve kısa kollu onu tamamlayan siyah bir tişört vardı.
Çıplak ayağım zeminle buluşurken içi saran ürperti sanki batan güneşin geride bıraktığı yası gibiydi.
Gözlerim kapının kenarında duran siyah çantama takıldığında varlığından günlerdir haberim dahi yoktu. Hızla yürüyüp çantanın içini yere doğru boşalttığımda özenle hazırladığım çantamın içi halının üzerindeydi.
Telefonum ters dönmüş bir şekilde dururken elime alıp açmayı demedim ama kapalıydı. O günde birileri ararken kapanmış bir dahada açılmamıştı.
Aklımın her köşesi İstanbul'daki atölyedeyken çaresizliğimi ilk defa bu kadar derinden hissediyordum. Onca emeğim yerle bir olmuş tırnaklarımda kazıyarak en yukarıda geldiğim yerden aşağıya düşmüş gibi hissediyordum.
Onca iş beni bekliyordu, tonlarca insan çalışıyordu orada. Çok insana verilmiş sözlerim vardı ama ben günlerdir bu odanın içinde çaresizce bekleyişimi sürdürüyordum.
Uçurumda sallanırken son bir güç kırıntısına ihtiyacım vardı. Son kez kendimi yukarıya çekersem ardıma bile bakmayacaktım.
Ayağa kalkıp hızla kapıyı açtığımda önüme gelen koridordaki bütün kapıları açıp girdim.
Kattaki bütün odaların içi insan uğramamış kadar boşken elimde sıktığım telefonla birlikte aşağıya inmeye başladım. Saatler önce oturup yaramın kapatıldığı yere kısa bir an baktığımda sanki bakmam kötü bir şeymiş gibi yürümeye devam ettim.
Uzun koridorun sonunda ayak sesleri geldiğinde o tarafa doğru yürümeye devam ettim. Elinde tuttuğu küçük bir saksı çiçekle yirmilerinin başlarındaki genç kız beni görünce durmuştu.
"Nerede o?" Sesim gür çıkarken ürkmüş gibi gözlerini kısmıştı.
"Ağamdan mı bahsedersin?" İnce sesi bana zor ulaşırken kısıkça fısıldadı.
"Ağan kim bilmiyorum, ağa falan bilmem ben. Beni buraya kaçıran kansıza götür beni."
Genç kızın değişen göz renginden şaşırdığını anlayabiliyordum.
"Ağam avludadır kahvesini içer bu saatte."
Arkamda gösterdiği bahçe kapısına döndüğümde üzerine örtünen sinekliği sertçe iterek batan güneşin ardında bıraktığı griliğe doğru yürüdüm.
İleride büyük çam ağaçların ortasına tahtadan yapılmış çardağı ve arkası dönük bir şekilde oturan onu gördüm. Etrafında kimse yoktu ama kapıya konumlanmış adamların bakışları beni görmeleriyle üzerime dönmüştü. Ben onları için bir tehdittim bakışları bunu oldukça kanıtlıyordu.
Büyük adımlarım çardağın ahşap zemininde durduğunda onu gördüğümde elindeki fincanı yavaşça masaya bırakıyordu.
Yüzü her zamanki gibi gerginken kaşları beni görmesiyle kısa bir an gevşedi.
"Benim İstanbul'a gitmem gerekiyor, atölyede onca iş beni bekliyor."
Gözleri üzerimde gezindiğinde bakışları çıplak ayaklarımda daha fazla oyalandı.
"Duyuyor musun beni? Gideceğim diyorum sana."
"Kardeşim gelince gideceksin zaten, kalıcı değilsin." Kahvesine tekrar uzandığında ondan önce davranıp masadaki fincanı yere fırlattım. İçinde kalan kahvenin sıvısı paçalarına gelmişti.
"Kardeşin umurumda değil, duydun mu beni? Ben senin ağzından çıkacak lafa boyun eğecek insan değilim. Kardeşine sahip çıkamadıysan bunun suçlusu ne abim ne de benim, bunun suçlusu sensin."
Öne doğru adım attığımda eliyle durdurup adım atmamı engelledi. Hafifçe öne ittiği ayağıyla kırılan fincan parçasını bacaklarının arasına çekti.
"Yaran bile başıma bela oluyor, sen durmak ne bilmez misin?"
Yerinde rahatça oturmaya devam ederken beni duymamış kadar rahattı.
"Bir şeyi bir kez söylerim ama sen geldiğinden beri beni yeterince yordun beni İpekoğlu. Son kez diyeceğim aç kulağını iyi dinle, kardeşim gelir sen gidersin. Bunun başka yolu yok."
"Sen beni anlamıyorsun galiba. Orası benim ekmek teknem. Onlarca çalışanım var, fabrikada onlarca işçi, benden tasarım bekleyen onlarca şirket. Hepsine verilmiş sözlerim var benim. Burada ne olduğu belli olmayan milattan önce kalmış adetlerinize boyun eğmeyeceğim. Buradan gerekirse ölüm çıkar ama ya öyle ya böyle gideceğim."
Ayağa yavaşça kalkarken derin nefes almıştı. Siyah gömleğinin kollarını yukarıya katlamışken rahatsız olmuş gibi dahada geriye itti.
" Burada herkes benim kurallarıma göre yaşar, kurallarımın dışına çıkan ise son gününü yaşar. Şimdi sen gidip yukarıda sessizce durmaya devam edeceksin yoksa"
"Yoksa ne? Çekip vurur musun beni?" Gözlerim gözlerine kilitlenmişken bana yaklaşan bedeni hızla inip kalkan göğsüme belli belirsiz dokunuyordu.
"Ben değil sen abini çekip vurursun."
Omzu bana değmemesi için çaba göstermişti ama sanki bedenim onu kendime çekercesine yine değip geçmişti. Dokunuşuyla bile sendelediğimde hızla yürüyüp büyük demir kapıya doğru yürüyordu.
"Ben senin kuklan değilim!" Yüksek sesle bağırdığımda kendimde değildim, kendimi duymuyor gibiydi.
"Beni çekip haram olan şehre beni zorla getirdiğinde bana verdiğin acının bile farkında değilsin ama ben nefes alamıyorum." Ağlamamak için direniyordum ama sanki konuşan küçük Rona'ydı, susturamadım.
"Yıllarca senin için tüm bunalar deyip omzuma yükledikleri yükü sen tek bir gecede altında bıraktın beni." Yüzünü bana dönmüştü, aramızda koca adımlar vardı ama, o çıkışa fazla yakındı tek adım atıp gidebilirdi.
"Ellerimle kazıyarak kurtardım ben kendimi o yüklerden, bazen görmezden geldim ama acısını hep hissettim." Sert rüzgâr sıcak iklime inat estiğinde açık olan uzun saçlarım yüzüme kapandı.
"Tek bir kurtuluş aradım kendime, sahip olduğum ama yanımda görmediğim insanların martavallarını dinledim yıllarca, kimse yanımda yoktu tek ben vardım. Saatlerce o kendini beğenmiş modacıların kapısında yattım daha fazla şey öğrenebilmek için, ülke ülke gezdim kimsesizliğimi unutmak için en sonunda da başardım."
Büyük bir adım işaret parmağımı ona doğru salladım, " O yüzden değil sen babam bile beni artık burada tutamaz."
Sert rüzgâr arkamdan sanki beni öne doğru itlerken önünden geçip az önce onun geçmesi için açılan kapıya doğru yürüdüm. Kapıya yaklaşırken adamların yüzünü saran korku daha belirginleşiyordu fakat düşündüğümün aksine kimse beni durdurmaya yeltenmiyordu.
"Abin buradaydı saatler önce ona son bir şans verdim getir kardeşimi al bacını dedim yok dedi."
Sert sesi sanki ona sırtımı dönmemin cezasını verirmiş gibi acıyla vuruyordu iskeletime.
"Büyükler hükmünü verdi Dilan yoksa berdel olur dediler." Kısa bir an durduğunda sanki ona dönmemi beklermiş gibi susmuştu.
Gözlerim ilk defa ona yalvarırmış gibi baktığında onun gözlerinde ise ifadesizlik vardı.
"Abin senden vazgeçti Rona. İlk gün sen abinin bedelisin demiştim şimdi aynı fikirde misin bu hikâyedeki tek suçlu ben miyim?"
Çoğu anlar vardı kendimi kaybettiğim. Mesela çok sevdiğim bir elbise kumaşı vardı ipekten yapılma yere uzanan modeldi o elbiseyi çizmek baştan yaratmak beni alır derinlere götürürdü.
Mor rengi kullandığım bütün kumaşlar bana huzur verirdi, iğnelerin elime batmasını bile hissetmezdim o anlarda.
Ama şu an sanki o anlar kadar sonu mutlu değildi. Bana verdiği hazzın yapıtı benim ruhumu acıtıyordu.
Duymak istemiyordum, sussun her şeyin rüya olmasını istiyordum. Kelimelerin her biri boğazımı sıkıyordu. Sinirlenmemiş, ruhumun yaşatmaya çalıştığı çocuğu öldürmüşler gibi hissediyordum. Sevda uğruna ödenen bedelin benim olmanın verdiği acının en yakın tanıdığıydım artık.
"Ben kimsenin malı değilim, kimsenin bedeli değilim. Ben oradan oraya savrulan bez bebek hiç değilim!" Ellerim yakasına yapışırken herkes donmuş şekilde beni izliyordu, onun gözleri ise yakasındaki ellerime kaymıştı.
"Benim bir hayatım var, içine sıçmış olsalar da hayatım var yaşıyorum ben. Yıllarca görmedim hiçbirini yanların da bile değildim neyin bedeliyim şimdi ben!" Yüzüm ıslanırken sesim çatallaşıyordu ama yine de bağırıyordum.
"Öldürürüm kendimi, seninle evleneceğime ölürüm daha iyi. Yaşamak buysa eğer ölmek istiyorum." İğrenirmiş gibi ellerimi yakasından çektiğimde hızla gözleri gözlerimin içini buldu. Sanki konuşmak istiyor ama ilk defa zorlanıyor gibiydi.
"Nasıl bir şeye boyun eğiyorsun sen, git al kardeşini, tanımadığın bir kadınla evlenmeyi nasıl kabul edersin?"
"Ben değil senin ailen kabul etti, burada adalet böyle sağlanır ama emin ol İpekoğullarının tek bir kez adam olacaklarını düşünmüştüm fakat onlar seni seçmedi."
Uzak değildi atılan kurşun, çok yakından en yakınımdan göğsümün üzerine atılmıştı. Bu kaçıncı ihanetti ruhuma bu kaçıncı ihanetleriydi bana. Ben yine vazgeçilen olmuştum. Ağlamalarımı durdurdum, akan yaşı silmedim bile karşımdaki adamdan utandım sadece o an. Anlamasın istemiştim bir kez daha ilk vazgeçilen olduğumu.
O bile karşımda dururken zorluk çekiyordu, kardeşi için dünyayı ters düz etmişti beni getirmişti hiç düşünmeden, bunu ona yaptıran bir kardeşin yüreğinde hissettirdiği özlemiydi, ben abimi en son ne zaman görmüştüm hatırlamıyordum bile.
"Yalan söylüyorsun, benden bunu istemezler!Onlardan intikam almak istiyorsun bu şekilde. Bana ceza mı kesiyorsun?"
Ne yerdeydim ne gökte. Çaresizce boşluktaydım sadece. Ağlamak bile yasaktı acımı dindirecek kimse yoktu bile. Yaramı saran adam karşımda acıyordu, bir tek o vardı.
"Buradaydılar, herkes tek bir konu için bu avluya geldi, abin durduğun o yerin tam üstündeydi. Tek bir kez bile düşünmedi. Sevdan mı canın mı? dedim ona. Sevda dedi. Ben sana ceza vermem Rona, ailen bu hayattaki en büyük cezan zaten."
"Hayır, hayır doğru değil!" Ne kadar reddedersem olağan değişirdi ne kadar ağlarsam annemin kollarına geri dönerdim, az vakit geçirmiş olsam da?
Daha fazla durdukları yerde tutmadım yaşlarımı akıp gittiler öylece. Reddettim Doğu'nun ağzından sakinlikle çıkan sözleri. Kim bilir hakkımda ne düşünüyordu? Biliyordu yıllarca ailemden uzak kalmama sebeptiler ama şimdi beni aileme vermek istediklerinde bile ben yine yapayalnızdım.
"Gitmem gerek anlamıyor musun? Hayatım kaldı benim orada, işim kaldı. Yapamam burada, lütfen bırak gideyim. Sana söz veriyorum kardeşini dönmeye ikna ederim lütfen bırak beni."
Dinlemedi beni arkasını döndü, ağır ağır adımlar atmaya başladı konağa doğru.
"Hayır gitme dinle beni lütfen, yalvarırım bırak, nefes alamıyorum burada." Yalvarıyordum geçmişimin katiline, acının en yalın halini hissediyordum şimdide öfke bacaklarıma dolanıyordu dik duramadım attığım ilk adımda yeri buldu yaralı dizim.
Ses ona ulaşmışken hızla geri döndü başını. Ben hala ona seslenirken yerde olduğumun farkında bile değildim. "Onca insan beni bekliyor onları yarı yolda bırakamam bir kez aramama izin ver."
Sıcak eli değdi yüzüme. Değmedi, dokunmuyordu. Sarıyordu. Koca elinin içindeydi yüzüm. Bir dizini kırmış oturduğum yere yaslamıştı bacağını. "Ağlama artık."
"Canın mı acıyor, bir yerini mi incittin?" Eli eşofmanın üstünden pansuman yaptığı yarayı yokladı görebilirmiş gibi. "Yaran mı kanıyor?"
Başımı sağa sola salladım artık gücüm yerinde değildi ona karşı çıkamıyordum bile. "Yapamam, seninle evlenemem ben zaten hayatımın ikinci başlangıcını yaşıyorum yapamam, lütfen."
Hayatımın bana bahşedilen ilk kısmı bir çocuğun umutları ile birlikte o yurtta ölmüştü. O gecenin sabahında dışarıdaki dünyaya adım atıp herkesin tanıdığı Rona olduğumda ise ikinci yarısı bana son sanş olarak bahşedilmişti, şimdi tekrardan bu hayatı söndüremezdim.
"Ailene seçenek sunuldu töre bu, töreye karşı gelinmez. Yoksa abin bunu canıyla öder." Ölümden bahsederken bile sesinin tonu sanki karın üzerinde en güzel uykuya yatarmış gibi hissettiriyordu. Kolumdan tutup ayağa kaldırdı beni.
"Bütün bu onlar saçmalık?"
"Değil." dedi hızla. "Bütün bu onlarlar bu toprağın kanunu. Burada herkes nizam intizamla yaşar konulan adetler töremizdir, uyulmadığında her iki aile için kan akar demektir. Sen sevdiklerinden vazgeçebilir misin?"
Bunu düşünmemiştim bile Başımı iki yana salladım. "Hayır." Kolumu bıraktığında geriye doğru birkaç adım sendeledim.
"Babama gitmek istiyorum, tüm bu olanları aklım almıyor benim onunla konuşmam gerek." Arkamı döndüğümde hiçbir şeyi düşünmeden birkaç adamın kapattığı demir kapıya doğru hızlıca yürüdüm.
"Ben çekil demeden çekilmezler, beni dinlemezsen çekil demem Rona."
Durdum sadece. Önümdeki adamların kaçamak bakışları üzerimde gezindi ama hemen arkama doğru akmaya devam ettiler.
"Karım ol, Rona Karahanlı ol." Ayaklarıma yukarıdan betonlar dökülmeye başlamış gibi kaskatı kesiliyordum.
"Üç ay, üç ay bu konağın gelini bilsinler seni. Sonra boşanacağız sen istediğin yere, Dilan da bu eve gelmek zorunda kalacak. Özgürlüğün için üç ay karım olabilecek misin Rona?"
Bölüm Sonu
|
0% |