@wq_f3eyzamm
|
Toplantı bittiğinde şirketin çıkış kapısına gelmiştik. Çantamdan telefonumu aldım ve Belfü'yü tekrar aradım. "Belfü, napıyorsun?" dedim. Belfü sinirle cevap verdi, "Ne yapabilirim? Annem tarafından zorla köye götürülüyorum. Ya, ben şirket müdürüyüm, ne işim var köyde!? Görücü varmış. Ben evlenmek istemiyorum, Asel."
Anlaşılan evinde durumlar baya karışıktı. Bu da demek oluyordu ki, bu gece onda kalmam imkânsızdı. Kız böyle bir durumdayken onda kalmak istemem, bencillik olurdu.
"Anlıyorum bebeğim. Bir şey olursa beni direkt ara, hallederim ben."
"Neyi halledeceksin, Asel? Annem beni görücüye çıkarmış..."
Zaten çok yorulmuştum, bir de regl sancılarım yüzünden karnım ağrıyordu. Gece yarısı ne yapacaktım ki? Telefonda Belfü'ye "Görüşürüz" dedim ve kapattım. Kimsenin derdini dinleyecek hâlim yoktu. Eve gidemezdim, yapacağım son şey bir otelde kalmaktı.
Tam o anda, arkamda birisinin olduğunu hissettim ve dönüp baktığımda karşımda Araz’ı buldum.
"Neden aradın Belfü'yü?" diye soruverdi. Ne diyecektim şimdi? "Bunca zaman beni korudun, teşekkürler ama kalacak yerim yok" mu demeliydim?
"Onun eskiden kaldığı bir otel vardı, onu soracaktım. Müsait değilmiş," dedim, hafifçe gülümsemeye çalışarak.
Araz bakışlarını benden ayırmadan kaşlarını çattı. “Karnın mı ağrıyor?” diye sordu beklenmedik bir şekilde. Rahatsız olduğumu anlamış mıydı? Yine mi her şeyi fark etmişti?
"Biraz... Ama sorun değil," dedim. Konuyu kapatmak istiyordum ama o, bu kadar kolay pes edecek biri değildi.
“Bırak saçmalamayı. Bu halde bir otelde kalmana izin veremem,” dedi kararlı bir ses tonuyla. "Seni zorlamak, veya emir vermek istemem ama rica etsem benimle gelir misin?,.”
Itiraz edecek gücüm bile yoktu. "Araz..." demeye çalıştım ama yere çökecekmişim gibi oldu. Sessizce başımı salladım ve onun peşine takıldım. Araz'ın kararlı adımları beni istemeden de olsa onun peşinden gelmeme sebep oldu. Birkaç saniye sonra büyük ve siyah Range Rover'ı gördüm. Arabaya doğru ilerlerken, içimdeki gerginlik azalmış gibi görünse de hâlâ nereye gideceğimizi merak ediyordum. Kapıyı açıp ön koltuğa geçtim, Araz da sürücü koltuğuna oturdu. Motorun sesi yavaşça yükseldiğinde, sessizlik arabayı doldurdu.
"Bugün çok yoruldun," dedi Araz, sakin bir sesle. Gözleri yolun üzerindeydi ama beni ne kadar dikkatle incelediğini hissediyordum. Sanki günün her anında beni izlemiş, gözlemlemiş gibiydi.
Yorulduğumu inkâr edecek hâlde değildim. "Evet," dedim hafif bir iç çekişle. "Her şey üst üste geldi. Hem iş, hem Belfü'nün derdi... Bir de bu regl sancıları." Son cümlemi alçak sesle söyledim, çünkü onun yanında bu konudan bahsetmek garip hissettirdi. Ama Araz her zamanki soğukkanlılığıyla herhangi bir tepki vermedi.
"Ama gerçekten, hastaneye gitmeme gerek yok. Sadece biraz dinlenmek istiyorum," diye ekledim, çünkü nereye gideceğimizi bilmiyordum ve hastane fikri zihnimi rahatsız ediyordu.
"Hastane zaten aklımda yoktu," dedi, hafif bir gülümseme ile. "Seni biraz kafanı dağıtabileceğin bir yere götüreceğim."
Bir an şaşırdım. Araz'ın planlarına ne kadar sadık ve belirli olduğunu bilirdim. Bu yüzden spontane bir şey yapıyor olması beni şaşırtmıştı. "Nereye gidiyoruz peki?" diye sordum merakla, ama içimde bir büyük bir tedirginlik da hissettim. Sadece dört duvar arasında kalmak istemiyordum.
"Burası sürpriz olsun," dedi, gizemli bir tavırla.
"Bana zarar vermeyeceksin değil mı?"
"Cesedimi çiğne sana senin iznin olmadan çöpüne bile dokunmam, bu konuda şüphen yok değil mi?"
"Yani hayırda bir an öyle diyince" sustum devamını getirirsem konuştukça batacak gibi hissettim. Arabayı hızlandırdı ve şehir ışıklarının altında ilerlerken dışarıya baktım. Yol boyunca bir süre sessiz kaldık ama bu sessizlik, beni daha fazla sorgulamaktan alıkoydu. Herşeyin bu kadar çabuk ilerlemesi gerçekten kaldırılabilir birşey değildi. Gece kafamı yastığa koyunca büyük ihtimla sabah gözlerim ağlamaktan şişmiş halde uyanacaktı, babam beni neden sevmemişti, neden dayımın avukatı olduğunu söylememişti, hayır beni sevmiyor hatta öldürmek istiyorsa neden bunca yıl beni yetiştirmişti.
"Araz"
"Efendim ay incisi"
"Ay incisi derken?" Şaşkınlığımı ortaya koymuştum, kulağa hoş geliyordu ama nedendi.
"Rahatsız olduysan birdaha demeyeyim." Diyerek bana olan saygısını göstermişti. Ama benim şaşkınlığım rahatsız olduğumdan değil neden olduğundandı.
"Yok kulağıma biraz tuhaf geldi de anlamını merak ettim."
"Bunu gideceğimiz yerde sakin kafa ile konuşalım mı?"
"Peki" gülümseyerek cevap verdim demekki gideceğimiz yer sahil kenarı gibi biryerdi. Anlamını şuan daha çok merak etmiştim.
Şehir ışıkları, araba ilerledikçe yolun kenarında birer birer kayboluyordu. Başımı cama yaslamış yolu izliyordum yani bir nebze düşüncelerim de kayboluyordum. Herşeyden uzaklaşmak çok rahatlatıcı bir şeydi fakat bir gün içinde dayının aslında dayın olmadığını, babanın kumar bağımlılığı yüzünden seni öldürmek istediğini öğrenmek, bayılmak ve mafya tarafından korunduğunu öğrenmek kaç kişinin başına gelebilirdi cevap vereyim sadece ben.
Araz gözlerini yoldan ayırmadan fakat bütün dikkatinin bende olduğunu anlayacağım ses tonu ile "bugün çok zar bir gün oldu senin için, bunu görebiliyorum ve sonuna kadar destek olacağım"
Başımı usulca salladım, kafam hala cama yaşlı dışarıda ki manzarayı izliyordu. "Zordu, evet" dedim. "Bazen herşey üst üste geliyor. En yakın arkadaşım Belfü'nün sıkıntıları. Özel meseleler insan bazen sadece kaçmak istiyor. Ama nereye kaçarsa kaçsın o yaşadıkları ve düşüncelerinin içinde boğulmak an meselesi."
Araz kısa bir sessizlikten sonra. "Kaçmak bazen iyi gelir." Dedi "Ama nereye kaçtığını önemli" deyerek ekledi.
Tekrardan aklımdaki soruyu bekletemem gerektiğine karar verdim ve içinden üçe kadar saydım. Ne zaman stres olursam böyle yapardım. "Araz şu durumlar içerisinde seni çok sık boğaz ediyorum fakat birşey rica edebilir miyim?" Sanki bunu söylememi bekliyormuş gibi tabiki anlamında kafasını salladı.
"Arkadaşım Belfü, annesinin zorla onu evlendirmesi gerçekten rahatsız etti, buna göz yumamam. Yapabileceğin herhangi birşey varsa yardımcı olabilir misin, lütfen?" Neredeyse yalvarmıştım, ama sadece Belfü değil hiç bir kadının böyle olmasına göz yumamazdım.
"Bizim için çocuk oyuncağı Asel, merak etme şirkette ki birkaç kişiye söylerim uzaktan kontrole alırlar, böyle şeylere bende karşıyım sonuna kadar" İşte bu cümleler benim gerçekten rahatlamama sebep olmuştu ki, sanki beynimi okurcasına bir şey daha ekledi
"Asel böyle olaylarda yani sevdiğin kişilere birşey olma korkusundan başın ağrıyor lütfen şuan öyle bir şey yok de" Hakkım da hiçbir şeyi unutmaması her seferinde daha da çok şaşırtıyordu. Ama hayır anlamında kafamı salladım, onun gibi bir can yoldaşım varken ne olabilirdi. Sonunda araba hafif virajla sola döndü ve büyük demir bir kapıya ilerledi, dışarıdan gördüğüm kadarıyla büyük bir yalıydı. Arabadan indiğimizde "Burası neresi?" Diye sorduğum da
"Eskiden çok yakın bir dostum vardı kuruş kuruş biriktirerek burayı satın almıştık, daha sonra yurt dışına gitmek zorunda kaldı burayı yada bana emanet etti."
Birlikte büyük bir bahçeye açılan alana girdik. Ağaçlar, çiçekler ve şırıl şırıl akan bir çeşme, ortamda huzur dağıtıyordu. Araz; "gel biraz yürüyelim, temiz hava iyi gelir. Sonra birşeyler yeriz" Kafamı olur anlamadında salladım, yorgunluğumu biraz olsun dindirmeye ihtiyacım vardı.
Arazla bahçede yürürken rüzgar yüzüme çarpıyor, saçlarımı savuruyordu. Temiz havayı zaten alır almaz ciğerlerim her nefeste ferahlıyordu.
Bir süre sessiz kaldık. Araz yanımda adımlarını benimle uyumlu atmıyordu. Sonrasında tekrardan Araz sessizliği bozdu.
Gözlerini benden ayırmadan "Bugün senin için çok zor bir gündü ay incisi, başka biri olsa kaldıramaz ve sen ağlamak, bağırmak yerine düşüncelerinde hapsoluyorsun. Endişelenmeli miyim?"
Bir müddet sustum, nefesimi dinledim. Beni sabırla bekliyordu ki, ona dürüst olmanın vakti geldiğini düşündüm.
"Bugün olanlar dediğin gibi herkesin kaldırabileceği şeyler değil ve ben psikologum Araz böyle şeylerde genellikle beş şey yapılması isteniyor. Duyguları kabul etmek, kendine değer vermek yani en basitinden uyku düzeninini kastmamak, meditasyon yada yoga gibi kafa dağıtıcı şeyler yapmak, aileden, psikologdan ya da sevdiğin birinden destek almak derdine derman olması."
O an fark ettim ki, onun yanında kendimi gerçekten güçlü hissediyordum. Belki de Araz, o gücü bana hissettiren kişiydi. Ona bakarken içimden geçenleri dillendirdim. "Güçlü müyüm, emin değilim. Ama senin yanında daha az zor geliyor," dedim, hafif bir gülümsemeyle.
Araz, duraksadı ve gözlerini bana çevirdi. Yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. "İyi ki buradayım o zaman," dedi ve ekledi: "Ama sen zaten yeterince güçlüsün, sadece bazen bunu hatırlatacak birine ihtiyacın var."
Bahçenin arka kısmına doğru yürüdüğümüzde, dört sandalyesi olan küçük ama zarif bir masa dikkatimi çekti. Araz’la birlikte masaya doğru ilerledik. Masa, hafif loş bir ışıkla aydınlatılmıştı, etrafındaki ağaçlar ise doğal bir çerçeve oluşturuyordu. Bu huzurlu köşe, dış dünyadan tamamen kopmuş gibiydi.
"Araz bana taktığın lakabın anlamını açıkçası merak ediyorum, anlamını öğrenebilir miyim?"
Araz, gözlerinde hafif bir gülümsemeyle bana döndü. Sanki bu soruyu bekliyormuş gibi rahattı ama bir yandan da ciddiyetini koruyordu.
"Tabii, iki anlamı var." dedi, hafifçe sandalyesine yaslanarak. "İnci ve Ay... Seninle ilgili düşündüğümde, aklıma gelen iki şey bunlar oldu. İnci, zarafeti ve nadirliği temsil ediyor. Sen, görünüşte kırılgan ama özünde güçlü birisin. Bir inci gibi değerli ve farklısın. Ay ise her zaman gizemli, uzak ama bir o kadar da çekici. Sen de tıpkı ay gibi... Uzak durmaya çalışsan bile, insanın hep seni izleyesi geliyor. Hem ışığınla yol gösteriyorsun, hem de her zaman ulaşılması zor bir şeysin."
Bir an duraksadı, gözleri benimkilere kenetlendi. "Ama eğer ayın yerinde olsaydın, geceler daha parlak olurdu, Asel"
Sözleri içimde sıcak bir his bıraktı. Bu lakabın altında yatan anlamı öğrendiğimde, Araz'ın bana olan bakış açısının ne kadar derin ve ince olduğunu daha iyi anlamıştım.
"İkinci anlamı ne peki?"
"Sen Ay'ı çok seversin Asel lise dönemlerinde de eski evinizin terasın da onunla konuştuğunu hatırlıyorum, bütün dertlerini benden önce ona anlatırdın. Ayrıca senin çok değerli bir inci kolyen vardı, o kadar değerliydi ki seni uzaktan takip ederken o kolyeyi almak istiyen çok oldu."
"Sırlarımıda biliyorsunuz yani"
Kafasını samimiyet ile salladı "Aynen öyle" o an içimden geçen şeyleri Araz'a söylemem gerektiğini düşündüm. Büyük bir ciddiyet ile "Araz açıkçası ben bu korumanın babamla ilgili olduğunu düşünüyorum lütfen dürüst ol gerçek sebebi ne?"
Araz derin bir nefes aldı tekrardan benden saklayacaktı bütün şeyleri benden saklayacaktı, ama ben yapacağımı bilmiyordum.
"Senin ay ve kolye sevdanı lisede öğrendim, babam benim eski mafyalardan onun mesleğini benim devam ettirmemi aksi halde kendimizi koruyamassak sende dahil bütün sevdiklerinizin öleceğini söyledi, ben mesleğe ve şirkete girdiğimde aklımda sen vardın o kolyeyi ele geçirmek istiyen kişiler geliyordu daha sonra işte başın belaya girmesin diye uzaktan korumaya aldık. Korkma camdan izlemedik seni."
Dalga geçer bir tavırla "Çok saol ya çok teselli edici oldu şuan" dedim ve göz devirdim. Gözlerim artık kendini kapatmak istiyordu, açık olmasını sağlamak istedikçe kapanıyordu.
"Uykun geldiyse gel yukarı çıkalım" diyerek teklif sunduğun da acaba tek yatak mı var yoksa iki yatak mı var sorusu aklıma geldi. Sorsam utanç verici bir soru olur muydu? Başımı usulca salladım aksi takdirde uyanık kalmak için bana meydan okuyan gözlerim felç geçirecekti. Araz'a bu kadar çabuk güvenmek istemiyordum ama benden haberim olmadan güvenimi çoktan kazanmıştı. Acaba ben Araz'ın yerinde olsaydım, bende Araz'a olan aşkımdan onu korumak ister miydim?
Büyük ihtimalle evet, lise de ki aşkımız tam anlamıyla Romeo ve Juliet gibiydi babam Araz'ı hiç sevmemişti, o zamanlar bana düşkün olduğunu düşündüğümden sanmıştım lakin Araz gittiği kumarhanecinin çocuğuydu. Orada bile kendini düşünmüştü.
Geçmişe dair çocukluğuma, yani liseli olduğum zamanlara tek birşey söyleyebilseydim, kesinlikle "Sakın ha babana olan sevgini ön görüpte aşkına ihanet etme, Araz'ı asla yalnız bırakma" olurdu belki peşinden gitseydim herşey daha farklı olabilirdi.
Çıkaracağınız tek şey beni babam bile sevmezken, nefret ettiği çocuk beni ondan korudu.
Eve girdiğimizde, bana bir yerlerden tanıdık geliyordu ama bir türlü nereden olduğunu çıkaramıyordum. Gözlerim odayı tararken hafif bir huzursuzluk hissettim. Eşyalar, kokular, belki de sadece ışığın vurduğu açı... Her şey, sanki daha önce burada bulunmuşum gibi garip bir şekilde içime işliyordu.
Bir adım attım, ayaklarımın altındaki zeminin hafifçe gıcırdadığını duydum. O an zihnimde bir görüntü belirdi, sanki çok uzak bir anıydı. Başımı kaldırıp duvara asılı eski bir tabloya baktım. Tam da o an, hatırladım. Bu ev… yıllar önce bir akşam vakti, kısa bir süreliğine gelmiştim. Ama neden burada olduğumu, kiminle geldiğimi hatırlayamıyordum. İçimdeki huzursuzluk, yerini bir meraka bırakmıştı.
Gözlerimi tablodan ayıramazken Araz’a döndüm ve biraz tereddütle sordum, "Buraya daha önce geldik mi?" Sesim hafif titriyordu. Kafamın içinde anılar bulanık bir şekilde dönüyordu, ama bir yandan da emin olamıyordum.
Araz, kaşlarını hafifçe kaldırdı, bana dikkatlice bakarak, "Neden soruyorsun?" dedi. Onun bakışlarından da bir şeyler hatırladığını sezdim, ama belki de sadece bana söylemek istemiyordu.
Araz’ın cevabını beklerken nefesimi tuttuğumu fark ettim. Gözlerinde anlık bir tereddüt vardı, sanki bir şeyler saklıyordu. Sessizlik uzadıkça, içimdeki merak daha da büyüdü. Bir adım daha yaklaştım ve alçak bir sesle, "Araz, lütfen... Gerçeği bilmem gerekiyor," dedim. Gözlerimin içine bakarken bir an derin bir nefes aldı, yüzündeki ifade sertleşti.
"Buraya seninle daha önce gelmedik," dedi sonunda. "Ama sen... sen buraya küçükken gelmiştin."
Sözleri içimde bir ağırlık gibi çöktü. Hafızamın derinliklerinde bir yer, aniden canlanmış gibi oldu. "Ne demek istiyorsun?" diye fısıldadım, şaşkınlıkla.
Araz gözlerini kaçırdı ve zor da olsa devam etti, "Bu ev... babanın bir zamanlar gizlice görüştüğü yerlerden biriydi."
Sözleri beynimde yankılanırken, kalbimdeki şok yerini öfkeye bıraktı. Gözlerim büyüdü, nefesim hızlandı. "Bana ihanet mi ettin, Araz?!" diye patladım, sesim titreyerek. Onun bana bu kadar önemli bir şeyi saklamış olabileceğine inanmak istemiyordum, ama her şey ortadaydı.
Araz bir adım ileri atarak ellerini uzattı, beni sakinleştirmeye çalışıyordu. "Asel, dinle beni, bu düşündüğün gibi değil..."
Ama onu duymuyordum bile. İçimdeki öfke daha da büyüyordu. "Beni buraya neden getirdin? Beni kandırdın mı? Her şeyi biliyor muydun?" Sözlerim keskin bir bıçak gibi çıkıyordu, gözlerim dolmuştu.
Ona daha fazla dayanamayarak, aniden kapıya yöneldim.
Ama Araz hızlı davranıp kapının önüne geçti, beni durdurmaya kararlıydı. "Hayır, Asel." Sesi kararlıydı, yüzünde ciddiyet vardı. "Her şeyi anlatacağım ama önce sakin olman gerekiyor."
"İzin ver!" diye bağırdım, onu itmeye çalıştım ama o yerinden kıpırdamadı. "Bana güvenini kaybetmek istemiyorum, ama gitmene de izin veremem."
Ağlamamaya çalışıyordum, ama gözyaşlarım gözlerimde birikmişti bile. Kalbim kırılmış, aklım karışmıştı. Bir yandan buradan uzaklaşmak istiyordum, diğer yandan her şeyin aslını öğrenmeye ihtiyaç duyuyordum.
"Araz, bana bunu nasıl yaparsın?" dedim, sesim çatlamıştı. "Bu kadar büyük bir şeyi nasıl saklarsın benden? Babamla ilgili… bu evle ilgili… sen her şeyi biliyordun, değil mi?"
Araz, gözlerime baktı ama yüzündeki gerginlik hiç gitmemişti. "Asel, seni korumak için… her şeyi anlatmadım. Ama bu bir ihanet değil, bunu bilmen lazım," dedi yavaşça. "Sadece... doğru zamanı bekliyordum."
"Doğru zaman mı?" diye alaycı bir kahkaha attım. "Şu an, buradayken mi doğru zaman?" Ellerim çaresizlikle havada kaldı. "Beni buraya getirip geçmişimle yüzleştirirken mi? Bana hiç seçme şansı vermedin!" Nefes almadan devam ettim. "Tamam hadi anlatmak istedin diyelim, ya benim bugünkü regl sancılarımı, tansiyonumun arşa çıkıp bayılmamı, ya da en basitinden öğrendiğim şeylerin senin gözünde hiç mi değeri yok ya. Hiç mi merhamet duymuyorsun bana?"
Kapıya yönelip kaçmak istedim ama Araz bir kez daha önüme geçti. Gözleri kararlıydı, ama aynı zamanda derin bir pişmanlık da okunuyordu. "Gitmene izin veremem," dedi yeniden, bu sefer sesi daha yumuşaktı. "Anlayacaksın, Asel. Ama gitmene izin verirsem, her şey daha da kötü olacak. Lütfen… kal ve dinle beni."
Elleri omuzlarımda, beni tutarken gözlerindeki çaresizliği görebiliyordum. Ama içimdeki fırtına durulmak bilmiyordu. "Peki, anlat o zaman!" dedim. "Gerçekten ne saklıyorsun?"
Araz’ın elleri omuzlarımdayken içimdeki öfke ve çaresizlik birbirine karışıyordu, beni korunmaya ve krizimi az da olsa azaltmaya çalışıyordu. Gözlerinin derinliklerinde bir şeyler saklıydı, ama hala tam anlamıyla güvenemiyordum. "Peki, anlat o zaman!" dedim. "Gerçekten ne saklıyorsun?!"
Araz derin bir nefes aldı, bakışları hafifçe yere kaydı. "Asel, bu ev sadece bir yer değil... Babanın hayatındaki en karanlık sırların başladığı yer," dedi alıstırmaya çalışırcasına. "Yıllar önce, sen daha çok küçükken, baban bu evde bazı iş anlaşmaları yapıyordu. Ama bu anlaşmalar... yasal değildi. O zamanlar, baban bu işlerin içine çok derinlemesine girmişti ve burası onun gizli toplantılarını yaptığı yerdi."
Sözleri mideme yumruk yemişim gibi hissettirdi. "Yani, bu ev… babamın karanlık geçmişiyle mi ilgili?" dedim, gözlerimdeki öfke hafifçe şaşkınlığa dönüştü. "Ve sen bunu hep biliyordun?"
Araz kafasını salladı, "Evet, biliyordum, ama senin bunu öğrenmen için doğru zamanın asla gelmeyeceğini düşündüm. Bu yüzden sana anlatmadım, seni korumak için."
Ona bakarak birkaç saniye sessiz kaldım, beynim hızla dönüyordu. "Beni korumak için mi?" diye tekrarladım, sesimde kırılmış bir tını vardı. "Gerçeklerden korumak mı? Araz, bana her şeyi saklayarak aslında daha da zarar verdin! Kendimi yabancı gibi hissediyorum... kendi geçmişime yabancı!"
Gözlerim dolmaya başlarken, Araz yeniden bana doğru bir adım attı, ellerini omuzlarımdan indirmeden. "Asel, seni anlıyorum. Beni affetmeyeceğini de biliyorum ama bunu bilmen gerekiyordu. Babana dair her şey masum değil. O her zaman göründüğü gibi biri değildi, bunu kabul etmelisin."
Gözyaşlarımı silmeye çalıştım ama sesim titremeye başladı. "Bu, beni neden buraya getirdin?" diye sordum, hala kafam karışıktı. "Beni neden bu gerçekle yüzleştirdin, Araz?"
Araz derin bir nefes aldı ve gözlerini yeniden bana dikti. "Çünkü artık her şeyin bir araya gelmesi gerekiyordu, Asel. Seni bu karanlıkta daha fazla yalnız bırakmak istemedim. Birlikte olalım istedim… her şeyle birlikte. Eğer gidersen, bu geçmiş seni asla bırakmayacak."
İçimde fırtınalar kopsa da, Araz’ın söyledikleri beni sarsıyordu. Ama yine de içimdeki yaraları görmezden gelmek o kadar kolay değildi.
"Asel, güzelim ne olur beni dinle, eğer şuan olan bütün şeyleri öğrenmessen karşındaki kişiye karşı gücün olmaz."
Ne yapacağımı bilemiyordum, hala aynıydı hala lisedeki Araz ile aynıydı,
"Peki öğrenmeme gerek vardı diyelim, sence şuan mı söylenmeli bunun yarını var diğer günü var"
"Asel beni dinle bir düşmanı alt etmenin en güçlü yolu, onun her şeyini bilmekten geçer; zayıf noktalarını, sırlarını ve korkularını öğrenmeden savaşı kazanamazsın."
Kafam karışıktı, öyle karıştı ki kimse düzenleyemezdi, ne yapacaktım, Araz'a söylediklerine rağmen güvenmeli miydim? Araz büyük ihtimal şuan söylediklerine pişman olacak ki, bakışlarında ki kavgayı görüyordum. Tahminim doğruydu pişman olmuştu, lafa girdi.
“Zamanla anladım ki, bazen en ağır yaraları açanlar bile sevginin içinden gelir. Sana kızdım, öfkelendim, ama her şeyin ötesinde, seni affetmeyi öğrenmem gerekiyordu. Affetmek, seni haklı çıkardığı için değil; içimdeki yükleri serbest bırakmak ve bizi yeniden bulmak için... Herkes hata yapar, Asel, ama önemli olan hatalarımızdan kim olduğumuz. Ve ben hâlâ seninle kim olabileceğimizi görmek istiyorum.”
Araz’ın özrünü duyduğum an, içimde bir şeyler hareket etti. Duygularım karmakarışıktı; bir yandan onu affetmek istiyor, diğer yandan Bu kadar kısa sürede yaşattıklarını hatırlıyordum. “Ne kadar kolay affedebilirim ki?” diye düşündüm kendi kendime. O kadar çok şey yaşadık ki... Bir özür her şeyi düzeltmeye yetebilir mi? Bilemiyorum. Araz beni sevdiğini söylese de, bazen bunun sevgiden çok, kontrol arzusu olduğunu hissediyorum. Beni koruma isteği, aslında benim üzerimde bir güç kurma çabasına dönüşüyor. Kendi kararlarımı vermeme izin vermediği her an, içimde bir parça daha kırıldı.
Ona baktım. Gözlerindeki pişmanlığı görmek zor değildi. Ama bu pişmanlık, yaşananları unutturmuyor. Bir özür, yapılanları silmiyor. Araz’ın beni gerçekten anlamadığını düşündüm. Sadece “özür dilerim” demekle yetinecek mi, yoksa bir şeyleri değiştirecek mi? İçimdeki huzursuzluk dinmiyor. Belki de ona bir şans daha vermeliyim, ama bunu yaparsam, kendimden ne kadar ödün vermem vermem gerekecek?
İçimden bir ses, ona tekrar güvenmenin riskli olduğunu söylüyor. Ama başka bir ses, onun da hatalarıyla yüzleştiğini, öğrenmeye çalıştığını fısıldıyor. Hangisine inanacağımı bilmiyorum.
Araz’ın özrünü dinledikten sonra bir an duraksadım. Sözleri anlamlıydı, ama beklediğimden fazlasıydı. Gözlerindeki pişmanlığı görmek, onun ciddi olduğunu hissettirse de, içimdeki kırgınlık o kadar kolay geçecek bir şey değildi. Derin bir nefes aldım, ona hemen tepki vermek yerine, düşüncelerimi toparlamak için biraz bekledim. Acele etmeye gerek yoktu.
"Asel," dedi Araz, bir adım daha yaklaşarak, "Gerçekten seni incitmek istemedim."
"İncittin ama," diye cevapladım, sesimde bir soğukluk hissediliyordu. Onun pişmanlığını anlıyordum ama duygularımı hemen açığa çıkarmak istemedim. "Beni her şeyden korumaya çalışıyorsun, ama fark etmiyorsun, bu bazen daha fazla zarar veriyor."
Sözlerim onu duraksattı, sanki ne diyeceğini tartıyormuş gibi bir an sustu. Yüzündeki pişmanlık hafifledi ama yine de ciddi bir şekilde bana bakmaya devam etti.
"Ne yapmamı istersin?" dedi sonunda, sesi yavaş ama dikkatliydi.
Omuz silktim. "Şu an bir şey yapmanı istemiyorum, Araz. Sadece kendine biraz zaman ver. Beni anlamaya çalışıyorsun, bunu görüyorum. Ama işler bir özürle çözülmez. Zaman gerek, anlıyor musun?"
Araz bir süre sessiz kaldı, sanki söylediklerimi özümsüyordu. "Zaman... Peki," dedi.
Bu konuşmanın bir karar noktası olmasını istemiyordum. Araz’ın bir anda tüm hatalarını kabul etmesini de beklemiyordum. Sadece biraz mesafe, biraz düşünme payı bırakmak gerekiyordu. Her şey hemen çözülmek zorunda değildi.
"Bu kadar büyütmeye gerek yok," dedim yavaşça. "Sadece kendini toparla. Ne hissettiğimi anlaman benim için önemli. Bunu yapabilirsen... belki o zaman devam edebiliriz."
Araz derin bir nefes aldı ve yüzüne hafif bir gülümseme yerleşti. "Zaman alacaksa, beklerim. Ama seni anlamaya çalışacağım, Asel. Söz."
"İyi," dedim, fazla ciddi olmadan. "Şimdilik bu kadar yeter."
Konuyu kapatmıştım. Araz’ın değişip değişmeyeceğini zaman gösterecekti, ama bu sefer acele etmeyecektim. İçerideki L şeklindeki kanepeye ilerlediğimde Araz arkandan geldi, kanepenin rahatlığı mıdır, yada benim yorgunluğum mudur? Bilmem ama oturunca o yorgunluğun bittiğini düşündüm.
Tekrardan uykulu gözlerle lafa girdim. "Araz" bana döndü "Efendim" dercesine bakış attığında "Bu kendine ayırdığın zaman da beni ihmal etmeyeceksin, değil mi?"
Güldü elini sağ yanağıma koyup baş parmağı ile okşadı, bu hareketi utanmama sebep olmuştu. "Sence bırakır mıyım?" Kafamı hayır anlamında sağa sola salladım. Fakat elim ayağım birbirine dolanmıştı.
Araz elini yanağımdan çekti ve geriye yaslandı, "Asel sana dokunmamdan rahatsız oluyo-" dediğinde onu duymuyordum, zihnim gitgide bulanıklaşıyordu, gözüm kapalı mıydı ondan bile haberim yoktu.
"Asel beni dinliyor musun?" Bir anda irkildiğimde oda benim korkmamdan korkmuştu. Pişmanlık içeren mahçup bir ifade ile "Çok özür dilerim senin uykun vardı, gel seni odana götüreyim"
Yanıma yaklaşıp kucağına aldı, neden olduğunu sorgular tavırla baktığımda "Korktuğunda, yani şuan bacaklarının tutmadığını ikimizde çok iyi biliyoruz değil mi?"
İma ettiği olay aklıma gelince utanç ile güldüm. O an ikimiz de o kadar rezil bir haldeydik ki. Lisede, okulun kantininde yaşanan o utanç verici, komik ama bir o kadar talihsiz olay... Zaman zaman aklıma geldiğinde gülsem mi, ya da gömülsem mı dediğiniz olaylar vardır ya böyle bir olay işte benim ki de...
Olayın özetini anlatmak gerekirse lisede Araz ile sevgili olduğumuz dönemler, kantinde kahve almak için sıra bekliyordum. Bir kız arkamdan sertçe omuz attığında vücudum titredi ve yere düşmemi sağladı ben yerde utanç içinde kavranırken Araz tekrardan aynı bu şekilde kucağına alıp, farklı bir yere revire götürmüştü.
"O olaydan sonra kızların benle dalga geçmesi, hocaların bakışı, revirde ki hemşirenin beni her gördüğünde göz kırpması, o kadar bezdiriciydi ki"
"Allah Allah sen benim ondan sonra ki Cem ile olan kavgalarımı duymadın, çıkışta kurtlar vadisini aratmayacak kavgalar mı dersin yoksa benim öğlen yemeklerime müsil ilacı katıp senin yanına gelme planları mı?"
Duyduklarım karşısında ağzım açık kaldı, emin değildim çok net bilgi değil ama sanki Araz'a ben yüzünden düşmandı(!)
Merdivenleri tamamladığıkda ikinci katta beş oda olduğunu gördüm. Sağdan ikinci odaya girdi ve usulca yatağın üzerine bıraktı. Eli ile kapıyı gösterdi, "Birşey olursa yan odadayım, seslenmen yeterli"
Kafamı salladım "İyi geceler" dedim gülümseyerek ve odadan çıkar çıkmaz kendimi uykunun kollarına bırakmıştım. Sabah, gözlerimi ağır ağır açarken uykumu aldığımı farkettim, bu mutlu olmam için yeterli bir sebepti. Odaya dolan ışık ile beraber, yatakta biraz daha döndüm ve kalkıp kendime kışa uygun kıyafet geçirdim.
Merdivenlerden aşağı, mutfağa inerken geçmekte olduğum salonda Kur'an okur vaziyette Araz'ı gördüm.
Mafyalar Kur'an okuyor muydu?
Şaşkınlığım devam ederken sesinin gerçekten güzel olduğunu farkettim. Çok güzel görünüyordu, fakat bence şuan onunla uğraşmak için tam zamanıydı. Yürü be Asel'im kim tutar seni?
Adımlarıma dikkat ederek Araz'ın yanındaki tekli koltuğa oturdum.
"Hayırdır, bütün günahları işledin, öldürdüğün kişilere hatim mi indiriyorsun?"
Ardından başını hafifçe eğerek, “Sadakallahü’l-Azim,” dedi ve kitabı özenle yanına koydu.
"Sabah sabah, çok komiksin gerçekten"
"Biliyorum aşkım Asel benim adım, anlamı bal, yani anlayacağın her dakikam her zerrem bal gibi olduğu için espirilerim de öyleydir."
Ciddiyetimi takındım ve Araz'a baktım.
"Bana bak, sen ciddisin herhalde, yemek kitabı falan değil dimi o, bildiğin Kur'an okuyorsun"
Başını usulca gülümseyerek salladı, "Ne yani, mafyalar İslam'a inanamaz mı?"
"Genel olarak hayır"
Bu sefer daha yeni kendimi övdüğüm gibi o da kendini övdü "Benim ismimin anlamımı da bağımsız demek canım, etrafım günahkar dolu diye ahiretimi riske mı atayım" Helal olsun der gibi bakış atar atmaz soru mu sordum. Beden dilim o kadar güzel haraket ediyordu ki... "Yani ben senin dünkü yuva kuralım teklifini kabul etsem, bana evlenmeden olmaz günah diyecek misin?" Yüz ifadelerinden bu soruya hazırlıksız yakalandığı belliydi. "Acaba Kızılcık Şerbeti Fatih mi olsam yoksa Kızıl Goncalar Cüneyt efendi mi olsam?" Diye düşündüğüne emindim. Düşünmeyi bırakınca, eline en özentili tavırla Kur'an'ını aldı ve "Öğlen namazını kılıp çıkalım, ilk önce kahvaltı yapar oradan şirkete geçeriz." Başımı alaycı bir tavırla gülümseyerek salladım. Nana'da ki Özge'nin de dediği gibi "şaka gibi" Şaka maka bir mafya cidden nasıl namaz kılabilirdi. O kadar günaha, insan öldürmeye ve devlet işlerine rağmen nasıl Allah'a gidebilirdi. Açık konuşmak gerekirse ben Araz'ın daha İslam'a bile inanmadığını düşünüyordum. Umarım beni zorla tesettüre sokmaz, sokamaz. Üst kata, odama çıktım ve dolaptan üstüme bir şeyler giymek üzereyken, sanki buraya gelmem planlanmış gibi, bedenime uygun resmi kıyafetler buldum. Yırtmaçlı mini bir elbise ve blazer ceket giydim. Topuklu ayakkabılarımın merdivenlerde yankılanan sesiyle aşağı indiğimde, doğrudan dışarı çıktım. Bahçeye çıkmak bahaneydi, aslında tek amacım Araz'ın neyin peşinde olduğunu öğrenmekti. Bahçede Araz’ın babasıyla konuştuğunu gördüğümde, önce çekinsem de merakım ağır bastı. Sessizce yaklaşıp onları izlemeye başladım. Araz'ın sesi ciddiydi, her zamanki rahat tavrı yoktu. Araz'ın şuan böyle bir durumda olması aklımı altüst etmişti. "Babam, ona söylememiz gerek, bu kadar saklayamayız," dedi Araz, kaşları çatılmıştı. Babası derin bir nefes aldı, sanki yorgunlukla dolu bir ağırlık taşıyordu. "Hayır, Araz, şu an söyleyemeyiz. Bu iş ortaya çıkarsa, hepimiz yanarız. Sen de, ben de." İçimde bir ürperti hissettim. Kimin hakkında konuşuyorlardı? Neyden bahsediyorlardı? Araz, bana söylemediği bir şeylerin peşindeydi. Tek bir adım daha atsam beni fark edeceklerdi ama ayaklarım yere mıhlanmıştı. Ne yapmalıydım? Araz'ın babasıyla konuşmalarını dinledikten sonra kafamda binlerce soru dolanıyordu. Sessizce geri çekilip ne yapacağımı düşünmeye başladım ama ertesi gün Araz beni köşeye çekip yüzüme ciddi bir ifadeyle baktığında, işler daha da karıştı. "Asel, konuşmamız gerek," dedi, sesi alıştığım rahat tondan çok uzaktı. Kalbim sıkıştı. "Ne oldu Araz?" diye sordum, merak ve endişeyle. "Babamla konuşmamı duydun mu?" dedi aniden. Ne diyeceğimi bilemeden ona baktım, dudaklarım kıpırdadı ama ses çıkmadı. Sessizliğimden anlamış olacak ki derin bir nefes aldı. "Bizim... babamla, bir anlaşmamız var. Seni korumaya çalışıyoruz."
Şaşkınlıkla ona baktım. "Neden? Kimden korumaya çalışıyorsunuz beni?"
"Birileri seni hedef almış. Babam, senin güvende olman için bir teklifi kabul etmek zorunda kaldı. Ama bunu sana söyleyip endişelendirmek istemedik."
Duyduklarım karşısında neye uğradığımı şaşırdım. "Benim için mi? Ne teklifi? Araz, ne oluyor?"
O an sözlerinin derinliğini hissettim. Araz, gerçekten de bana sadece fiziksel bir alan değil, duygusal bir sığınak da sunuyordu. Onun yanındayken, kendimi her şeyden korunaklı hissediyordum. Fakat şuan o bütün korunduğum anlar ve sevgi bitecekti. *** Selammmmm, nabersiniz bölümü geç yazdım sabrınızdan dolayı teşekkür ediyorum, yorumlarınızı bekliyorum mm❤️
|
0% |