@wq_f3eyzamm
|
Araz ile uzun olmayan yolun sonunda boş bir arsaya gelmiştik, dediğim gibi önyargı ve korku her zaman yanındaydı. Araz'a söylenmeye başladım, "Bak Belfü'ye bişey olsun seni kendi ellerimle öldürürüm, duydun mu beni?" O ise, "Axel'e söyledim halleder o" Bu çocuğa noluyordu Belfü'nün ne yaptığını sormalar, ona bakma çabası, hadi bakalım işin içinden ne çıkacak.
İndiğim anda tahminimin doğru olduğunu anladım, arsa da 6 tane yan yana ağaç vardı ve zemin dümdüz toprakla kaplıydı.
Araz "Evet, Asel Ece Yiğit hazır mısın?"
Alayla cevap verdim, "Neye, ölmeye mi. Ölmekten hiçbir zaman korkmadım Araz Çelik bunu en iyi sen bilirsin birşey yapacaksan çek vur."
Yüzüne ne diyorsun anlamında ifade yerleşti
"Ne diyorsun Asel."
"Beni kendi öz babam sevmemiş, ben ona güvenememişim sana mı güveneceğim diyorum."
Bu sefer çaresizlik anlamında ifade oluştu. Ama söylediklerim de haklıydım, benim kalbim o iki cümleden oluşuyordu belki ölmüştü belki de susuyordu.
"Asel tamam, seni buraya silah atmak için getirdim. Geç birinci ağacın önüne al sağ bacağını öne."
Araz’ın söyledikleri bana ulaşsa da, zihnimde bir sis perdesi vardı. Her şey bulanık, her şey kopuktu. Babam, güven, korku… Artık neyin gerçek olduğunu bile ayırt edemiyordum. Derin bir nefes aldım, içimde bir yerde mantığım bana bunu yapmamam gerektiğini söylüyordu, ama kalbim susmuştu. Yavaşça Araz’ın dediğini yaptım, sağ bacağımı öne aldım, sanki bir emirle hareket eden bir makine gibi hissediyordum.
Bir yandan da kafamın içinde yankılanan cümleler vardı. "Kendine güvenmiyorsan, başkalarına güvenmenin bir anlamı yok." Beni buraya getiren güvensizlikti belki de, ama aynı zamanda beni hayatta tutan da o olmuştu.
Araz'ın sesini yeniden duydum. "İyi. Şimdi bana odaklan. Silahını al ve elinde dengede tut."
Sesi sakin ama kararlıydı. Bu bir test miydi? Belki de kendini kanıtlamamı istiyordu. Silahı aldım, ama ellerim titriyordu. Yıllardır süren bu savaşın sonunda bir şeyleri kırma, belki de özgürleşme şansıydı bu. Ya da sadece bir yanılsamaydı.
"Şimdi bak bu nokta sen ateş ettiğinde geri gelecek ve tekrar yerine oturacak, o yüzünde buraya asla parmağını koymuyorsun. Eğer havaya rastgele atış edeceksen tek el, birisini vuracaksan iki elin ile vuracakasın. Senin birinciye ihtiyacın yok."
Silahı elime verdi.
"Otostop çekerek gibi başparmağın ile kazayı kavra. Baş parmağın kabza da işaret parmağını totik korkuluğunun üzerine koy."
Dediklerini yaptığımda bir parmağımı diğer tarafa attı. Devam etti,
"Bak sakın ha sakın atış yapmayacağın anlar elin tetikte olmasın, daha yeni başparmağını kapak kısmından geriye attım elin kapak kısmında olursa atış zorlaşır, altına koy"
Herşeyi teker teker söylemesi biraz olsun avantaj sağlıyordu.
"Bak birdaha söylüyorum baş parmağın kapak kısmında olmasın altında dursun yoksa silah geriye teper"
Alay etmenin tam zamanıydı.
"Noldu paşam geçmişte yaşadın da benim başıma gelmesindsn mı korkuyorsun"
"Evet tam olarak bunu yapıyorum, dik dur"
Belimi dikleştirdim. Normalde tam kavga etmelik bir zamandı ama öğrettiği şey onunla geçireceğim bütün zamanlarda ihtiyacım olacak birşeydi.
"Mermiyi namluya sür"
Namluyu sürer sürmez, ateş ettim. Ağacın üstünde olan hedef tahtasına baktığımda tam ortadan vurduğumu gördüm.
"Tam isabet"
Arkama döndüğüm de Araz'ın şaşkın bakışlarını gördüm.
"Şaşırttın beni."
"Belli oluyor"
Aynı şekilde tekrar eski pozisyona gelip bir atış daha yaptım. Bu sefer ortanın çok az yanıydı.
"Ay incisi sen tenis yapmıştın, okçuluk değil diye biliyorum"
Tenis yaptığımı unutmaması şaşırmama sebep olmuştu.
"Hatırlıyorsun"
"Biraz daha oynayalım, ben yeneceğim dediğimde 4-0 yenmiştin biraz ağır koydu"
Güldüm. Silahı yerine koyduğumda Araz’ın telefonu çalmaya başladı. Önce pek önemsemedim, ama ekrana baktığında yüzünün birden ciddileştiğini görünce içimde kötü bir his uyandı.
“Kim arıyor?” diye sordum, sesim istemsizce biraz titredi.
“Axel...” dedi, ama sesi her zamanki sıcaklığından uzak, soğuktu.
Axel ismini duyunca kalbim sıkıştı. O an bir şeylerin ters gittiğini hissettim. Araz birkaç adım uzaklaşıp telefonu açtı, ses tonundan endişe duyduğunu anlamak zor değildi. Gözlerimle onu takip ettim, her kelimesi bana ulaşmasa da ciddiyetini görmek yetiyordu. Axel’in söylediklerini duyamadım, ama Araz’ın gergin duruşu, içimdeki huzursuzluğu daha da büyütüyordu.
Kalbim hızlı atıyordu, ne olduğunu öğrenmek için sabırsızdım ama aynı zamanda kötü bir şey duymaktan korkuyordum. Araz telefonu kapattığında ona doğru birkaç adım attım. “Ne oldu? Bir şey mi var?” diye sordum, sesi çıkarmakta zorlandığımı fark ederek.
Araz derin bir nefes aldı, sanki ne diyeceğini tartıyor gibiydi. “Belfü... iyi değilmiş. Ailesinin baskısı yüzünden fenalaşmış. Axel çok endişeli.”
Sanki mideme bir yumruk yemişim gibi oldu. Belfü’nün böyle bir durumda olduğunu duyunca içimde koca bir boşluk oluştu, kendimi suçlu hissettim. Onun bu kadar zorlandığını biliyordum, neden onu öylece bırakıp gelmiştim.
Araz başını onaylar gibi salladı. “Doktor çağırmışlar, Axel gergin..”
İçimdeki tedirginlik büyürken, “Yok birde gitmeseydik,” dedim. Sesim istemsizce çatladı, durumu ne kadar ciddiye aldığımı belli ediyordu. Yardım edememek düşüncesi beni deliye çeviriyordu. Aceleyle toparlanıp arabaya doğru yürüdük.
Arabada derin bir sessizlik vardı, sessizlik beni boğuyordu. Araz’ın gözleri yolda, düşünceleri ise bambaşka bir yerdeydi. Benimse zihnimde binlerce olasılık dönüyordu. Belfü’nün acı çektiğini düşünmek içimi parçalıyor, oraya vardığımızda neyle karşılaşacağımızı bilememek ise beni tedirgin ediyordu. Sessizliği ben bozdum,
"Herşey senin yüzünden ben dedim dimi sana Belfü diye?"
Zaten gergindi ben onu daha da çok germiştim.
"Ben nerden bilebilirdim, bizimkiler bakar diye düşündüm"
Arabada ki gerginlik giderek artıyordu büyük bir kavga edeceğiz diye düşünüyorum.
"Ya Belfü daha yardımcılarının adlarını bilmiyor nasıl güvensin?"
"Gelmeseydin Asel"
"Gelmeyeceğim deseydim tamam gelme diyecek miydin?"
"Hayır"
"Sus o zaman."
Son noktayı ben koymuştum Eve vardığımızda kapıyı Axel açtı. Yüzü solgundu, gözlerinde endişe okunuyordu. Kalbim iyice sıkıştı. Bizi sessizce içeri aldı. Evin havasında garip bir gerginlik vardı, sanki her köşesinde bir şeyler kopacak gibiydi. Belfü’nün odasına doğru yürürken, içimdeki korkunun büyüdüğünü hissettim. Kapıyı ani bir şekilde açmıştım ki Belfü yatakta ateşler içinde. Doktor ise ilaç vermekteydi.
"Belfü"
Belfü ağlayarak bana baktı. Sesi bile ağladığını belli ediyordu. Hıçkırarak konuşmaya başladı,
"Asel geldi, geldi"
Yanına geçtim ellerini tuttum, daha 1 saat önceki Belfü yoktu.
Başını göğsüme yasladığında, hıçkırıkları titremesine sebep oluyordu. Kollarımla onu sıkıca sardım, ama içimde büyüyen korku beni sarstı. Onu bu hale getiren her şey için kendimi suçluyordum.
“Kim geldi?” diye tekrarladım, sesi daha da sakinleştirmek için yumuşak bir tonda sordum.
“Annem...” dedi, hıçkırıkların arasında boğuk bir sesle.
Bir an nefesim kesildi. “Rüyanda mı, gerçekte mi?” dedim, cevabından korkarak.
“Gördüm buradaydı,” diye mırıldandı, sesi gittikçe daha da küçülüyordu.
“Peki... nerede?” diye fısıldadım, umutsuzca bir açıklama bekleyerek.
Başını göğsüme yasladı, gözlerini kapattı. “Tam karşımda,” dedi, adeta bir tekerleme gibi konuşarak. O an anladım; korktuğum şey gerçek olmuştu. Halüsinasyon görmeye başlamıştı. Ailesinin baskısı, zihnine zarar vermeye başlamıştı.
Belki annesini görmeyi çok istemişti, belki de artık zihni bu baskıya daha fazla dayanamamıştı. Ama bu onun sağlığı için çok tehlikeliydi. Onun böyle acı çekmesini görmek, içimde derin bir yara açıyordu.
“Elimizden geleni yapacağız,” diye fısıldadım, onun duyması için değil, kendimi inandırmak için.
"Asel beni bırakma, çok korkuyorum senden başka kimsem yok" dediğinde sesi titriyordu. O an her şey durdu sanki. Kalbime ağır bir yük bindi, içimdeki acı dayanılmaz hale geldi. Kollarımın arasında çaresizce sarınmıştı bana, gözyaşları hâlâ yanaklarından süzülüyordu. Onu böyle görmek… beni mahvetti.
“Hiçbir yere gitmiyorum,” diye fısıldadım, sesi sakinleştirmek için her kelimeyi dikkatle seçtim. “Buradayım, hep yanındayım.” Kendi korkularımı bir kenara itmeye çalışarak ona daha da sıkı sarıldım. Sanki onu bırakmazsam her şey düzelecekmiş gibi… Ama gerçekler çok daha zordu. Onun bu kadar yalnız hissetmesi, benden başka kimseye güvenememesi… İçimde büyük bir boşluk yarattı. Kendimi ona yetememekten, onun yükünü hafifletememekten korkuyordum.
Başını hafifçe kaldırıp gözlerimin içine baktı. Gözlerindeki o kırılmışlık, çaresizlik… O an içimde bir söz verdim. Her ne olursa olsun onu koruyacaktım.
“Seninleyim,” dedim tekrar, gözlerimi gözlerinden ayırmadan. “Seni asla bırakmayacağım, ne olursa olsun.”
Sözlerim belki onun acısını hafifletmedi, ama en azından şimdilik ona bir güven verdiğini hissediyordum. Kollarımın arasında sakinleşirken, içimde fırtınalar kopuyordu. Bu kadar korkmasına sebep olan her neyse, ondan onu kurtarabilmek için her şeyi yapardım.
O an doktorda dahil herkes bize bakıyordu, gözümden bir damla yaş düştü. Axel düşünceli gözlerle bakıyordu.
"Herkes dışarı çıksın"
Araz söze girdi, "Asel sen ne dediğinin farkında mısın?"
"Evet farkındayım dışarı"
Yavaşta olsa ne yapacağımı merak ederek çıktılar.
Belfü'nün halini gördüğümde, ona yardım etmem gerektiğini biliyordum. Karşısına oturdum ve gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladım.
“Belfü, yaşadıkların seni çok zorluyor, bunu görebiliyorum. Ama bu hissettiklerin normal. Zihnin sana tehlike varmış gibi sinyaller gönderiyor, çünkü çok fazla stres altındasın. Senin vücudun ve beynin, sana zarar veren bu baskıyı kontrol altına almaya çalışıyor,” dedim, ona bu durumu anlaması için basit bir dille açıklama yapmaya çalışıyordum.
Gözleri hafifçe bana döndü, ama hâlâ tedirgindi. “Korkuyorum, Asel. Annem buradaydı, gördüm onu.”
Derin bir nefes aldım, daha da sakinleştirici bir tonla devam ettim. “Bu tamamen stres kaynaklı bir yanılsama, Belfü. Beynin, bu kadar baskı altında olduğu için gerçek olmayan görüntüler yaratabilir. Ailesel baskılar ve travmalar bazen beyni böyle bir savunma mekanizmasına iter. Bu bir tehlike işareti değil, aksine beyninin kendini korumaya çalıştığının göstergesi.”
Onun ellerine baktım, titremeleri hafiflemeye başlamıştı. Biraz daha güven verdiğimi hissediyordum. “Belfü güzelim, biz senle bu zamana kadar herşeyi beraber atlattık bunu da atlatacağız. Öncelikle seni bu baskılardan biraz uzaklaştırmamız gerekiyor. Beynine güvenli bir alan yaratmamız lazım. Bunun için ilk, hissettiğin bu korkuyu kabul etmek. Korkunu anlıyorum, ama yalnız değilsin. Senin yanındayım.”
Belfü yavaşça başını salladı, biraz da olsa rahatlamış görünüyordu. Korkusuyla yüzleşmeye başladığını görmek içimi biraz olsun rahatlattı.
Belfü’nün başını sallaması küçük bir adımdı, ama önemliydi. Yaptığı her zerresi önemliydi. Onun yanında olduğumu hissetmesi gerekiyordu. Korkularını tamamen kabullenmesi için ona zaman tanımam gerekiyordu, ama bu anı kaçırmak istemedim. Çünkü bir daha bu kadar sakin olur muydu? Tartışılır.
“Belfü, hissettiğin bu korku seni ele geçirmiş gibi görünebilir, ama bunu anlamlandırabiliriz. Şimdi bana, tam olarak ne hissettiğini anlatmanı istiyorum. Annemi gördüm dediğinde, bunu nasıl hissettin? Sadece korku muydu, yoksa başka bir şey mi vardı?” diye sordum, onun kendi duygularını keşfetmesine yardımcı olmak ve onun rahatlaması büyük ölçüde iyileşmemizi sağlayacaktı.
Belfü derin bir nefes aldı, gözleri tekrar yere kaydı. “Korku vardı, ama aynı zamanda... bir rahatlama da. Annemle konuşmak istedim. Onunla burada olmak... iyi geldi. Ama sonra... o gitti ve her şey daha kötü oldu. Sanki hiç gelmemiş gibi, ama ben gördüm.”
Bu noktada, onu anladığımı göstermek için başımı salladım. “Annemle burada olmak sana güven verdi, çünkü onun yanında kendini güvende hissediyorsun. Ama gerçekte onun burada olmadığını fark ettiğinde, bu güvenlik duygusu kayboldu. Zihnin seni bu şekilde korumaya çalıştı, ama aslında seni daha da endişelendirdi. Bu doğal bir süreç, ama önemli olan bunun bir yanılsama olduğunu fark etmek.”
Bir an duraksadım, söylediklerimin onda bir etki yaratıp yaratmadığını anlamaya çalışıyordum. Sonra ona doğru hafifçe eğildim. “Öncelikle bu tür görüntülerin gerçek olmadığını kabul etmelisin. Ne kadar zor görünse de, gerçek olmayan şeylerle savaşmamız gerekmiyor. Senin için buradayım, ama zihninin oyunlarına da yenik düşmememiz gerekiyor.”
Belfü’nün gözlerinde bir kıvılcım belirdi, sanki söylediklerim anlam kazanmaya başlamıştı. “Yani... bu sadece kafamda mı?” diye fısıldadı.
“Evet,” dedim yavaşça. “Bu, senin yaşadığın baskılar nedeniyle beyninin verdiği bir tepki. Ama birlikte, bu baskıyı azaltabiliriz. Sana destek olmaya devam edeceğim ve adım adım ilerleyeceğiz.”
Bu noktada, Belfü'nün artık kendini yalnız hissetmediğini anlamak, içimde bir umut ışığı yaktı. Onunla bu yolu yürümek benim sorumluluğumdu.
Belfü’nün gözlerinde biraz olsun rahatlama gördüğümde, derin bir nefes aldım. Onu bu noktaya getirmek zor olmuştu ama bir adım atmıştık. Şimdi onu bir adım daha atmasına yardımcı olmam gerekiyordu. "Tamam, şimdi biraz daha ilerleyelim" dedim ve hafif bir gülümsemeyle devam ettim, "Birlikte nefes egzersizi yapacağız. Hazır mısın?"
Belfü başını salladı, biraz daha sakinleşmişti. Yanına yaklaştım ve derin bir nefes alarak ona nasıl yapacağını gösterdim. "Şimdi, derin bir nefes al," dedim. "Nefesini yavaşça al ve dört saniye tut. Sonra yavaşça, sakin bir şekilde bırak. Bunu birkaç kez tekrarlayacağız."
Belfü ilk başta biraz zorlandı ama birkaç nefes alıp verdikten sonra vücudunun gevşediğini gördüm. Onunla birlikte nefes alıp verdim, her seferinde biraz daha rahatlamasını izledim. "Harika yapıyorsun, şimdi daha iyi misin?" diye sordum. Yavaşça başını salladı ve bu kez yüzünde hafif bir rahatlama ifadesi vardı.
"Biraz daha iyi hissediyorum," dedi hafif bir sesle.
Belfü'nün şu dünyada sevdiği şeylerden biri de kahvedir. Komada bile olsa o kahveyi ister acaba şuan ki terapiye açık havada devam mı etsek. Diye düşününce bir saniye durmadım.
"Mutfağa ineceğim biraz daha nefes al ver."
Mutfağa geldiğimde kahve aramaya başladım fakat ne türk kahvesi ne de farklı bir kahve vardı. Koltukta oturan Barış'ı gördüm. Araz Axel'ı bulamassan on söyleyebilirsin demişti acaba kahve için rica etsem ters tepki verir miydi? Benden önce o lafa girdi.
"Asel, bir sorun mu var?"
En iyisi sormaktı,
"Barış birşey rica edebilir miyim?"
Kafasını evet anlamında sallayıp, "Tabiki, bu yüzden buradayım" demişti.
"Ya Belfü kahveyi çok sever ama evde bulamadım rica etsem alıp gelebilir misin?"
"Ne demek Asel lafı mı olur, beş dakikaya buradayım."
Kapıdan çıktığında merdivenlerden Araz geldi. Yüzünde sert ama yumuşak bir ifade vardı.
"Ne konuştunuz?"
"Kahve istedim de"
Kaslarını kaldırdı, mutfağa ilerlediğinde koltuğa geçip düşünmeye başladım. O kadar doluydum ki, son iki gündür babamı rüyamda görüyordum, psikolog olmam bu konuda kendimi anlamamı sağlıyordu. Araz çıktığında karşımda ki koltuğa geçti, bugün mutfaktan kimse çıkmıyordu.
"Araz biraz dertleşebilir miyiz?"
Bacağını araladı dirseklerini dizine yasladı.
"Her zaman, dertleşebiliriz Asel,"
Derin bir nefes aldım ve boğazımda ki düğüm ile konuşmaya başladım
"Araz biliyorsun, bu aralar herşey üst üste geldi. Babamı kaç gündür rüyamda görüyorum, Belfü'ye şefkat gösteriyorum, hala dayımın dayım olmadığının şokundayım kimseye güvenemiyorum tedirgin hissediyorum. Seninle alakası yok lütfen beni anla."
Dediklerimi kısa bir süre kafasında tarttı ve nefes alarak söze girdi.
"Asel, inci güzelim biliyorum ve çok da iyi anlıyorum yıllar sonra karşına çıkmam bile bir insanı çok şaşırtacak bir şey ve sen bu kadar şeye dayanmaya çalışıyorsun, içinde fırtınalar kopuyor bana şüphe duyuyorsun, Belfü'ye şefkat göstermeye çalışıyorsun anlıyorum. Asel sen çok güçlü bir kızsın bunları, herşeyi beraber atlatacağız. Bak zaten fuhuş çetesi işi halledilmiş Aras ile Uras araştırdı şuan tek odağımız baban onunda davasına tam olarak 20 gün var. Tamam mı? Bizim lisedeyken o zaman için önemli olan olaylardan anlatamadığımız şey oldu mu?"
Güçlü bir kızsın dediğinde gözümden bir damla yaş düştü boğazım da ki düğüm daha da sıkılaştı. Dudağım titreyerek ve kekeleyerek cevap verdim.
"Olmadı"
O zaman derecesine bakış attı ve yanıma oturdu. Şu hayatta en zevk aldığım, derdimi unuttuğum tek yer Araz'ın kalbinin üstüne başımı koyarak sarılmaktı, lisede birisi üzerime iftira atsa, disiplinlik büyük olaylar yaşasam her zaman en güven duyduğum yer orasıydı. Şuan da orada olmak istiyordum ama Asel bu aralar düşündüğü her şeyi düşünmeden yaptığı için bunu da yapmıştı. Araz ilk önce ne yapacağını bilemedi elleri havada iki üç saniye bekledi, sonra sırtıma elini koyarak oda bana sarıldı.
"Geç yanıt verdin, noldu imanın mı sarsılır?"
Hafif gülerek cevap verdi.
"Cehennemim de senin elinden olsun inci güzelim hayır demem."
Bende güldüm, ağlanacak halime gülüyordum.
"Çok korkuyorum Araz"
"Geçecek"
*** Şafak oğlundan habersiz şirkete gelmişti, Asel'in dosyasını incelemesi ve kafasını dağıtması gerekiyordu. Yıllarca Asel'in bilgilerini saklı tutmuş, onu korumakta büyük bir parmağı vardı. Ve bundan dolayı Asel'e o kadar çok alışmıştı ki onu kendi kızı gibi görüyordu. Araz da dahil kimsenin onu üzmesine izin vermezdi. Odasına geldiğinde raflardan Asel'in dosyasını alıp içeresinde ki şeyleri okumaya başladı. Şafak, Asel'in dosyasını açıp dikkatlice okumaya devam etti. Gözleri her satırı titizlikle tararken, içinden ona daha da bağlandığını hissediyordu. Asel'in hayatı, ona her daim kızıymış gibi sahip çıkma arzusunu tetiklemişti. Dosyanın sayfaları arasında gezinirken Asel’in zorluklarla dolu geçmişi karşısında içi burkuldu. Asel Ece Yiğit 2000 doğumlu Anne adı:Dilara Baba adı: Cengiz Kardeş: yok Çocuk Esirgeme Kurumuna Veriliş Sebebi; Aile içi şiddet ve ihmal. Annesi Dilara, uzun süreli depresyon geçirmiş ve Asel'in bakımını ihmal etmişti. Babası Cengiz ise agresif ve sorumsuz davranışları nedeniyle aileyi tamamen terk etmişti.
Eğitim durumu; Lise: Tam burslu özel okul Üniversite: Psikoloji (Yarı burslu, mezuniyet derecesi: 3.8)
Asel, başarılı bir eğitim hayatına rağmen mesleğini icra etmiyordu. Psikolog olarak mezun olmuştu ama yaşadığı duygusal travmalar onu hayattan geri çekmişti. Şafak, bu bölümü okurken Asel’in neden kendi potansiyelini kullanmadığını bir kez daha düşündü. Gözlerini alt kısıma çevirerek okumaya devam etti.
Önemli Notlar: Gizli Velayet Anlaşması: Şafak’ın, Asel’in annesiyle yıllar önce yaptığı anlaşma, Asel’in gelecekteki varlığını güvence altına almasını sağlamıştı.
Psikolojik Tedavi Süreci: Ergenlik döneminde kısa süreli depresyon ve kaygı bozukluğu teşhisi konulmuş, ardından tedavi görmüş. Şafak, dosyanın sonlarına doğru geldiğinde derin bir nefes aldı. Asel, tüm aşadıklarına rağmen ayakta kalmayı başarmıştı, ama onun hayatını yönlendiren tüm bu olaylar, Şafak’ın ona olan bağlılığını her geçen gün daha da güçlendiriyordu. Şafak, Asel'in annesiyle imzalanan kağıa elini uzattı. Kağıda baktığında uzun bir iç geçirdi, acaba annesinin böyle birşey imzaladığını, hala yaşadığını öğrense ne derdi? Şuan birşey diyemezdi çünkü herşey üst üste geldiği için travmaları tetikleniyordu. Bunu da duyarsa kalp krizi geçirme oranı yüksekti.
Elini telefona attı ve aşağılara kaydırarak Dilara'nın telefon numarasını buldu. Telefon açıldığında büyük bir bağırmayla irkildi Şafak. "Şafak, kızıma birşey mi oldu?"
Sinirle nefes alıp verdi
"Yavaş be kızım bir dur be, arayıp sorduğun mu var neler oldu neler."
"Ne oldu gene ya"
"Sein kızın ile konuştuk, senin boşandığın adam kumarda yaşadıkları evi falan hepsini vermiş Asel evsiz kaldı. Geldi bizimle sakin kafayla konuştuk. Dayısının dayısı olmadığını öğrendi, babasının onu fuhuş çetesine bulaştığını öğrendi. Şimdi bizimle kalıyor, birde en yakın arkadaşının ailesi falan vuruldu oda bizimle kalıyor."
Dilara ani bir şekilde patlama yaşadı.
"Ya iz salak mısınız, beni öğrenmesi an meselesi, şuan onun psikolojisini düşünemiyorum. Beni öğrenirse ne olacak?"
"Bende onu düşünüyorum ne olacak?"
*** Araz'a sarılırken kapı aralandı, gelen Barıştı elinde bir markanın poşeti vardı, ben toz kahve alır diye bekliyordum. Araz'a sarılmayı bırakıp ayağa kalktım ve barışın elinden poşeti aldım. Tahmin ettiğim gibi içinde hazır kahve vardı, ama nedense yedi tane kahve çeşidi vardı. Cevabı için barışa baktığımda.
"Nasıl içeceğinizi bilemedim, çoğundan aldım."
Yüzümde ufak bir tebessüm oluştu, "Çok teşekkür ederim, zahmet oldu."
Kafasını yana yatırdı "Ne demek, rica ederim"
Poşetin içinden Mocha ve Latteyi alıp tekrardan içmeleri için Barış'a verdim.
Belfü'nün odasına çıktığımda kapıyı izler bir vaziyette gördüm. Sanki birilerini bekliyor gibiydi.
Kahvesini eline verdim ve benimle olan seansına başladım.
"Ben yokken birşey gördün mü?"
Cıkladı, "Kafamda ki herşey sustu, bundan sonra ne yapacağımı düşünüyorum"
Cümlesine devam etti; "Sabah telefonumda on tane arama olmayacak, babam aç mısın, yemek yedin mi diye sormayacak. Annemin bak şu ne kadar yakışıklı laflarını dinlemeyeceğim, içimde onlara karşı özlemden başka bir his olmayacak"
Düşünüyordum, Belfü güçlü bir kızdı herşeyi atlatırdı bunuda atlatacaktı.
Derin bir nefes çektim. Artık hava kararmıştı, saate baktığımda 20.08'i gösteriyordu. Kalkıp perdeyi kapadım. Ve tekrardan oturduğum yere geçtim.
"Bugün seninle uyumamı ister misin?"
Belfü böyle günlerde uyurken kabus görür, kendi kendine konuşurdu. Çok korkardı, psikolojisi ise çok ama çok bozuktu. Onunla uyursam belki iki taraf içinde daha iyi olacaktı. Kafasını salladı, inkar etmemesini geçtim nefes alması bile şuan çok güzel birşeydi.
Derin bir nefes daha aldım, göğsümün daraldığını hissettim. İçimdeki ağırlık son birkaç gündür beni iyice ezmeye başlamıştı. Kafamın içindeki sesler susmak bilmiyordu, her şeyin üst üste geldiği bir dönemde olmak çok zordu,. Daha önce böyle şeyler yaşamamak ve Bir anda başına gelmesi kabul edilemez bir şeydi. Bir yandan Araz’ın beklenmedik çıkışları, bir yandan Belfü’nün zorlayıcı durumu… Bu kadar yorgunken, başkalarının yükünü taşımak daha da ağır geliyordu. Yine de Belfü'ye bakınca, kendimi toparlamam gerektiğini biliyordum. Ne kadar da kırılgan, çaresiz görünüyordu. Gözlerinin altındaki koyu halkalar, kabuslarla geçen gecelerin iziydi.
Ona yardım edebilmek için elimden geleni yapmalıydım,ama gerçekten çok ama çok güçsüzdüm.
|
0% |