@wq_f3eyzamm
|
Sabah gözlerimi aralayarak değilde, sıçrayarak uyandım. Sebebi ise dan dan çalan kapıydı. Yastığımın altındaki telefonu açıp baktığım da saat 6.30'u gösteriyordu. Refleks ile telefonu attım ve Belfü'ye baktım yatağında yoktu. Koşarak Araz'ın odasına girdim ve Araz'ı dürttüm. Kısık sesle ismini tekrarlamama, kalmadan sese uyandı ve büyük ihtimal uyanır uyanmaz beni gördüğü için panik oldu.
Acele ve tek nefeste. "Noldu?" Diyerek kalktı ve sağ eli ile sol elimi tuttu.
Konuşamadım, kekeleyerek. "Kapı" diyebildim. Beni bırakmayarak, aşağı indiğimizde kapının deliğinden baktı.
Ve sakince kapıyı araladı. Karşımızda, üst başı düzgün, takım elbiseli, ve yüzünde ağlamaklı bir ifade olan benden küçük bir erkek duruyordu.
Kapı açılınca ince ve nayif sesi ile bana bakarak "Abla" dedi.
Ne ablası, ben tek çocuktum. Zaten kelimesini tamamlar tamamlamaz boynuma atladı. Ne olduğunu anlayamadan, ani bir refleks ile Araz'ın elini sıktım. Beklemem çok sürmedi Araz korktuğumu düşünerek, "Hop, hop, geriye geç ne oluyor?" Dedi.
Siniri anlaşılabiliyordu. Tam bu sırada yukarıdan silahlarını sıkıca kavramış, eğitimli oldukları her halinden belli olan 4 kişi indi.
Aras Şahin Uras Şahin Barış Kırım Axel Dean
Profesyonel oldukları o kadar belliydi ki. Aras ve Uras merdivenlere sırtını dayamış dururken Axel ve Barış öne atılarak koşar adımlarla yanımıza geldiler. Axel beni hemen geriye çekti önüme geçti, Barış ise Araz'ın yanına geçerek çocuğu baştan aşağı süzdü.
"Noluyor lan, sen kimsin?"
Karşımızda ki, tanımadığımız kişi neye uğradığını şaşırmıştı. Korkuyla, Kekeleyerek. "Ben Asel'in, yani Asel ablanın babasının başka bir kadından olan erkek kardeşiyim. Kötü bir amacım yok, sadece çok zorluk çektim. Ablamı buldum." Acımıştım, oda benim gibiydi.
İki adım öne atılarak çocuğun karşısına geçtim.
"Babamın adı ne?"
"Cengiz"
Araz, ne yaptığımı sorgulamaya çalışıyordu. Kimseye güvenemezdik. Bu yüzden test ediyordum. Dış görünüşü her ne kadar masum olduğunu kanıtlasada neticede Araz'ın mesleği mafyacılıktı. Her an, her şeyle ve işini çok iyi yapan insanlar ile karşılaşabilirdik.
"Peki babamın en büyük sırrı ne?" Bu basit ama zor bir soruydu. Cevabını bir insan ne kadar profesyonel olursa olsun bilemezdi. Çünkü o kadar basit ve gülünçtü ki bunu bilen bir ben, bir babam, birde eğer iddia ettiği şekilde kardeşimse bu çocuktu.
"En çok korktuğu hayvan çekirge." Tek nefeste söylemişti. Doğruydu. Hiç sevmezdi, onun sesine asla tahammül edemezdi.
Gülümsedim ve Araz'a dönerek: "Araz, doğru söylüyor lütfen içeri gelsin." Masumca cevabımı beklemeye başladım.
"Asel, bak-" lafını tamamlayamadan "Lütfen" diyerek en masum bakışlarım ile bakmaya başladım.
Bir eliyle elimi tuttu, diğer eliyle belimi kavradı. Barış ve Axel'e dönüp...
"Arkadaşı içeri alın, ihtiyaçlarını karşılayın sonra neymiş neyin nesiymiş bakarız."
İkiside emredersiniz patron dedi. Ve daha yeni kardeşim olan kişiyi salona çektiler.
"Aras, Uras siz bu saatte uyanmayı sevmezsiniz geçin uyuyun." Emreder, tavrıyla baktı ve beni girişin sağın da bulunan depo gibi kısma soktu.
"Asel, yıllar sonra karşına gayrimeşru, kardeşin olduğunu iddia eden bir kişi çıkıyor. Ve sen bu kadar normal karşılıyorsun ilginçsin."
Acele ile lafa girdim.
"Boşver sen beni, hallederiz. Sen şeyi söyle... Ne zaman nikah dairesine gidiyoruz?"
Kaşları kalktı, dudağına hafif bir sırıtış yerleşti.
"Çok mu heveslisin evlenmeye, bana mı öyle geldi?"
Gözlerimi devirdiğimde, yanağımdan makas aldı.
"Araz... Hevesli falan değilim sadece..."
Gerisi gelmedi, bunu söylersem yerin dibine girebilirdim.
"Sadece?"
Asel söylesene, gerçekten karısı olacağını, sözleşmeyi uzatıp, etrafındaki bütün kadınları öldürcem desene!
Sevgili içsesim, haklısın ama hızlı değil miyiz?
Nolcak kız? Araz gibileri zor bulunur.
Zor değil, o eşsiz birisi elimden kaçırmasam iyi olur. Gitmeye çalıştığım da kolumdan hafifçe tutup, tekrardan yerime dikti. "Soruma cevap vermeyecek sen, gideceğim." "Nereye?" "Sence?" Alaycı bir tavırla; "Nikah dairesine." Asel Yiğit ile oyun olmaz, Araz Bey. "Evet, Barışla benim için tarih alacağım" Kaşları çatıldı, gözünü gözüme dikti. "Ne diyorsun?" "Benimle oynama diyorum." Sinirlerini bozmak için gülümsedim ve içeri ilerledim. Axel ve Barış çocuğun başında öldürücü bakışlar atıyorlardı. İçimden 'ne yaşıyorlar' diye geçirip gelen kişinin yanına oturdum. "Evet, konuşalım bakalım. Kendini tanıtır mısın bana?" Başını salladı. Sakin olmaya çalışarak konuşmaya başladı. "Benim adım Miran, annem iki yıl önce vefat etti. 18 yaşındayım, Cengiz herkese yaptığı gibi benide ortada bıraktı. En son konuştuğumuzda bana senden bahsetti, o günden beri seni arıyorum. Sürekli ya sokakta, yada fırıncı gibi yerlerde kaldım. Çok zor durumdayım. Annemi de zaten o öldürdü." Ayağa fırladım, dedikleri inanılmazdı. Ve bunların yaşandığından hiç şüphem yoktu. "Ne?" Kafasını salladı ve başını önüne eğdi. Benim annemden olmaması benim kardeşim olmadığı anlamına gelmiyordu. Onu yanıma alacaktım, böylece oda en nefret ettiği adamdan intikam alabilecekti, adam denebilirse tabi. Sırtında ki sırt çantasını yere bıraktı ve aynı pozisyona geldi. Tekrardan kanepeye oturdum ve sarıldım. "Sen benim kardeşimsin, yanındayım merak etme." Gözlerim, hatta ortamda ki herkesin gözü dolmuştu anne acısı çok farklıydı, çok iyi bilirdim. Onu hissedememek, dırdırını çekememek çok acı vericiydi. Ve annesini babası tarafından öldürüldüğünde ki tepkisini hayal bile edemiyordum. Hiç kolay değildi. Bu çocuk bu yaşta bu kadar şeyi çekemezdi. Oda bana karşılık vererek sarıldı. Omzumun ıslandığını hissettim. Beni görmeden sevdiğini anladım, gözlerinde zafer ve acı vardı. O çok ortadaydı. Hayat hikayesi bir kaç cümleydi ama çok yıpratıcıydı. Yaklaşık 2-3 dakika boyunca birbirimizin omzumda ağladık, ona babanıza karşı güçlü durmamız gerektiğini, başaracağımızı, güçlü olduğumuzu söylemem gerekiyordu ama nereden başlayacaktım? "Miran, bak ne olursa olsun yanındayım. Babamdan nefret ettiğin gözlerinden belli oluyor. Onu beraber yeneceğiz ve sen üniversiteni bitireceksin." Gülümsedim, o hala tedirgindi. "Hukuk okuyorum." "Tamam, çok güzel. Başarılı bir şekilde okulunu bitireceksin." Bitirecekti ama şuan tek bir sıkıntı vardı. Araz'ı ikna etmek zor olacaktı. Yukarı çıkıp Araz'ın kapısını tıklattım. İçeri baktığımda Araz yatağın üzerinde kafası aşağıda oturarak elleri ile oynuyordu. "Araz, gelebilir miyim?" Kafasını evet anlamında sallayınca yanına adımladım. Yanına oturduğumda, yüzünün asık olduğunu gördüm. "Ne düşünüyorsun?" "Arşivde en son söylediğin şey, gerçek olabilir mi diye düşünüyorum." Gözlerimi büyüttüm, "Araz saçmalama Barıştan nefret ettiğimi biliyorsun, sence böyle birşey olabilir mi?" Sessiz kaldı, sustu, oturdu, oturduk. Gerçekten korkmuştu, beni kaybetme korkusunu taşıyordu. Çenemi omzuna koydum ve konuşmaya başladım. "Araz bana olan ilgini biliyorum. Ve seni çok seviyorum, özür dilerim öyle bir şey dediğim için." Yuh Asel, gel evlenelim diyorsun adama, birazdan kalbine inecek Ne var yani dediysem, kaç yıldır hasret kaldım ben ona. Bak sırf üvey kardeşine daha fazla ilgi vermenden korktuğu için kabul etmeyecek. Hayır ya, yapmaz öyle bir şey. Bana döndü ve gözümün içine baktı. Asel, sıçtın, baya bir şekilde zart diye sıçtın gör sen Sanki bir şey yapmak istiyordu da yapamıyordu. İstediği birşey vardı. En sonunda ağzını araladı. "Beni gerçekten sevdiğine emin misin?" Düşünmeden cevap verdim, onu en çok ben sevebilirdim, hatta benden fazla kimse sevemezdi. "Hayır" Ama yılların nefreti içimdeydi. Asel ne yapıyorsun, birazdan komaya girecek evlenemeyeceksinizde. Lafımın arkasına devam ettim. "Kafan karıştı biliyorum ama... Araz, ben yıllardır sana hasrettim, herkes ilk aşkını çabucak unuturdu ama bende öyle bir şey olmadı. Birden bıraktın beni ve yıllar sonra birden çıkıyorsun karşıma bunun için ben sana çok kırgınım ve bir o kadar da kızgınım." "Zamana ihtiyacım var diyosun." Kafamı salladım, zamana ihtiyacım vardı. "Eğer iyi hissedeceksen özür dilerim, senin ruhun hep benim yanımdaydı, sana öyle hissettiremediğim için özür dilerim." Kısa bir sessizlik oluştu, o sessizliği Araz bozdu. "Ne soracakdın bana?" "Miran bizimle kalabilir mi?" Bir anda öksürmeye başladı. Kendi tükmüğünde boğulacaktı. "Asel bizim evimiz, haritalara bakım evi olarak mı geçti benim mi haberim yok?" "Ya ne alaka, senin yıllar sonra kardeşin çıksa ne yapardın?" "Uğraşma benimle derdim." Emin misin? Anlamında bakış attım. "Tamam, ilk önce bir sorgulardım. Öyle birden bağrıma basmazdım." "Öff" "Öfleme bana!" "Ya ne var yani? Çocuk zor durumda." "Tamam, bakarız." Boynuna atladım, ani atlamam ile yatağa düştü. "Çok teşekkür ederim." Minik bir kahkaha atıp ayağa kalktık. "Dünyayı omzumda taşısam, şu hareketlerinden birisi bile bana sonsuz güç verir ay incisi." Bu sırada zil çalmıştı ve ardından Şafak Bey'in "Araz, Asel aşağı inin." Sesi yükseldi. Kim gelmişti ki? Araz Barış'ın da aşağıda olacağını bildiğinden elini uzattı. Tutmak zorundaydım çünkü bu yalanı iyi bir şekilde ilerletmemiz lazımdı. Merdivenlerden indiğimizde karşımızda koyu sarışın, Şafak Bey'in boylarında, bal Gözlü, oldukça çekici bir kadın duruyordu. Şafak Bey eli ile ilk önce beni sonra kadını gösterdi. "Aselcim İpek, kız kardeşim, İpek Asel." Tokalaştığımızda gülümsedi. "Kardeşi değilim, ablasıyım" Şafak Bey kaşlarını kaldırdı. "Kız kardeşim" İpek Hanım benle tokalaşmayı kesip Şafak Bey'in koluna sertçe bir darbe indirdi. "Sus, bir dakika önce doğdum ben senden. Hayvan" "Abla, ayıp oluyor ya." "Sus." Lafın arasına girdim. "Siz Şafak Bey ile aynı yaşta mısınız?" Kafasını salladı. "Ay maşallah, çok genç gösteriyorsunuz." "Teşekkür ederim Aselcim. Normal de beni daha da yaşlı bulurlar, senin bu gerizekalı kayınbaban saçlarımı beyazlattı çünkü." Biz Araz ile kahkahaya boğulurken, onlar tekrardan kavga etmeye başladı. "Senin testesteron hormonlarını sikeyim, eşşek. Eski karın gelmiş bana. Beni daha çok seviyor diyo. 7 milyar arasından bula bula onu mu buldun?" "7 milyar insandan birisini seçebilme hakkım olsaydı ilk başta kardeş olarak seni seçmezdim İpek, emin ol." "Sus, Afrika fili kılıklı. Seninle 9 ay boyunca aynı ortamda kaldığım rahimin içine edeyim." "Seni anneme söylücem." Mükemmel ötesi bir kavgaları vardı. İçlerinde ki çocuk hala aynıydı. En son Şafak Bey elini telefona atması ile kovalamaca oynamaya başladılar. Herkes bir köşeye çekilmiş onları izliyorlardı. En son Şafak Bey merdivenden yukarı kaçmaya çalışırken bana çarpması nedeni ile Araz ile tek vücut olduk. Geriye çekilirken, belimden tuttu. Sebebi ise tekrardan Barış'tı, ona olan nefretimden herşeyi yapabilirdim. Normal bir çift gibi, sanki birbirimize çok aşıkmışız gibi romantik bir şekilde konuşmaya başladık. "Ne kadar garip bir ailen var, dışarda ki görüntüsü ile çok farklı." "Öyledirler, güzelim..." "Efendim?" "Kahvaltıyı dışarıda edelim mi?" "Hep birlikte mi?" "Evet." Kafasını salladı. "Olur, Belfü için de değişiklik olur." "Ha bu arada, fotoğraf makinesini unutmadım bugün getirecekler." "Harikasın." Deyip yanağına küçük bir buse kondurdum. Araz kulağıma eğilip. "Bu Barış oyunundan ben zevk almaya başladım, haberin olsun." Diyerek sırıttı. Geriye çekildim ve normal bir sesle "Bende seni seviyorum." Dedim. Şaka maka bende artık zevk almaya başlamıştım. Yıllardır plotonik olduğum kişinin kollarında olmak , ve onun tarafından sevgiye maruz kalmak, bambaşka duygular. Araz'a yıllardır hasret kalmıştım. Ona olan hasretimi şimdi almassam ne zaman alacaktım. Duygularım ile düşüncelerim çok farklıydı. Hatta düşüncelerim ikiye ayrılıyordu. Birincisi Araz'a hep sen hasrettin azıcıkta o sana hasret kalsın düşüncesi, ikincisi ise onu çok özledim duygusu. "Ben bir yukarı çıkayım." Araz belimi yavaşça bıraktı ve ben merdivenleri tamamladıktan sonra Şafak Bey'in dudağının patladığını gördüm. Yanına koşunca "Şafak Bey, iyimisiniz?" "İyiyim kızım sen işine ba. ah" diyerek feryat etti. Tam bu sırada arkadan İpek Hanım geldi, "Asel bırak güzelim, işlerini bitir kahvaltı yapalım. Zira kayınbaban eğer biraz daha karşınırsa bulunacağı yer toprağın altı olacak." Kafamı salladım. Odama girdim ve üzerimde gündelik şık bir mini elbise giydim ve Belfü'yü uyandırdım. "Belfü, Belfü" Yataktan bana doğru döndü ve homurdandı. "Hmm" "Hadi kalk güzelim, kahvaltıya gideceğiz." "Nereye?" "Dışarıya, hem bir sürprizim var sana onuda vereceğim kalk da hazırlan hadi." Deyip aşağı indim. Belfü'ye varlığımı hissettirebiliyor mıydım acaba? Beni ailesi olarak görüyor muydu? Ya da kendisini nasıl toparlayacaktı? Kendi derdime derman olamazken, ben Belfü'yü nasıl düzeltecektim. Acaba hayatına ona Saçmalama Asel, Belfü kadınlığın üstün olduğunu düşünerekten erkeklere bakmıyor. Ya belki bakar, belki. Bir umut, hem ailesi olmasını çok ister o. Çocuğunun olmasını ailesi olmasını çok ister o. Ama onunla arasını yapabileceğim kimse yoktu. Axel Dean, gibi bir şövalye dururken mı? Evet, evet. Axel, zaten Belfü ilk geldiğinde ona karşı bir hissiyat oluşmuştu. Bence o ikisinden olur. Fakat ben yapmaya çalışırsam olmaz, Belfü sana mı kaldı der, Axel ne yaşıyorsun der. En iyi şık Araz'dı ki arkamdan birden gelen. "Böh" sesi ile sıçradım, kanepe bir an çökecekmiş gibi oldu. Arkama bakdığımda Araz vardı, beni bir saniye bile rahat bırakmıyordu. Gülerek yanıma oturdu, "Ne düşünüyorsun?" İnatla cevap verdim, go girl, "Acaba, şu kapıdan çıksam bir daha gelmesem ne olur?, diye düşünüyorum." "Çok basit çıkamassın." Gülümsediği anda merdivenlerden aşağı inen Uras ve Barış göründü. Araz elini belime atıp kendisine yaklaştırdı ardından eli ile yüzümü boynuna bastırdı, saçlarımı okşarken Uras karşımıza oturdu. Araz'ın kıskanç tavırları nereye kadar gidecek, diye düşünmeye başladım. Uras, "Patron, yengemin imzalaması gereken bir kaç dosya var. Fakat şirkette, hem şirkete alışması lazım bir gün götürürsün." Araz düşünmeden cevap verdi, "Yengenin ilk imzalayacağı şey evlilik cüzdanı olacak çukur yanak, gerisine bakarız." Asel birazdan bayılabilirsin Ne bayılması fenalık geçiriyorum. Şaka maka gerçekten düşmüştüm. Belfü merdivenlerden inmiş yanımıza geliyordu. Araz'ın yanından ayrılıp ayağa kalktım. Belfü'nün üzerinde kapalı dar, gri bir elbise vardı, altına bot giymişti. Kıvırcık saçları ve burunun üzerinde ki benler şahaneydi. İşin ilginç yanı, hiç makyaj yapmamıştı. Kanepeye oturtup, kafasını göğsüme bastırdım, "Seni çok seviyorum, Belfü'm" Yanağıma kısa bir öpücük bıraktı ve geri çekildi. "Ne zaman gideceğiz?" Arkama dönüp Araz'a baktım. "Axel ile Aras gelsin çıkarız." Uras lafa atladı, "Patron, Abim gelmeyecekmiş Miran'ın DNA testleri ile falan uğraşacakmış." Araz acaba benim saçlarımı nereden bulmuştu. Ya da farklı bir DNA'mı. Bunu sonra sorabilirdim. Axel sonunda aşağı inmişti, fakat Belfü'yü baştan aşağı süzünce sessiz kaldı. Yutkundu, daha sonra ben arabadayım anlamında kafa işareti yaptı. Yaklaşık 1-2 saat arası ile kahvaltı edeceğimiz yere varmıştık, hatta bitirmiştik. Belfü hiç içmemesine rağmen ikinci sigarasını yere atmıştı. O an dikkatimi kapıdan içeri giren, siyah gömlekli bir adam çekti bize doğru geliyordu. Ani bir refleks ile Belfü'nün elini tuttum. Masamıza geldiğinde, "Patron, herşey tamam. Buda istediğin alet." Elindeki poşeti Araz'a uzattı. "Asel, Belfü, Axel siz benle gelin Barış, Uraz siz şirkete Miran ve Aras'ın yanına." Kafaları ile tamam işareti yaptılar ve Araz Barış'ı kenara çekip birşey söyledi, biz ise bu sefer farklı bir arabaya ilerledik. Arabada nereye gideceğiz diye düşünüyordum, daha da ilginci Belfü'nün neden geldiğini düşünüyordum. Geldiğimiz yer bir araziydi, aslında başılarında mermer insanların en büyük acıları olabilecek bir araziydi. İndiğimizde Araz, "Beni takip edin." Dedi ve arkasına takıldık. Yolun sonuna geldiğimizde, iki tane yan yana mezar vardı. Mehmet Can, Şeyda Can Belfü ağlamaya başladı, mezarın üzerine yarım bir şekilde yatınca geri çekildim. Kendi kendine ağlarken, feryat etmeye başladı. "Anne, özür dilerim anne. Sana bağırdığım sana sarılmadığım her an için özür dilerim anne, beni affet anne. Anne..." Gerisi gelmedi bende kenarda sessizce ağlamaya başladım. Araz yanıma geldi ve göğsüne kafamı bastırdı. "Anne sen haklıydın, sen her zaman haklıydın." Öyle bir ağlıyordu ki, kalbini sökmüşlercesine, kanını içirmişlercesine, sol kolunu kesmişlercesine. Annesi gözünün önünde vurulmuştu, ve hiç birşey yapamamıştı. Bu ona çok vuruyordu. Özlüyordu, çok özlüyordu. Annesinin kanlar içerisinde ki görüntüsü gözünden gitmiyordu, son sözünde Belfü demesi Belfü'nün acısıydı. "Baba, güzel kızın öldü. Baba kimselere yar etmeyeceğin kızının ilk aşkı toprakta baba. Baba sabah beni öpmeni özledim." Mezarın üzerinde ki toprakları sıktı, o toprakta gizli bir öfke gizliydi. Hayatının sonuna kadar kendisini affetmeyecekti. "Anne beni evlendirmek istediğin kişilerden birisi ile evlensem, gelir misin yanıma. Evlenince düğünün de beşi bir arada takacağım derdin takacak mısın? Baba, beni istemeye gelseler vermiyorum kızımı der misin?" Gözyaşlarımı serbest bırakmıştım, boğazım düğümleniyordu. Anne demek hayat demekti, Belfü'nün artık sadece bedeni bizimleydi. Ruhu ölmüştü, toprağa annesi ile birlikte gömülmüştü. Araz sakin sakin bana sarılıyor, sakinleştirmeye çalışıyordu. Belimi sıkıca kavrıyordu. Çok rahattı. Ben ağlarlarken bu kadar rahat olması çok şaşırtıcıydı. Belfü ağlamaktan bayılacak duruma geldiğinde, ve artık benim nefesim kesildiğinde arkadan, "Sürekli sizden nefret ediyorum lafları ile gezinen Belfü şimdi neler diyor. İlla ölmemiz mı lazım bize sarılman için?" Lafı duyuldu, baktığımızda Belfü'nün anne ve babası yan yanaydı.
|
0% |