Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@wraknisaa2930

               

Başlamadan önce söylemek istiyorum ki yapacağınız tek yorum tek yıldız ve tek okunma bile beni acayip mutlu ediyor. Buyüzden bu yolda destek olmanızı rica ediyorum. Ben kolay vazgeçen ve bu konularda çekingen bir tipim ve etkileşim bu kadar az olduğunda açıkçası üzülüyorum. Buyüzden beğenirseniz lütfen desteklerinizi esirgemeyin ♡

 

Çok uzatmak istemiyorum iyi okumalarr :)

             

...........................................

Ben çığlık çığlığa bağırıp çırpınırken onlar öylece bizi izliyordu. Evet, ıraz beni düşman sandığı için 4 muhafıza tutturmuş, bir de bir güzel saçıma yapışmıştı. Tabii ki mahzen adı altında olan iğrenç yerde. İçeri girmişti ve kapıyı da barış ve okşan yetişemeden üzerimize kapatmıştı. İstediği kadar da hırpalıyordu şimdi. aras dedikleri kardeşleri ise sessizdi.

"Sana kimsin ve kimlerden geldin dedim! Ya herşeyi söylersin ya da daha da zorlarım! " Diye bağırdında barış araya girdi.

"Sana dedik ya düşman değil o. Sadece kaybolmuş! Ne diye bırakmıyorsun!? Öldürecek misin? Biraz abi sözü dinle!"

Öfkeyle abisine döndü ve beni işaret etti.

"O zaman söylesin ama susuyor! Ayrıca siz nasıl bir sorumsuzsunuz ki onu kabul edebiliyorsunuz!? İzinsiz geldiği için kellesi alınacak ya da babamın huzuruna çıkacak!" Dediğinde korkuyla başımı iki yana salladım ama saçımı daha sert çekince yine bir çığlık attım.

"Ben sandığınız biri değilim! Düşman hiç değilim! İsteyerek de buraya gelmedim!" Dediğimde beni ittirince muhafizlar kolumu bıraktı ve yere düştüm.

"Söyle!"

"Söylesem anlayacaksın sanki!"Diye öfkeyle bağırdığımda bir tane tokat patlattı yanağıma.

"Söyle ya da kellen uçar!" dediğinde gözlerim doldu başımı iki yana salladım. Gözümden yaşlar akmaya başladı hatta.

"Deli gibi gözüküyorum. İnanmayacaksın.. öldürecek misiniz beni? Baştan beri bunu mu istiyordunuz?" Dediğimde okşan ve barış arkadan üzgün ifadeleriyle başlarını iki yana salladılar.

Barış aslında daha söz sahibiydi ama tahminimce ıraz onlara göre haklı konumda olduğu için sesini çıkaramıyordu, aksi taktirde başına kötü birşey gelebilirdi birkaç saattir tanıdığı biri yüzünden.

"Anlat yoksa babam daha kötü yapar!"

"Bak ben türkiyeden geliyorum ama nasıl geldiğim hakkında fikrim yok. Düşman değilim çünkü buraya ait herhangi bir krallığa mensup değilim! Okşan bulmuş beni ve burada ne aradığım hakkında fikrim yok! kısaca ge-"

Iraz duyduklarından sonra kısa bir an hatta salise durup düşündü Türkiye diye bir yer varmı diye. Ama olmadığını anlayınca benim devamını açıklamama izin vermeden bir tokat daha attı. Başım eğildi ve ben kaldıracak dirayet bulamadım.

Uyuz! Ben bunların mislini senden çıkarırdım da dua et ellerim bağlı ve artık gücüm kalmadı.

İri yarı muhafızlara baktı. Onlar da kaçmama izin vermeden daha sıkı şekilde beni tuttular. Iraz tam yine bir şey söyleyecekti ki ortam birden sessizleşti.

Bu sessizlik onları gersede beni sakinleştirmişti. Fazla ses,gürültü gibi şeyler bir süre sonra beni bitkin düşürüyordu, ayrıca epey de hırpalandığım için yorgundum. Bu yüzden başımı normalde kaldırırken şimdi kaldırmadım. Belki kaldıramamış da olabilirim çaktırmayın.

Adım sesleri duydum önce, sonra demir kapı gıcırdayarak açıldı, biri baş ve işaret parmağı ile çenemi yumuşakça kavrayıp yüzümü kaldırdı, gözlerimin içine baktı. Bir süre inceledi. İfadesini çözemediğimi farkettim. Çok karışık bakıyordu. Gözleri, hislerini çok iyi saklıyordu. daha sonrasında ise direkt yüzü bulanıklaşmaya başlamıştı.

Ben o da bana vurur, bir şeyler söyletmeye çalışır sanıyordum ama öyle yapmak yerine muhafızlara bir el hareketi yaptı ve muhafızlar beni saldı. Dengede duramadığım için andında yere çakıldım, başımı vurdum yere, iyice aklım kaydı ama bilincim kapanmadı.

Soğuk yerle temasım kesildi ilk önce. Sonra başım bir göğüse yaslandı. Yeni gelen o adamdı bu. Hissettiğim sıcaklıkla benimle ne yapacağını umursamadan daha da sokuldum sıcaklığına ve yumdum gözlerimi. Belki de açık tutamadım çünkü bünyem fazlasını kaldıramamıştı ve en sonunda gerçek anlamda sızmıştım..

                                         🖤

Uyandığımda direkt karşımda duran çalışma masasında oturarak elindeki kitapla ilgilenen bir adam vardı. Bir adam diyordum sürekli ama hep aynı kişiydi.

Biraz geri çekildim yatakta. Bacaklarımı kendime çektim ve üzerimdeki kıyafeti de aşağıya çekiştirirerek olası bir açılmaya mahal vermemeye çalıştım.

Odaklandığı kitabı okurken yüzüme bakmadan "Daha iyi misin?" diye sordu.

Başımı salladım ama daha sonra bakmadığını tekrar hatırlayınca mırıldanarak "Evet." dedim sadece.

Ben sessizce otururken uzun bir süre kitabını okudu, bende sesimi çıkarmadan inceleyecek birşey olmadığı için onu inceledim. Akşam olmuştu belli ki çünkü gaz lambaları, meşaleler yanıyor; içeriye ayın ışığı vuruyordu.

Merak ediyordum, beni neden oradan almıştı? Kimdi? Benden büyük olduğu belliydi ama kral olamayacak kadar da küçük gibiydi. Kral yada ailenin herhangi bir ferdi olsa bile neden suçlu konumunda olan birini itiraf etmeye zorlanırken o alandan alırdı ki? Barış ve okşan bile alamamıştı çünkü muhafızlar onları dinlememişti haksız durumda olduklarından olsa gerek.

En sonunda merakıma yenik düştüm. Yataktan kalkıp yavaşça o tarafa ilerledim ve çalışma masasının önündeki sandalyeye oturup ellerimi dizlerimin üstüne koydum. Bakışlarını kitaptan çekti ve ilk defa birbirimizi detaylıca inceledik. Yeni yeni çıkan sakalları onu daha olgun göstermişti ama ona yakıştığı da belliydi. Yüzünde ne soğuk ne de samimi bir ifade vardı. Nötr'dü. Bu beni germek yerine rahatlattı çünkü soğuk olmasındansa tepkisizliği seçerdim.

"Kabalık etmek istemem ama.." diye başladım ama devam ettiremedim. Ne diyecektim ki? 'Düşman konumunda duran birini yanına alacak ve onunla odada tek kalacak kadar salak mısın?' mı?

Devam etmemi bekledi ama ben etmeyince "ama? Ama nedir?" Diyerek cesaretlendirdi beni.

"Ama... düşman konumunda gözüküyorum, yani değilim tabii ki ama neden beni onun ellerinden aldınız merak ediyorum."

Daha sonra beni öldürebileceği aklıma gelince gözlerim büyüdü.

"Yoksa beni onun yerine siz mi öldüreceksiniz?" diye endişeyle sorduğumda epey şaşırdı ve başını iki yana salladı.

"Öldürmek mi? Hayır. Sadece açıklama bekliyorum. İki kardeşim sana inanırken biri tepkisiz diğeri ise nasıl öfkeli oluyor anlamış değilim doğrusu. Sana inanıp inanmayacağımı da bu gösterecek." dediğinde onun bugün ki lafların arasında geçen birinci veliaht 'Bayhan' olduğunu anladım.

Anlatmak ve anlatmamak arasında kararsız kaldım başta ama daha sonra barış ve okşan gibi ona da güvenebileceğimi hissederek anlatmaya karar verdim.

"Garip gelecek hatta belki bana inanmayacaksınız ama ben başka bir tarihten ve yerden geliyorum. Gelecek zamandan, 2024'ten... Türkiye'den.. dün gece uyudum ve uyandığımda buradaydım. Bu nasıl oldu bilmiyorum ama derdim sahiden sadece evime, zamanıma dönmek.."

Dediklerimden sonra çok şaşırdı. Belli etmemeye çalıştı ama ben anladım. Bir avukat olarak gözlemde iyiydim genelde ve az çok bile olsa düşünceleri anlayabiliyordum.

Avucunu çenesine attı ve yeni yeni çıkan sakallarını kaşıdı.

"Demek gelecek ha? Söyle bakalım neler oluyor gelecekte?"

"Söylersem zamanın akışı bozulur diye düşündüm. Elimden geldiğince detaysız anlattım okşan'a da."

"Söyle."

"Okuduğuma göre Kristal krallık yaklaşık 300 ya da 400 yıl boyunca daha devam ediyor varolmaya. Daha sonrasında tamamen yıkılıyor ve yeni kıtalar, bölgeler oluşuyor. Daha doğrusu heryere farklı isimler veriliyor falan işte. Sonuç olarak savaşlar, ölümler derken bu kısımlar Osmanlı toprağı oluyor ondan da Türkiye adını alıyor. Yani Kristal krallık benim zamanımda son 100-101 yıldır Türkiye cumhuriyeti. Bu Kristal krallık konusunda bundan başka bir bilgi de yok aslında. Epey araştırmalar yapıldı ama büyülü olduğuna inanılan bu krallıkta yaşayan insanlar sonları geldiğini anladığında güçlerini kullanarak sırra kadem bastı diye de söylendi."

Uzun uzun anlattığımı farkettiğimde sözümü kesip derin bir nefes aldım ve devam ettim.

"Sizin hakkınızda bildiğim tek şey bu. Uyandığımda kendimi burada buldum. Prens Barış ile karşılaştım önce. Daha sonra biz kafam karıştığı için bağıra bağıra konuşurken prenses yani okşan geldi yanımıza. Beni buraya onun getirdiği, beni ormanda bulduğunu söyledi. Gidecektim ama muhafız gelince beni kendi odasına götürdü. Odasında oturduk ben çıkamadığım için bir süre. Ben anlattım o da bana anlattı biraz ama detaysız şeyler, yani bildiklerim. Sonra prens ıraz geldi odaya ve son olanlar belli. Anlatmak istemedim aslında. Deli gibi gözüküyorum çünkü. Sonra zorlayınca anlatmaya başladım ama devam etmeme izin vermeden peşin hükümde bulundu."

"Anladım."

Şaşkınca yüzüne baktım.

"Bana inanıyor musunuz?"

"Evet, sana inanıyorum."

Heyecanla yüzüne baktım bu sefer.

"Peki, benim eve dönmemin bir yolu var mı? Bana yardımcı olacak mısınız? Yani bildiğim kadarıyla krallık büyülü yani herkeste özel güçler var. İlla birinde zamanda yolculuk gibi birşey vardır. Bulamaz mıyız?"

Uzun uzun heyecanlı halimi izledi ama sesini de çıkarmadı. İçli bir şekilde nefes aldığında ifadem dağıldı, omuzlarım çöktü.

"Yardımcı olmayacak mısınız?"

"Olacağım ama nasıl bilmiyorum."

"Nasıl yani?"

Tereddüt eder gibi durduktan sonra "Burada zamanda geriye yada ileriye gitme gücüne sahip bir insan var, onun da kimliği bilinmiyor." Dedi.

Kaşlarım çatıldı.

Nasıl bilinmiyordu yahu? Sonuçta her şey kral ve veliahttan geçerdi eğer saltanat varsa? Ayrıca bilmiyorsa olduğunu nasıl biliyordu?

"Ama.. saltanat varsa, bütün herşeyi kral ve veliahttın bilmesi gerekmez mi?"

İç çekerek başını salladı.

"Bunun bilincindeyim. Ancak kimse bilmiyor kimde olduğunu çünkü bu sadece bir kehanet. Kehanete ve kahinler ile falcılara göre sadece bir kişi var ve o da kendini saklıyor. Ayrıca gücünü kullanması da doğru olmaz. Dediğin gibi, zaman akışı bozulabilir."

"Ama neden? Ben istisna sayılırım. Sonuçta buraya bir mucize sayesinde geldim ve kendi zamanımda olmamam bozuyor aslında."

"Belki de bozmak yerine doğru hale getiriyordur? Belki de zaman akışı gelmenle bozulmak yerine düzelir?"

"Bu imkansız."

"İmkansız diye birşey yoktur. Aksi taktirde bunların hiçbiri olmazdı."

"Ne yani burada mı kalacağım?"

"Şimdilik evet."

"Nekadar bir süre?"

"Bilmiyorum ama sana yardımcı olacağım, olamasam bile olacak birini buluruz. Sadece bilmen lazım, kendini olası herşeye açık tut."

Evime dönemeyebilir miydim? Burada tıkılıp kalma ihtimalim de var mıydı?

Gözlerim doldu ihtimallerle. Başımı eğdim. Göz yaşlarım akmasın diye de gözlerimi kapattım. Çenemde hissettiğim elle ise başımı kaldırıp gözlerimi açmak zorunda kaldım. Gördüğüm ifade bir babanın gözlerindeki şefkat kadar yumuşaktı.

"Ağlama, sadece ihtimallere kendini hazırlaman senin için daha iyi olacaktır."

"Ama ben ihtimalleri istemiyorum, ben evime gitmek istiyorum.."

"Elimden geleni yapacağım. Sadece şimdilik kurallara uyacak ve burada misafir olacaksın."

Son söylediklerinden sonra ellerimle gözlerimi sildim ve omuzlarımı dik tuttum.

"Madem buradayım, ne yapmam gerekir ki?"

"Sadece beni takip edecek, şuanlık benim dediklerimden çıkmayacaksın."

Kısaca başımı salladım ve ikimizi de sessizliğe uğurladım.

Madem bir süre daha buradaydım. Ben nasıl kalacaktım? Kıyafetlerim bile yoktu.

Yerinden kalktığında bu bilmediğim yeni odada bir kapıya doğru gitti ve kapıyı açtı. İçeri girmek için beni bekledi.

"Gel buraya." Dediğinde yerimden kalktım ve yavaş adımlarla yanına vardım. İçeri girdiğimizde kapıyı kapatmadı. Onun yerine ardına kadar açık bıraktı ve bu beni tabii ki rahatlattı.

Girdiğimiz oda kıyafet odasıydı ama buradaki kıyafetler uzaktan bile çok daha kaliteli duruyordu.

"Buradan istediğini giyin ve yanıma gel." Dedikten sonra yüzüme bakmadan çıktı ve kapıyı da kapattı.

Kıyafetlerde kısa bir süre göz gezdirdikten sonra neredeye duvar kadar uzunluktaki dolaptaki kıyafetlerin içinden güzel duranlardan birini aldım ve üzerime geçirdim. Aynı zamanda kıyafetlerin alt rafında bulunan zibilyon tane ayakkabı, bot sandalet ve topukluların arasından da elbiseye en uyan botu alıp giydim.

Aynadan kendime baktığımda etekleri tutup dönesim gelmişti adeta bir çocuk gibi. İtiraf etmem gerekiyordu ki elbiseler eski çağdan olsa bile benim için çok güzeldi. Kendimi prenses gibi hissetmiştim.. daima taktığım, banyo yaptığım ve saçımı taradığım zamanlar dışında hiç çıkarmadığım tokamla birlikte saçlarımı da düzeltip dışarı çıktım.

Gözleri bana döndüğünde durdu, uzun olmasada inceleyince açıkçası tüylerim ürperdi ancak rahatsız olacağımı düşünmüş olacak ki bakışlarını yüzüme çekti.

"Öncelikle seni kralın görmesi lazım. Babamın arkasından iş çeviremem." dediğinde olduğum yerde durdum.

"Ya beni öldürürlerse?"

"Bunun olmasına izin vermem, merak etme. Beni takip et." dedikten sonra usul hareketlerle ilerledi ve kapıyı açıp dışarı çıktı. Peşinden çıktıktan sonra kapıyı kapattım ve ilerlemeye başladık.

İlk uyandığım oda aksine geniş koridorlardan geçtikten sonra ahşaptan, taşlarla süslenmiş kapı açıldı ve ilk önce bayhan içeri girdikten sonra bende peşinden girdim.

Bütün gözler bize dönerken özellikle bana değmek üzere ikimizin üzerinde mekik dokuyordu. Kral ve kraliçe şaşkınca oğullarına bakarken ıraz'ın öfke dolu gözleri ve diğerlerinin rahatlamış bakışları benim üzerimdeydi. Şaşkın bakışlar da vardı tabi. Belli ki ıraz'ın yaptıklarını abilerinin yapma ihtimalinden korkmuşlardı. Bana sıcak yaklaşmaları yabancılık hissini arada azıcık da olsa azaltıyordu. Onun dışında masada 2 kadın daha vardı. Kim olduklarını bilmiyordum ancak ne samimi ne de uzak bakıyorlardı.

Bayhan'a baktığımda o da bana bakıyordu. Gözlerini açıp kapatarak güven verdikten sonra eliyle masayı gösterdi. Birkaç adım daha attığımızda o baş selamı verip kralın karşındaki yerini alırken ben ayakta kaldım.

Okşan'a gergince baktığım sırada "referans yap!" Diye dudak oynattığını gördüm ve bunun üzerine yapabildiğim kadarıyla beceriksizce de olsa referans yaptım.

Bu ne kadar onlara uzak olsamda kral ve kraliçenin ifadelerini az da olsa kırdı. Kral, eliyle oturmam için yanındaki boşluğu gösterdi.

Yanına oturdum ve ellerimi kucağımda bağladım. Gözlerin çoğu ise beni üzerimdeyken sesimi çıkaramadım.

Sonuçta masada kral ve kraliçe ile birlikte toplam 9 kişi vardı ve ben hiçbirini tanımıyordum doğru düzgün.

Herkes sessizce otururken servisler yapıldı, yemekler önümüze geldi. Sonunda ise herkes başlamak için bir komut beklerken kral bana döndü.

"Adım yüksel ve bu ülkenin kralı oluyorum. Karım beril de kraliçe olur. Bilmiyorsan diye söylemek istedim. Şimdi senden sarayımızda olduğun için izah bekliyoruz. Kimlerdensin sen? neden buradasın?" Dediği sırada parmaklarımla oynuyordum.

"Aslında.. Bu biraz karışık.."diye mırıldandım. Zaten ağzımdan da zor çıkmıştı.

"Nasıl karışık? Kimlerden olduğunu bilmiyor musun?" Dediğinde başımı iki yana salladım.

"Bilmiyorum.. dediğim gibi karışık birşeyler var ve ben her seferinde nasıl anlatsam bilmiyorum." Dediğimde ıraz alaycı bir şekilde güldü ve babasına döndü.

"Kendisi bilmediğimiz bir gelecekten geldiğini söylüyormuş baba. Türkiye diyor ama bilemeyeceğim. Bambaşka bir ülke, bambaşka insanlar ve bambaşka bir zaman! O bir casus!"dediğinde okşan abisine kızgınca döndü.

"Abi!O düşman ya da casus değil! O Saraya kendi isteğiyle bile gelmedi!"

Iraz bu sefer yarı öfke yarı alayla ona döndü ve adeta tıslayarak "Doğruya! onu sen sokmuştun değil mi buraya?" dediğinde masada barış'ın yanında oturan benimle yaşıt duran, kahverengi saçlı, ela gözlü kadın, ıraz'a döndü ve kaşlarını çattı.

"Iraz, biraz sakin olabilir misin? Bence en iyi kararı kralımız verebilir." dedikten sonra kaş göz yaparak ıraz'a susmasını iki halde de söylemiş oldu.

"Ama asena abla.." diye itiraz etmeye hazırlanırken kaşlarını kaldırarak onu susturdu.

Sesler kesilince kral yüksel bana döndü ve anlatmamı bekleyince içimden son defa olması için dua ederek olan biteni anlattım.

Sözlerimin sonuna geldiğimde gayet sakindiler ama ben onların aksine gergindim, ölmek istemiyordum.

"Olanı anlattım. Beni idam etmeyeceksiniz değil mi?" Gibi gergin bir soru sorduğumda kral yüksel, başını iki yana sallayarak "Hayır, gidene kadar misafirimizsin. Krallığımız misafirperverdir. Elbette sana da yer olacak. Krallık kurallarına uymak şartıyla burada kalacaksın. Benim sözümün üstüne söz söylemediğin ve ihanet etmediğin sürece de kimse sana birşey diyemez." dediğinde derin bir nefes aldım ve oynamaktan artık kanatma aşamasına geçtiğim tırnaklarımı saldım.

Yavaşça yemekler yendi, bitiminde sorular soruldu ve sonunda ise teker teker masadan kalkıldı. Bende izin isteyip bana verdikleri odaya döndüm. Sağıma yattım uyuyamadım, soluma yattım, düz yattım, yüzüstü yattım ama hiçbirşekilde uyuyamadım ve hafiften titredim hep çünkü yağmur yağıyordu ve ben oldum olası geceleri yağmurdan ve gök gürüldemesinden korkardım.

Bebeklikten geldiğini düşünüyorum çünkü daha aylık bile değilken annemler yağmur ve gök gürültüsünü sevmediğimi söylerdi.

Uyuyamamamın sonucunda bağdaş kurarak oturdum ve olanları düşünmeye başladım. Kafam dağılırsa titremelerim geçecektir.

Ben niye bu kadar korkmuştum ki bu gün ya? Sonuçta doğruyu söylüyordum ve idam için sebepleri yoktu.

1. İç ses: salak, sahiden salaksın. Sen demiyor muydun ölmekten korkuyorum diye. Oyüzden korkuyorsun işte.

Ama korkum geçti, puf oldu adeta.

2. İç ses: dua et öyle kalsın.

Düşündüklerimden kapının tıklatılması ile sıyrıldım.

"Gel?"

Az sonra okşan içeri girdi ve kapıyı arkasından kapattı.

"Uyandırdım mı?"

"Yok uyku tutmadı. Birde düşünüyordum tabii."

"Neden? Uykun neden yok yani?" Dediğinde omuz silktim çünkü gözünde çocuk gibi gözükmek istemiyordum.

"Titriyorsun, soğuk mu? Ben okadar üşümüyorum oysa ki. Yaz yaklaşıyor hatta. " Dediğinde geçmediğini anlayarak örtüye sarındım ve başımı iki yana salladım.

"Biraz yorgunum ya oyüzdendir. Yoksa hava gayet iyi hatta sıcak bile sayılır."

"Abim adına özür dilerim. Başına bu belayı ben açtım ama inan sadece iyilik etmek istemiştim." Dediğinde gülerek elinden tuttum ve yanıma çektim.

"Okşan, açıklamana gerek yok. İnanıyorum samimiyetine." Dedikten sonra gülümsediğimde o da gülümsedi.

"Tamam ozaman. Gideyim ben. Daha fazla rahatsız etmeyeyim, sana iyi geceler." Dedikten sonra koşarak odadan çıktı ve duyduğum kadarıyla odasına kadar da koridorda koşturdu.

O gittikten sonra gözlerimi yumdum ama tabii ki uyuyamadım ve sabah olmasını ya da yağmurun dinmesini beklemeye başladım.

                                      🖤

Yağmur bir süre daha yağdıktan sonra kesilmişti ve bende rahat bir uyku çekmiştim.

Kapım tıklatılınca ise uyandım.

"Girebilirsinizz!"

Az sonra kapım açıldı ve dün yemek salonunda gördüğüm çalışanlardan biri içeri girdi.

"Efendim, kralımız sizi sabah yemeğine bekliyorlar. Bende kıyafetlerinizi getirdim." Dedikten sonra benim Şaşkınlığımı atmamı beklemeden elime kıyafetleri tutuşturdu ve çıkıp gitti.

"İyide dolapta zaten kıyafetler vardı. Ne diye bunları getirdi ki bu kadın ya?"

Kendi kendime söylene söylene üstümü çıkardım ve kadının getirdiği elbiseyi üzerime geçirdim.

Önündeki düğmeleri de kapattıktan sonra odaya konulan demir çubuklarla bakıştım kısa bir süre. Daha sonra ise onun eski bir maşa olduğunu farkettim ve saçlarımın önden sadece iki tutamını kıvırıp saçlarımı açık bıraktım ve tokamı da çıkarıp, saçımı düzeltip tekrar taktım.

İşim bittikten sonra ayakkabılardan yine buna uygun olanlarını giydim ve koşturarak dün yerini ezberlediğim yemek salonuna ilerledim.

Önüme aniden yine biri çıkınca ise ona çarptım ve yere düştüm. ikimizde birbirimize bakarken ilk önce ben ayağa kalktım ve asker giyimine sahip çocuğa da elimi uzattım. Bunun bir muhafız ya da asker olduğuna adım kadar emindim. Normalde kaçardım ama artık madem ölme riskim yoktu, ozaman korkmama da gerek yoktu. Oyüzden elimi uzatabilmiştim aslında.

Tutmak ve tutmamak arasında kalsada sıcak ve içten bir gülümseme sunduğumda elimi tutarak ayaklandı ve daha sonra üstümü kısa bir an süzüp çok şaşırdı ve referansta bulundu.

"Özür dilerim efendim. İsteyerek olmadı sahiden." Dediğinde kaşlarımı çattım.

"Özür dilemene gerek yok ki. Ben çarptım sonuçta."

"Olmaz öyle efendim. Benim vazifem soylulara hizmet ve saygıdır."

"Ama ben bir soylu değilim ki?"

"A-ama efendim, kıyafetleriniz sadece çok önemli misafirlerimize verilir. Ayrıca kafanızdaki toka ne kadar iki krallık anlaşamasa bile krallıklardan birinin amblemi."

"Ne?"

"Çok özür dilerim. Bunu söylememeliydim. Kimseye söylemem."

Saçımdaki bir amblem mi? Yok daha neler? Bana tokayı annem takmıştı. O zamandan beri aklım başıma gelene kadar benimle birlikte o da korumuş sonrasında ise tamamen bana emanet etmişti ama fazlası değildi. Basit, yıldızlı bir tokaydı işte.

Elimi havada geçiştirircesine gibi salladım.

"Amann, bende bir şey oldu sandım. Kıyafetleri bilmiyorum ama tokanın hiçbir hikayesi yok. Annem verdi bunu, krallıkla ilgili değil." Dediğimde gergin de olsa başını salladı ve hemen tüy olup uçtu adeta.

tokamdan saçma bir şekilde çekinirlerse diye çıkarıp tekrar saçlarımın arkasına taktım.

Arkasından bakarken omuz silktim ve kaldığım yerden yürümeye devam ettim. Kapının önüne geldiğimde ise durdum. Saçımdaki toka benim için şekil açısından bir şey ifade etmese de sanırım buradakilere çok şey ifade ediyordu ve ifade ettiği bu iyi bir şey değildi. Bu yüzden tokayı çıkarıp saçlarımın altına gizleyerek tekrar taktım ve önüme odaklandım.

Yemek salonuna girdikten sonra kral Yüksel'i ve diğerlerini görünce referans yaptım ve masanın yanına vardım.

Kral yüksel, eliyle oturmam için yanını gösterdiğinde yavaşça oturdum ve peçeteyi bacaklarıma koyduktan sonra ellerimi altta bağladım.

Yemekler servis edildi ancak başlanmadı. Kral yüksel bana doğru döndü.

"Adın neydi kızım? dün sormayı unutmuşum." Dediğinde gülümsedim.

"Ayşin ama onun yanında kendi zamanıma ait bir soy ismim de var."

Bunu söylediğimde şaşkınlıktan gözleri büyüdü. O sırada barış araya girdi.

"Soy isim mi? Soy isim ne işe yarıyor? Yani neden böyle birşey var?"

"Soy isim şey.. nasıl anlatsam ki.. heh, bizim zamanımıza çok yakın bir geçmiş zamanda kişilere örneğin Ayşe ve Hüseyin kızı Fatma ya da ne bileyim işte ali ve Şule oğlu kerem gibi sesleniliyordu. Daha sonra bu karışıklık yarattığı ve modern kısaca yeni ve hoş olmadığı gibi sebepler yüzünden soy isim getirildi. Dedelerimizin seçtiği Soy isimler biryere kaydedildi ve nesilden nesile saltanat gibi devam etmeye başladı. Yani benim dedem çok inatçı, kararlı bir insanmış. Asla caymazmış. oyüzden caymaz soy ismini almak istemiş ve onu almış. Sonra o babama geçmiş babamdan da bana geçti. Sadece tek birşey var normalde kadınlar evlendiğinde kocasının Soy ismini almak zorundaydı. Şimdi almayabiliyor gerçi. O da değişti yani. Kısaca ikinci hitap şekli işte. Ayşin caymaz oluyor tam adım."

Anlattıklarımın Şaşkınlığını bir süre atamadılar ancak daha sonra kral yüksel ayılarak kendine geldi.

"Ayşin, nasıl geri döneceğin hakkında açıkçası benim fikrim yok. Sana bu yüzden oğlum barış yardımcı olacak. Aslında bu konularda bayhan daha bilgilidir ancak onun ülkemiz ile uğraşması gerekiyor yani biraz uzun sürebilir işin. Onun dışında gidip gidemeyeceğin belli olmadığı için ve uzun sürme ihtimali de olduğundan burada ders alacaksın. Bu dersleri bazen eşim beril, bazen kızım okşan verecek. Krallıklar hakkında bilgiler edinecek, ayrıca kendini korumayı da öğreneceksin. Onun dışında bizim misafirimizsin." Dediğinde başımı salladım ve gülümsedim.

Kraliçe beril ile kral yüksel'e bakarken "Benimle alakadar olmanızdan dolayı mutluyum. çok teşekkür ederim efendim." Dediğimde onlar da gülümsediler. Olabildiğince anlayacakları şekilde konuşmaya çalışıyordum ve bu onları memnun etmiş duruyordu.

Karşımda oturan insanlar bana kendini tanıtmaya başladı biraz sonrasında. Barış'ın yanında oturan ve ıraz'ın 'asena abla' dediği kahverengi saçlı güzel kadın başladı ilk

"Adım Asena canım. Biraz tatsız bir ilk oldu ama tanıştığıma sevindim." Diyerek başıyla selam verdiğinde gülümseyerek bende karşılık verdim. Daha sonra aras, arasın yanındaki mavi gözlü kızıl saçlı kadın yani Laçin kendini tanıttı.

Iraz ve bayhan tepki vermedi ancak o kadar umursamadım. Ona rağmen okşan rahat durmayarak onları da 'abim bla bla. sana anlatmıştım zaten." diyerek tanıttı.

Kahvaltı ise en sonunda yapıldı. Daha sonra bitince okşan beni masadan kaldırdı ve biryerlere sürüklemeye başladı.

Bahçeye geldiğimizde beni kendiyle birlikte kenara çekti ve beni zorla yere oturturken kendisi ayakta kaldı.

"İlk dersine hazır mısın?" Diye kıkırdayarak sorduğunda güldüm.

Gururla"Ben ezelden beri hazırım. 177+16 madde ezberlemiş insanım o mu zor gelecek?" Dediğimde anlamayarak bana baktı. Bunu üzerine elimle onu geçiştirdim ve ona esas konuya gelmesini söyledim.

(Bu arada hukuk ve anayasa hakkında neredeyse hiç bilgim yok. Madde sayısını googledanSUzun buldum yanlış olabilir.)

Uzun anlattı bana. Krallığın ilk kuruluşundan başladı. İlginç bir hikayesi vardı.

Okşan'ın anlattığına göre Kristal krallık 1500 yıllık bir krallıktı. Anlatılana göre iki kardeş beraber yaşarlarmış. Anneleri ve babaları olmayan bu iki kardeş her an düşman saldırısına uğramaktan korkar,o iğrenç hisle yaşarmış.

Bir gün korktukları başlarına gelmiş ve saldırıya uğramışlar. Kaçmışlar çünkü savaşamazlarmış. Kaçarken küçük kız kardeşin ayağı takılınca düşmüş. Büyük kardeşi onu bırakmayacağı için kaderine teslim olmuş ama o an yanlarında, yerde iki kolye bulmuşlar.

Kristal kolyeler..

İhtişamlı görünüşleri ve onların da her şeye şuan sığınabilecek durumda olmaları onlara bu kolyeleri taktırmış.

İşte o an o iki kardeşe mistik, benzersiz güçler verilmiş. Biri zamanda yolculuk ve element kontrolü kazanırken diğeri yer değiştirme ile telekinezi gücüne sahip olmuş.

Sırt sırta vererek düşmanları yenmiş ve onları bulundukları topraktan defederek kendilerine Kristal krallığı kurmuşlar.

Kristal krallık, kristal kolyeler sayesinde kurulmuş. Ancak bir sıkıntı olmuş ileriki zamanlarda, kardeşler kavga etmişler öldüresiye, sebebi güçleri yüzünden yönetimde söz sahibi olabilmekmiş. Biraz daha yan yana kalsalar birbirlerini bile öldürebilirlermiş. Bunun üzerine Kristal krallık zamanda yolculuk ve element konrolü gücüne sahip küçük kardeşte kalırken büyük kardeş sadece ona gücünü veren kolyesi ile başka bir ülkeye gitmiş ve kolyesinin yıldızlı bir tokaya dönüşmesi üzerine kendine yıldız krallığını adında yeni bir krallık kurmuş.

Yıllar geçmiş iki kardeşsin çocukları olmuş, halk ayrılarak kendi kısımlarını oluşturmuş. İki kardeşin halkı da zamanla güçler kazanmaya başlamışlar.

Kardeşler yaşlanınca ölmüşler ama aralarındaki düşmanlık ve kin hiç bitmemiş.

Bu sebeple hala işlerle ilgili konuşulma dışında yıldız krallığı ile Kristal krallıktaki kimse yan yana gelmez, birbirinin suratına bakmaz, bakamazmış. Yani düşman iki krallıktı onlar.

Yıldızları severim, fazla ışıltılı ve parlaklar, aldığı ışığı yansıtır ama kristaller de kendisine vuran ışığı saçar. Peki aynı özelliğe sahip bu iki kardeş bir araya gelseydi ne olurdu? İçime merak düşmüştü.

...................................

Selamm, ben gelmişim hoşgelmişimm :)

3500 küsürlük bir bölüm oldu. Önceki hesabımdaki ilk yayınladığım kurguda-göz bebeğimde-bir bölümde 8000 9000 kelime olunca bu 3400 çok garip ve az geldi WBDOWBFNDWBF.

 

Ama dediğim gibi fazla uzun olsun istemiyorum. Neyse diğer bölümde görüşmek üzere zaman yolcuları :)

Loading...
0%