@writereco
|
Liana
Bazen insanlar yapamadıkları her şeye üzülür ya ben yaptıklarıma üzülüyorum. Doğduğuma, kraliyet kızı olduğuma, her pencerenin kapısı olmaya çalışmaya çalışmaktan yorulmuştum ben, hayallerimde de kaçırılmak yoktu. Sesini bana duyurmayan efekt kullanan, yüzünü bilmediğim bir kişi bana nasıl bu kadar düşman olabilirdi?
Anlayamıyorum, adaletin olmadığı bir evrende benim yaşamama ne gerek var? Ölüm müydü acıtan, öldürenler mi? Hayat mı yokuşa çıkmak? Yürümek miydi koşmak? Sevmek miydi terk etmek? Kendimi bilmediğim, tanıyamadığım bir evrende yapayalnız biri olarak tutunabilir miyim hayata?
Hayatın içindeki soru işaretleri kafamda dönen savaştı. Asla onları susturamazdım her gün o savaşı yaparlardı, o fırtınayı her gün hissederdim. Yalnız kaldığım bu duvarların arasında tek bildiğim, o duvarların arkasında kimsenin olmadığıydı. “Yemeğini yememişsin.” Niana’nın efektli sesiyle irkildim. Sesin geldiği kameraya doğru baktım. “Ölmemi istemiyor musun, cicim.” sırıttım, ben Anna Wekeend’in kızıydım güç başkalarına geçse bile kaynağın benim olabileceğimi asla unutmazdım. Beni küçümseyen oydu aynı karşılığı da alacaktı.
“Egon tavan yapmış, Prenses. Cicim micim neler oluyor sana? Çok mükemmelsin gibi konuşuyorsun? Her neyse sana bir haberim var.” Niana yine kendi sözlerine imzasını atmıştı. Onu tanımıyordum, beni neden buraya getirdi bilmiyordum. Mutlu olmak ve yaşamak istiyordum. Ölümden kurtulmak, huzurlu olmak istiyordum. Niana’nın yine saçma sapan o görüşlerini gram umursamıyorum. İsterse yerime kraliçe olsun, ölümüm felaketi getirecektir. Onun sonu olacağım, yeminim olsun.
“Prenses, balo senin için bugünden yarına ertelenmiş ama bil bakalım sorun ne? Sen buradasın ve bulunmayacaksın. O kraliçe çok şanslı olacak. Senin kuracağın o yuvayı o kız kuracak. Aa neydi ismi Yuna. Sahi sen neden kurtulmaya çalışmıyorsun.” Bir çok şey söylemişti ama benim aklımda kalan o kısım son sözleri “ kurtulmaya çalışmıyorsun.” oldu. Evet kurtulmaya çalışmıyordum. Çünkü kurtaracaklarını biliyordum ama kimseden haber yoktu. “Öldür beni Niana, benim ölümüm sana zevk verirse hayatına nefret verir. Eğer hiç bir şeyden korkmuyorsan, tam burada vur beni.” Cesaretim onu şaşırtmıştı, en azından ben buna emindim. Bir şey söylemedi, söyleyebilecek bir efektsiz sesi yok ki. Kendini varlıklı sanan delinin tekiydi.
Kendi düşüncelerine dalmış bir şekilde oturuyordum. Birinin el uzatmasını, birinin beni sevmesini, birinin bana değer vermesini, kalbimde parıldayan bir yıldızım olmasını istiyorum ve o yıldızı karartanlar benim asıl katilimdir. Kalbime saplanmış bir kılıç vardı ve o kılıç her an savaşı başlatabilirdi…
Yuna
Hayatı doyasıya yaşıyorum. Yaşamak için değil, kazanmak için. Görmek için değil göstermek için. Sizlerde zengin olsanız istediğiniz elbiseyi, makyaj malzemelerini, arabayı, evi almaz mıydınız. Ya da zenginseniz almıyor musunuz? Ben hepsini aldım ama satın alamadığım tek bir şey vardı, aşk. Kraliçe seçmelerinde ismim Liana’nın tam altında yazıyordu. Liana’nın kraliçe seçileceğini çok iyi biliyorum. Onu durduramazdım ama Edward’ın her zerresine farklı bir dokunuş katan kişi bendim. Onunla oyunlar oynayan, hayaller kuran, onu ilk öpen, seven ve bir çok şeyi yapan kişi bizzat bendim. Onu hak eden bendim.
Bilmiyorum, hayat bana oyun mu oynuyor? Fakat Liana kaybolmuştu ve ben bunun farkındaydım. Wekeend’ler yine gerçeklerini yalanlarla örtmüş. Seçmeleri erteletmişlerdi ama ummadıkları bir şey vardı. Ben her şeyi duymuştum. Bir an tüm düşüncelerimi bir kenara koydum ve elimdeki mikrofonu çalıştırarak sahneye çıktım.
“Hoşgeldiniz, sevgili Arina halkı. Yüz yıllardır bu topraklarda on yıl da bir kraliçe seçmeleri yapıyoruz. Halkımıza çok şey borçluyuz. Krallıklar seçmelerini bugün yapacakken bizim seçmelerimiz Wekeend ailesinin prensesinin kaybolması sebebiyle yarına ertelendi.” Kelimelerini, dakikalarımı bir bir kendim seçmiştim. Herkese her şeyi gerçeklerle anlatmak her prensesin görevidir. Eğer bir oyun oynanırsa kuklalar biz değil, Bizim oyuncaklarımız olur.
“Yanlış duymadınız Liana kayboldu. Prensesimize duyduğumuz saygı başkadır. Fakat onun kaybolması bizim yüz yıllardır yaptığımız seçmeleri erteletemez. Yarın on yıl geçmiş olacak, tarih geçmiş olacak. Tarihi yanlış olan her kraliçe savaşın kaynağıdır. Savaş yaratmak bu kadar kolay mı? Ben ve diğer kraliçe adaylarımın dikkatine bu seçmeler bugün yapılmazsa başka bir kraliyete geçeceğime ant olsun.” herkesten farklı kelimeler uçuşuyordu. Başka bir kraliyete geçmek demek savaşı başlatmak demektir. Anna Wekeend tam önümde durdu. Gözlerime baktı, diğer tarafa döndü.
“Kaybolan prenses sen olsaydın da annenler böyle konuşsaydı. Rahat olur muydun?” Sözleriyle beni çiğnemeye kalkmıştı. O beni adeta rezil etmek istiyordu, zaten bütün Wekeend ailesi aynı… Biraz daha geçmeden yanağımda sert bir dokunuş hissettim bu dokunuş, tokattı. O kadın bana tokat atmıştı, eli bir kere daha yükseldi. Ürperdim be aşağı doğru baktım. Bir elimle yanağımı tutuyordum. Uzun zaman geçmişti ama hala o tokat gelmemişti.
Yukarı doğru baktığımda gördüğüm manzara benim yıldızımdı. Karşımda Annayı, çaprazımda ise Edward’ı gördüm. “Sayın Wekeend buna gerek yok.” Sesi yükseldi, “Seçmeler falan da olmayacak. Yuna’nın dedikleri doğru, tarih geçemez ama seçmede yapmaya gerek yok. Ben kraliçeyi çoktan seçtim.” Sözleri herkeste şaşkınlık yaratmıştı. Düşüncelerle boğulmaktan kurtulmak istiyordum. Beni korumuştu, onu gerçekten seviyorum.
Bir anda elimde onun elini hissettim. Bana doğru baktı ve gülümsedi. Onun gülüşü bir fırtınaya bedeldi. “Benim kraliçem Yuna Aden. Bu yüzden ne seçmelere ne de seçmeye gerek yok.” sözleri kalbime kazıldı, aşkımızın ilk kıvılcımıydı bu… Kralın Kraliçesi, Edward’ın Yuna’sı.
Edward’ın Lianası…
Arina halkı, şaşırmış gözüküyorlardı. Özellikle Anna sinirleri gözlerinden fışkırıyordu. Birinin onu anlayacağını düşünüyorsa yanılıyordu. Benim olduğum yerde kuralları ben koyarım. Anna kızını bulamadığı için onu anlıyorum fakat ben onun kızı için yıllardır peşinde olduğum sevgiyi terk edemem.
Anna cevap vermeden arkasına dönerek gidiyordu. Evinin yoluna dönmeden önce durdu. “Seçmelere gerek yok madem kraliçe olmaya da gerek yok. Çünkü benim kraliçem Liana.” çok fazla bağırıyordu, herkesin duyduğuma eminim. Sözlerine asla kulak asmadım, sadece kendime ve Edward’a odaklanmıştım. “Lord’um biz gidelim mi?” Edward sorumun ardından bana doğru döndü, elleriyle saçlarımın bir tutamını arkaya attı.
“Gidelim kraliçem, nereye istersen.” sözleriyle kalbime fethediyordu. Onun yanı benim de yanımdı, hayallerim gerçekleşiyordu. “Yürüyüş yapalım.” bir teklifte bulundum ve ben bu teklifi ilk defa bir erkeğe söylüyordum.
“Olur Kraliçem.” elini uzattı, ormana doğru yürüdük. Biraz yürüyünce Edward bir anda elimi bıraktı. “Yuna üzgünüm seni heveslendirmiş olabilirim ama biliyorsun bu halkın sadece iki gücü kaldı biri sen ve ben sana herkesin önünde herşeyimsin gibi davranacağım ama senden bir şey isteyeceğim Liana benim için çok değerli hayatımın aşkını bulmama yardım eder misin?” sözleri kalbime ve beynime kabus gibi sıçramıştı, kalbim öyle hızlı atıyordu ki, sinirden. Ne olduğunu şaşırmış bir şekilde Edward ile bakışıyorduk.
“Sen ne diyorsun be? Ben senin oyuncağın mıyım? Liana nerede nerden bilebilirim sana nasıl yardım edebilirim inan bir fikrim yok? Neden siz erkekler böylesiniz hep ümit veriyorsunuz. Aynısınız, şerefsizsiniz. Haysiyet her şeyin üstünde gelir sen haysiyetsizin tekisin. Ben aşık olduğum çocuğa aşkını bulacakmışım.” gözyaşlarına engel olamadım. Duygularımla oynanmıştı en sevmediğim biçimde duygularım karma karışıktı hayatım mahvolmuştu. En güzel günüm yine battı. “Konu Liana değil sensin, onu bulmak için elimden ne gelirse yaparım zaten ama senin bunu yapmana ne gerek vardı” kelimelerime devam ettim.
“Çok gerek vardı seçilen kişi sen olacaktın belliydi. Senin karım olmanı istiyorum, sayın prenses. Fakat yardımınızıda istiyorum. Herşey de haklısın ama sana söz hayatın en derinliklerinde bile senin yanında olacağım. Ant olsun ki seni yalnız bırakmayacağım” aşk değilse neydi bu, seviyor mu sevmiyor mu? Papatya dökmeden anlayamam mı şimdi ben, sevgiyi? Edward’ın elleri omzumun arka kısmında hissettim. Bana sarıldığını anlamıştım, gözyaşlarım durmuştu. Bu sefer kalbim aşktan alev sıçratıyordu.
Aşk hiç bir şeye engel olamaz derler, istemsizce ona sarıldım. O an sanki hayatın en güzel anıydı. Benim için öyleydi, ve hep öyle kalacak. “Seni seviyorum, Edward.” Gülümsedi ve bende seni dermişcesine kafasını olumlu salladı… Ardından ise silah sesi duyuldu, lütfen zehir olmasın bugün…
“Kral Edward bir mesaj var.” elimize tutuşrulan bir kağıtta yazanlar bizi şoke etmişti. Ya yıkılırsa o duvarlar ya kalırsan içinde? Kimse sevmeyecek beni dimi anne?
|
0% |