@writerladyy
|
••••••••
Bölüm 15
Engel olmaya fırsat bulamadığı yaramaz bir kıkırtı dudaklarından kaçıp gidiyor. –“ Biliyorum,” diyor.
–“ Bu yüzden hiç boşuna ümitlenmiyorum. Olmayacağını sende kabullensen çok iyi olacak bence. ”
Göz ucuyla ona baktığında dudaklarındaki hafif tebessümün yavaşça silinip gittiğini görüyordu.
–“ Yanlış yapıyorsun Berfu, bize haksızlık ediyorsun ”
Bunu o kadar ciddi bir sesle söylüyor ki, bir an için bile olsa söylediği şeye inandığını düşünüyordu. Ve o bu cümleye verecek acıklı olmayan bir karşılık bulamadığı için konuyu değiştirmeye karar veriyordu.
–“ Bütün olanlar için sana teşekkür etmem gerekiyor aslında. Bir de özür dilemem gereken kısım var ama bence onu duymak istemezsin. ”
O, gülüş ve homurdanma arasındaki garip sesi bir kere daha duyuyordu Ayvaz’dan.
–“ Özür dilemen gereken kısım daha çok ilgimi çekmişti oysaki. ”
–“ Teşekkürle yetinmelisin bence Ayvaz, ” diyor sesine çocuksu bir bilmişlik katarak. –“ Kim bilir, uslu bir çocuk olur ve söz dinlersen belki bir gün şirinleri bile görebilirsin. ” Başını yana yatırıp suratına rahatsız edici olduğuna yemin edebileceği yalancı bir gülüş konduruyordu.
–“ Hem o zaman insanların mucize dediklerinde neyi kastettiğini somut olarak görmüş de olursun. ”
Ona bakıp yüzünü buruşturuyor.
–“ Olmayan şeyleri görmeye mucize dendiğini hiç sanmıyorum Berfu. Delilik falan olmalı onun adı. ”
–“ Var olmadıklarını nereden biliyorsun? ”
“ Tamam, saçmalıyorum. Ama onunla inatlaşmak hoşuma gidiyor. Onunla olan her şey hoşuma gidiyordu. Sanırım belki de bir anlığına bu gece olanları unutmak istemişte olabilirdim. Maalesef ki unutmak o kadar kolay olmuyordu. ”
Sorusuna bir cevap alamadığı için daha fazla saçmalamamak adına o da susmuştu. –“ Niye yapıyorsun? ” diye sormuştu fısıltı şeklinde. Kafasını çevirip de kaşları yukarı kalkık bir şekilde –“ neyi ” diye sormuştu. –“ Neyi olacak ” diye yükselirken sesi az da olsa alçalıp da –“ benden uzaklaşmanı aramıza duvar koymayı bana soğuk davranmayı niye yapıyorsun neden? ” demişti. Tam ağzını açıp konuşacakken yüzünde yalandan bir gülümseme belirivermişti ve –“ doğru ya ben ailenin katilinin oğluydum dimi senin için? ” demişti soğuk bir şekilde alay edercesine. –“ Ya seni ne kadar sevdiğimi görmüyor musun? Bir bak bana ya. Senin için yanıp tutuşan bir adam var karşında nasıl görmezsin ” diye mırıldanmıştı. Bu konuşma hiç iyi yere gitmiyordu. Bakışlarını kaçırarak bir şey demeden yürümeye devam etmişti.
Yürümeye devam ederken peşinden koşan adımları duyuyor, kolundan tutup çevirdiğinde sıkkın sıkkın bakıyor yüzüne –“ Nereye gidiyorsun? ” diye bağırıyordu. Etrafa bir göz gezdirip –“ bağırma ” diyor –“ sessiz ol ne yapıyorsun? ” diye ekliyordu. Yüzüne öfkeyle bakıyor –“ Asıl sen ne yapıyorsun? Oyun mu oynuyorsun benimle? ”
Yapma der gibi başını yana çeviriyordu. Elleriyle yüzünü kavrıyor, sertçe tutup kendi yüzüne çeviriyor. –“ Gitmek mi istiyorsun? Peki, git korkağın tekisin işte, korktun değil mi? Korktun bana aşık olmaktan korktun ”
Ellerini saçlarının arasından geçirip ona son kez bakıyor ve geri dönüp arabaya doğru yürüyor. Acıyla ona baktıktan sonra o da yoluna doğru ilerliyor ve ne olduğunu bile anlamadan Berfu diye haykıran sesle ardına dönüyordu. Müthiş bir hızla yanına gelip dudaklarını kapatıyor dudaklarına, ruhuna bu soğuk havada sıcak bir şeyler akıyor. Ellerini kavrıyor elleri dudaklarını dudaklarından zor da olsa çekiyor –“ Benimle geliyorsun ” diyor hayran gözlerle ve o hiçbir şey söylemeden kucağında arabaya taşınıp içeri tıkılıyordu. Arabaya binince bir iki dakika direksiyonda kalıyor elleri ve ardından ona doğru dönüp –“ Benden kaçamazsın ” diyor
–“Aşktan kaçamazsın…”
Sessizlik, öfke, korku, aşk ne varsa işte iki kişi arasında, ne olabilirse, hepsi sarıyor odayı bir bir. Konuşacakmış gibi olup da vazgeçiyor sonrasında, dudakları yavaşça değip kapanıyor birbirine.
Dönüp ona bakıyor, yüzünü yola çevirmiş hiç bakmıyor, yüzündeki küçük gülümsemeye engel olamıyordu, soğuğun dondurduğu dudaklarında daha fazla gülemezler zaten.
Kafasını kaldırıp bakıyor ona, ilk defa öfke, alay umursamaz bakışlar yerine gülen bir çift göz görüyordu.
“ Ne çok yakışıyor gülmek ona, siyah gözleri nasıl ışıl ışıl, nasıl yayılıyor dudakları yüzünde ve ne kadar etkiliyor bir saniyelik bir gülme beni… ”
–“ Üşüdün mü? ” diyor ellerini ovuşturarak. Hayır, diyerek bakışlarını kaçırarak önüne dönüyordu.
“ Neden hâlâ gitmeyip onun yanındayım, bilmiyorum. ”
–“ Havalar soğumaya başladı. ” Tüm hisleriyle, düşünceleriyle alakasız bir cümle dökülüyor dudaklarından. Bakışlarını eğiyor kendine acıyarak.
“ Aşk, diyorum. Bu kadar mı çaresiz kalmıştı acaba gönlüme düşmeden önce? Gidecek başka yer bulamamış mıydı? Yoksa bir ben mi kalmıştım hüzün kuşlarına yüreğini açacak? ”
–“ Üşüyor musun? ” Kaşlarını yukarı kaldırarak belirgin bir merakla ve içini sızlatan güzel bakışlarla soruyor bunu.
–“ Şuan değil. ”diyor.
–“ Ama geceleri çok soğuk oluyor. ”
Başını sallıyor yavaşça. Hâlden anlarmış gibi.
–“ Hiç üşüdün mü? ” diye soruyor dudaklarını ısırırken. Bir insana sorulacak en mantıksız sorulardan belki bu. Ama o hiç üşümezmiş gibi geliyordu ona. Hep sıcakmış sanki.
–“ Çok üşüdüm. ”
Kahvenin son yudumunu bitmesine üzüldüğü için yavaşça yudumluyordu. Sonra hafifçe Ayvaz’a doğru eğiliyordu.
–“ Nasıl oldu, anlatsana. ”
Ayvaz da ona doğru eğiliyor. Dirseklerini dizlerine yaslayıp parmaklarını birbirine kenetliyor. Birkaç saniye tereddütlü bir ifade dolaşıyor yüzünde. İkilemde kaldığını belli edercesine kaşlarını çatıyor. Sonra derin bir nefes alarak –“ Çocuktum. ” diyor.
–“ On bir, bilemedin on iki yaşındaydım. O sene kış çok sertti. Bir montum vardı aslında ama bizim çocuklardan Erdal vardı. Bizden daha küçüktü, çelimsiz bir şeydi. İncecik bir ceketle dolaşıyor diye acıyıp ona vermiştim. Gündüz oradan oraya koştururken pek bir şey olmuyordu ama gece, hele de ateş sönünce çok üşüyordum. Tir tir titrediğimi bilirim. ”
Sözlerinin üzerine saldığı şaşkınlıkla dudakları aralanıyor. Kaşları çatılıyor. Hüzün kuşları sus pus oluyor bir anda. İçindeki manzara donuyor. Siliniyor. Ve küçük, gümüş bakışlı, derbeder bir sokak çocuğunun silueti beliriyor zihninde. “ Sen… ” diyor cümlenin gerisini nasıl getireceğini hiç bilmeden.
–“ Yani annen, baban… ”
Dudağının sağ kenarı buruk bir şekilde yukarı kıvrılarak karşılıyor şaşkınlığını.
–“ Yani… ”
–“ Varlıklarını hiç hissetmedim ben ”
Hüzün kuşları ağlamaya başlıyor.
–“ Sokakta mı kaldın yani? ”
Başını sallıyor. Gülümseyişi hafifçe can buluyor dudaklarında. –“ Evet, prenses. ” Sesinin yumuşadığını, içini okşadığını hissediyor ama ne fayda!
Ah’ları milyonlara yükseliyor. Her Ayvaz deyişi bir feryat, bir çığlık oluyor içinde. Gülüşünde kalmış çocuksu yan her zamankinden daha fazla çarpıyor gözüne. Hiç büyümemiş bir gülüş görüyor artık. Çelişkiler anlam kazanıyor. Diliyse tutulup kalıyor.
Ayvaz elini uzatıp silmese, sıcaklığını tenine yaymasa gözünden yanağına süzülen yaştan bihaberdi.
–“ Üzülme prenses. ” diyor teselli verircesine.
–“ Geçti artık, bak. ”
Kafasını hızla iki yana sallıyordu. İtirazı büyük. –“ Geçmez. ” diyor hızla.
–“ Bazı şeyler hiç geçmez Ayvaz. ”
Ses çıkarmadan ona bakıyor bir süre. Dumanlı gözlerindeki pişmanlığı görüyordu. Sonra omuz silkiyor.
–“ Artık üşümüyorum. ”
–“ Çok ilginç… ” diye mırıldanıyor sessizce.
–“ Ben şimdi, daha çok üşüyorum. ”
••••••••
Nasıldı bölüm, beğendiniz mi? Takip, oy ve yorum yapmayı unutmayınnn 🦋
Oy ve yorumlarınızı, kitap hakkındaki düşüncelerinizi bekliyor olacağım.
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere. Sevgiyle kalın. 💜🧚🏼♀️
|
0% |