@writerladyy
|
Uzunnn bir bölümle geldim. Oy ve yorumu çok görmezsiniz değil mi 💜
••••••••
Bölüm 16
–“ Bazen… ” diyor. –“ Kaçıp gitmek istiyorum, anlıyor musun? ”
Anlıyordu. Gözlerinin yeşilinde, onların koyu renk yerlerinde biriken yalnızlığı görebiliyordu. Ne hissettiğini asla bilemeyecekti belki ama çok da yabancı gelmiyor ona.
Bir anda hüzünlü bulutlar doluyor zümrütlerine. –“ O kadar bunalıyorum ki… Umursanmamaktan, ikinci planda olmaktan, her şeyden… ” Yaramaz bir damla sızıyor göz pınarlarından yanağına. Tıpkı o gece olduğu gibi uzanıp silebilmek istiyor o yaşları teninden ama bu sefer olmuyor. Bu sefer gözyaşlarına dokunmak sanki acılarına dokunmak olacakmış gibi geliyor…
–“ Neden bunları sana anlatıyorum onu bile bilmiyorum. ” Derken havaya buruk gülüşünden bir parça yayılıyor.
–“ Ama… Ama o kadar ne yapacağını bilmez bir haldeyim ki şuan bu bile garip gelmiyor. ”
Ne diyeceğini bilemiyordu. Söylenecek bir şey var mı onu bile bilemiyordu esasen. Bir anda bütün sözcükler kifayetsiz kalıyor sanki. Gözlerinde gördüğü şey öyle derin bir yara ki hangi söz merhem olur, acısını alır bilmiyordu.
–“ Zavallının biriyim, değil mi? ”
Fısıltıyla sorduğu bu küçük soru gelip boğazının ortasına oturuveriyor sanki. Yutkunamıyordu. Onu ilk gördüğünde, onca insanın arasında bir mücevher gibi parlayan güzel gözlerini ilk gördüğünde ona yakıştırdığı karakter öylesine başkaydı ki… Ürkek ve mutlu bir kız çocuğu sanmıştı. El bebek gül bebek büyütülmüş bir prenses…
Oysa görüyordu ki şimdi, hiç de düşündüğü hayatı yaşamıyor Berfu. Kalabalıkların sürgün ettiği bir yalnızlıkta gözyaşlarıyla çürütüyor güzelliğini.
–“ Değilsin. ” Diyor, sesinin sert çıkmasına engel olamayarak. –“ Zavallı olan baban. ” Atıf Çeliker’e olan öfkesi zapt edilemeyecek boyutta. Öyle ki, sesinden bile sezildiğine emindi adı gibi.
Bir müddet ona aynı nemli gözlerle bakmaya devam ediyor Berfu. Sonra ona doğru eğiliyor hafifçe. Aralarında kısa bir mesafe kalıyor. Kokusunu duyabiliyor oradan. Çiçeğimsi, tatlı ve ferah bir kokusu var. Gözleri istemsizce dudaklarına kayıyor bir anda. Dudakları gerçekten çok güzel. Öpülesi.
–“ Babam sana ne yaptı? ”
Sorusu içine dağılıyor. Kokusu başını döndürüyor nedensizce. Bakışları daha önce hiç hissetmediği bir yere dokunuyor sanki kalbinde.
–“ Söyleyemem. ” Diyor. Yalan söylemek aklının ucundan bile geçmiyor o an.
Elini uzatıp yanağına dokunuyor Berfu. Tüy gibi hafif dokunuşu. Öyle hafif ki hissetmekle hissetmemek arasında ince bir çizgideydi. Elleriyse buz gibi.
–“ Çok mu acıttı canını? ”
Ne düşüneceğini kestiremediği çok az zaman olmuştur. Bu anda onlardan biri. Yanağında hissettiği dokunuş, gözlerine değen bakışlar ve duyduğu sözler üzerine düşünceleri birbirine girmiş vaziyette. Evet demeye dili varmıyor, hayır dese yalan olacak sanki. Kalkıp gitse ona olan bakışlarından kopacağı, burada kalsa aklı daha çok karışacaktı.
Bu yüzden elini tutup yanağından çekiyor yavaşça. –“ Bunları bilmek seni sadece daha fazla yıpratır. ” Diyor.
–“ Eğer sana söyleneni yaparsan, söz veriyorum en az hasarla çıkarsın bu oyunun içinden. ”
Eli kucağına düşerken kaşlarını çatıyor. Bir serçenin öfkeyle karışık kırgınlığı kuruluyor güzel yüzüne. –“ Bana öyle gelmiyor. ” Diyor. Sonra hüzün bulanan sesiyle devam ediyor. –“ Sanki ne yaparsam yapayım bu karmaşanın içinde boğulacakmışım, silinip gidecekmişim gibi geliyor. ” Birden ayağa kalkıyor hızla. Bu sırada gözlerinden süzülen birkaç damla yaşı zar zor fark ediyordu. –“ En kötüsü de ne biliyor musun? ” diyor.
–“ Hiç kimse bunu umursamayacak. Ben yok olup gideceğim ve herkes… Her zaman daha büyük kayıpların peşinde koşacak. ”
Tutamadığı bir hıçkırık kopup gidiyor dudaklarından. Elinin tersiyle gözlerinden akan şeffaf yaşları silerken öyle bir iç çekiyor ki, canı yanıyor sanki.
****
Sarılı bir şekilde başı göğsünde uykudan uyandığında, sarılı bir hâlde koltukta uyuyakaldıklarını fark etmişti.
“ Uyurken o kadar masumdu ki. Aynı bebek gibi.. ”
Yavaşça yattığı yerden doğrulup da kalkmıştı. Eliyle yüzüne dokunacağı sırada duraksayıp da eli havada kalmıştı. Dokunmaya eli gitmemişti. “ Sen benim her zaman kahramanım olarak kalacaksın. Keşke bir mucize olsa da biz olabilsek ” diye fısıldamıştı ki. Kıpırdanmasıyla ne yapacağını bilemedi. Uyumaya devam etmesiyle rahat bir nefes almıştı. Neyse ki söylediğini duymamıştı. Arkasını dönüp de gittiği sırada “ günaydın ” diye sesi duyulmuştu. Durup da geriye doğru dönüp baktığında yüzünde tatlı bir tebessüm vardı. Sade bir şekilde “ günaydın ” demişti sadece.
–“ İlk defa gün aydınlandı benim için ”
Bir şey demeyip de susmuştu, kırmak istememişti. O kadar mutlu gözüküyordu ki mutluluğunu bozamamıştı.
–“ Uyandırdım mı? ”
–“ Çok güzel bir rüya gördüm. ”
–“ O zaman uyanmaman gerekmez miydi? ”
–“ Nedenmiş o? ”
–“ Ben güzel rüya gördüğümde bitmesin diye kalkmam. ”
–“ Bende öyle yapardım ama artık buna gerek yok. Çünkü gerçeğine sahipken, rüyayla kimin işi olur. ” deyip yakıcı bakışları eşliğinde uzatmıştı elini. Uzattığı elini görmezden gelerek “ ee benim karnım acıktı yemek için bir şeyler vardır umarım ” demişti mutfağa doğru yol alırken.
–“ Imm olmaz mı vardır tabi kahvaltımızı yapalım sonra çok güzel bir gün bizi bekliyor ” diyerek yanından geçip gitmeden önce yanağına öpücük kondurmuştu. Sessizce arkasından bakmıştı sadece eliyle öptüğü yere dokunarak. –“ Ayvaz! ” diye seslenmesine rağmen hiç duymuyordu onu. Adeta soyutlanarak hayal dünyasında yaşıyor gibiydi.
Karşılıklı masada oturmuş kahvaltı yapıyorken –“ Ayvaz! Ben gidiyorum ” demesiyle elinde ki çatal tabağının içine düşmüştü ve yüzündeki tebessüm bir anda silinmişti.
–“ Olmuyor ama hiçbir şeye dokunmamışsın yemen lazım ”
–“ Ayvaz! ”
–“ Omlet yapayım ister misin peynirli? Ya da başka ne istersen onu yapayım? ”
Geri sessizliklerine dönmüşlerdi, konuşmak gittikçe zorlaşıyordu. Gitmekte öyle.. İkisi de sus pus olmuş önlerine bakıyordu. Söyleyecek bir şey kalmamıştı. Ama konuşmalılar da.
–“ Dün gece olanlar… ” diye başladı söze ama devamını getirmek için derin bir nefes alması gerekti.
–“ Yanlıştı. Hepsini unutmamız gerek. ”
Şaşkın bir şekilde deminden beri farkında olmadan tuttuğu nefesini bıraktı.
Bu sözler, bu sahne öyle tanıdıktı ki... Tıpkı dün gece yaşananlar gibi. Fark ettiği şey Ayvaz’ı oldukça sarsmıştı, yüz ifadesinden anladığı kadarıyla öyle görünüyordu. Biraz sonra olacakları biliyordu çünkü. Yüreği sıkıştı bu düşünceyle beraber. Hissediyordu, çünkü onun ki de sıkışmıştı.
–“ Ben unutmak istemiyorum. ” dedi bir süre sonra. Söylemesi gereken şeyin bu olduğundan öylesine emindi ki, sözcükler ağzından dökülür dökülmez doğru gelmişlerdi kulağına.
–“ Unutamam da zaten. ”
–“ Böyle yapma Ayvaz. ” sesi gittikçe daha da zayıflıyordu.
–“ Doğru olanı yapmaya çalışıyorum. İşleri zorlaştırma. Bana yardım et. ”
–“ Üzgünüm, elimde değil. ” dedi kendini mazur gösterme ihtiyacı hissederek. –“ Ben senin kadar iyi biri değilim. Hiçbir zaman olmadım. Doğru olanı yapmak için benden vazgeçmeni anlayamam. ” Onu iyice anlamasını umarak gözlerinin içine baktı ve, “ Seni seviyorum. ” dedi bunun hiçbir işe yaramayacağını bile bile. Önemli olan bu değildi zaten; işe yarayıp yaramaması umurunda değildi ki. Asla yeterince söylemeyeceğini bildiği iki kelimeyi gözlerinin içine baka baka söylemek istiyordu. Hiçbir zaman ayrılmayacakmışız gibi…
–“ Seni seviyorum ve bu işleri zorlaştırıyor. Sana yardım edemem çünkü seni seviyorum. Anladın mı? ”
Gözlerine yaşlar doldu bu sözlerin üzerine ancak duvar gibi katı bakışlarıyla kendisine bakmaya devam etti.
–“ Seni seviyorum. Seni gördüğüm o ilk andan beri seviyorum. Kabul etmek istemediğim kadar seviyorum. Ne yaparsam yapayım unutamayacak kadar seviyorum. Senin beni sevip sevmemeni umursamayacak kadar seviyorum. ”
–“ Yeter. ” dedi neredeyse duyulmayacak kadar kısık bir sesle. Ayvaz onu duymuştu ama buna rağmen devam etti.
–“ Başkasının yanında görünce kahrolacak kadar seviyorum seni. Asla tam olarak anlatamayacağım şekilde seviyorum. Kimseyle paylaşamayacak kadar seviyorum, kız arkadaşlarınla bile. ”
–“ Sus artık! ”
–“ Seni seviyorum Berfu. Duyuyor musun beni? Seni seviyorum. ”
–“ KES SESİNİ! ” diye bağırmaya başladı farkında olmadan. Kırık dökük kalbini deli bir öfke ele geçirmişti ve artık söz hakkı onundu. –“ Bana bunları söylemen gerçeği değiştirmeye yetmiyor anladın mı? ” Yanakları kıpkırmızı olup da sesi titrese bile devam etti. –“ Daha öncesinde söyleyebilirdin. Şimdi ise gelmiş beni sevdiğini söylüyorsun haykırırcasına hem de! ” Kısacık bir an duraksadıktan sonra daha sakin bir şekilde devam etti.
–“ Tam bir şeyler yerine oturdu dediğimde bir yerlerden bi şey çıkıyor ve her şey yeniden darmadağın oluyor. Her şeyi bırakıp sana koşmamı bekliyorsun. Nasıl tüm her şeyi göz ardı edip de sana gelebilirim ki_ ”
–“ Aşkından daha mı önemli senin için o her şey dediğin Berfu? ” diye sordu gözleri yüzünde dolaşırken. Kendisini bile şaşırtacak kadar sakindi ses tonu.
–“ Senin için bu kadar mı değerli? Benden bile daha fazla? ”
–“ Hiçbir şey olmamış gibi yapamam. ” dedi sesi kontrolsüzce titrerken. –“ Anlamıyorsun, bu benim için ne kadar zor biliyor musun? Gerçeği bildiğim halde seninle olamam, yapamam bunu. ”
–“ Neyi? Neyi yapamazsın? ” diye patladı sonunda. –“ Bu kadar zor mu unutmak senin için? Benden vazgeçmekten daha mı zor? ”
–“ Anlamıyorsun… ” dedi bir şeyi söyleyip söylememek konusunda kendiyle savaş verirken. Kelimeler galip geldi.
–“ O soyadı almak istemiyorum ”
İşittikleri, bakışlarına oturdu şaşkınlık olarak fakat diline tesir etmedi. Millerce koşmuş gibi nefes nefese kaldıkları garip bir sessizlik çöktü aralarında. Dakikalar -belki de saatler (zaman kavramı anlamını yitirmişti)- sonra konuşacak güce kavuştu.
–“ Hak- haklısın. Neden bana daha önceden söylemedin? ”
–“ Söyleyemedim ”
–“ Ben ne diyeceğimi… ” diye başladı ama sesi öyle zayıf çıkmıştı ki sonunu getirmeye gücü yetmedi. Hareket etmeden, nefes dahi almadan orada öylece durup yüzüne baktı. Sorması gereken asıl soruyu, cevabını bilmekten ölesiye korktuğu soruyu, dile getirebilmek için her zerresini zorladı.
–“ Bitti mi yani başlayamadan hem de ”
Boğulmasına neden olabilecek kadar büyük bir düğüm yuttuktan sonra soruyu farklı bir şekilde tekrar sordu.
–“ Vazgeçecek misin bizden ”
–“ Ben... Ben b-bilmiyorum. ” Aklı, kalbi, duyguları bu kadar karman çormanken verebileceği başka bir cevap yoktu.
–“ Gerçekten bilmiyorum. ”
Ne evet, ne de hayır... Bilmiyorum. İkisinin arasında kalmış, oldukça çirkin bir yanıttı. Ve Ayvaz'ı her şeyden fazla delirtmeyi başarmıştı bu cevabı.
–“ Ne demek bilmiyorum Berfu? Oldukça açık ve net bir soru; verebileceğin iki cevap var. Evet ya da hayır... Bilmiyorum diye bir şey yok. Ne düşünüyorsun? Dürüst ol. Dürüst ol ve söyle bana; ne istiyorsun? ”
–“ Bilmiyorum. ” dedi bir kez daha, onu çileden çıkarmaya kararlı bir şekilde. O an, Ayvaz'ı arkasını dönmekten alıkoyan iki şey vardı. Ne olursa olsun onu sevmekten vazgeçmeyen kalbi ve dolu dolu gözleri ve titreyen çenesiyle yüzüne kazınmış çaresizliği...
–“ H-her şey birdenbire k-karmakarışık oldu. Bir çözüm yolu arıyorum ama b-bulamıyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum. ”
–“ Vazgeçmek istemiyorsun ” dedi onunkine denk bir çaresizlikle kıvranırken. –“ Sevdiğin hâlde arkanı dönüp gidecek misin yani ” cevap vermeyince bakışları, ses tonu, kelimeleri yumuşadı. –“ Sen bana aşıksın Berfu. Kalbine başkasını sığdıramazsın. Ben oradayken… ” dedi elini ileri doğru uzatarak. Parmaklarının ucu kalbine gerçekten değmiş gibi sıcacık olmuştu.
–“ Bir başkası ile mutlu olamazsın. Yapamazsın Berfu. ”
Dudaklarından tek kelime dahi dökülmüyordu. Kafası cidden çok karışmıştı. Bir yandan öğrendiği acı gerçekler, diğer yanda sevdiği adam...
Ne yapacağını şaşırmıştı iyice. Ayvaz’ın, cevabını düşünmekten var gücüyle kaçındığı bir soruyu ısrarla yineleyip durması da pek yardımcı olmuyordu doğrusu.
Çok değil, diye düşündü. Çok değil, daha dün sabaha kadar her şey yerli yerindeydi. Aşık olsa da bunu kendine itiraf edemediği bir adam vardı.
Birdenbire her şey parçalanmıştı ve bunun sorumlusu, inanması güçtü ama, küçücük bir gerçekti. Küçük ama etkisinin büyük olduğu bir gerçek.
Yıllar öncesinden, o gecenin anısı süzüldü zihninde davetsiz bir misafir gibi. Kısacık bir süre içinde olup bitmişti her şey. O geceye dair bir şeyler hatırladığı söylenemez. Silinmişti beyninden, zamanın etkisi mi yaşadığı şok yüzünden mi bilinmez. Tek hatırladığı anne babasının kanlı cansız bedenleri ve başında duran eli silahlı adam. Ona doğrultmuştu silahın namlusunu gözlerinin içine kin ve nefretle bakarak ateş edecekken gözlerini kapatmıştı çaresizce. Yaşamasının bir anlamı yoktu ki. Ve o ses duyulmuştu çok geçmeden. Arka arkaya üç el ateş edilmişti. Sonrası yok. Silinik bomboş.
Parmaklarıyla çatık kaşlarını düzeltmiş ve onun ela-yeşil gözlerinin içine bakarak fısıldamıştı.
–“ Kaşlarını çatmandan nefret ediyorum. ”
Sonra da dudakları birleşmişti zaten. Kısacık bir an için kalbi kanatlanmış, ömründe hissetmediği tuhaf bir duyguyla dolmuştu içi. Ardından kendini paramparça edecek sözler gelmişti.
“ Doğru Berfu! Bizim mazimiz çok öncesine dayanıyor. Çok öncesine. ”
Ne zaman bu anıyı, bu sözleri hatırlasa; tarifi imkansız bir acı ele geçiriyordu tüm bedenini. Nefes almasını güçleştiriyor, ölmeyi dilemesine neden olacak kadar yakıyordu canını.
Geçmişin anılarına gömülmüşken, Ayvaz şu anın içinde debeleniyordu. İki dudağının arasından çıkacak tek kelimeye bağlamıştı tüm umutlarını.
Bekledi Ayvaz. Saniyeler uzadıkça uzadı, dakikalara dönüştü. Ancak ağzından tek kelime çıkmadı. Beklemeye devam etti, hiç sesini çıkarmadan. Bir ömürlük süre geçti belki aradan... Bekledi de bekledi. En sonunda sabrının mükafatını da aldı; buna mükafat denebilirse tabii.
–“ Bilmiyorum. ” demişti bir kez daha. Ama bu defa ağzından ne çıktığının kendi de farkında değildi. Verilebilecek en kolay yanıtı tekrarlayıp duruyordu , Ayvaz gibi ısrarlı bir şekilde.
–“ Hiçbir şey bilmiyorum.”
***
Bölemedim kardeşler, dövmeyin. Bir Ayvaz yok ki zaten bizi üzüp üzüp kahrolsun. Sizce Berfu ne yapmalı? Yorumlarınızı esirgemeyin olur mu düşünceleriniz benim için önemli. Neyse, gidiyorum. Yeni bölüm de görüşmek dileğiyle..
|
0% |