@writerladyy
|
••••••••
Bölüm 21
Ah işte yine hüzün kuşları. Hüzün kuşları. Ve onların dilinden hazan şarkıları. Kaç bakış vardır ki yeryüzünde, hüzün kuşlarına bu şarkıları söyletir? Kaç bakış vardır ki, daha tene değmeden yüreği titretir?
Merdivenden yukarı hızlı adımlarla çıkarken hüznün ve hazanın tek ihtimali düşüyor aklına. Üç harfli koca kelime bir çığ gibi düşüyor ve düşerken de büyüyor zihninde. Aşk diyor bir ses, içinden. Ta derinden. Hüznün kuşlarını aşk çağırır en çok. Onlara o şarkıları yalnız aşk söyletir. Bir insanın içini ancak aşk böyle titretir.
Donakalıyor daha odaya bile varamadan. Sanki Ayvaz'ı görebilecekmiş gibi, sanki o onu görebilecekmiş gibi arkasına bakıyor yavaşça. Boş bir koridor var sadece. Ama koridorun ilerisinde, merdivenlerin bitimindeki adamın varlığı ta buradan dokunuyor sanki ona. Hayalini görüyordu. Yüzüne baktığı son anki haliyle ona bakıyormuş gibi geliyor.
Ah Ayvaz ah.
Ah’la kafiyeli sözcükler sıralanıyor peşi sıra, onun isminin ardından. Eyvahlar doluşuyor içine. Yangınlar. Gri bakışların ortasında kızıl hareler. Alevden ah’lar. Ve yine eyvahlar.
Aşk diyor bir kere daha içindeki seyyah. Grilere aşk. Gümüşlere. Dumanlara. Bir adama aşk. Ayvaz'a aşk. Pusulanın şaşırdığı tek yerde buluyor onu aşk. En büyük karmaşasına konuyor. Uçundan berisinden çözmeye çalıştığı adam aşkla kördüğüm oluyor.
Adımlarına ağır aksak devam ederken içinde büyüyen farkındalığa bir inkâr başlatıyor. Hayır diyor. Ben, daha önce aşkın kapısını çalmaya cüret etmekten bile ürken ben, hiç düşünmeden, hiç beklemeden âşık olamam. Hele böyle bir adama, hele Ayvaz’a…
Ah. Ayvaz!
Dolabından rastgele bir elbise seçip üzerine geçirirken içinin karmaşasında boğulmak üzereydi. Birbirine girmiş saçlarını hızlı hızlı fırçalarken içinde yenik düşen inkârının pençesindeydi. İçinde kıvranıp duran, sürekli kendini hatırlatan bir hisle ah çekme derdindeydi.
Her ah’ın ardından aynı isim geliyor. Bin kez ah diyor, bin kez Ayvaz. Ve bin kez aşk.
Aynı merdivenlerden aşağı inerken içinde kanat çırpıyor hüznünün sarı kuşları. Şarkılarını, hazan dolu şarkılarını daha yüksek sesle söylemeye başlıyorlar. Ayvaz’a atılan her adımla hızlanıyorlar. Resim atölyesinde bir tuvale aksettirmeye uğraştığı sonbahar manzarasıyla buluşuyorlar sonra. Yapraklar dökülüyor, canlı yeşiller yitik kahvelere boyanıyor ve sarı hazan kuşları masmavi semada, o çıplak ağaçların dalları arasında dönüp duruyorlar.
Hüzün kuşlarına hazan şarkıları, hazan şarkılarına da sonbaharı yakıştırıyor gönlü. Aşkı sonbahara iliştiriyor. Ayvaz ona sonbaharla geliyor.
Sonunda simasını gördüğünde, gümüş bakışlarını kaldırıp ona baktığında kalbi avuçlarına düşmek ister gibi çırpınıyor yerinde. Sanki izin verse çıkacak bedeninden, Ayvaz'ın avuçlarına konacak. Uçamaz aslında ama hüzün kuşları onu kanatlandıracak.
– “ Kusura bakma, habersiz geldim. ”
– “ Önemli değil. Şaşırdım sadece. ” diye mırıldanıyor kendi kendine. Anın akışını kaybetmişçesine şaşkın hissediyor kendini. Uzun zaman sonra karşısında görünce tuhaf hissetmişti.
Neden eğdin başını Ayvaz, diye sorsam saçma olacak biliyorum. Sanki benim başım yukarıda hep.
Bu yüzden susuyordu. Kızaran yanaklarını, dağılan kömür karası saçlarını düzeltmeye çalışıyor sessizlikte. Onu izlemek ona iyi geliyor. İçinde varlığını bile bilmediği bir yarayı onarıyor sanki. Kurmaya fırsat dahi bulamadığı hayallerine bakıyormuş gibi geliyor Ayvaz'a bakarken. Mutluluk da yakışıyor güzel yüzüne, hüzünde. Yeşilin her tonunu bahar gibi giyebiliyor Ayvaz. Saçlarında kara kışlar, sinesinde sonbahar, gülüşünde ağustos sıcağı saklıyor gibi. Daha önce onun gibisini görmemiş olmasından mı böyle farklı, böyle başka geliyor ona anlamıyor.
–“ Bana vermen gereken şeyi de alıp… Gideyim artık ben. ”
Onun ince ve cılız sesini işitince düşüncelerinden sıyrılıp kendine geliyor. Elinde tuttuğu kâğıdı ona doğru uzatıyor ikiletmeden. Böyle demesini bekliyormuş gibi.
–“ Bu zarf önemliymiş senin için ” diyor halindeki ve onun hâlindeki bu garipliğin nedenini anlamaya çalışırken.
–“ Telefonda ki adam öyle söylemişti bir de aradığını söylememi istemişti ”
Bir şey demiyor. Öylece durup bakıyor ona. Ve o bir kere daha, çaresiz ve umutsuzca ne gördüğünü, neye baktığını merak ediyor. Öyle bir merak ki, iki eli boğazını sıkıştırıyor. Alnında dolaşıyor bakışları, aşağı inip gözlerine değiyor. Gözlerinin zümrüt rengi titriyor. Bu titreyişten bir maraz doğuyor içinde. Yüreği kabarıp ciğerini sıkıştırıyor. Bir sarılmak arzusudur kırıp geçiriyor onu. Ayağa kalkıp Ayvaz’ı kollarının arasına almak, her ne üzdüyse onu, sarılıp teselli etmek isteğiyle sarsılıyor. Ezilmiş bir gülün hüznü diyordu ya bir şair, Ayvaz da onu görüyordu. Ezilen bir gül nasıl teselli edilir bilmiyor ama sarılsa geçecekmiş gibi geliyor.
Kalkıp sarılmıyor. Ayvaz'ın hüznü de geçmiyor.
–“ Tamam. ”diyor boynunu büküp. Sonra dönüp ardına koyuyor onu. Ağır ağır adımlarla uzaklaşıyor. Sonbaharın serin rüzgarı da ona eşlik ediyor. Oturup öylece, gidişini izliyor. Havada dağılan kara saçlarını, titrek ve güçsüz duruşunu izliyor. Yüreği adını bilmediği bir sızıyla sıkışıyor. Yağmur yağsa keşke, diye düşünüyor. Yağsa da ciğerlerim hafiflese biraz. Yağmur yağsa da Ayvaz'ın ardında bıraktığı hüznü silip götürse.
Başını kaldırıp göğe bakıyor. Rengi griye dönmüş. Cılız güneş ışıkları buldukları boşluklardan sızmaya çalışıyorlar ama nafile. Tek becerebildikleri bulutlara parlak bir görünüm vermek.
Tekrar önüne dönüyor. Yağmuru bekleyeceğim, diyor. Biraz daha beklersem yağar belki. Bu arada Ayvaz'ın arabasına binip ayrıldığını fark ediyor. O isimsiz sızı hepten ele geçiriyor yüreğini. Öyle sıkılıyor ki içi, o yağmur olup yağacaktı şimdi.
Allah’tan buna gerek kalmıyor. Yaradan duyuyor sesini. Serin, küçük bir yağmur damlası toprağı ıslatıyor önce. Sonra gürül gürül rahmet iniyor gökten. Yüzüne çarpan her bir damla içine ferahlık yayıyor. Islandıkça göğsündeki ağırlık azalıyor. Toprağın bereketli kokusu ağır ağır havaya yayılırken ciğerlerindeki baskının hafiflediğini hissediyor. “ Şükürler olsun. ” diye mırıldanıyor sessizce. Göğün hüznünü damla damla yere düşüren Rabb’e şükürler olsun.
*****
|
0% |