@writerladyy
|
••••••••
Bölüm 22
Denize bakıp iç çekti. Üsküdar Sahili bütün ihtişamıyla uzanıyordu önünde. Denizin serin havası içine işliyordu. Ruhunda duygulu bir şarkı çalınıyordu derinden. Yanık bir ses çınlıyordu kulaklarında. O da sevdim diyordu. Sevdim, seviyorum kim karışır?
Gözünün alabildiği yer kararmış gibi görünse de sahil loştu, Marmara ışıl ışıl. Eşsiz Kız Kulesi uzanıyordu önünde. Gecenin koyu karanlığına inat kulenin bütün aydınlanması tamamlanmıştı. Benzeri bulunamayacak bir görüntüydü bu. Eşi benzeri olmayan bir şehirdi İstanbul. Kule ise ihtişam nedir ele güne göstermek için dikilmiş gibiydi bu akşam. Şehrinin gerdanında inci gibiydi. Dalgalar kıyılarını dövüyor, o ise her şeye inat gülümsüyordu.
Arkasından ona göz kırpan Galata Kulesi’ne değdi ardından bakışları. O ise bulunduğu yerden Kız Kulesi’ne nazaran daha karanlık gibi görünüyordu. Belki de matemindendi koyuluğu. Sevip kavuşamadığı ve hiç kavuşamayacağını bildiği için böyle karamsardı hâli. Taşları bile koyu bir hüzne bürünmüştü. Bakışı bile ayrı hüzünlüydü. Halini en iyi o anlıyordu. Duvarlarını okşamak geliyordu içinden.
Çünkü o da aşıktı.
Evet, o bilinen rivayet; Galata Kulesi yüzyıllar önce aşık olmuştu Kız Kulesi’ne. Öyle imkansızca… Olmayacağını bile bile… Uzaktan sevmişti hep. Görüp dokunamadan. Sesini işitip okşayamadan. Sevip söyleyemeden başta. Hep derinden yanarak… Kendi kendine içinde kanayarak… Susarak sevmişti Galata. Susa susa ölmüştü. Aralarında Marmara vardı çünkü. Marmara’nın suları… bir deniz… Hayır, bir çiçek değil… Deniz vardı. Hırçın dalgaları, lodosları, şiddetli ya da hafif rüzgarları…
Günlerden bir gün dayanamadı Galata. Tutamadı içinde, saklayamadı sevdasını. Bilsin istedi, görsün, duysun. Bir martıya yükledi hasretini. Aşkını ona emanet etti. O derin aşk o martının çığlıklarının tınısına gizlendi, kanatlarının arasına saklandı, gözlerinin derinine işledi.
Yüzyılların koynunda sabırla saklanmış, tutkuyla büyümüş sevda… Ağır, yüklü, acılı sevda küçük bir martıya işlendi nakış nakış. İlmek ilmek kazındı uçuşunun ritmine. O yüzden her martı çığlığı acılı geliyordu dinleyenlere.
En kutsal görevini yerine getirmek için kanatlandı, küçücük kalbi heyecanla çırpınan martı. Gökyüzünde süzülen beyaz bir duvak gibiydi hâli, alacakaranlıkta. Gök o en aşık haline büründüğü vakitti aşığın aşkının maşuka ulaştığı. Kız Kulesi’nin çatısına kondu martı, güneş batmaya yüz tutarken. Uzun uzun anlattı, haykırdı Galata’nın iflah olmaz, bitip tükenmez aşkını. Çığlık çığlığa maşuka fısıldadı.
O gece Kızkulesi’ni içinde hissetti her aşka düşmüş beşer. Hepsinin yüreğine kor bir ateş salındı. Onunla ağladı imkansızlığın ortasında yalın ayak kalmış sevda neferleri. O gece miladıydı aşk-ı saadetin. O geceden sonra doğan her martı o ateşin içine doğdu. Hepsi aynı haberi taşıdı yüzyıllarca. Bir Galata’ya bir Kızkulesi’ne uçarlardı.
O yüzden ne zaman vapura binse iki kıta arasında her martıya selam verirdi. Hepsine ayrı muhabbet beslerdi. Ne vakit biri süzülse üzerinden aşka dururdu huşuyla. Yaşayan bilirdi sevda ateşini. Onda yanan bilirdi.
Neşeli bir martı uçtu denize doğru. Kollarını kavuşturup gülümsedi. Bir zamanlar Galata kadar ümitsizdi. Şimdi ise onun kavuşacağına bile inanır olmuştu ruhuna işlenen sonsuz ümitle. Belki bir gün vuslat ona da nasip olurdu. Belki de aşk gerçekten de her engeli aşabilecek güçteydi.
–“ Berfu, ne yapıyorsun? ”
Özgür'ün onaylamayan tınılarla dolu sesinin geldiği tarafa döndü. Gözlerini kısmış halindeki tuhaflığı görebilmek için çabalıyor gibiydi. “ Kuleyi izliyorum. ” dedi yavaşça. Yüzündeki gülümseme titrekçe büyüdü. Birini ya da diğerini değil… Aslında bu gece ikisini beraber izliyordu. Nasıl yandıklarını görüyordu bu gece.
–“ Ama bugün kimse yok gibi… Vapurda görmedim hiç. ”
Tuhaf bir anlaşılması zor bir ifadeyle güldü. Şu anda olabilecek en komik şeyi söylemiş gibi değişti yüzü. Kaşlarını çattı aynı anda. Bir şeyler karıştırıyor olmasaydı asla bu halde olmazdı.
–“ Kuleye mi gitmek istiyorsun? ” dedi yüzünü buruşturarak. Hayır dese onu denize atma pahasına oraya gönderecekmiş gibi baktı.
–“ Kuleleri ne kadar sevdiğimi bilirsin. ” Yavaşça iç geçirdi.
Başını sallayıp onunla birlikte ikisi üzerinde gezdirdi bakışlarını.
–“ En çok kızlı olanı mı? ”
Muzip sorusuna gözlerini devirdi.
–“ Oradaki kız yüzyıllar önce öldü. ”
Birbirlerine bakıp güldüler. “ Ama evet, en çok onu sanırım. ” Kaşlarını kaldırıp derin bir nefes aldı.
–“ Neden maşuka vuruldum bilmiyorum. Ama hep Galata zaten benmişim gibi gelirdi. O yüzden diğerini daha çok sevdim. ”
Tek elini omzuna atıp hafifçe sıktı.
–“ Gitmek istiyor musun istemiyor musun? ”
–“ Kapalı ama galiba… ”
Başını salladı sahte bir hüzünle. Sahte olduğundan adı gibi emindi. Çünkü onu iyi tanıyordu. Çünkü Özgür buna üzülmezdi ayrıca. Çünkü o bir diğer çocukluk arkadaşı komşu oğlunu iyi bilirdi. –“ Yok ya kapalı değil… ” diye söylendi başını sallayıp.
–“ Demin birileri gidiyordu. ”
Kaşlarını kaldırıp yeniden kuleye döndü. O mu kaçırmıştı acaba? Yarım saattir oraya giden ne vapur ne yat görmüştü. Hatta tekne bile görmemişti.
–“ Hayır, ben görmedim.”
Özgür burnunu sıkıp güldü.
–“ Sen görmedin diye olmayacak diye bir şey yok Berfucuk.” “ Her şeyi sen görüyorken yapacağız diye bir şey de yok. Allah Allah ya…”
Gözlerini devirdi. “Of Özgür.” Omuz silkip etrafına bakındı. Elif hâlâ gelmemişti ve geliyor gibi de görünmüyordu. Saatine baktı içinde tuhaf bir gerginlik boğazına tırmanırken. Uzun zaman önce gelmiş olması gerekiyordu. Ama yoktu.
“Elif nerede kaldı?”
Alayla yüzüne baktı Özgür. “Merak etme seni ekmez.”
Koluna vurdu hafifçe. “Ne kötü bir insan oldun sen böyle.”
Gürültülü bir kahkaha atıp ellerini beline koydu. “Size takılmak acayip hoşuma gidiyor Berfu hanım. Aptal aşık gibisin.”
Kaşlarını çatıp yüzünü buruşturdu. İmalı bir bakış attı sonra Özgür'e. “Son zamanlarda sen gerçekten çok akıllı gibisin Özgür. Elifle sana Nobel Ödülü vermeyi planlıyordum zaten. Ama hangi alanda versem ona karar veremedim. Sonunda dedim hepsini verelim gitsin.”
Yapmacık bir gülümsemeyle başını iki yana salladı. “Aman ne komiksiniz yengecim.”
“Özgür!.” diye haykırdı sitemle. Yine yengecim demişti ona. Nerden çıktı ise?
Yüzü aniden değişirken iki yana bakıp tam önünde durdu. Ne olduğunu anlayamadan birden sarıldı ona. “ Gel sana bir sarılayım. ” Kollarını çekiştirip kendini ondan kurtarmaya çalıştı. Böyle ani sevgi gösterileri pek ona göre değildi.
“ Özgür ne yapıyorsun ya? Bir bırakır mısın beni? ”
Daha çok sıkıp hareketini kısıtladı. “ Seviyoruz kızım seni. Ne desek yaranamıyoruz yahu. Sen de çok değişik biri oldun çıktın başımıza. ”
Onu nefes alamayacağı kadar sıkarken hâlâ çırpınıyordu. “ Bu ani sevgi gösterisi de nereden çıktı? Hem değişen de sensin bence, ben değil. ” diye söylenmeye çalıştı. Ama neredeyse soluksuz kaldığı için sesi de pek güzel çıkamadı. Özgür sarıldığı gibi birden serbest bıraktı onu. Gözlerinde apayrı bir ışık parıldıyordu.
“ Aa Ayvaz gelmiş. ” dedi yavaşça.
Etrafına bakındı ama göremedi. Özgür kollarından tutup kuleye çevirdi onu.
“ Sanırım orada seni bekliyor. Hadi git, yeterince vakit kaybettiniz zaten. ”
Kalbi dışarı çıkıp kararmış denizde ona koşmak için can atarken gözleri dolu dolu oldu. Histerik bir hıçkırık dayandı dudaklarına. Her şeyi hiçe sayıp gülümsedi. Ona, kendine… Kızkulesi’nin çatısına konmuş martılara…
Tanıdık bir yat kıyıda onlara doğru yanaştı. Başını iki yana sallayıp güldü. Fırat ağabeyinin daha iki gün önce aman bir tane de yatımız olsun, göz çıkarmaz diye aldığı yattı bu. Özgür onu haklı çıkarır gibi arkadan güldü. “ Göz çıkarmadı ama. ” diye mırıldandı ardından.
Gülümsedi. Organize Gizlenciler…
***
|
0% |