@writerladyy
|
••••••••
Bölüm 23
Denizden esen rüzgar saçlarını nazlı salınımlarla okşayıp yüzüne savururken gülümsedi. Bir tutamı gözüne, uçları da dudaklarına değdi. Parmaklarıyla saçlarını yüzünden çekti. Hararetli bir yarışmaya girmişler ve rüzgar hırslı bir yarışmacıymış gibi tüm saçlarını yüzüne savurdu. Titrek bir tebessümle ona izin verip inip kalkan göğsüne bastırdı elini. Heyecandan tükenecek gibi hissediyordu. Yitip gitmek üzereydi. Bitip tükenmek…
Deniz bir kez daha dalgalandı. Bir martı çığlık atarak uzaklaştı. Kulenin ışıkları gözlerinin içinde parıldadı. Yat kıyıya yanaştı usulca. Kanayan bir yaraya tuz basmak gibiydi hislerinin karmaşası. Her yanı isten yeni kurtulmaya azmetmiş gibiydi. Sancılar boğazında düğümlenmişti fütursuzcasına.
Ayaklarının onu taşımayı reddetmesinden korkarak kıyıya çıktı. Meltem… Esinti… Yel… Rüzgar… Daha neler neler… Ne çok isim veriliyordu tenini yakıp kavuran nefese. Ne çok şey söyleniyordu.
İçinde esene ne demeliydi peki? Ruhunda kasırgalar kopuyordu, meltem nedir ki?
Saçlarını avcunun içine toplayıp sağ omzundan bıraktı. Dişlerinin arasına sıkıştırdı alt dudağını. Heyecandan ölünürdü. Ve o heyecandan ölmek üzereydi. Ramak kalmıştı ruhunu teslim etmesine. Dayanma sınırının sonuna gelmesine ramak kalmıştı. Ona kavuşamadan mı, Allah’ım? Ona varamadan mı?
Kapıya doğru uysal adımlarla ilerledi. Dönebilirdi. Kalabilirdi. Gidemeyebilirdi. Ama orada, öylece mumlar bu denli davetkar dururken, içerideki ses onu böylesine cezbederken kalamadı. Bedeni ondan bağımsızmışçasına ona gidebilmek, onu görebilmek, yanına varabilmek için tutuştu. Bir nefes… Bin nefes…
Do-si-mi-la-la-fa… Re-sol-fa-sol-mi-mi-la…
Nota. İki nota. Art arda nota. İçi içinden dökülene kadar… Benliği ateşinde yok olana kadar… Ruhunda süzülüp dansına ayak uydurana kadar, nota.
Ezgiler süzülürken içinde; gözyaşları kirpiklerine, kirpik uçlarına, elmacık kemiklerine dayandı. Ağlayıp gülmek arasında titreyerek kuleye girdi. Loş ışıkta gözleri kamaştı, gözleri yandı. Ciğeri eridi. Yüreği kanadı ışıkta. Gelişler böyle güzel mi olurdu hep? Herkes onun kadar güzel mi gelirdi? Hayır, asla. Gelirse Ayvaz gelirdi ona. O da destan gibi gelirdi. Alelade bir adım atsa dahi, ayağının ucu aşk dolu bir masala değerdi.
Dört bir yanını saran müziğe gülümsedi. İki iri damla yanaklarından süzülüp boynunu okşadı. Ta derinden ürperdi.
Ayvaz. Ah Ayvaz.
Kolları beline dolanınca aniden irkildi. Kalbinin çılgın vuruşları depara hazırlandı. Heyecanı utanmazca şaha kalktı. Ayvaz üşümüş kollarını okşadı yavaşça. “ Üşümüşsün. ” diye mırıldandı.
Başını hafifçe ona doğru çevirip alnını çenesine yasladı. Güzel gülümsemesi dudaklarının busesiyle alnına değdi. Tatlı nefesi dolandı yüzünde. Yüzünü ona doğru kaldırıp gülümsedi. İçinden şiddetle ağlama duyguları geçiyordu. Sarsılarak, hıçkırarak… Onun sularını coşturarak… Burnunu saçlarına dayayıp gülümsedi.
“ Titriyorsun. ”
Eski bir anı kirpiklerinin gerisinde ışıldadı. Alt dudağını kıyısından ısırıp başıyla onayladı onu. “ Sana söyledim. Sen bana dokunuyorken buna engel olamam. ”
Ellerini yüzünün iki yanına yerleştirdi. Yüzündeki tebessüm aklını başından alıp kör kuyulara atarak büyüdü. Parmaklarını yanağında gezdirdi usulca. Titremeye ar etmiş gibi…
Dudakları değince dudaklarına etrafındaki her şey bir anda silikleşti. Her şeyi önemsiz kılıyordu varlığı. Dokunuşu aklını alıyordu, onda ondan eser bırakmıyordu nefesi. Onu nasıl seviyordu? Durmadan, yorulmadan… Düşünmeden bile Allah’ım, yorulmayı düşünmeden. Yüreğini deşiyordu da aşkı şikayete dili varmıyordu. Parmak uçlarında yükselip boynuna sardı kollarını. Hep daha yakın olmayı arzuluyordu. Öldürürse uzaklık öldürürdü aşığı. Bitirecek varsa hasretti. Büyütecek olanda oydu aynı tezatla.
Ah. Aşk ki tezatlardan besleniyordu. Heyhat!
Yüzü gerileyince dolan gözleriyle başını salladı. İnsan acıdan ölürdü hadi de, mutluluktan da ölür müydü? Ya asla kavuşamayacağına inandığı hayallerini kapısındaysa teni? Ölürdü. Bazen mutlulukta öldürürdü. Seve seve yürürdü şimdi eceline.
Ayvaz yüzünü buruşturup yüzüne düşen saçlarını kulağının arkasına itti. “ Ağlamayacaksın değil mi? ” diye fısıldadı. Yüzü yüzüne o kadar yakındı ki şiddetli ağlama dürtüsüne güçlükle engel oluyordu. O ona böyle her yaklaştığında deli gibi hıçkırmak geliyordu içinden hâlâ.
O ona böyle bakıyorken o kadar zordu ki kendini tutmak. Anlatamıyordu. Ağlamak için illa acı çekiyor olmak gerekmezdi. İnsan sevinince de ağlardı. Aşık olunca ağlardı. İçine dolan mutluluk sığacak yer bulamadığında mutluluktan ağlardı.
Güçlükle başını salladı. “ Ağlayacağım sanırım. ” diye itiraf etti. Senin için ağlamayı bile o denli seviyorum ki, inanamazsın sevgilim.
Yavaşça güldü. Eli hâlâ saçlarının arasındaydı. Parmaklarından ruhuna yangınlar taşıyordu. Onunla birlikte o da güldü. Artık o ne yaparsa onu yapmak istiyordu. O nereye giderse oraya gitmek. Kimi severse Ayvaz onu sevmek istiyordu. Ama en çok ben seveyim onu. Hep ben seveyim. Bir ben seveyim.
Hayır, eskisinden daha fazla… Ayvaz’la yaşayıp onunla ölmek istiyordu. Artık sormalıydı. Soracaksa eğer bunu o can vermeden önce yapmalıydı. Öncesinde hâli olmazdı. Yemek yiyecek gücü olamazdı. Herhangi bir muhabbete katılamazdı onunla. Önce sormalıydı. Sonra o ağlamalıydı kıyasıya. Ağlamalıydı doyasıya. Ama önce sormalıydı o.
O bilindik soru onun dilinde en mahrem sır olacaktı. Kimse kimseye sormamış gibi daha önce. Hiç kimse böyle bir şeye tanık olmamış gibi. İki ağaç şahit olarak çağırılmamış gibi. İlkin ilkinde…
Kaburgalarını kıracak şiddette bir arzuyla ona dokunmak istiyordu aynı anda. Var olduğunu parmak uçlarında hissetmek… Onu tatmak, ona varmak. Elini kaldırıp parmaklarının ucuyla çenesine dokundu. Yavaş yavaş, ona dokunuyor olmanın tadını çıkararak yanağına doğru ilerledi. Gülümsemesi büyürken parmakları o tebessümün kıyısına değiyordu. Yine eline gülümsüyordu.
Sormayacak mısın? Artık sorsan olmaz mı? Bir kerede denesen… Sonra ben düşünmesem bile. Düşünecek vakit bile bırakmasan bana. İhtiyacımız yok. Düşünmeye hacet yok. Çünkü. Çünkü ben kendimi bile bilmeden evet demiştim sana. Bana varamadan gelmiştim sana.
Heyecanı yüzüne sıcaklık olarak vurunca dudaklarını ıslattı. Benim yoktu ama onun zamana ihtiyacı vardı belki. Bu kadar düşüncesiz… “ Acıktın mı? ” diye sordu aniden. Sesini duymadan önce konuşacağından haberi bile olmaması ise aklının bedenini terk ettiğinin en büyük kanıtı olmalıydı.
Parmaklarının ucunu öpüp güldü. “ Çok açım. ” Sesinin tınısından, yüzünün ifadesinden hiçte öyle olmadığını görebiliyordu.
“Evet, fark ettim.” dedi imayla. Derin bir nefes alıp başını eğdi. Artık gözlerine bakamıyordu. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu göğüs kafesinde. Benden ayrılıp ona kavuşmak istiyordu. Benden çok onu seviyordu. Benim değil onundu. Gözlerinde gördüğü anlam ona ne kadar yakınında durduğunu anlatıyordu.
Ayvaz çenesinden tutup yüzünü ona doğru kaldırdı. Artık eskisinden de yakındı yüzü. Nefesleri birbirine karışıyor tek nefes oluyordu. Kalbi artık bu heyecana dayanamayacak gibi sızlıyordu. Ayvaz yıllardır arsız bir ümitle duymayı beklediği ama asla ummadığı soruyu nefesinde saklıyordu. Tüm hayallerinin bittiği yerden başlayarak yenilerini, daha güzellerini, en muhteşemlerini dikiyordu.
Kalbinin ağzında attığını duyumsuyordu çılgınca. Parmak uçlarında kaynıyordu nabzı. Dokunduğu her hücresi diğerlerinden daha canlıydı. O nereye dokunmuşsa ruhu oradaydı.
Sesi tüm hücrelerinde deprem etkisi yaratırken oda etrafında dönmeye başladı. Bu son. Artık bitti. Geçmişin kapısı sertçe kapandı yüzüne. Aralarına set çekildi.
“Benimle evlenir misin?”
|
0% |