Yeni Üyelik
32.
Bölüm

Bölüm 28

@writerladyy

 

 

••••••••

 

 

Bölüm 28

 

Ne zamandır lavaboda olduğunu bilmiyordu. Son kez aynaya baktı çıkmadan önce bezgin gözlerle. Yıllardır büründüğü kabuk ilk defa bu kadar yabancı geldi gözlerine. Sanki Ayvaz'ın mavi dokunuşlarını arayan bakışlarıyla sıyrılmıştı alışkanlığı üzerinden. Sanki benliğini yutan kara deliklerdi aynadaki gözlerinden ona bakan.

 

Sanki yıllardan sonra ilk defa yeniden kendi olmuştu. O birkaç dakikada… hayattan kopup her şeye rağmen yeniden 19 yaşındaki o saf çocuğa döndüğü o birkaç dakikada… Kendinden nefret etti bir an… Hâlâ bu kadar zayıf olduğu için, tüm kırgınlığına rağmen, onu gördüğü an tekrar o âşık, avare, onu ışığında kanatların yanmasına aldırmadan dönüp duran pervaneye döndüğü için. Sonra gülümsedi kendi kendine… Kim bilir belki de onu her şeye rağmen hâlâ Berfu'ya bağlı tutan da buydu, hâlâ içinde yanıp duran o ateş, her şeye rağmen bir yerlerde sakladığı o küçük kadın… Gülümsedi hüzünle…

 

Başı önünde çıktı kapıdan. Dalgın dünyasından kopuk… Sonra bir anda tekrar yörüngesine girdi çekiminde yaşadığı dünyasının. Bileğini yakalayan elin sahibine bakmadan tanıyabilirdi. Başka kimsenin dokunuşları o kadar büyüleyici olmamıştı, bir daha hiçbir koku böylesine döndürmemişti başını, hiçbir koku bedeninin aurasıymışcasına benliğine ait, kendinden olmamıştı… Onu ilk defa fark ettiği güne dönmüştü sanki sahne.

 

Kendine doğru çekti Ayvaz onu… Tüy dokunuşları yanaklarında dolaştı bir süre. Parmaklarının yavaşça çenesine kaydığını hissettiğinde dolu gözleri buğulu, yalvaran, özgürlük isteyen bir bakışla buldu sevmekten vazgeçemediğinin birer kehribar parçası gibi karanlıkta bile parlayan gözlerini.

 

Derin bir nefes aldı genç adam yıllar öncesine dönmüştü o da. Bencilce deli bir gururla onu bırakıp gittiği o güne… Bu sefer aşkla ulaştı dokunuşu ona, sıkıca kavradığı bileğini bırakarak belini sardı hasretle. Daha yakına, çok daha yakına çekti kadını. Kor alev bir temasla ulaştı dudakları alnına. Yıllarını içinde kavurduğu, gurbet yanıkları dolu özlemiyle, hep orada kalmayı istercesine uzun, nefes alır gibi, içine çeker gibi… Hayatın anlamını, yaşamını, varoluşunu mühürler gibi… Ruhuna, benliğine uzanır gibi öptü kadının özlemiyle kavrulduğu tenini.

 

Daha birkaç dakika önce, Berfu kaçarcasına ondan uzaklaştığında, bir an kalakaldığı noktada yaşadığı, onu bir daha göremeyecek olma korkusunun cehennem mağaralarından çıkardı varlığını yeniden yaşamanın mutluluğu… Öfke, suçlama, hepsi geride kalmıştı şimdi. Onu istiyordu, onsuz yapamazdı, var olduğunu biliyorken, yaşadığını biliyorken yapamazdı artık. Bir ölü olmak bile lütuf olurdu bunu yaşamaktansa…

 

–“ Berfu, seni buldum…” dedi, boğuk umutsuz bir sesle. –“ Bir daha bırakmam, bırakmam anladın mı? Beni beklememiş olsan da bırakmam? Beni aramamış olsan da bırakmam ”

 

Çenesinden tutup kendine bakmaya zorladı onu. Israrla kaçıyordu bakışları kadının, başka bir noktaya sabitlenmiş ona bakmamak için uğraşıyordu.

 

–“ Bak bana…” dedi emredercesine… Hemen ardından alnını dayadı alnına –“ Lütfen yalvarırım bak bana…” dedi, fısıltılı, ıslak, titreyen yalvaran, yakaran bir sesle…

 

Gururunun “Seni bıraktı gitti o, aramadı bile, başkasının oldu, evlendi, unuttu… ” diyen seslerini hırsla itiyordu kenara, o tekrar gidecek olduktan sonra ne önemi vardı ki… Öfkeliydi… Evet, çok, çok öfkeliydi şimdi. Patlamayı bekleyen, devleşen, tüm damarlarını parçalayarak akan, dudaklarından savrulmak için onu zorlayan bir hiddet vardı içinde… Ama o gidecekse, bu onu son görüşü olmasına sebep olacaksa ne anlamı vardı o hiddetin? Onu kaybetmesine yol açacaksa, varsın zihnini parçalasın, varsın tüm sinirleri hiddetiyle kor olsun, ne anlamı vardı? Diline varan acı sözleri yuttu acımasızca.

 

Yemin etmemiş miydi, en sonunda onu sevdiğini söylediği o anda, “ Ayrılmak zorunda kalsak ne olacaktı? ” diye soran küçük kadınına, o zaman yemin etmemiş miydi? Başını avuçlarının arasına alarak eğildi ona doğru. Gözlerine baktı dik, kendinden emin bakışlarla.

 

–“ Sana demiştim Berfu, nerede olursan ol, kimin olursan ol, bulurum seni demiştim… Geri alırım demiştim.” dedi usulca elleri onun bedenini kendine çekip, tüm boşluklarını onunla doldurmaya çalışırken.

 

Berfu umutsuz bir çırpınışla kurtuldu kendini saran zincirlerde. Geçmişten gelen yalan anıların yankılarından kaçtı… Kaçtı…

 

–“ Bırak beni bırak… Anlamıyor musun, bitti, unut…” dedi gözleri dolarken. Bir adım geri giderek arkasında ki duvara yaslandı sonra. –“ Ben… Ben Berfu değilim artık değiştim, o saf aptal kız değilim, senin tek lafınla dünyayı unutacak kız değilim artık… ” diye fısıldadı öfkeyle…

 

Uzun bir adımla yaklaştı ona Ayvaz iki elini başının yanın da duvara dayayarak hapsetti kadını sığındığını sandığı yere. Daha da yaklaştı sonra bedeni neredeyse ona dokunurken eğildi ona doğru, başını boynuna gömdü… Derin bir nefesle çekti içine kokusunu, yılların tütsülediği, o baş döndürücü, büyülü kokuyu…

 

–“ Yine mi dönüp arkana gideceksin Berfu ” dedi dudakları az önce kokusunu özümsediği noktaya dokunurken.

 

Bir anda itti onu Berfu…

 

–“ Gitmeyi senden öğrendim ” dedi soğuk, uzak bir sesle...

 

Defalarca tekrar duymak için delirdiği bir kez olsun “ Seni seviyorum ” demesini duymak için öldüğü sesle… Soğuk sesinin buzdan kıymıkları bir tüfeğin namlusundan fırlayan saçmalar gibi dalarak ruhundaki yerini buldu özenle. Tek tek kanattı yaralarını…

BERFU

 

Ben sevgiye inanmayan bir kadına sevgiyi anlatmaya giyiyorum hırkamı. Asam ona giden yolda defalarca dövecek toprağı, ama sonunda ulaşacak ona sözüm. Biliyorum…

 

****

 

 

 

 

 

Loading...
0%