Yeni Üyelik
40.
Bölüm

Bölüm 35

@writerladyy

 

 

 

••••••••

 

 

 

Bölüm 35

 

Öylece yanında oturuyor. Rüzgar saçlarını dağıtıyor, o anlamsızca her bir telini toplamak istiyor. Yeşil bir mont var üstünde. Allah bu rengi bu kız için yaratmış sanki. Al demiş, bütün yeşiller senin olsun. Hatta gel, en güzelini gözlerine koyalım orada dursun.

 

İnsan güzel olur, alımlı da olur, masum da olur. Ama Berfu'da ki başka. Güzellikten, masumluktan öte bir şey var onda. Sonbaharın hüznü var mesela saçlarında. Gözlerinde nisan yağmurları. Şöyle bir silkelese kendini kurumuş, kırmızı güz yaprakları saçılacak eteklerinden aşağı. Sesinde martıların kanat çırpışlarını duysanız şaşırmazsınız sanki. Gülünce yanaklarında güller açsa ‘Bu da ne?’ demezsiniz.

 

Başka bir şey işte ondaki. Masalsı, büyülü bir şey. Ona has bir şey.

 

***

 

Bir şey demiyor. Öylece durup bakıyor ona. Ve o bir kere daha, çaresiz ve umutsuzca ne gördüğünü, neye baktığını merak ediyor. Öyle bir merak ki, iki eli boğazını sıkıştırıyor. Alnında dolaşıyor bakışları, aşağı inip gözlerine değiyor. Yüreği kabarıp ciğerini sıkıştırıyor. Bir sarılmak arzusudur kırıp geçiriyor onu. Ayağa kalkıp Berfu'yu kollarının arasına almak, her ne üzdüyse onu, sarılıp teselli etmek isteğiyle sarsılıyor. Ezilmiş bir gülün hüznü diyordu ya bir şair, Berfu da onu görüyor. Ezilen bir gül nasıl teselli edilir bilmiyor ama sarılsa geçecekmiş gibi geliyor.

 

Kalkıp sarılmıyor. Berfu'nun hüznü de geçmiyor. Bakışlarını kaçırmakla yetiniyor.

 

–“ Sen hiç güzel olan bütün şeyleri dokunuşunla kirlettin mi? ”

 

Gözleri kapanıyor sorusunun ardından, titreyerek. Berfu'dan gelen cennet kokusu, Allah biliyor bu dünyada cennet ancak böyle kokar, ciğerlerine dolduğunda içinde direnmeye çalışan son kaleyi de ele geçiriyor sevda. İrkiliyor. Berfu'yu sarıp sarmalama arzusu, onu bu kötü dünyada başına gelebilecek her türlü kötülükten koruma ihtiyacı içinde çığ gibi büyüyor ama yapamazdı biliyor. Varlığı hiçbir şeyi olduğundan daha iyi bir hâle getirmez. O kayıplara sürgündü. Yitirdiklerini külliyen, kavuşmamacasına düşürüyor ellerinden. Güzel olan her şeyi dokunuşuyla kirletiyor. Ama Berfu'ya zarar veremezdi. Hele ki kurtlar sofrasında en savunmasız yerde dururken onu bir de o incitemezdi.

 

Ah Berfu, Berfu, Berfu… Cehennemime gönderilmiş bir azap meleği Berfu. Kalbim kutbumda donarken bana umut ışığı olan Berfu. Berfu, benim gökyüzündeki tek yıldızım. Hatta ayım ve güneşim… Nefesim, kadınım, cezam, azabım, arafta kalışım Berfu. Sırattan düşüşüm, cehenneme ilk adımım ve cenneti tek görüşüm Berfu. Günlerdir aklımdan çıkmayan, düşümden eksilmeyen kadın. Kalbimin yeşil gözlü sancısı. Direnemediğim. Kendime itiraf etmeye bile korktuğum. İç sızım, akmayan gözyaşım.

 

Nasıl da ele geçirdi onu. Kokusu bile daha güzel günleri hayal etmesinin sebebi. Gözleri umut yeşili sanki. Her gülüşü ‘her şey çok güzel olacak’ der gibi. Ama yok, biliyor ki olmayacak. Hiçbir şey daha iyiye gitmeyecek. Her şeyin başındalardı. Parçalanmaya yeni başladılar ve un ufak olacaklardı.

 

O bunları düşünürken, kokusunda yitip gitme hayaliyle tutuşurken onun dudakları yaslı bir ayrılık türküsünün ritmiyle ince ince titriyor. Bir şeyler söylüyor ama rayihasının içine saldığı sarhoşluk yüzünden zar zor odaklanabiliyor ona.

 

–“… Seni gördüğüm ilk an hissetmiştim, gözlerinde bana dair bir şeyler vardı. Yalnızlığım yalnızlığına ezelden beri aşinaydı.”

 

Söyledikleri onu bir anda ayıltıyor, kendine getiriyor. Önce kelimelerin manası tatlı bir zehir gibi kanına sızıp kalp atışlarını hızlandırsa da çabucak toparlayıp kendine geliyor. Düşmek üzere olduğu yanlışı fark edip geri çekiliyor usulca.

 

–“ Anlıyor musun? ” diye soruyor.

 

Yutkunuyor. –“ Sen ne dediğini bilmiyorsun. ” Bilmiyorsun, bilsen söylemezsin böyle Berfu. Göz göre göre solmak istemezsin. Senin nisanlarına zemheriler çalar benim dokunuşlarım, bilmezsin.

 

Hem olacak iş mi onun beni biraz olsun sevmesi? Ben onun güzelliğine, kimsesizliğine, gözlerinin yeşil baharına, içime yağmurlar yağdıran nefesine tutuldum diyelim. Bu normal. Ama o? O beni, ben gibi birini nasıl sevebilir? Üstelik daha bunca küçük ve kırılganken bunları nasıl söyleyebilir? Ne aklım ne de mantığım bunu kabul etmiyor.

 

“ Kaç, ” diye fısıldıyor bir kere daha saçları parmaklarına dolarken. –“ Git gidebildiğin kadar uzağa. Ne izin kalsın buralarda ne külün. Sen buradan, bu karmaşadan uzakta her yerde çok mutlu olursun Berfu.”

 

–“ Gitmek istemiyorum, ” diyor kısık bir sesle.

 

Bakışlarını kaçırıyor ondan. O da gitmesini istemiyor çünkü. Kurtulmasını istiyor fakat gitmesi… O an, nefesi acıyla sekteye uğrarken buna, yani aralarındaki bu şeye izin veremeyeceğini bir kere daha fark ediyor. Berfu'yu uzak tutması gereken kötülükler ardı ardına sıralanıyor zihninde. Olmazlar kepenk indiriyor duygularına ve o bütün o acıyı küçük bir yutkunuşla sindirmeye çalışıyor. Berfu'yu koru diyor kendine. Önce kendinden. Sonra Özkan'dan. Sonra bütün dünyadan.

 

Tam bu sırada Berfu tekrar konuşmaya başlıyor uğruna gazeller okunacak güzel sesiyle.

 

–“ Ayvaz sence biz- ”

 

Cümlenin sonunu duymamak için elini dudaklarına bastırarak susturuyor onu. “ Şşş… ” diye ikaz ediyor.

 

–“ Biz diye bir şey yok. ”

 

Ardından gözlerinin koyu renk yerlerinden biriken acıyı görmesin diye ayağa kalkıp ardına alıyor onu. Yüreğiyse avuçlarının arasında kalıyor. Garibin yalnızlığı da sevmesi de garip oluyor. Büyüdükçe hiçbir şey değişmiyor aslında. Nasıl bir evde yaşadığı, ne kadar para kazandığı mühim değil. Hâlâ sokaklarda uyuyan, aç bir çocuğun yitik yüreğine sahipti. Hâlâ isli yüzünü kirli kazağının koluyla temizlemeye çalışacak kadar çaresiz bir çocuğun kaderine ortaktı. Böyle çocukların tek derdi yaşamak olur. Yaşamak davası dışında her dava, özellikle aşk, başlı başına bir lükstür. Garibin derdi de garip olur. Acısı da. Aşkı da.

 

Onun da her duygusu garip. Yüreğine yeni sızmış, henüz kabullenemediği aşkı da. Ayan beyan ortada duran acısı da.

 

 

 

Loading...
0%