Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.Bölüm: Kara Gözler

@yagmur__

 

 

1.Bölüm: Kara Gözler

“Her şey göründüğü gibi olsaydı eline aldığın deniz suyu mavi olurdu.”

-George Orwell

Gece Asil Aksoy’un ağzından;

Terlediğimi hissettiğimde havluyu alıp ensemdeki ve kollarımdaki ter damlalarını temizlemeye başladım. Sonunda havluyla işim bittiğinde havluyu koltuğun üstüne atıp spor salonunun çıkışına doğru yürümeye başladım tam kapıyı açacakken açılan kapıyla içeri giren iri bedene çarptım. Sendelesem de dengemi kurmayı sağlayıp kafamı kaldırıp çarptığım kişiye baktım. Göz göze geldiğimiz anda hemen konuşmaya başladı, bu hareketi karşısında göz devirmeden edemedim.

“Neredesin sen telefona da cevap vermiyorsun?” dedi sinirli sesiyle. Bazen çok konuşuyordu.

“Buradayım işte ne oldu? Yine ne haltlar yediniz?” dedim. Bu soruyu sormak artık alışkanlık haline gelmişti çünkü ne zaman bir araya gelseler hep bir bokluk çıkıyordu. Bu lafımdan sonra bana gözlerini kısarak baktı. “Aşk olsun ne halt yiyeceğim ben? Hep o Tarık pezevengi yüzünden oluyor her şey, sonra bütün kabak benim başıma patlıyor.” dedi kollarını göğsünde bağlayarak.

Kazık kadar olmasına rağmen hala çocuk gibi davranıyordu ve ben bu adama bebeklikten beri katlanıyordum. “Evet Çelik, ikiniz bir araya gelince bütün beyin fonksiyonlarınız duruyor nedense. Neden senin suçlu olduğunu söyleyeyim Tarık’ın zaten aklı beş karış havada bir de sen ona uyunca iyice zıvanadan çıkıyor. Üçüncünüz nerede sizin?” dedim bende sinirli sesimle.

Bu dediklerime karşı göz devirirken sorumu cevapladı. “Aman iyi be sana da bir şey demeye gelmiyor, suratsız. Şirkete normalde erkenden gidersin niye gitmedin diye sormak için gelmiştim ama görüyorum ki yine heyheylerin tepende. Poyraz Bey’de sevgilisine yağ çekiyordur zaten vıcık vıcık hallerini izlemekten az kaldı kusacağım. Nedir sizden çektiğim bu eziyet” dedi sitemli sesiyle. Söylediklerine ne kadar göz devirsem de gülmeden edemedim.

Poyraz ve İnci bazen gerçekten mide bulandırıcı olabiliyorlardı. Bebeğimler, aşkımlar cidden insanı kusma raddesine getiriyordu. “Neyse ne, spor yapıyordum onun için geç gideceğim şirkete. Hatta çıkıyorum zaten şimdi müsaadenle?” dedim ve ekledim “Sen nereye? Dövmeciye mi gideceksin?” dövmecisi vardı beyefendinin ve iyi de para kazanıyordu ünlü bir dövmeciydi kendileri. Saati saatine ajanda oluşturmuştu kendine tabi bu aralar pek ilgilendiği yoktu varsa yoksa kadınlar. Az arkasını toplamamıştım çapkınlıkları yüzünden.

Ama yiğidi öldür hakkını yeme demişler Allah var güzel dövme yapıyordu hatta birkaç dövmemi kendisine yaptırmıştım. Çelik’in sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. “Yok ya başım çatlıyor valla dün fazla kaçırmışım. Tarık’ta sabah sabah beynimi sikti telefonlarına cevap vermiyormuşsun beyefendinin. O şerefsiz yüzünden bu saatte kalktım.” dedi bir eliyle başını ovalayarak.

Çelik, koyu kumral saçlara, koyu kahve gözlere sahipti. Kemikli yüz yapısı ve keskin yüz hatları onu daha olgun, erkeksi gösteriyordu. Kaslı vücuduyla da tüm kızların dikkatini çekebilecek bir yakışıklılığı vardı ama insanda bir yerde yorulup durmalı değil mi? Ama yok Çelik Bey tam gaz çapkınlığa devam, yerinde duramıyordu. “Sabahtan akşama kadar barlarda sürteceğine uyusaydın o zaman. Neyse oyalama beni daha fazla, şirkete gideceğim malum senin gibi gecelere kadar parti yapmıyorum. Çekilmeyi düşünüyor musun acaba?” dedim alaylı sesimle.

Önümden çekilirken bana burnunu kıvırarak baktı spor salonundan çıkarken söylediklerini duydum ama cevap vermedim. “Sen kendine bak asıl sanki sen hiç çapkınlık yapmıyorsun. Dinime küfreden müslüman olsa bari.” onu umursamayıp merdivenlerden çıkmaya başladım.

Odama girdiğimde manzaraya bakmadan edemedim odamın en sevdiğim özelliği buydu bütün şehir ayaklarımın altındaydı resmen. Daha iyi görebilmek için cama doğru yaklaştım, odamın bir duvarı boydan boya camla kaplıydı ve yatak camın hemen karşısında olduğundan bana mükemmel bir manzara keyfi sağlıyordu. Baktığımda buradan insanlar sadece küçük siyah noktalardan ibaretti. Şehrin gürültüsünden uzakta olmak için bir rezidansın en üst katında oturuyordum ve ayrıca iki katlı olması da hoşuma gidiyordu. Evin içinde daha koyu tonları kullanmıştım evimde aynı hayatım gibiydi. Karanlık… soğuk.

Düşüncelerimden sıyrılarak giyinme odasına girip üstümü değiştirdim. Üzerime siyah saten bir mini elbise giymiştim, elbise kalçamın biraz altında bitiyordu. Çantama gerekli şeyleri koyduktan sonra siyah topuklularımı giyerek merdivenlerden inmeye başladım Çelik’in evde olup olmadığını bilmediğim için seslenmeye karar verdim.

“Ben çıkıyorum!” diye bağırdım ve bir süre bekledim ama ses gelmeyince evden çıktım. Ya gitmişti ya da uyumuştu ama yeterince geç kalmıştım zaten o yüzden bir an önce çıkmam gerekiyordu. Rezidansdan çıktığımda valeye arabamı getirmesini söyleyip beklemeye başladım. Valeden anahtarı aldıktan sonra siyah Porsche arabama binip şirkete doğru sürmeye başladım

…..

Sonunda şirkete geldiğimde arabadan indim. Anahtarı valeye verip şirket binasını içine girdim neredeyse bütün gözler bana dönmüştü ama umursamadım ve asansöre doğru yürümeye başladım. Şirketim bir moda şirketiydi ve yurtdışında da bunun gibi daha birçok yerim vardı yani tanınan bir kişiydim, işim gereği tam 7 dil biliyordum. Diğer şubelerim Almanya, Rusya, Amerika, İspanya, Fransa, İtalya, İngiltere ve Türkiye’de yer alıyordu. Bu ülkelerde şirketlerin konumu daha kalabalık ve sosyal alanda olduğu için daha fazla gelir olanağı sağlıyordu bana. Bu yüzden her ülkede bir tane şubem vardı. Şu an Türkiye’deki şubedeydim bundan önce birkaç yıl İtalya’daydım ama artık İkizim ve diğerlerinden ayrı kalmamak için iki ay önce Türkiye’ye dönmüştüm buradaki şubeyle ben yokken ikizim Kuzey ilgileniyordu.

Çizmek ruhumu dinlendiriyordu benim, gerçeklerden kaçmamı sağlıyordu, bu darmadağın hayatımdan. Ben de kendi ruhumu çizimle rahatlatıyordum işte. Çalışmak, yeni tasarımlar üretmek iyi geliyordu bana. Ve çizimlerimin insanlar tarafından beğenildiğini bilmek aşırı motive ediyordu beni, açıkçası hayatımdaki tek doğru kararım sevdiğim işi yapmaktı.

Kartı okutup asansöre bindiğimde 28. katın düğmesine bastım ve kapıların kapanmasını bekledim, çalışanların ve benim kullandığım asansör farklıydı bu asansöre binmek için özel kart kullanmak gerekiyordu ve şirkete girerken de güvenlikten geçirmemiz gereken kart bulunuyordu; bu kart çalışan herkeste olsa da özel kart sadece dört kişide bulunuyordu. Çelik, Kuzey, İnci -asistanım- ve bende bulunuyordu. Yani şirketin en üst beş katına çalışanlar erişim sağlayamıyordu. Zaten en üst iki katında evim vardı bazen işyerinde sabahladığım için gerekliydi. Asansörün geldiğine dair ses çıktığında açılan kapıyla asansörden çıktım ve odama doğru yürümeye başladım.

Odamın önüne geldiğimde İnci masasında oturuyordu. 21 yaşında sarı saçları ve mavi gözleriyle güzel bir kızdı İnci, yanımda staj yapıyordu elimde büyüdü diyebilirdim yıllardır birlikteydik. Torpilleri hiç sevmem ama özel projeler için kimseye güvenemediğimden onu almıştım işe ve işinin hakkını gerçekten veriyordu.

Beni görünce gülümsedi ve elindeki defteriyle ayağa kalkıp yanıma geldi bende adımlarımı durdurdum. “Günaydın abla” dedi yüzündeki gülümsemeyi eksiltmeden. Yalnızken resmiyeti sevmediğimi bildiği için böyle hitap ediyordu bana. Bende istemsizce gülümsedim ne kadar kan bağı olmasa da kardeşimdi o benim.

Bazen aile olmak için kan bağı yetmiyordu.

“Günaydın cimcime, bakıyorum da Poyraz Bey’den ayrılabilmişsiniz?” dedim alayla onunla uğraşmayı seviyordum. Bunu söyler söylemez gözlerini kaçırması ve yanaklarının kızarmış olması beni daha çok güldürürken iyice keyfim yerine gelmişti. “Abla ya yapmasana utanıyorum zaten.” dedi sitemle. Onu daha fazla utandırmamak için konuyu kapattım. “Tamam demedim bir şey, hadi gel benimle bugünkü programı anlat.” dedim odaya girerken.

Ben masanın başındaki koltuğa otururken o ayakta kalmayı tercih etti. “Bugün pek fazla bir şey yok. İki tane kurul toplantısı var, incelenmesi ve imzalanması gereken birkaç dosya birde özel kreasyondan iki parça eksik onları tamamlaman gerek, bu kadar.” dedi defterden okuyarak ve ekledi, “Dosyalar zaten masanın üzerinde” gerçekten de fazla bir şey yokmuş.

“Tamam işin yoksa sen çıkabilirsin.” dedim ve o çıktıktan sonra çalışmaya başladım. Sanırım uzun sürecekti.

5 saat sonra:

İşimi bitirip şirketten çıktığımda saat 17:30’du valeye arabamı getirmesini söylediğim sırada çalan telefonumu çantamdan çıkarıyordum. Arayan kişiyi gördüğümde gözlerimi devirmeden edemedim kim bilir yine ne isteyecekti. Ona daha sonra dönecektim birkaç saniye sonra kapandığında tekrar çalmaya başladı kapatacaktım ki arayanın Kuzey olduğunu görmemle aramayı cevaplayıp telefonu kulağıma yasladım.

“Ne oldu?” dedim direkt. Telefonun ucundan tripli sesini işittim. Hala çocuk gibiydi. “Aşk olsun ikizim seni aramam için illa bir şey mi olması gerekiyor? Senden hiç beklemezdim.” dedi.

Böyle konuştuğuna göre kesin bir şey isteyecekti ben malımı tanırdım çünkü. “Sadede gel yine ne isteyeceksin?” dedim ifadesiz sesimle. Oflayıp konuşmaya başladı “Tamam ya söylüyorum, hani sesin bugün doğum günün ya.” deyip sustu Acun Ilıcalı edasıyla. “Ee, kapatmamı istemiyorsan konuş.” derken aynı zamanda valeden arabanın anahtarını alıyordum.

“Tamam dur kapatma, bara gidip orada kutlayalım mı? Bak sen çok uzun zamandır İtalya’dasın diye işlerin başındaydım o yüzden hiç eğlenemedim sensizde tadı çıkmıyor ne olur gidelim lütfen lütfen lüt-“ deyip hızlı hızlı konuştu daha fazla konuşacaktı ki hemen sözünü kestim yoksa başımın etini yiyecekti. “Tamam tamam, yeter ki sus gelirim. Hangi bar?” dedim ve arabaya binip çalıştırdım. “Yes be, kimin ikizi ya, neyse neyse sen daha fazla sinirlenmeden söyleyeyim Artemis’e gel zaten duymuşsundur baya tanınan bir yer.” dedi sevinçle.

Enerjisi hiç bitmiyordu. “Biliyorum orayı tamam, yarım saate ordayım.” dedim ve telefonu kapattım susmazdı yoksa. Aslında doğum günlerimi kutlamayı sevmezdim ama bu seferlik Kuzey için eğlenecektim benimde eğlenmeye hakkım vardı bence.

Doğmaması gereken kişiydim ben, lanetliydim, kirliydim ve en önemlisi bu dünyaya sadece bir amaç için gelmiştim.

Benim doğum günlerim hep uğursuzlukla geçerdi oysa ki bu doğum günü en büyük uğurumu getirecekti.

…..

Yarım saatin sonunda bara geldiğimde arabanın anahtarını valeye verip içeri girdim. İlk başta müzik sesinden dolayı yüzümü buruştursam da sonrasında alışmıştım. Işık ne kadar gözümü alsa da kalabalığın arasından geçerek Kuzey’i aramaya başladım. Sonunda onu bulduğumda arkası bana dönük bir şekilde oturmuş barda içki içiyordu ve tabi ki barmaid kızla flörtleşiyordu. Etrafımdaki erkeklerin hepsi çapkın olmak zorunda mı gerçekten?

Kuzey'le birçok yönden benziyorduk. İkimizin de simsiyah saçlarımız, kapkara gözlerimiz beyaz tenimizle birlikte tezatlık oluşturuyordu. Ama en büyük benzerliğimiz ikimizin de çenesinin altındaki bendi.

Yanına gidip omzuna dokunduğumda bana döndü ve gözlerinin parladığına yemin edebilirdim. Hızla ayağa kalkıp bana sarıldı ve başımın üstünden öptü. “Çok özledim seni kardeşim.” dedi özlemle. Bende hemen kollarımı boynuna doladım geldiğim iki ayda da doğru düzgün görüşememiştik. Her ne kadar baş belası olsa da ben de onu özlemiştim. “Bende seni özledim kardeşim.” dedim aynı özlemi hissederken. Benden ayrıldığında gözlerinin dolduğunu fark ettim ama gözlerini kaçırıp gizlemeye çalıştı. “O zaman eğlence başlasın!” diye bağırdı coşkuyla. Bende gülerek başımı salladım ve birlikte piste gidip dans etmeye başladık.

Ama o an üzerimdeki bir çift kara gözün farkına varmamıştım. Fark ettiğimdeyse bir daha asla unutamayacaktım.

Yarım saatin ardından Kuzey'e seslenip oturacağımı söyledikten sonra localardan birine girip koltuğa kendimi bırakmıştım. Çok yorulmuştum ve artık ayaklarımda derman kalmamıştı. Ayakkabılar ayaklarımı acıttığından dolayı çıkarıp kenara koydum. En azından acısı biraz olsun geçmişti ama bir müddet yürüyebileceğimi sanmıyordum.

Telefonumun sesini duyduğumda çantamdan çıkarıp arayanın kim olduğuna baktım ablam arıyordu. Çok özlemiştim onu, doktordu kendisi ve tayinini Şırnak’a istemişti. Oradakilerin ne kadar yardıma ihtiyacı olduğunu bildiğim için ablamın gitmesini takdir etsem de yine de korkmuyor değildim başına bir şey gelecek diye. Ablam Kuzey'le benim aksimize kızıl saçları ve yeşil gözleriyle annemin aynısıydı. Ben ise babamın kopyasıydım.

Hayatımı cehenneme çeviren adamın kopyasıydım.

Düşüncelerimi uzaklaştırıp hemen aramayı yanıtladım ikimizde yoğun olduğumuz için pek konuşmaya fırsatımız olmuyordu.

Ablamla konuşmamız bittiğinde yüzümde bir tebessüm vardı. Onunla konuşmak bana gerçekten çok iyi geliyordu her şeyi, bütün dertlerimi unutturuyordu bana. Gün içerisinde ilk defa gerçekten ablamla konuşurken gülmüştüm.

Telefonumu geri çantama koyarken izleniyormuş hissiyle istemsizce kaşlarım çatıldı. Kafamı kaldırıp etrafıma bakmaya başladım. Sonunda gözlerim bir yerde takılı kaldığında sırtım ürperdi, tüylerim diken diken oldu. Kalbim olabildiğince hızlanmaya başladı.

Bu his neyin nesiydi?

Ve en önemlisi bu kara gözlerin sahibi neden bana böyle hissettiriyordu?

.....

 

Merhaba herkese sevgili okurlarım, bu benim ilk kitabım ilk defa yazmaya cesaret ettim ve yazmaya başladım. Desteklerinizi eksik etmeyin. Eleştirilere açığım ama bunu lütfen saygı çerçevesinde yapın. Ve oylarınızı esirgemeyin emeğimin karşılığını verirseniz çok sevinirim. Yorumlarınızı bekliyorum <3

Sizce kara gözlerin sahibi kim?

Loading...
0%