Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. BÖLÜM : TEHLİKE

@yagmurluhikayeler



2

 

Kapı tamamen açıldığında ağzımdaki sigaranın dumanı bir anda genzimi yakarken, karşımda öfkeyle bana bakan bir çift toprak gözle karşılaştım.

Öfkeli gözleri sanki tüm gece sağanak yağmura maruz bırakılmış, gün aymaya başladığına gökyüzünde beliren gökkuşağından bile tatmin olmamış ve elinde hiçbir koz kalmamış bir beden gibi bakıyordu. Sanki öfkesini dindirmek için sağa sola yumruklar savurup ellerini kan bulamış bu gözlerin tonu, yanıp kavrulduğu intikam ateşinin toprakla birleşimi gibiydi. Kapının dışında yüzünün sol kısmına çarpan ay ışığı, mükemmelliyetini tarif edilemez bir güzelliğe sürüklerken, gözlerimizin buluştuğu noktada birkaç şimşek çaktı.

"Ecem, ben çok mu içtim, yoksa karşımdaki herif gerçekten İngilizceci mi?" diye sordum fısıldayarak. Ecem gözlerini yuvalarından fırlayacak büyüklükte açmış, adama sanki hayatında ilk defa bir insan evladı görmüş gibi bakıyordu. Haklıydı. Onu beklemiyorduk. Ben birkaç fırça yiyeceğimiz yaşlı tonton bir teyze beklerken bir anda toprağın en öfkeli halini görmek alkolün de etkisiyle beni sersemletmişi.

"Galiba çok içtik, Sibel," diye onayladı beni. İkimizin de gözleri, toprağın en güzel tonundaki gözlere bakıyordu. Sanki baktığımız noktadan birbirimizi görüyor, oradan konuşuyorduk.

"Mahmure teyze görmeyeli çok değişmiş." dedi Ecem merakla. Ecem'in alkolün etkisiyle kurduğu cümlesinin altında bir anlam aramadan başımı onaylar anlamda sallamakla yetindim.

Gözlerindeki sinirli toprak tonları rengini yumuşak nemli bir tona ulaştırıp artık öfke yerine şaşkın gözleriyle kaşlarını çatarak bir bana bir Ecem'e bakan Toprak Hoca, ağzını aralayıp tam bir şey diyecekken, tüm kelimeleri içine çektiği hava ile yutmuş ve bize bakmayı sürdürmüştü.

Hocam,nasılsınız?" dedi Ecem korkuyla. "Sağlınız yerinde umarım."

"Bir kahvenizi içmeye geldim," dedi alaylı sesinden kızdığını belirten birkaç kırıntı dökülürken. Korkuyla, kurduğu bu cümlede alkolün de etkisiyle kendimce anlamlar aramaya başladım.

"Hocam gerçek mi diyorsunuz yoksa taşak mı geçtiniz?" diye sordum merakla. Dumanı yavaşça yere doğru üfledim.

Çatık kaşları öyle bir hızla havaya kalktı ki, karanlıkta olsak dahi kırışan alnındaki çizgileri seçebilmiştim.

"Ne dedin sen?" diye sordu. Bunu dişlerinin arasından söylemişti.

Kendimde değildim, alkollü olduğumu anlayamayacak kadar umursamaz olamazdı. Az önce bize çok öfkeli bir adamla seviyesizce konuşmuştum, üstelik karşısında sigara içiyordum ve bu adam bizim İngilizce öğretmenimizdi. Birkaç konuşma çabamın sonunda başarısız olacağımı fark eden Ecem atladı.

"Hocam çok alkol aldı, o yüzden ne dediğinin farkında değil, kusura bakmayın."

Ecem beni bir kez daha kurtarmıştı. Toprak Hoca konuyu dağıttı ve dediğim şeyi duymazdan geldi.

"Mehmet nerede?" diye sordu şaşkınlıkla, güzel ve ağır ses tonunun içinde birkaç merak kırıntısı da vardı.

"Birkaç gün yoklar, hocam." dedi utanarak. "İçtiğimizi söylemeyin lütfen."

"Benim sigara içtiğimi söyleyebilirsiniz." dedim gülerek ve dumanı yavaşça yana doğru üfledim sırıtarak.

"Şu sigarayı söndürmezsen üzerinde söndüreceğim, cücük." dedi gergin sesiyle. Filtresine kadar ulaşmış, ısrarla yanmaya çalışan sigarama son bir kez baktım ve onu hocanın biraz arkasına, kaldırımın sonuna doğru fırlattım.

"Cücük demesek olur mu?" dedim ve derin bir nefes aldım. "Hiç sempatik değil."

"Sen de sempatik değilsin." dedi gülerek. Ay ışığında yarısı parlayan keskin yüzüne bakıyordum.

"Kim var evde?" Toprak Hoca'nın bu meraklı ve sorgulayıcı halleri beni şaşırtıyor, hayatımda ilk defa bir adam tarafından bu kadar soruya maruz bırakılmanın garip hissi ile onun ay ışığında yarısı parlayan kemikli yüzüne bakıyordum. Önemseniyor muyduk? Bu garipti. Ayrıca sigarama kızmıştı. Bu daha da garipti. Benim babam sigarama hiç kızmazdı.

"Kimse yok."

"Bu yaşta içiyorsunuz, yetmez gibi bunu herkese duyurmak için camlarda canlı konser mi veriyorsunuz? Uykumdan uyandırdınız beni. Ya kapınıza gelen ben değil de başkası olsaydı?"

Ecem'e döndüğümde o da şaşırmış gibiydi, bu adam bize resmen hesap soruyordu. Toprak Hoca'nın üzerinde gözlerimi gezdirdiğimde karanlıktan anladığım kadarıyla siyah yün kazağı, altında da bol siyah bir eşofmanı vardı. Okuldaki adamdan eser yoktu. Çok farklı görünüyordu. Ay ışığında parlayan tek gözünün uykudan yeni uyandığını belli eden bir baygınlığı vardı. Hoş bir adamdı, bu hali gözüme ayrı bir hoş geldi. Üstelik bana hesap soran bir adama alışık olmadığım için ona ayrı bir sempati duymuştum. Beni sabaha kadar azarlasa, öğütler verse, iki elimi çenemde birleştirip onu hiç durmadan dinleyebilirdim.

"Özür dileriz, sessiz olacağız." dedikten sonra suratına kapattığım kapının arkasındaki şaşkın gözleri tahmin edebiliyor, bunun onu kızdıracağını bildiğim halde artık salona geçip kahve ile ayılmayı sonra da bir duş alıp yatmayı istiyordum. İçeri dolan soğuk hava tüm evi sarmalamış, zar zor ayakta duran bacaklarım iyice titremeye başlamıştı.

"Kızım manyak mısın? Niye adamın yüzüne kapatıyorsun kapıyı?" diye sordu Ecem gergin bir şekilde.

"Bence yeteri kadar konuştuk." dedikten sonra içeri doğru yeltenmiştim ki kapı bir daha çaldı. Kendimde değildim, ama o an gerçekten kapının tokmağı sabah alarmımdan daha rahatsız edici bir ses tonundaydı.

"Açma, açma. Aklım karışıyor." dedim yürürken yere düşerek. Onun büyük bedenini Ecem'in yanında gördüğümde hızla doğrulmaya çalıştım. "Lan açma! Aklımı karıştırıyor o benim." dedim hızla oturduğum yerden Ecem'e doğru bakarak. Ardından uyuşan yüzümde burnumu hissedemeyerek hızla burnumu tuttum. "Ecem? Burnum yok? Nasıl nefes alacağım şimdi!"

"Ne diyor bu? Ne içtiniz siz?" dedi Toprak şaşırarak.

"Hocam, birkaç bira sadece." dedi Ecem tedirginlikle.

"İki bira içip burnunu hissetmeyi mi unuttu?" dedi öfkeyle ve Ecem'in yanından geçip hızla yanıma eğildi. "Uyuşturucu mu içtiniz siz?" dedi hızla kolumdan tutup beni havaya doğru kaldırırken. Bir anda havaya savrulmuştum.

"Sibel, sen uyuşturucu mu içtin, kızım?" dedi kolumdan sarsarken.

"Ne uyuşturucusu?" diye tısladım dişlerimin arasından. Bir anda ayağa kalktığım için etraf anlık kararıp geri gelmişti. Kolumdan sıkıca tutmuştu; fakat canımı yakmadan önümden hızlıca yürüyordu, beni çekiştirmeye başladı. "Hayır ya! Bira içtim ben, bir dakika." dedim ve burnuma dokundum. Ardından birkaç kes kesik kesik nefes aldım. "Geldi yerine gibi, bekleyelim biraz daha."

Sertçe sürüklüyordu.

"Ne yapıyorsunuz pis sapık Hoca Bey?" diye tısladım dişlerimin arasından. Onunla kibarlığımı bozmadan tartışmaya çalışıyordum. Kol dirseğimin biraz üstünden sıkıca tutmuştu; fakat canımı yakmadan önümden hızlıca yürüyordu.

"Tuvalet nerede?" diye sordu. Koridorun tam ortasında durup, önüne gelen ilk kapıyı açtı. Salon olduğunu görünce koridorda ilerlemeye devam etti.

"Ne yapıyorsunuz siz sübyancı falan mısınız? Beni bırakın yoksa Allah çarpsın kaçırıyorlar diye bağırırım!" derken zaten bağırıyordum. Biraz ilerideki kapıyı açtığında tuvaletin içerisine bakıyordu. Işığı açtı, omzumun üstünden arkama baktığımda Ecem'i gördüm. Hâlâ kolumu bırakmamıştı. Bana dönüp bir kere bile bakmadı. Beni ve kendini tuvaletten içeri soktuğunda kapıyı sertçe Ecem'in suratına kapattı.

Yalnızdık.

Baş başaydık.

Kasılan karnımda yağmur damlaları şiddetleniyor, damlalar bedenimi uyuşturuyordu. Midem bulanıyordu. Eli hala dirseğimin üstündeydi. Tuvalete girdiğimizde bana bir kere bile bakmamış olması bir nebze olsun beni rahatlatmıştı. Toprağını görmek aklımı bulandırıyordu. Her an midemden özgürlüğe kavuşmayı bekleyen alkol yüzümü sarartmış, zar zor açtığım göz kapaklarım uykuya dalmak için benimle savaşıyorlardı.

"Gerçekten içmedik." dedim yavaşça. Omzunun üstünden gözlerime baktığında sanki toprağın buğulu güzelliği, toprağın buğulu kokusuyla karışmış gibiydi. Üşüyen bedenim ısınmaya, titreten ellerim kendini serbest bırakmaya başlamıştı. Kolumdaki eli, beni biraz daha sıkı kavradı. Bunu yaparken gözlerimin içine bakması, beni sürüklendiğim bir akarsudan uçuruma ve oradan sonsuzluğa yuvarlanacakken son anda bir elin beni kavrayıp, karaya çıkardığı hissini uyandırdı.

"Yemin ederim döverim seni. İçtiğini bir göreyim, duyayım. Elimde kalırsın." dedi ağır ses tonu üzerime çarparken.

"Ya ne uyuşturucusu?" dedim afallarken. Nefes alamıyordum. "Valla içmiyoruz."

Dirseğimi yavaşça bıraktığında tuvalette ölümün sessizliği vardı. İki eliyle omuzlarımdan tutup beni musluğa doğru çevirdi. Büyük bedeni arkama geçtiğinde toprak büyüsündeki gözlerinin boynumda dolandığını hissediyor, musluğun üzerindeki aynadan geniş, yapılı omuzlarını görüyordum. Yüzünü biraz sağa yatırdığında artık aynadan güzel yüzünü görüyor, nefesinin sıcaklığını saçlarımın arasında hissediyordum.

Gittikçe bulanan midem artık alkolü içinde tutamıyor, bu da karnımın kasılmasına neden oluyordu. İki elini yavaşça kaldırıp saçlarıma dokundurduğunda huylandım ve başımı sola doğru eğdim. Uzun saçlarımı avucunda topladığında tek eliyle tüm saçımı kavradı. Nefesinin sıcaklığı tenime daha yakından ulaşıyor, ve artık o da aynadan bana bakıyordu. Saçlarımı tek eliyle at kuyruğu şeklinde tuttuğu için, kalan diğer eli ile yavaşça musluğun vanasını açtı.

"Eğil," diye fısıldadı. Hâlâ aynadan koyu kahve gözlerime bakıyordu. Bir öğretmenle bu şekilde olmak çok yanlıştı. Hiçbir şey demeden hafifçe eğildim. Arka tarafımda hissettiğim bedeni beni ürkütmüştü. Buna son vermek istercesine doğrulmak istediğimde bedenini bana biraz daha bastırdı ve yüzümün kıpkırmızı olmasına neden oldu.

"Şşş, korkma kızım, yemem seni." dedi kadife yumuşaklığındaki sesiyle. Elini musluktan akan soğuk suya götürdü ve avucuna doldurduğu soğuk suyu bir anda yüzüme fırlattı.

Buz gibi su tüm yüzüme hücum ederken, hiç beklemeden ıslak elini açıkta kalan enseme götürdü ve yavaşta ensemde gezdirdi. Bu beni rahatlatmıştı. Ama hâlâ kusmamak için zorladığım boğazım tarif edilemez bir öfkeyle sanki artık kusmam gerektiğini söylüyordu.

"Çıkın lütfen, kusacağım." dedim zar zor konuşarak. Beni o hâlde görmesini istemiyordum, gerçi zaten o an dağılmış bir vaziyetteydim ama İngilizce derslerine kızarmadan girmek istiyordum. Onun beni her gördüğünde bu sahneleri hatırlamasını istemiyordum. Bulut'a anlatır mıydı? Belki birlikte bu konu hakkında konuşup, beni hiç tanımayan Bulut'un gözünde ayyaş ve kusan bir kız olarak kalırdım. Bu düşünce bedenimi mahvetmeye ve gözlerimin dolmasına yetmişti. Usulca sırtımı sıvazladı.

''Ben buradayım, Damla. Sen iyi olana kadar da burada kalacağım.'' dedi yavaşça. Ben hiç iyi olmayacaktım ki. Sorun vücudumdaki alkol değil, ruhumda kopan fırtınalardı. Kusamayacağıma emin olduğumda hızlıca doğruldum ki bu onun da doğrulmasını sağladı. Sırtım, sert göğsüne değerken hissettiğim tek şey göğsü değildi.

''Ben iyiyim.'' dedim yavaşça. Musluğu kapattığımda ona dayadığım için biraz geriye çekilmiş, bedenlerimizi ayırmıştı.

''Damla,'' dedi yutkunurken. Bunu kalın sesini biraz incelterek söylemişti, fakat ses tonunda anlayamadığım imalar hissetmiştim.

Ağzımı açmadan mırıldandım, artık konuşacak halim yoktu. Uyumak istiyordum.

''Yıkayayım mı seni?'' Bedeninin her yeri bedenime biraz daha sokulunca dakikalardır zar zor açtığım gözlerim fal taşı gibi açıldı ve bir anda arkamı döndüm.

''Yok ebenizin...'' Ağzıma tıktığı ve yarıda kestiği sözcükleri bir çırpıda yutup cam bir şişeye koydum ve yıllardır yağmur yağan ruhumun minik göletine saldım. Çok yakındık. Burnu burnuma değiyordu. Toprağın en güzel tonundaki gözlerini gözlerimden çekerek dudaklarıma indirdi. Ona başımı kaldırarak bakıyordum, fakat başını oynatmadan, sadece indirdiği gözleri ile beni inceliyordu.

''Ağzına hiç hakim olamıyorsun.'' dedi dudaklarıma bakarak. Sertçe yutkundum. Her kelimesinde dudaklarıma nefesi çarpıyor, temiz nefesini içime soluyordum. Şu an tüm bedenini hissetmem de vücudumun farklı yerlerinde farklı zamanlarda kasılmalar oluşturuyordu.

''Bir öğretmenin olarak seninle, nasıl kibar konuşulduğu hakkında mutlaka bir gün konuşmak isterim.'' Gözlerime inatla bakmıyordu. Dudaklarıma bakarak söylediği cümlesinde tekrardan farklı imalar aramam, sanırım şu an vücudumda hissettiğim Toprak Hoca'nın organlarının beni tetiklemelerinden dolayıydı. Bu beni utandırmıştı. Başını eğip bana biraz daha yaklaştığında, artık içimdeki göl kurumuş, gün yüzüne çıkmış balıkların cansız bedenleri yatıyordu. Gözlerini dudaklarımdan ayırmadan sertçe yutkunduğunda, adem elmasının belirginleşmesi ile gözlerimi boynuna indirdim. Tekrar gözlerine baktığımda o da bana bakıyordu.

''Sen.'' dedi.

''Ben?'' Şu an biri içeri girse gerçekten bizi yanlış anlayabilirdi, arkadan öpüşüyor gibi görünüyorduk.

Bir anda üzerimden çekildiğinde, öyle bir boşlukta hissettim ki, bu sefer gerçekten hızlıca akan akarsudan beni bir el tutamamıştı ve ben uçurumdan aşağı düşmüştüm sanki.

''Sen gerçekten tehlikelisin, Damla.'' derken gözlerindeki toprak kararmıştı. Sesi öfkeyle harmanlanmıştı.

"Nasıl?" dedim şaşkınlıkla.

"Yoksa sen bana mı asılıyorsun?" diyerek alaya aldı beni. Çok ağırdı sesi, insan gölgelerde uzanıyor gibi hissederdi.

"Ne?" dedim şaşkınlıkla. İstemsizce tekrar boynuna bakıp gözlerimi ona çıkarttım. Gözlerime hakim olamıyordum. "Hayır, hayır. Yanlış anladınız."

''Yat uyu, yarın konuşacağız seninle.'' dedikten sonra cevap bile vermemi beklemeden, arkasını dönüp hızlıca tuvaletten çıktı. Ayak seslerinin uzaklaştığını duyuyordum. Ecem hocaya bir şeyler soruyordu. Tek anladığım Toprak Hoca'nın Ecem'e kapıyı kilitlemesini söylediğiydi. Bir süre anlamsızca tuvalette dikildikten sonra, dış kapının sertçe kapanmasıyla irkilip, hızlı adımlarla salona geçtim. Ecem yanıma geldiğinde bana ne olduğunu, ne yaptığımızı soruyordu. Oysa ben hâlâ kasılan vücudumu toparlamaya, toprak tonu gözleri düşünmemeye çalışıyordum. Ecem cevap vermememden dolayı sinirlendi ve homurdanarak salondan çıkıp mutfağa geçti.

"Ne oldu?" dedi şaşırarak. "Babama söyler mi?"

"Ona asıldığımı düşündü." dedim koltuğa sırtımı dayayıp, ensemi koltuğa bastırıp tavana bakarak.

"Ne?" dedi hızla. "Neden?"

"Boynuna baktım." dedim gülerken. "Beni davet ediyor sandım, etmiyormuş."

"Allah kahretsin seni Sibel!" dedi kahkaha atarken. "Allah'ın delisi! Kızdı mı çok?"

"Yoo, gayet gülüyordu." diyerek gözlerimi kapattım.

"Sen ne yaptığının farkındasın, değil mi?" dedi gülerken. "Hoşuna gidiyor ama, bu adam şakaya gelmez."

"Ecem, sence ben tehlikeli miyim?"

"Öyle mi söyledi?" dedi Ecem gülerken. Ardından koltuğa uzandı.

"Evet," dedim gözlerim kapalı bir şekilde alt dudağımı ısırırken. "Öyle söyledi."

Merhaba, Toprak.

Seninle tanışmak çok güzeldi.

Çok fazla soru var kafamda, çözmem gereken.

Seni adım adım keşfedeceğim, Toprak. Yavaş yavaş, ilmek ilmek. Akacağım bir çiseleyen gibi sana. Kibar, naif ve kırılgan olacağım. Ya sen?

Sen de sevdin mi zayıf bir çiseleyenin toprağına dökülmesini? Biliyor musun? Ben hep bir damla olmak istemiştim. Gel, üzerine bırakayım yağmurumu.

Hadi gel, birlikte çamura bulanalım!

Ben aptal değildim, normallerin altında eziliyordum sadece.

Ve ben bu gece ilk kez bir adam tarafından ilgiye maruz kalmıştım.

Sanki üzerinde tonlarca yük varmış gibi yavaşça açtığım gözlerimi anlamsızca bir kaç saniye tavanda asılı bırakıp dünkü alkolün ağzıma bıraktığı iğrenç tat ile yüzümü buruşturdum. Başımı yana çevirdim. Ecem uyuyordu.

Birkaç saniye yattığım yerde öylece tavana baktım ve yavaşça yataktan doğrularak gözlerimi ovuşturdum. Ecem'in odasının ayrı tuvaletine gidip hızla yüzümü yıkadım. Tuvaletten çıkarken saç diplerimi kaşıyordum. Karnım acıkmıştı. Okula gitmemize daha vardı, bu nedenle ağır ağır mutfağa gidip buzdolabının kapağını açtım. Tost ekmeği ve sürülebilir çikolata çıkartıp yemeye başladım. Başım çatlıyordu. Öylece halıya bakarak ekmeğimi yiyordum. Kapı çalınca yavaşça mutfaktan çıkıp dış kapıya yöneldim. Elimdeki ekmeği bitirmek adına ağzıma kocaman attım ve şiş yanaklarımla kapıyı yavaşça açtım.

"Ecem Hanım?" dedi kuryeci. Başımla onayladım ve elimle ver anlamında işaret yaptım. Ağzım dolu olduğu için konuşamamıştım. Kargoları alıp kapıyı kapatacağım sırada gözüm karşı eve çarptı. Dış kapısı açılmıştı. Elimle ağzımı kapatıp lokmamı hızla yuttum ve kendimi geriye çekerek dış kapının hafif aralık kısmından gizlice ona baktım.

Toprak dudaklarındaki sigarayı parmaklarıyla kavrayıp havaya gri bir duman bıraktı. Kaşları çatık, yeni uyanan toprakları uykuluydu. Kazağı bedenini sarmıştı. Kolları belirgindi. Dış kapısını aralık bırakarak içeriye döndü. Yeni uyanmış hali çok güzeldi. Koşarak açık bıraktığı kapıdan dışarıya çıkan köpeği gördüm. Büyük, gri ve beyaz lekeleri olan bir köpekti. Suratı kocamandı. Boynunda zincir bir tasma vardı. Hızla bahçede dolanmaya başladı. Yerleri kokluyor, çimleri ısırıyordu. Köpek evinin bahçesinde gezinmeye devam ederken, yavaşça kapıyı kapatıp sırtımı kapıya dayadım ve derin bir nefes aldım.

Ecem'in kargolarını odasındaki koltuğa bırakıp tekrardan mutfağa yöneldim. Kahve makinesini çalıştırdım. Kahve olunca mutfağın balkonuna çıkıp kocaman bir nefes aldım. Başımı çevirip yavaşça bahçesine baktım. Dış kapısını kapalıydı. Köpek ortalarda yoktu. Koltuğa yayılıp telefonumu elime aldım. Bir süre sosyal medyada dolandıktan sonra balkondan kalktım. Kahve bardağımı makineye koydum ve Ecem'in odasına girdim.

"Kalk artık, dana!" diye bağırdım omzundan onu sallarken.

"Yürü git başımdan." diye homurdandı. Çalan alarmı hızla kapatıp başını yastığa geri koydu.

"Okula gideceğiz, kalk." dedim omzuna yavaşça vurarak.

"Ben gelmiyorum." dedi yorganı başına çekerken. "Hala sarhoşum."

"Of! Sıkılırım ama." dedim ve söylenerek dolabını açtım. "O zaman şu güzel elbiseni ben giyeyim mi?"

"Giy istediğini, yeter ki sus, uyuyayım." dedi ve birkaç saniye sonra horlamaya başladı. Ecem'in makyaj masasına geçip onun malzemeleri ile makyaj yapıp üzerime krem rengi balıkçı yaka elbiseyi giydim. Vücudumu sarıyordu. Dizlerimin hemen üzerindeydi. Saçlarımı maşa yapıp evden çıktım. Hava esiyordu. Taksiye binmek için sitenin ilerisindeki durağa yürümeye başladım. Çantamdan sigara çıkartıp yürürken ateşledim. Kısa süreli korna sesi ile kaşlarımı çatarak yola döndüm. Benimle aynı hızla ilerleyen, büyük siyah arabaya baktım. Yürümeyi durdurdum. Araba da durdu. Açık camdan başını hafif eğerek bana baktı.

"Gel, götüreyim." dedi düz bir şekilde. Sigaramı hızla yere attım ve yavaşça yolcu kapısını açıp yanına oturdum. Arabasına bindiğim gibi parfümü ciğerlerime doldu.

"Günaydın." dedim ellerimi bacaklarımın üzerine koyup parmaklarımı kaşırken. Başımı bacaklarıma indirdim. Arabayı sürmüyordu. Başımı kaldırıp ona döndüğümde bana bakıyordu. Başımı hızla önüme eğdim tekrardan. Birkaç saniye sonra yavaşça bedenine kaydı gözlerim. Beyaz gömleği vardı. Dirseklerine kadar kıvırmıştı. Kolları belirgindi. Kolunda saati vardı. Gözlerim hafif aşağı indi ve bacaklarına baktım yavaşça. Kumaş pantolonunu inceledim. Derin bir nefes aldım. Bedenindeki alevler sanki vücuduma hücum etmişti.

"Tek misin bugün?" dedi düz bir şekilde. Ardından büyük eli ile direksiyonu sertçe kavrayıp yola çıkarttı. Yavaşça ehliyet kemerimi takıp yüzüme düşen saçlarımı geriye doğru ittim.

"Evet, Ecem uyuyor." dedim camdan dışarıya bakarak. Kalbim zıplıyor, çığlık atıyordu. "Dün için özür dilerim."

"Dün, dünde kalmamış mıydı?" dedi soğuklukla.

"Kusura bakmayın, tekrardan." dedim derin bir iç çekerek. "Arabanız güzelmiş."

"Beğendin mi?" dedi birkaç saniyeliğine başını bana çevirerek.

"Evet, beğendim." dedim ve sertçe yutkundum. "Size bir şey sorabilir miyim?"

"Sor bakalım." dedi yola bakarken. Yan profilini izledim. Güzeldi, çok güzeldi. Çok keskindi hatları. Çok dikkat çekiciydi. Çok çekiciydi. Çoktu.

Çok fazlaydı.

Fazla iyiydi.

Oturduğum yerde kıpırdandım ve derin bir nefes aldım.

"İzmir'e yeni geldiniz, değil mi?" dedim merakla. Başını onaylar anlamda salladı. Gözleri yoldaydı. "Peki nasıl okuldaki çoğu öğrenciyle bir günde bu kadar yakın oldunuz?"

"Neden olmayayım?" dedi kaşlarını çatarak.

"Yani, oğlanlara falan, bayağı yakınsınız." dedim gerilerek.

Dudakları yukarı kıvrıldı. Güldüğünde dudaklarının iki yanında beliren çizgilere baktım.

Hey, sen.

Gülümseme.

"Hangi oğlanlarla?" dedi gülümserken. Gülünce gözlerinin kenarında çizgiler belirmişti.

"Şu, serserilerle." dedim ve sertçe yutkundum. "Yani, onlarla nasıl yakın oldunuz?"

"Bilmem, senle de yakın olduk." dedi eski düzlüğüne, soğukluğuna dönerek. Bir an topraklarını yüzüme çevirdi.

"Şey evet, haklısınız." dedim kocaman bir nefes alıp önüme dönerken. Gözlerimi topraklarından hızla kaçırdım.

"Evli misiniz?" diye sordum heyecanla. Başımı ona çevirerek yan profili tekrardan inceledim.

Hey, seni keşfetmek çok güzel.

Her hattını ezberlemek kocaman bir macera.

"Boşandım." dedi yola bakarak. Başımı onaylar anlamda salladım ve tekrardan başımı bacaklarıma indirdim.

"Neden?" dedim ve hızla ona baktım tekrardan. Düzdü, düzlüğü başımı döndürüyordu. Dengemi alt üst ediyordu.

"Anlaşamadık." dedi soğuk ve tok sesi ile. Sesindeki ağırlık bedenimi örtebilirdi.

"Anladım," dedim tekrardan ve camdan dışarıya çektim bakışlarımı. "Mehmet amcaya dün yaşananları söyleyecek misiniz?"

"Söylemeyeceğim." dediğinde ona döndüm. Ona bakmayı kesemiyordum. Onu keşfetmek, avcumun içi ile toprağını kazıp içine kendimi gömmek istiyordum.

"Teşekkürler." dedim ona bakarken. Işıkta arabayı durdurup geriye doğru yaslandı ve başını bana çevirdi. Topraklarını deli gibi aşındırmak istedim. Gözlerimizi kocaman öpüştürmek istedim. Bana birkaç saniye bakıp gözlerini ağır bir şekilde açıp kapattı.

"Yapmayın bir daha öyle." dedi ışık yeşil olunca gözlerini bedenimden çekerek. "Çok küçüksünüz daha, içmeyin bu kadar."

Derin bir nefes alıp sırtımı iyice geriye bastırdım ve parmağımı kaldırıp ucunu kemirmeye başladım. Gözlerimi camdan dışarıya çektim ve okulun büyük binasına doğru bakındım. Arabayı otoparka park etti ve el frenini çekti.

"Teşekkür ederim," dedim ve hızla çantamı elime aldım. Cevap vermesini beklemeden hızla arabadan çıkıp kapıyı sertçe kapattım. Kokusu bir anda burnumdan çekildiği için anlık başım döndü. Gözlerimi birkaç saniye otoparkta tuttum. Kendi kapısını açtığını duyduğumda hızla otoparktan çıktım ve yan taraftaki boşluğa koştum. Enes ve arkadaşları sigara içiyordu.

"Selamlar," dedim ve hızla çantamdan sigara paketini çıkarttım. Sigarayı dudaklarıma götürüp ateşledim ve büyük taşlardan birinin üzerine oturup bacaklarımı sarkıttım.

"Günaydın, baldız. Ecem gelmiyor mu?" dedi şaşkınlıkla.

"Yok, uyuyacakmış." dedim ve dumanı yavaşça karşıya doğru üfledim. "Dün biraz içtik de."

"Sibel," dedi Enes'in yanındaki oğlan. İsmini bilmiyordum, ancak çoğu zaman Enes'in yanında olurdu. İsmimi bilmesi beni bir an şaşırttı. "Muratlar seni sorup duruyor."

"Ne diye?" dedim gözlerimi kocaman açarak.

"Seni sorduruyorlar, Mertle uğraşıyormuşsun."

"Ya, bunlar ne saçmalıyorlar?" diye çıkıştım telaşla kayadan aşağı bacaklarımı indirip ayaklanırken. "Ne uğraşması? Mert'i tanımam etmem, beni ilgilendirmez." dedim öfkeyle.

"Adın çıkmış artık." dedi gülerek. "Geçmiş olsun."

"Sikerim ben bu Murat'ı!" diye bağırdım ve sigaramdan hızla bir duman aldım. "Görür o gününü."

"Bence daha fazla bir şey yapma." dedi Enes hızla. "Olan sonra sana olur."

"Yok," dedim sigaramı hızla toprağa atıp ayağımla ezerek. "Ben gösteririm ona arkamdan konuşmayı." Sonrasında hızla yanlarından ayrılıp okula girdim. Öfkeyle kafeye geçip kendime kahve sipariş ettim. Bacağımı yere doğru sinirle ritmik bir şekilde titretirken, kafenin köşe masasındaki kalabalık erkek grubunu gördüm. Onlara bakarken, bir an Mert ile göz göze geldiğimizde hızla baristaya döndüm ve nefesimi tuttum. Barista kahveyi uzattığında yavaşça alıp çıkışa yöneldim.

Gözlerim tekrardan kalabalık grubun içindeki Mert'e kaydı. Korkuyordum. Elini silah işareti yaparak bana doğru uzattı ve bir anda bana ateş ediyor gibi parmaklarını yukarı kaldırıp güldü. Gülüşü korkunçtu. Gözleri alevliydi. Hızla kafeden çıkıp koşarak asansör tuşuna bastım. Ağlayacak gibi olmuştum. Asansörün gelmesi ile hızla içeri geçip asansör tuşuna bastım. Aynada akan göz yaşımı telaşla sildim ve kendimi toparlayarak sınıfın katında asansörden çıkıp hızla sınıfa geçtim. Yerime oturup eşyalarımı bıraktım ve sınıftan çıkarak Bulut'un sınıfına geçtim. Bulut'u bulup yanına hızla gittim.

"Günaydın, senden bir şey istemem lazım." dedim telaşla. Başını telefonundan kaldırıp bana baktı ve kaşlarını çattı.

"Günaydın, ne oldu?" dedi geriye doğru yaslanarak.

"Sanırım Mert beni sevmiyor." dedim ellerim titrerken. "Bu konu ile ilgili kimle konuşabilirim?"

"Neden sevmiyor?" dedi sıradan kalkıp masasına otururken. "Ne oldu?"

"Amcanla konuşuyorlardı, ben de ne iş karıştırdıklarını merak edip Murat'a sordum. Murat da bunu Mert'e yetiştirmiş işte."

"Ben sana ne dedim?" dedi bıkkınlıkla. "Konuşma Murat ile demedim mi?"

"Ya, merak ettim!" dedim telaşla. "Ne yapacağım?"

"Teneffüste yanıma gel, bir şeyler düşüneceğim."

"Tamam." dedim korkuyla. Hocaları derse girdiğinde başımla adama selam verip hızla sınıftan çıktım. Koşarak kapısı kapalı kendi sınıf kapımı açtım ve içeriye acele bir şekilde girdim. Toprak gözleri oturduğu öğretmen sandalyesinden bana kaydı. Kocaman gülümsedi sonrasında. Dudaklarının yanlarındaki çizgiler tekrardan belirmişti. Gözlerini görmek öfkemi, korkumu çekip aldı. İçime bir anda yeşiller serildi. Huzurlu bir papatya tarlasında koşuşturmaya başladım. Ayaklarım çıplaktı. Saçlarım uçuşurken, kendimi bir anda papatyaların içine bırakıp sırtımı toprakla birleştirdim. Ellerimi iki yana açıp gökyüzünü izledim. Beyaz elbisem toprakla kirleniyordu. Kocaman gülüyordum. Mutlu hissediyordum. Gökyüzünde tek bir bulut hadi yoktu. Papatyalar çok güzel kokuyordu. Gülerek başını masasına indirdi.

"Özür dilerim, gelebilir miyim?" diye sordum yavaşça.

"Gel." dedi gülerken. Yoklama kağıdına bakıp sınıfı saymaya başladı. Hızla yerime geçip kahvemi avuçladım ve kocaman bir yudum aldım.

"Sibel arkadaşınız da teşrif ettiğine göre dersimize başlayabiliriz." dedi ayaklanırken. Gözleri benimle buluştu. "Gel, bakalım. Kağıtları sınıfa dağıt."

Hızla yerimden kalkıp boş kağıtları masasından aldım ve sıralara tek tek bırakmaya başladım. Ayaklandı ve sıraların arasında dolanmaya başladı.

"Sizleri daha yakından tanımak istiyorum. Sevdiğiniz şarkılar, aileniz veya yapmaktan hoşlandığınız şeyler. Hiç fark etmez, bana kendinizi anlatın."

"Hocam, İngilizce mi yazacağız?" dedi sınıftan biri merakla.

"İstediğiniz gibi yazın gençler. Yazmayı bitiren masama bırakıp test çözebilir. Sorusu olan seslensin." dedi dolanarak. Kollarını göğsünün altında birleştirdiğine kocaman olup kollarını sıkan gömleğe baktım. Kocaman bir nefes aldım büyük kollarına bakarken. Gözlerimiz birleşince hızla kendi sırama da bir kağıt koyup artan kağıtları masasına bıraktım ve yerime oturdum. Derin bir nefes aldım. Birkaç cümle yazıp kahvemi elime aldım ve telefonumu açıp Bulut'a mesaj attım.

Sibel : pişt

Bulut : yes

Sibel : napıcaz bisi düsündün mü

Bulut : muratla konusalım önce bi

Bulut : sen zil çalınca banka gel sigara içtiğimiz

Bulut : ben çağırıcam muratı

Sibel : ok

"Bu ne?" dedi Toprak kaşlarını çatarak ve Ecem'in sırasına oturup kağıdımı eliyle kavrayıp önüne çekti. Ecem'in sırasında kocaman duruyordu. Çok güzeldi. Kokusu bir anda burnuma dolarken, acele ile telefonumu kapatıp sıramın üzerine ters koydum. "Ben Sibel, sonbaharı severim. Annemle babama bayılırım, tek çocuğum, zirvede yalnızım." dedi kaşlarını çatarak. Sonrasında bana döndü, "Ne şimdi bu?"

"Kendimi tanıttım." dedim boğazımı temizleyerek. "Olmamış mı?"

"Olmamış." dedi ve kağıdı tekrardan önüme koyup ayaklandı. "Düzgün yaz." Sıralar arası dolaşmaya devam ettiği sırada kalemi elime aldım ve arkasınu döndüğünde kalemi bırakıp hızla telefonumu tekrardan elime aldım.

Sibel: cagırdın mı gelcekmi

Bulut : evet gelcek

Toprak telefonumu hızla elimden çekince bir anda oturduğum yerde sıçradım. Telefonum elinde küçücük kalmıştı. Ekrana bakıp birkaç saniye Bulut ile konuşmamı okudu ve ekranı kapatarak masasına yöneldi. Derin bir nefes alıp sertçe yutkundum. Masasına geçip telefonumu masaya koydu ve geriye doğru gerinip sınıfa baktı. Zamanın geri kalanında test kitabımı açıp soruları çözmeye çalıştım. Zilin çalmasına yakın artık sıkılmaya başlamıştım.

"Sibel, bana getirmeyenlerin kağıtlarını topla." dedi kendi telefonuna bakarken. Yavaşça yerimden kalktım ve herkesin kağıdını toplayıp masasına bıraktım.

"Ben alabilir miyim telefonumu?" dedim yavaşça. Toprakları bana baksın istiyordum deli gibi. Bedenim gözlerinin kahvesinde boğulmak istiyordu.

"Alamazsın, okul çıkışı veririm." dedi bakmadan. Bedenim üşüyordu, ısınmak istiyordu. Cevap vermeden zilin çalması ile sınıftan hızla çıktım ve Bulut'un sınıfının önüne gittim. Bulutların sınıfından hocanın çıkmasını bekledim. Hoca kapıyı açtığında hızla içeriye girdim ve Bulut'a gel anlamında işaret yaptım. Bulut gergin bir şekilde sınıftan çıkarken hızla koluna girdim ve arka bahçeye doğru ilerledik.

"Sakın çocuğa atar gider yapma." dedi telaşla.

"Ay, Bulut! Çok gerildim."

"Beni de alet ediyorsun, Sibel ya." dedi gülerken. "Ağzına sıçayım." Koluna doğru sıkıca başımı sürttüm ve ona iyice sokuldum.

"İyi ki varsın!" dedim gülümseyerek. Arkayı dolanıp kapalı bahçeye girdiğimizde Murat banka yayılmış sigara içiyordu.

"Selam," dedim yavaşça ve yanına oturdum. "Konuşabilir miyiz?"

"Seni dinliyorum." dedi sigarasını üflerken.

"Mert'e onu sorduğumu sen mi söyledin?" dedim yavaşça. Sesimi oldukça kibar çıkartmaya çalıştım. Onu korkutmaya çalıştığımı ya da tehdit ettiğimi düşünmesini istemiyordum.

"Hayır, yanımdaki eleman söylemiş." dedi düz bir şekilde.

"Anladım." dediğim sırada Bulut ile Murat yavaşça ellerini sıkıp selamlaştılar. Bulut başımızda dikilip sigara yaktı ve diğer elini bol eşofman altının cebine soktu. "Ne yapacak Mert bana?" dedim telaşla.

"Bilmiyorum, bir şey yapmaz bence." dedi boğazını temizleyerek. "Korkma, ben konuşmayı denerim onunla."

"Çok sevinirim!" diye kıkırdadım heyecanla ve elindeki sigarayı alıp dudaklarıma götürdüm. Murat şaşkınlıkla gülümsedi ve kendine yeni bir sigara yaktı.

"Sen ne yapıyorsun?" diye sordu Bulut'a başını kaldırarak.

"Sibel Hanım'ın başındaki belalarla uğraşıyoruz." dedi Bulut gülerek.

"Akşam bir yerlere çıkalım olmadı, Mert'i çağırayım." dedi Murat. "Gelirse orada aranızı yumuşatırsınız."

"Ben zorba tayfanın benimle uğraşıp benden nefret edeceklerini hiç düşünmezdim." dedim gülerek. "Şimdi bir de onunla arkadaş olmayı düşünmek bile çok komik."

"Başka seçeneğin yok." dedi ayaklanırken. "Geçen dönemki kızın başına gelenleri unuttu herkes."

"Sorma." dedim alt dudağımı büzerek. "Çok ama çok üzgünüm. "Dosyaya bakan polisi bile satın almışlar."

"Neyse, akşam çıkarız. Bulut sen Sibel'in numarasını yolla bana." dedi ve sigarasını uzağa doğru fırlattı. Sonrasında bana döndü. "Akşam seni ararım, mekanın yerini söylerim."

"Teşekkürler." dedim heyecanla. Başıyla selam verip bahçeden çıktı. Derin bir nefes aldım ve yarım sigaradan kocaman bir duman daha içtim. "Oh, galiba halledeceğiz." dedim neşeyle. Ardından durup Bulut'a yalvaran gözlerle baktım. "Sen de geleceksin akşam, değil mi?"

"Seni yalnız bırakmam." dedi gergin bir şekilde. "Keserler atarlar falan."

"Sus," diyerek sigaramdan son bir kez içtim ve yere atıp ezdim. "Gel, gidelim artık."

Bulut ile ana binaya dönüp asansöre bindik. Sınıflara geçerken ona el salladım. Bulut tedirgindi. Sıradaki dersimizin hocası ile kapının önünde karşılaştığımızda kadına bakarak kocaman gülümsedim.

"Merhaba, hocam. Hemen lavaboya gidip gelmem gerek."

"Tamam, canım." dedi ve içeri girdi. Hızla koridorun sonuna doğru ilerledim. Herkes derste olduğu için boş koridorların duvarlarına asılı ünlül resimleri gözlerim takıldı. Onları bir süre inceledikten sonra tuvalete gidip enseme su tuttum. Aynada kendime bakıp kocaman bir nefes aldım. Yerimde duramıyordum. Gergindim, korkuyordum. Tuvalet camına doğru yaklaşıp ucuna oturdum ve sigara yaktım. Basket sahasına doğru gözlerim kaydı. Mert sahanın kenarında oturuyor, sahadaki erkek arkadaşlarının maçını izliyordu. Gözüm biraz yana kaydı. Toprak okuldan çıkmak için çıkışa doğru ilerliyordu. Mert onu görünce ayaklanıp iki elini basket sahasının tellerine koydu ve ona doğru seslendi. Toprak durup birkaç saniye etrafına baktı ve ona doğru yaklaşıp gülerek birkaç şey söyledi. Mert gülümsüyordu. Kaşlarımı çatarak onları izledim. Mert konuşmaları bitince sahadan çıkıp okulun girişine ilerledi. Toprak ise okuldan çıkmıştı. Bir anda sigaramı alıp tuvaletlerin oraya gittim ve tuvalete atıp sifonu çektim. Telefonum onda kalmıştı. Hızla tuvaletten çıkıp koridorda merdivenlere doğru koştum ve basamakları telaşla inmeye başladım. Koridorda çıkışa doğru hızla ilerlerken, tam arkamdan bedenime çarpan sert omuz ile tökezledim ve birkaç saniye öne doğru yalpaladım. Düşmemek için çırpınmıştım. Omzum acıyla zonklarken, şaşkınlıkla doğrulup başımı yana çevirdim. Mert yanımdan geçerken sırıtıyordu. Ona korku ve dehşet ile baktım. Afallamıştım. Şaşkındım.

"Pardon, seni görmedim." dedi gülerek ve başını önüne çevirip hızla karşı binaya doğru ilerledi. Elimle omzumu tuttum ve yavaşça geri dönüp asansöre bindim.

"Sakın." dedim aynada kendime bakarak omzumu ovuştururken. "Sakın ağlama."

Derin bir nefes aldım ve sınıfa geçerek yerime yavaşça oturdum. Omzumun acısı geçerken, telefonum olmadığı için hiçbir şey yapamıyordum. Yerimde duramıyordum. Hoca soru çözmemiz için izin vermişti, bu nedenle sınıf gürültülüydü. Başım ağrımaya başladı. Elimle başımı ovmaya başladım. Ders bitene kadar Mert'in bana bakarak gülmesini düşündüm. Çok korkunçtu. Gaddar gibiydi. Benimle alay etmişti. Canımı yakmıştı.

Hey, Toprak.

Neredesin?

Okulun son dersi bitene kadar sınıftan çıkmadım. Mert ile karşılaşmaktan, bana zarar vermesinden korkuyordum. Son dersin bitme zili ile çantamı topladım ve yavaşça sınıftan çıktım. Bulut'u görünce yavaşça gülümsedim.

"Naber?" dedim gözlerim ağır ağır bakarken. Mutsuzdum, korkuyordum.

"Ne oldu?" dedi şaşkınlıkla. "Görmedim seni bankta hiç."

"Sınıftaydım." dedim ve derin bir nefes alıp Bulut'un koluna girerek merdivenlerden inmeye başladım. "Akşam buluşmayalım. Ben istemiyorum."

"Koruyor musun?" dedi Bulut telaşla.

"Hem de çok." dedim gülümserken. "Hiç bulaşmayalım."

"Ben Murat'a haber veririm o zaman." dediğine onunla birlikte öğrencilerin otoparkına doğru ilerliyorduk. "Gel, bırakayım seni eve."

"Yok, Bahadır gelmiştir." dedim ve ona sıkıca sarıldım. "Her şey için teşekkür ederim, iyi ki varsın."

"Sen de." dedi gülümseyerek. "Yarın görüşürüz."

"Görüşürüz." dedim ve yanından ayrıldım. Okulun çıkışına doğru ilerlediğim sırada Mert'i gördüm tekrardan. Arkadaş grubuna doğru dönük, onlara kızarak bir şeyler anlatıyordu. Bir çırpıda arkamı döndüm ve okula doğru ilerledim. Kalbim duracak gibi olmuştu. Telaşla okulun içine girdim. Ne yapacağımı bilmiyordum. Ellerim titrerken asansör tuşuna bastım. Nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilmiyordum. Asansör geldiğinde hızla içine geçtim. Hemen arkamdan Toprak'ın girmesi ile gözlerim kocaman açıldı ve ona doğru döndüm.

"Siz gitmemiş miydiniz? Sizi okuldan çıkarken gördüm." dedim heyecanla.

"Öğle arası işim vardı, halledip döndüm." dedi ve asansörde öğretmenler odasının katına bastı. "Tüm gün okuldaydım ben."

"Telefonumu verir misiniz?" dedim merakla. Kalbim hızlanmıştı. Güzelliği ile insan alaşağı olurdu. Gözlerimiz birleştiğinde içim karıncalanıyordu.

"Veririm." dedi ve elini kumaş pantolonunun cebine attı. Telefonumu bana kibarca uzattı. Hızla telefonumu elime aldım ve ekranımı açtım.

"Ben odada bir şey unuttum, peki sen niye çıkıyorsun?" dedi kaşlarını çatarak. Ekranımı kapatıp başımı yukarıya doğru kaldırdım. Gözlerimiz birleşti tekrardan. Çöllerim yeşerdi, yapraklarım döküldü. Buzullarım eridi, çiseleyenlerim söndü.

"Şey, ben de size bakacaktım işte. Telefonum için." dedim heyecanla. Başını onaylar anlamda salladı ve kapı açılınca çıktı. "Hoşça kalın, o zaman?" dedim ve asansörden çıkmadan zemin kat tuşuna bastım.

"Görüşürüz, cücük." dedi ve öğretmenler odasına ilerledi. Bana bakmamıştı. Asansör kapanınca ekranıma gelen bildirimleri ve mesajları tek tek inceledim. Telefonuma bakarak okuldan çıktım ve arabaya doğru ilerleyip hızla içeri geçtim. Etrafa bakmamıştım.

"Oh!" dedim derin bir nefes alarak. "Bahadır, yaşamak çok güzel."

"Ne oldu?" dedi şaşkınlıkla. "Bir sorun mu var?"

"Yok ya," dedim gülerek. "Sadece hayat güzel."

Bahadır şaşkınlıkla arabayı yola çıkarttığında hızla telefonumdan Ecem ve Bulut ile ortak bir mesajlaşma grubu kurdum.

Mert'in Kelebek Bıçağı, adlı grubu kurdunuz

Sibel : selam marşmelovum ve bulut

Bulut : bana da bi lakap bul çok gariban kaldım

Sibel : tamam düşünelim sana

Sibel : mert bugün bana omuz attı ileri doğru uçtum amk

Ecem : nE

Ecem : bişi dedi mi

Sibel : güldü pardon görmemişim dedi

Sibel : deccal amk

Bulut : hey allahım ya

Bulut : ne yapcaz kurulmuş sana

Ecem : polise şikayet edelim

Sibel : yok knk insan haklarına dilekçe yazalım aq

Ecem : ay ne biliyim korktum ya

Sibel : bi daha beni yalnız bırakma okulda ölüyodum kesceklerdi bedenimi

Bulut : aşk olsun kardeşim ben vardım yanında

Sibel : cidden bulut olmasa napardım acaba bulut seviliyosun

Bulut : eyw

Ecem : akşam napcanız

Bulut : kesinse kararın murata yazıcam

Sibel : he bi de o var mertle denk gelip konusmayı düsündüm ama omzuma yediğim darbe sonrası korkup vazgeçtim

Ecem : nereye kadar ?? okulda sürekli kovalamaca mı oynicaksınız konuşun çözün bence çünkü işler çığırından çıkıcak gibi hissediyorum

Ecem : mert tayfanın birine taktığında neler olduğunu biliyoruz

Ecem : hemen konuş ve çözün şakaya getirmeyin bu işi

Sibel : tamam sen söyle bulut o zaman murata akşam merti alıp gelsin çıkalım bi yere oturup içelim olmadı amk napiyim

Bulut : OK

Ecem : bende gelim mi enesle

Sibel : anlamadım kar tanesi ?

Ecem : biz barıştık :D

Ecem : baktım biraz önce çiçek yollamış eve çocuk çok pişmannnn

Sibel : allah belanızı versin sizin amk

Bulut : DKJSALKFJSDLFJDSLKFSAFDSS

Ecem : neyse enesle biz de gelelim

Bulut : gelin kalabalık daha az gergin olur

Ecem : enesi de alsana gruba marşmelovum

Sibel : ok

Enes adlı kişiyi gruba eklediniz

Enes : vay selam burası da ne

Enes : bu grup adı ne amk DJAJSDŞJFSDKFASŞSF

Ecem : aşkımmm selammmm

Enes : sevgilimmm ömrüm

Sibel : kesin amk ucubeleri

Enes : KFSDJFŞKASJDFKŞJSFŞKS

Ecem : aşkımmm akşam bu tayfa içmeye gidelim mi ve murat ve mert ve mertin tayfası

Enes : olum siz mal mısınız aq mertlerle niye icmeye gidiyonuz

Enes : hayır saçmalamayın

Sibel : hayatımı kurtarıcaz amk zorbalanıyorum ben

Enes : nası yani rahatsız mı ediyo

Sibel : evet amk konuşcaz gidip işte

Enes : tamam gidelim bişi dicem arkadaşlar

Enes : bu yeni gelen hoca varmış kim o

Sibel : ???????????

Bulut : noldu

Enes : adı dönüyo grupta

Bulut : hangi grupta

Enes : bizim arkadaş grubunda

Sibel : ne diye dönüyo

Enes : ne bileyim anlamadım ben de ne ayaklar

Bulut : değişik ben sorar öğrenirim.

Enes : birader sen niye sorup öğreniyon

Bulut : amcam o benim aq

Sibel : KFHADLFKJADSLKFJSŞFLKJSAF

Ecem : oğlum o senin yengen yengen

Enes : hee tamam kardeşim

Bulut : KDJSKFSDFKALSFSDFFSA

Ecem : marşmelovum annen babana ve sana trip atıp ananene gitmiş bikaç günlüğüne

Sibel : nE

Sibel : annem söylemedi bi şey bana

Ecem : bana da annem söyledi anneme anlatmış

Bulut : annelerinizin kankalığı <3

Sibel : annemin beni insan yerine koyuşu <3

Eve vardığımda Bahadır'a teşekkür edip hızla odama geçtim ve üzerimi soyup duş aldım. Evde kimse yoktu. Duştan çıkıp bornozumla yatağa uzandım ve annemi aradım.

"Sen beni düşünür müydün?" dedi annem gülerek. Gözlerimi devirdim ve yatakta kıpırdandım.

"Anne çocuk musun ya? Bir gece arkadaşımda kaldım diye kalkıp Manisa'ya mı gittin gerçekten?" dedim bıkkınlıkla.

"Siz beni hep ihmal edin." dedi gülerek. "Varlığımla yokluğum bir değil bu evde zaten. Bensiz birkaç gün durun da değerimi anlayın."

"Of!" dedim ve telefonu kapattım. Sinirle kalkıp saçlarımı kurutmaya gittim. Saçlarımı kuruturken müzik açtım ve eve yemek sipariş ettim. Üzerime pijamalarımı giyip koltuğa yerleştim ve telefonumdan babamı aradım.

"Prensesim?" diyerek açtı telefonu. İçim bir anda sıcacık oldu.

"Baba, annem gitmiş anneanneme." dedim gülerek. "Bize trip atıyor."

"Yok artık!" dedi ve güldü. "Ben burada çalışıyorum, sanki keyfi geç geliyorum eve."

"Baba ya, ben akşam Ecem'de kalayım mı?" dedim gülümseyerek. "Mehmet amcalar yok ya, kızlarla oturup pijama partisi yapacağız."

"Kal kızım, dikkat edin, Bahadır bıraksın seni." dedi ve güldü. "Ben bir anneni arayayım."

"Tamam, babacığım. Kolay gelsin." dedim ve neşeyle telefonu kapattım. Yemeğim gelince ayaklandım ve büyük hamburgeri kutusundan çıkartıp yiyerek mutfağa yöneldim. Mutfak tezgahına yemeği koyup ayaküstü tıkınmaya başladım. Yemeğimi yediğim sırada ortak gruba tekrardan kıkırdayarak mesaj attım.

Mert'in Kelebek Bıçağı

Sibel : akşam kimin evi müsait kalmalı içmeli sıçmalı

Ecem : hepiniz bende kalsanıza ev boş :p

Ecem : enes :p

Enes : ohh kalalımn yavrtum

Sibel : bak eli ayağı titredi

Bulut : KJDFASLFJASKLDŞFJSAKFS

Bulut : ben kalmayayım canlar mertlerle bulustuktan içelim ama sonra kaçarım ben

Sibel : Bulut karşıda amcan kalıyo zten ona gidersin ictikten sonra

Bulut : oha komşular mı

Ecem : evettt amcan zengin herhalde

Bulut : babamdan zengin aq

Sibel : baban ne doktoruydu

Bulut : kalp cerrahı

Enes : baksın baban benim kalbime ama baktığında sadece ecemin adını görür

Ecem : ya sen salaksın enessssssssss

Enes : öperim seni yavvvrum

Enes : amcan nası zengin babandan

Bulut : bilmem işini aşkla yapıyosa

Ecem : sorma çok aşkla yapıyo bize en son eşek kadarsınız size ders mi anlatcam bu yaşta dedi amk

Sibel : KFJDSLFKJSADKLŞFJSDAŞKFJASŞKFJDSF

Bulut : HAHAHAHSHHAHHASH

Enes : gel işte içeriz cidden sarmazsa biz erkek erkege geceriz yana

Ecem : enes sana noluyo mk

Enes : aşkım de bana bebeğim

Enes : bişi olduğu yok siz kız kıza dedikodu yapin diye dedim hocayı merak ettim adı dönüyo baya diye

Enes : bizim sınıftaki karılar yakışıklı diyolar doğru mu

Sibel : rabbim nasıl yarattıysa adamı

Sibel : adam ilah gibi

Enes : valla mı la

Ecem : hee sibel yanık ona ksjdflaskjfas

Ecem : dilf seviyo bu aralar

Sibel : offf bak şimdi aklıma geldi yine beyaz gömleği büyük omuzları ses tonu falan

Bulut : arkadaşlar ben de buradayım

Bulut : amcama söylerim sizi

Sibel : AFJSDFHLKJSADFJLSKFJLASKDFLASJFKLFSDA

Sibel : amcanı kocam yapim mi bulut

Sibel : yengen olim mi

Ecem : OĞLIMMM O SENİN YENGEN YENGEN LANNNN

Ecem : sibel ziyagil

Bulut : AMK MALLARI FKSDJFLKŞASDJFKSLADASF

Enes : JDFSFJSALDKFJSDKLFJDŞSAFJASF

Telefonun ekranını gülerek kapattım ve bitirdiğim yemeği poşete geri koyup çöpe attım. Odama geri dönüp üzerime straplez siyah bir üst geçirdim. Altıma kısa deri bir etek giydim. Masaya dönüp saçlarıma maşa yaptım. Yüzüme hafif bir pudra sürüp gözlerimi toprak tonlarında boyadım. Dudaklarıma açık pembe bir parlatıcı sürdüm. Müzik dinleyerek oyalandığım için hava oldukça kararmıştı. Üzerime uzun ve büyük siyah bir mont giydim. Her yerime parfüm sıktım. Çantama anahtar, sigara, cüzdan ve parlatıcımı koyarak evden çıktım. Bahadır kapının önünde, arabaya yaslanmış sigara içiyordu. Hava esiyordu. Saçlarım uçuşurken montumun önünü kapattım ve kollarımı birbirine bağlayıp ona doğru ilerledim.

"Selam, Bahadır!" dedim gülerek. "Beni Ecem'e atar mısın?"

"Tabii," dedi gülerek ve kapımı açtı.

"Teşekkür ederim." diyerek oturdum ve eteğimi düzelttim. Kapımı kapatıp öne doğru dolandı ve arabaya bindi. Telefonumu elime alıp Ecem'i aradım.

"Söyle marşmelovum." dedi gülerken. Arkadan Enes'in sesi geliyordu.

"Geliyorum, senden geçeriz Mertlerle buluşmaya." dedim ve kıkırdadım. "Müsaitseniz yani."

"Ay, gel!" dedi gülerken. "Yeni yaptık canım."

"Allah'ın cezaları." dedim ve gülerek kapattım. Derin bir nefes alıp camdan dışarıya baktım. Rüzgarlıydı. Ağaç dalları oynuyordu. Karanlık hava ay ışığı ile örtülüydü. Geriye doğru yaslanıp kulaklıklarımı taktım. Gözlerimi kapattım ve müziği dinlemeye başladım. Güzel bir müzikti, bana toprağı hatırlatıyordu.

toprak.

toprak?

Toprak.

Gözlerimi açıp dışarıya baktım. Derin bir nefes aldım. Sana doğru geliyordum. Umarım evdesindir. Siteye giriş yaptığımızda yerimde kıpırdandım ve saçlarımı düzelttim. Ecemlerin evinin önünde durduğumuzda hızla evine doğru baktım. Işıkları açıktı. Kocaman gülümsedim ve aşağı indim. Çok güzel hazırlanmıştım, beni görmesini istiyorum.

Beni görmesini neden istiyorum?

Derin bir nefes aldım tekrardan. Bahadır'a teşekkür edip kapıyı kapattım. Bahadır dönerken durup Toprak'ın evine doğru baktım. Kapısı açıldı. Heyecandan kalbim duracak gibi oldu. Bedenimin tam üstünde hissettiğim kara bulutlar, çiseleyen yağmuruna acı bir tat veren sağanağa dönüştü. Gömleği üzerindeydi, davetkar bir vücudu vardı. Ay ışığında parlıyordu bedeni. Gözlerim aşağı indi. Kumaş pantolonuna baktım. Gözlerim avcunun içi ile sıkıca tuttuğu köpek tasmasına kaydı. Elleri çok büyüktü, davetkardı. Kapıyı kapattı ve bahçe kapısını açtı. Ağzım aralık bir şekilde, ona doğru hayranlıkla bakıyordum. Göz bebeklerim büyümüştü. Köpeği hemen yanından sakince yürürken, gözlerimizin denk gelmesi ile bir anda durup topraklarıyla örttü kavrulan bedenimi. Karşıya geçip yanıma doğru geliyordu. Nefesimi tuttum ve yavaşça saçımı düzelttim tekrardan. Yanıma geldiğinde köpeği hızla bacaklarımı koklamaya başladı.

"Üşümüyor musun böyle?" dedi gözleri gözlerimi öperken. Başımı olumsuz anlamda sallayıp köpeğine doğru eğilip köpeğin başını yavaşça sevdim.

"Isırır mı?" dedim tedirgin bir şekilde. Gözlerimi ona çıkartıp doğruldum.

"Yok." dedi düz bir şekilde. "Korkma."

"Adı ne?" diye sordum ve tekrar ona doğru eğilip daha özgüvenli bir şekilde başını sevdim. Ardından kocaman gülümsedim.

"Ares, adı." dediğinde köpek avcumun içini kokluyordu.

"Memnun oldum tatlı şey." dedim ve tekrardan doğrulup Toprak'a baktım. "Yani, büyük ama tatlı."

"Öyle mi?" dedi dudakları hafif yukarı kıvrılırken.

"Evet." dedim ve derin bir nefes aldım. Sonrasında Ecemlerin evine doğru baktım. "Biz de dışarı çıkacağız okuldan birkaç arkadaş ile, hatta siz de tanıyorsunuz." dedim heyecanla.

"Kimle?" dedi aynı düzlükte. Düzlükte ayaklarım kayıyor, dengem bozuluyordu.

"Mertlerle." dedim ve kocaman bir nefes aldım. "Gece ben Ecem'de kalacağım, ama sizi uykunuzdan uyandırmayız." dedim neşeyle. Heyecanlanmıştım.

Kaşları çatıldı ve birkaç saniye bana bakarak durdu. "Hangi Mert?"

"Bu sizin konuştuğunuz Mert. Bugün de konuştunuz hatta, basket sahasında." dedim gerginliğim sesimden belli olmasın diye boğazımı temizlerken.

"Sen beni mi izliyorsun?" dedi şaşırarak. Ares yanımıza oturup bize bakmaya başlamıştı.

"Yok hayır, ben gördüm sadece." dedim telaşla. "Sizi neden izleyeyim?"

"Mertlerle ne işiniz var sizin?" dedi kaşları çatılı bir şekilde.

"Biraz aramız bozuk onunla, aramı düzeltmem gerekiyor." dedim ve tekrardan boğazımı temizledim.

"Ne oldu?" dedi ve eğilip Ares'in tasmasını çözdü. Ares koşarak dolaşmaya başlarken tekrardan doğrulup bana baktı. "Sorun ne, kızım?"

"Şey, biraz gıcık olmuş bana." dedim ve güldüm. "Ben de açıkçası özür dileyeceğim ondan."

"Sana bir şey yaptı mı?" dedi ses tonu beni eritip bitirirken. Kuru yapraklarım çatırdıyordu kalın ve tok sesi ile. Başımı ona doğru kaldırmaktan boynum ağrımıştı.

"Yok, birkaç kez omuz attı." dedim gülerek. "Bir de parmaklarını silah gibi bana tutup ateş etti."

"Anlamadım." dedi başını hafif geriye çekerek. "Sana omuz mu attı?"

"Evet," dedim ve alt dudağımı büzdüm. "Çok canım acıdı. Ben ondan kaçmak için asansöre binmiştim aslında, sizinle karşılaştığımız zaman."

"Neden bana söylemedin?" dedi merakla.

"Korkuyorum ondan. Herkes korkuyor. Siz neden onunla konuşuyorsunuz?"

"Kızım sen geç eve, oturun evde. Ben hallederim bu konuyu." dedi başını onaylar anlamda sallarken. Ardından derin bir nefes alıp arkasını döndü.

"Siktiğimin evladına bak sen." diye yavaşça söylendikten sonra ıslık çaldı. Islığı ile Ares koşarak ona doğru gelmeye başladı. Tasmasını bağlamadan bahçeye doğru ilerledi ve bahçe kapısını açtı. Ares içeriye geçerken, bana doğru döndü tekrardan.

"Geç sen eve, ben halledeceğim." dedi ve arkasını döndü. Gözüm sırtına kaydı. Arkadan büyük bedeni benim de onun peşinden gelmem için bana bir davetiye gibi duruyordu. Bahçe kapısını kapatıp dış kapıya yöneldi ve anahtarını açarak içeriye geçti. Ares hemen arkasından eve girdiğinde kapıyı kapattı.

Hey, Toprak.

Beni davet mi ediyorsun?

Geleyim mi?

Derin bir nefes aldım. Yavaşça Ecemlerin bahçesine girip evlerine ilerledim. Kapıyı çaldığımda heyecandan bacaklarım titriyordu. Ecem kapıyı açtığında üzerime bakıp kocaman bir kahkaha attı. Dizlerine kadar uzanan ve vücudu saran kırmızı bir elbise giymişti. Kırmızı ruju vardı, gözleri siyaha yakındı. Saçlarını geriden at kuyruğu yapmış, bir sürü altın eklem yüzüğü takmıştı.

"Mert'i baştan çıkartmaya mı gidiyoruz!" dedi gülerek. "Bu ne güzellik?"

"Senin seksiliğinin yanına yakışmaya çalışıyorum." dedim montumu çıkartıp askıya asarken.

"Mert sizin başınızı kopartıp çıkartmasın da." dedi Enes uzandığı yerden. Elinde telefonu vardı. Koltukta uzanmış, telefondan savaş oyunu oynuyordu.

"Yok," dedim gülerek ve diğer koltuğa oturdum. "Ecem'in komşusu sağ olsun, ona söyledim. Halledecek."

"Şaka yapıyorsun!" dedi Ecem hızla yanıma doğru gelirken. Enes telefonundan bir saniyeliğine gözlerini çekip bana baktı.

"Ne komşusu, baldız? Hocaya mı şikayet ettin yoksa?"

"Evet." dedim gülerek geriye doğru yaslanırken. Dudağımı büzdüm sonrasında. "Benim canımı çok acıttı, bana omuz attı." dedim o anki hareketimi taklit ederek. "Böyle söyledim, o da çok kızdı."

"Sana inanamıyorum." dedi Ecem gülerek. "Mert'i tanıyordu zaten. Yalnız o adam Mert'i siker atar ben size söyleyeyim."

"Bana da öyle geldi." dedim keyifle. "Neyse, Bulut'a söyleyelim de iptal etsin planı."

"Siz de iyice oyuncağa çevirdiniz bu işi." dedi Enes telefonundan oyun oynarken. "İnsanları son anda ekeceksiniz."

"Aman, bana ne." dedim saçımı geriye doğru atarken. "Kendileri düşünsün."

"Of, ne yapacak adam acaba?" dedi Ecem gülerken. Ardından kocaman bir kahkaha attı. "Nasıl yaptın adama, Sibel?" dedi dudağını büzerek gülerken. Dudağımı büzüp tekrardan Toprak'a bakarak yaptığım üzgün ifadeyi yaptım. Ecem kahkaha atarak mutfağa yöneldiğinde telefonumu elime aldım.

Mert'in Kelebek Bıçağı

Sibel : bulut araya amcan girdiği için olay bizden çıktı

Sibel : iptal oldu muratlar

Bulut : oha az önce aradı beni ben gelemiyorum ama mert geliyo dedi

Sibel : tmm sen ara iptal et

Sibel : ya da dur

Sibel : gidelim içelim bari

Sibel : amcan tarafından dayağı yemeden son bi kez göreyim merti ZORT

Bulut : amcama söylediysen amcam gerçekten çok kızar yalnız

Ecem : çok kızar ne amk sikcek atcak diyorum size

Bulut : çok iyi yaptın ama ona söyleyerek

Sibel : ya kocam yapıcam diyorum sanaaaaaa

Bulut : JFSADLFJSADLKFHASLDFHLJASFDSAF

Ecem : ne zaman çıkarız

Bulut : geçelim mekana yavaştan mert olcak bitek

Sibel : nereye gitçezki

Bulut : bucaya

Sibel : bizi daha rahat bıçaklasınlar diyemi amk

Bulut : hayır ya valinin ordaki puba gitçez

Bulut : onlar kimlik sormuyo sorsalar da üç beş verince alıyolar içeri

Sibel : he iyi JFKLSAJLKASJFŞALSF

Hep beraber evden çıkıp taksi durağına yöneldik. Evden çıkarken ilk olarak karşı eve baktım. Işıkları yanıyordu. Takside Ecem ile arkaya oturup gülüşüyorduk. Enes öne oturup şoföre gideceğimiz mekanın ismini ve yerini tarif etti. Kocaman sırıtarak gülüyordum. Yeni bir düşmanım vardı, ancak Toprak'a çok güveniyordum. Bana huzurlu hissettiriyordu. Mükemmeldi. Güzeldi. Mekana vardığımızda Enes taksi şoförüne yol ücretini öderken biz taksiden indik. İner inmez eteğimi aşağı doğru çekiştirdim ve derin bir nefes alarak mekana girdim. İçeride çok güzel bir dekorasyon vardı. Duvarlar ışıl ışıldı. Kalabalıktı. Mekanın içindeki dekorları incelerken, Bulut'un seslenmesi ile oturdukları masaya baktım. Bana el salladığı sırada onlara doğru yürüyerek masayı inceledim. Mert geriye doğru yayılmış, bacakları iki yana açık bir şekilde içki içiyordu. Derin bir nefes aldım yanlarına giderken. Ecem ve Enes el ele bir şekilde arkamdan geliyorlardı. Bulut ayağa kalkıp belimden kavradı ve yanağımdan öptü.

"Çok güzelsin, bebek." dedi gülerek.

"Teşekkürler." dedim neşeyle ve elimi Mert'e doğru uzattım. "Selam."

"Selam." dedi hızla doğrulup elimi sıkarken. O kadar ani kalkmıştı ki, bir anda korkuyla yerimde sıçradım. Gözleri gözlerime bağlıydı. "Beni istemişsin."

"Şey, aslında konuşmak için." dedim ve saçlarımı geriye atarak karşısındaki sandalyeye oturdum. Enes ve Ecem Bulutla selamlaşıp oturdular. Ecem, Mert'e bakamıyordu. Korktuğunu anlıyordum.

"Ne konuşmak istiyorsun?" dedi Mert içkisini yudumlarken. Göz bebekleri o kadar büyüktü ki, gözlerinin rengi belli olmuyordu. Ardından durup Enes'e baktı. "Sen kimin oğluydun?"

"Hidayet'in, İzmir Barosu'ndan." dedi ve başıyla selamladı. Enes birkaç saniye ona baktı ve onu selamlayarak tekrardan geriye doğru yaslandı. "Evet, ne konuşacağız?"

"Ben aslında bugünkü olay hakkında konuşacaktım." dedim yerimde kıpırdanarak. Garson yanımıza geldiğinde viski söyledik. Boğazımı temizledim ve devam ettim. "Neden beni sevmiyorsun? Ben sana ne yaptım?"

Gülerek yerinde doğruldu ve sigara paketinden bir sigara çıkartıp dudaklarına götürdü. Deli gibiydi. Çok korkunçtu. Üzerinde bol bir tişört vardı. Saçları her zamanki gibi dalgalı ve gözleri buğuluydu. Göz altları kara ve çöküktü. Diğerleri sessizdi ve bizi izliyorlardı.

"Sen başlattın." dedi sigarasını yakıp hızla geriye doğru kendini yaslayarak. Hareketleri çok hızlıydı. Telaşla ona bakıyordum. Her an bir şey yapabilecek kadar öfkeliydi. Ecem yavaşça koluma girip beni sakinleştirmek adına kolumdan tuttu.

"Ben bir şey yapmadım ki." dedim yavaşça. "Ben özür dilerim, eğer kızdırdıysam." dedim ve sertçe yutkundum. Telefonu çaldığında hızla cebinden çıkarttı. Ekrana birkaç saniye bakıp kulağına götürdü.

"Buyur ağabey," dedi masaya kaşlarını çatarak bakarken. İfadesi gergindi. Yüzü durgundu. Ardından kısa bir süreliğine sigarasından içti. "Buca'dayım ben. Sana mı? Geleyim ağabey, hayırdır? Bir şey mi oldu?" dedi ve içkisini başına dikti telefon elindeyken. "Yok ağabey, yok yok, geliyorum hemen." dedi ve ayaklandı.

"Yarın okulda konuşuruz, ben bulurum seni." dedi bana bakarak. Onu başımla onayladım. Gözlerine bir saniyeden fazla bakmak bile korkudan titrememe sebep oluyordu. Hızla masaya nakit para bırakıp ayrıldı.

"Bu neydi şimdi?" dedi Ecem şaşkınlıkla. "Hareketleri hiç normal değil."

"Bence amcam çağırdı." dedi Bulut gülümseyerek. Şaşkınlıkla Bulut'a döndüm. Masaya içkilerimiz gelince, garson Mert'in içkisinin parasını masadan alıp gitti. İçki bardağımı elimle kavradım ve yavaşça bir yudum aldım.

"Ne yapsak, biz de bana mı geçsek?" dedi Ecem heyecanla. "Balkondan izleriz."

"Durun bir yerinizde." dedi Enes sigara paketini masaya çıkartıp. "İçelim biraz, bir sakin olun artık. Beni geriyorsunuz."

"Biz de geriliyoruz." dedi Ecem ve hızla ona doğru uzanıp yanağından öptü. "Korktuk ama, ne yapalım!" diyerek bana döndü ve kolunu koluma yavaşça vurdu. "Bu çocuğun gözleri çok değişik, deli gibi bakıyor."

"Çekiyor." dedi Bulut ve yerinde geriye doğru yaslandı. "Ondan böyle."

"Neyse, ben iyi konuştum mu?" dedim gerilerek.

"Evet, marşmelovum. Süperdin." dedi Ecem ve bardağını ortamıza doğru kaldırdı. "Mert'in kelebek bıçağına!" diyerek güldü. Hepimiz gülerek bardaklarımızı birbirine vurduk. "Ay, durun! Fotoğraf çekilelim. Grubumuzun profil fotoğrafı da yaparız." dedi ve telefonunu çıkartıp fotoğrafımızı çekti. Ardından telefonuyla ilgilenmeye başladı. Enes çoktan telefonundan savaş oyunu açmış, kulaklıklarını takmıştı. Derin bir nefes alıp elime telefonumu aldım.

"Bulut," dedim yavaşça. "Amcanı bir arasan mı?"

"Ne diyeceğim?" dedi şaşkınlıkla. "Bu saatte aramam ki onu."

"Ne bileyim ya," dedim ve iç çektim. "Bana ver o zaman numarasını, ben yazayım."

"Yani, sorsaydım bir önce."

"Ay ne sorması?" dedi Ecem gözlerini devirerek. "Ver işte, kız korkuyor." dedi gözleri telefonundayken. Bulut bir an düşünüp numarasını bana yolladı. Telefonuma bakarak ona bir mesaj yazdım, ardından göndermeden sildim. Sonra tekrar yazdım, tekrar sildim. Derin derin nefes aldım ve ekranımı kapattım.

"Neyse, sonra yazarım." dedim boğazımı temizleyerek.

"İçkilerinizi için de, evde içip oyun oynayalım." dedi Ecem gülerek. "Bende bir kart oyunu var, içerken çok eğleniriz."

Enes telefonuna bakarken sırıtarak konuştu; "Sibel bu gece aşkımla ben uyurum ama, sen misafir odasına." dediğinde kaşlarımı birkaç kez kaldırıp Ecem'e sırıttım.

"Yani, çok ses çıkartmayın." dedim gülerek. Ecem telefonundan başını kaldırıp Enes'e bakıp güldü.

Köhneliğin çirkinliği insanın bedenini sarar gider. Köhneliğin neden çirkin olduğu ise, insanın aklında gizli bir fırtınadır. Bu fırtına vücudu delip geçerken, ardından estirdiği sağanakla uçurur külleri etrafta. Çırpınır kuşlar, uçar gider, kaçarlar. Belki de kuşlar gibi güzeldir insanın içindeki umutlar. Özgürlüğe yaklaşmak için insan emanetlerini kenara bırakıp, zaaflarına tutunur.

Sen de benim zaafım olmuştun.

Hey, hey!

Kahvelerin aklımdan neden çıkmıyor?

Söylesene, bana neler hissettiriyorsun böyle?

Bana neden hissettiriyorsun böyle?

Biraz daha oturup içkilerimizi bitirip ayaklandık. Taksiye binmeden önce ilerideki içki dükkanından içki almıştık. Hava kapkaraydı, ancak Buca hareketliydi. Sokaklara baktım bir süre. Lambaların altına dizili ağaçlar, karmakarışık insanlar vardı. Kahve ve içki dükkanlarının önünde sigara içen kalabalıklar, gülüşen insanlar vardı. Sokakta gezen yüzleri kirlenmiş sokak kedilerini izledim. Taksiye bindiğimde cam kenarından apartmanları izledim. Evlerin balkonları çiçek dolu, apartmanların önlerinde kedi kapları vardı. Burası bana onu hatırlattı bir an. Derin bir nefes aldım ve yavaşça gülümsedim.

"Sağdan, ağabey." dedi Enes taksi şoförüne. Ardından taksi şoförü ile kısa bir maç sohbeti yaptı. Bulut onlara katılırken, ben telefonumu alıp tekrardan ona bir mesaj atmak için sohbet kısmını açtım.

"Yazsana." dedi Ecem gülerek. "Yaz, çatlayacaksın yoksa." Ecem, Bulut ile ortamızda oturuyordu. Başımı ona çevirip yavaşça gülümsedim.

"Ne yazacağım?"

"Mert işini ne yaptınız, diye sor." dedi kıkırdayarak.

"Böyle mi yazayım direkt?" dedim şaşkınlıkla. "Bir selam yazsaydım önce."

"Yok, uyudun mu yaz." dedi ve kahkaha attı. "Arasana direkt."

"Yok ya," dedim ve derin bir nefes aldım. "Konuşamam, kekelerim."

"Sen gerçekten kaptırdın kendini." dedi ve geriye doğru yaslandı. "Allah sonumuzu hayretsin, marşmelovum."

"Mert beni bir daha döver mi?" dedim korkuyla. "Sanki özür dilediğim için yumuşamıştı."

"Aman, ne yumuşaması? Görmüyor musun gözleri kaymış içmekten." dedi yüzünü ekşiterek. "Ruh hastası."

"Neyse, o zaman direkt dediğin gibi yazıyorum."

"Yaz yaz." dedi gülerek.

Kocaman bir nefes aldım. Kalp atışımı hissediyordum. Gözlerimi kapatıp telefonu Ecem'e uzattım.

"Sen yaz." dedim heyecanla. "Ben yazamam."

"Ver." dedi ve telefonu elimden çekip aldı. Hızla ona doğru eğilip telefonuma baktım.

Sibel : Merhaba Buluttan aldım numaranızı aklım çok takıldı Mert işini ne yaptınız acaba hallettiniz mi?

Sibel : Ben yarın okula gelmeye bile korkuyorum artık

"Ya, bir de ağlarken fotoğraf çekilip atayım!" dedim kızarak. "Ver şunu ya, ne saçma sapan yazdın."

"Ya sus, ben işimi bilirim." dedi ve telefonu tekrardan eline aldı. Telefon çalmaya başladığında hızla telefonu üzerime bırakıp başını Enes'e doğru çevirdi ve öne doğru eğilerek onların futbol sohbetine katıldı. Ellerim titriyordu. Toprak arıyordu. Telefona bakarken, gözlerim kocaman açılmış bir şekilde telefonu hızla Bulut'a uzattım.

"Ne bu?" dedi Bulut sohbetleri bölünürken. Telefonu eline alıp bana baktı. "Ben niye açıyorum?"

"Ay dur! Enes, sen aç." dedim korkuyla. Hızla telefonu alıp Enes'e uzattım.

"Yok yok," dedi Ecem gülerek. "Taksici ağabey açsın, Sibel." Ardından kahkaha attı. Telefon çalmayı durdurunca gözlerimi sıkıca kapatıp kocaman yutkundum. Yutkunurken boğazım acımıştı. Telefonuma bildirim sesi düşmesi ile hızla telefonu Ecem'e verdim.

"Oku!" dedim telefona bakmadan. Gözlerim Ecem'deyken Ecem hızla telefonuma gelen mesaja baktı.

"Ara, yazmış." dedi ve telefonu bana uzattı. "Ara bence."

"Ne diyeceğim?" dedim başımı olumsuz anlamda sallarken. Ecem gözlerini devirerek telefonumun şifresini girip kilidi açtı ve Toprak'a mesaj attı.

"Ne yazıyorsun? Bana da söyle!" dedim heyecanla.

"Ecemlerin oraya geliyorum, yüz yüze konuşsak daha iyi." dedi Ecem yazdığı mesajı okurken. "Böyle yazıp gönderdim."

Derin bir nefes aldım ve telefonu elime alıp bacaklarımın arasına koydum. Zaman geçmiyordu. Eve varmak yetmiyordu.

"Ben burada inebilirim." dedi Bulut gülerek. "Sınıf grubuna yazmışlar, yarın deneme sınavı var. Ona çalışayım."

"Ay, tamam. Bu da büyüyüp iş adamı olacak." dedi Ecem bana doğru eğilerek. Gülerek ona el salladım. Arabadan inmeden herkesle vedalaştı. Yolumuza üç kişi devam ediyorduk.

"Bu Bulut iyi çocuk." dedi Enes yolu izlerken. "Bak seni yalnız bırakmamış."

"Evet ya, çok seviyorum." dedim gülerek. "Amcasını da seviyorum."

"Ya yeter sus kadın." dedi Ecem kahkaha atıp koluma hızla vururken. "Sus artık."

"Of! Gelmedik mi daha?" dedim heyecanla.

"Geldik, ağabey şu sitenin önünde bırak bizi." dediğinde derin bir nefes alıp çantamdan rujumu çıkarttım ve tazeledim. Ecem bana şaşkınlıkla bakıp gülüyordu. Saçlarımı telefonumun ön kamerasına bakarak düzelttim ve derin bir nefes aldım. Araba durduğu an çıkıp hızla siteye doğru yürümeye başladım. O kadar hızlı yürüyordum ki, rüzgar saçlarımı havaya uçuruyordu. Ecemlerin evinin önüne geldiğimde onun evine bile bakmadan hızla bahçe kapısını açtım. Kapıyı açmamla birlikte Ares'in üzerime doğru koştuğunu görmem bir oldu. Çığlık atarak bahçeden içeriye girdim, ancak Ares bahçe kapısını kapatmama izin bile vermeden Ecemlerin bahçesine girip üzerime koşturdu. Bağırarak koşmaya başladım. Korkudan bayılacak gibi oldum.

"Ares!" diye bağırdı Toprak. Adeta kükremişti. Ares bir anda durup ona döndüğünde elimle kalbimi tutup yavaşça yere doğru eğildim. "Gel buraya."

Ares koşarak ona doğru giderken, koluma alnımdaki terleri sildim. Ardından yavaşça başımı kaldırdım. Bana bakıyordu. Gülümsüyordu. Derin bir nefes alıp boğazımı temizledim. Ares yanına gitmiş, oturmuştu. Bahçe kapısının önünden yavaşça elini kaldırıp bana gel işareti yaptı. Hızla Ecemlerin bahçesinden çıkıp ona doğru ilerledim.

"Ne oldu ya? Biri mi öldü?" dedi Ecem korkuyla. "Ne bağırıyorsun?"

"Şey ya," dedim ve Ares'i gösterdim. "Korktum bir an." Ecem gülerek Toprak'a baktı ve sırıttı.

"Merhaba, hocam. Sizin mi, maşallah canavara benziyor." dedi sırıtarak.

"Merhaba," dedi ve büyük eliyle Ares'in kafasını sertçe okşadı. Enes'e dönüp başıyla Enes'e selam verdi.

"Merhaba, hocam. İsminizi duyuyorum hep." dedi Enes gülerek. "Bizim Oğuzlar söylediler."

"Selamımı iletirsin." dedi gülümserken. Ardından bana döndü, gözlerimiz bir anda buluşunca heyecanla boğazımı temizledim.

"Gel, konuşalım seninle bir." dedi ve yavaşça karşıya geçti. Ecem'e dönüp şaşkınlıkla bakarken, Ecem gitmem adına eliye bana işaret yapıyordu. Hızla Toprak'ın peşinden giderek evinin bahçesine girdim. Bahçesindeki masaya doğru yöneldi.

"Otur bekle, ben içecek getireyim." dedi ve durdu. "Ne içersin?"

"Şey, çok soğuk aslında. İçeride otursak olur mu?" dedim heyecanla. Kalbim kafayı yiyordu. Bir an durup gülümsedi.

"Gel." dedi ve dış kapıya ilerledi. Ares ikimizden de önce içeriye geçip balkona geçti ve uzandı. Evine baktım. Evi çok güzeldi. Kendi evim gibiydi. Evimde hissetmiştim. İçim ferahlamıştı. Kocaman bir koridoru vardı. Ecemlerin evinden farklı tasarımdaydı evi. Odalarının kapıları kapalıydı. Salonu ve mutfağı birleşikti. Salonu büyüktü. Boydan boya bir kütüphanesi vardı. Yavaşça bana doğru elini uzattığında bir an şaşkınlıkla durdum. Kaşları ile montumu işaret edince hızla montumu çıkartıp ona uzattım. Montumu astığında ağır ağır ilerleyerek kütüphanesine doğru baktım. Parmaklarımı kitaplarına doğru sürterek, bir raf kitaba dokundum. Onun dokunduğu şeylere dokunmuştum.

"Beğendiğin varsa al." dedi mutfak kısmından dolabı açarak. Kendine alkol doldurduğu sırada, benim için kahve makinesinin tuşuna bastı.

"Ben de içebilir miyim?" dedim yavaşça. Durup gözlerini bir an bana kaldırıp bardağına indirdi.

"Hayır."

Derin bir nefes alıp büyük koltuğuna oturdum. Evi temizdi. Düzenliydi. Sehpasındaki şeyleri incelerken, kahve ve içki bardaklarını getirip masaya bıraktı. Ardından geriye doğru gerinerek sigara paketinden aldığı sigarayı dudaklarının arasına koydu. Çakmağı yaktıktan sonra sehpaya fırlattı.

"Sigara içebilir miyim?" dedim yavaşça.

"İçemezsin." dedi ve başını bana doğru çevirerek yerine yerleşti. Bacaklarını hafif açmıştı.

Kucağına oturmamı mı istiyorsun, Toprak?

Gözlerim bacaklarına kaydı. Altında siyah bir eşofman vardı. Bacakları çok güzeldi. Derin bir nefes alıp boğazımı temizledim ve önüme dönerek kahve bardağımı avuçladım.

"Sen neden Mertle papaz oldun?" dedi sigarasını parmaklarıyla kavrarken. Ardından yavaşça içine doğru çekti. Gözleri kısık, kaşları çatıktı. Dumanı karşıya doğru üfledi ve sigarasını küllüğe bıraktı.

"Ben sizinle konuştuğu için merak ettim." dedim kahvemden kocaman bir yudum alarak.

"Neyi merak ettin?" dedi düz bir şekilde.

Kalbim, parçalanan bir damlanın yere dökülen kanı gibi kokuyordu. Onun ses tonu benim kuru yapraklarımın üzerine sertçe basılması gibi duyuluyordu.

"Sizi." dedim ve kahvemden tekrardan kocaman bir yudum aldım. "Yani, endişelendim. Mert kötü bir insan."

"Biliyorum." dedi aynı düzlükte. Düzlüğü bana çelme çakıp yere düşmeme sebep oluyordu. Çıplak bacaklarıma ellerimi koydum ve derin bir nefes aldım. "Beni düşünmene sevindim, ancak herhangi bir sorun yok." dedi ve sigarasını tekrardan parmaklarının arasına sıkıştırdı.

"Siz onunla konuştunuz mu?" dedim heyecanla. Ona bakamıyordum. Bir an gözlerim tekrardan bacaklarına kaydı ve hızla kahvemi alıp kocaman bir yudum içtim.

"Konuştum, yarın senden özür dileyecek." dediğinde kahve bardağım elimdeyken ona döndüm. Şaşkındım. Kahvelerimiz kavuştu. Gözlerimiz sonunda sıkıca sarılmıştı. Derin bir nefes alıp boğazımı temizledim.

"Teşekkür ederim." dedim ve kahvemden hızla bir yudum daha aldım. Bana baktığı sırada istemeden geniş omuzlarına baktım.

"Bilerek mi yapıyorsun?" dedi kaşları çatılırken. Gözlerim hızla gözlerine çıktı tekrardan.

"Neyi?" dedim boğazımı temizleyerek.

"Bilerek mi bakıyorsun?"

"Nasıl bakıyorum?" dedim önüme dönüp hızla küllüğe bıraktığı sigarasını alırken. Ardından sigarasını dudaklarıma götürdüm. Elim titriyordu. Hızla bir duman çekip sigarasını küllüğe geri bıraktım.

"Ben sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim." dedim hızla ayaklanırken. Ayağa kalktığımda hızla eteğimi aşağı doğru indirdim. "Gerçekten, bilerek hiçbir şey yapmıyorum. Özür dilerim. Gitsem iyi olacak, her şey için teşekkürler." dedim ve çantamı alarak hızla çıkışa doğru ilerledim. Gözümden akan yaşı hızla sildim ve montumu alıp dış kapıyı açtım.

"Sibel," dediğinde durup derin bir nefes alıp ona döndüm. "Aklından her ne geçiyorsa, geçirme lütfen."

Akıl neydi?

Akıl var mıydı?

Sen, sen nesin?

Aklımı aldın.

Hırsızsın.

Mutlu edemeyeceksen meşgul de etmeyeceksin.

Gelmesen önemli değil, Gelsen önemli olurdu.

Her korkan kaçmaz, Ama her kaçan, korkaktır.

Sil ağzının kenarını, yine gülüşünden cennet akıyor...

Neyine bağlandım bu kadar, bana bakmayan gözlerine mi yoksa benim olmayan kalbine mi?

Benim en sevdiğim söz, senden duyduğum bendir.

Ne zaman imkansızı seversen, İşte o zaman gerçek seversin.

Baharda kışı, kışında baharı özler insan. Ne uzaksa onu özler. Kavuşmak şart mı boşver. Bazı şeyler yokken güzel.

İnsanlar, insanların içerisinde, insana hasret yaşarlar

Kendine gel! Seni orada bekliyorum.

Yalnızlık paylaşılmaz paylaşılsaydı yalnızlık olmazdı.

Gelmen bir iyiliktir diyecektim. Kapıyı hep başkaları açtı.

-Özdemir Asaf

Hey, Toprak merhaba. Ne demişti Özdemir Asaf şiiriinde?

"Seni benden çıkarınca nasıl da herkessin."

Sen, herkessin Toprak.

Benim için herkes sensin.

Kalbimi elinle çekip aldın, şimdi onu ellerinle sıkıştırıp kanatmayı bekleyeceksin.

Ben ise seni izleyerek döktüğün külleri yerden tek tek toplamaya uğraşacağım.

Biliyorum, ciğerlerim yanacak.

Biliyorum, burnum kaşınacak.

Sen biliyor musun, sana neler olacak?

Kanattığın kabimdeki kan izleri avuç içinden hiç çıkmayacak!

Lekeli kalacak hep,

Kan kokacak.

Kapının önünde, kapıya yaslanmış bir şekilde duruyordu. Ares hemen yanına oturmuş, bana bakıyordu. Yan yana çok güzeldiler. Çok asillerdi. Başımı onaylar anlamda salladım ve telaşla göz yaşımı elimin tersi ile sildim. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve gülümsedim.

"İyi geceler." dedim yavaşça ve arkamı dönüp bahçesinin kapısını açtım. Elime burnumu sildim ve sessizce ağlayarak sitenin dışına doğru ilerledim. Kapısını kapatma sesini duyduğuma ağlamamı hızlandırdım ve adımlarımı sıklaştırdım. Siteden çıkıp hızla taksiye bindim. Sahile gitmek istediğimi söyledim. Ellerimle yüzümü kapatıp sessizce ağladım. Kalbim paramparçaydı. Kırılmıştım. Bir an durup telefonumu elime aldım ve Ecem'e mesaj attım.

Sibel : ben sahilde dolanıcam biraz ordan eve kaçarım

Sibel : yarın gelmem okula

Ecem : ne oldu????

Sibel : beni istemiyor

Ecem : ne demek istemiyor anlat çabuk ne yaşandı

Sibel : yarın anlatırım okul çıkışı bana gel

Ecem : tamam

Sahilde durduğumuzda taksinin ücretini ödeyip hızla aşağı indim. Ağır ağır yürüyerek denize sınıf bir kafeye geçip oturdum. Gözlerim acıyordu. Kahve söyleyip gözlerimi kapattım. Denizin kokusu ile mayışırken, ağlamayı durdurup yavaşça gülümsedim.

Çok mu şey istedim?

Ben ne istedim?

Sen, sen ne istedin?

Ne istemedin?

Neden istemedin?

Neden istemedin!

Hızla telefonumu elime alıp onun numarasını ve mesajlarımızı sildim. Öfkeden gözüm dönüyordu. Çok öfkeliydim. Çok kırılmıştım. Ardından Bulut'a mesaj attım.

Sibel : sanırım amcan kocam olmak istemiyor

Bulut : noldu

Sibel : akıllı ol dedi kısaca

Bulut : ne yaptın

Sibel : bişi yapmadım sadece oturdum

Bulut : hay allah ne olacak şimdi

Sibel : bilmiyorum

Bulut : ben yarın bi konuşayım onunla

Sibel : boşver konuşma

Sibel : bu meseleyi kendim halletmem lazım

Bulut : nasıl hallediceksin

Sibel : bilmiyorum ama bulucam yarın gelmem okula beni sorarsa kendini kesmiş dersin

Bulut : salak mısın ya dhfsjlhasjdffsa

Sibel : HJAJKLDFHAJSLKFHSF

Gülümseyerek telefona bakarken bir yabancı numaranın araması ile hızla bir sigara yaktım. Telefonu açıp kulağıma götürdüm.

"Neredesin?" sesi ile şaşkınlıkla etrafıma baktım.

"Tanıyamadım." dedim şaşırarak. Masaya kahvem geldiğinde başımla teşekkür edip sigaramdan bir duman aldım.

"Mert ben, konuşmamız lazım. Kim var?"

Gözlerim kocaman açıldı ve boğazımı temizledim. "Tekim, gelebilirsin." dedim korkuyla.

"Neredesin?"

"Pier'deyim." dedim. Telefonu kapattığında şaşkınlıkla sigaramı içip denizi izliyordum. Bir an kaşlarımı çatarak gruba mesaj yolladım.

Mert'in Kelebek Bıçağı

Sibel : mert aradı

Sibel : konuşmamız lazım dedi geliyo yanıma

Ecem : nE

Ecem : özür mü dilicek

Sibel : bilmiyorum zaten ağlamaktan gözlerim şişti

Bulut : ya sibel :(

Ecem : marşmelovum üzülme sana tarihçiyi ayarlarız :(

Sibel : siktirgit amk orospu fsdjfhsdalkjfhlsadf

Ecem : KADHKLFJSADKFLJSŞDF

Bulut : AHHAHAHAHAHAHAH

Ecem : bize haber ver mutlaka sakın ama sakın kalabalıktan ayrılmayın

Bulut : gelelim istersen

Sibel : yok bişi olursa ben size söylerim

Karşımdaki sandalye hızla çekilince ekranı kapatıp derin bir nefes aldım. Telefonumu çantama koyup gözlerine baktım. Geriye doğru yaslandı ve bana baktı. Kahveleri siyahlaşmıştı. Birkaç saat önce Buca'daki halinden çok daha kötüydü.

"Evet?" dedim korkuyla. "Seni dinliyorum."

"Sen Toprak'ı nereden tanıyorsun?" dedi gözleri üzerimde gezinirken. Sandalyeye gömüldüm ve korkuyla bir sigara yaktım.

"Bize ders veriyor."

"Başka?" dedi düz bir şekilde. Bakışları bedenime minik minik bıçak kesikleri bırakıyordu. "Başka nereden tanıyorsun? Biz bizeyiz, konuş açık açık."

Şaşkınlıkla gözlerimi açtım ve onu anlamaya çalıştım. Garson sipariş almak için yanımıza geldiğine Mert elini olumsuz anlamda sallayıp garsonu gönderdi.

"Ben başka bir yerden tanımıyorum, ya sen?" dedim yavaşça gülümserken. "Sen nereden tanıyorsun?"

Birkaç saniye siyahlarını üzerime akıttı ve gülümsedi. Burnundan nefes vererek gülmüştü. Biraz doğrulup etrafa baktı ve yavaşça masada bana doğru eğildi.

"Özür dilerim, sabahki hareketim için." dedi ve tekrardan geriye doğru yaslandı. "Ne istiyorsun?"

"Ne için ne istiyorum?" dedim kaşlarımı çatarak.

"Özür için, ne istiyorsun? Karşılık olarak."

"Hiçbir şey." dedim ve hızla kahvemden bir yudum aldım. "Sadece kötü olmayalım."

"Değiliz, sorun yok." dedi ve tekrardan eğildi. "Çok güzel bir mal var elimde, tatmak ister misin?"

"Ne?" dedim kaşlarımı çatarak. "Ne malı?"

"Yeni geldi, Hollanda'dan." dedi gülümserken. "Özür için sana bir tane verebilirim. Beğenirsen devamı parayla."

"Yok," dedim boğazımı temizlerken. "Ben kullanmıyorum."

"Senin kadar ödlek bir kız görmedim." dedi gülümserken. "Ne kadar eziksin."

"Ben mi?" dedim şaşkınlıkla. "Hayır, ben ezik değilim."

"Minik bir hap bile yutmaya korkuyorsun." dedi alayla. "Neyse, fikrin değişirse beni bul okulda. Omzun için tekrardan kusura bakma." dedi ve ayaklandı.

"Beklesene sen!" dedim ve ayaklandım. "Bekle bekle." dedim ve kasaya giderek hızla kahvenin ücretini ödedim. Şaşkınlıkla bana bakıyordu. Kahve dükkanından çıktığımızda durup ona döndüm.

"Benim kalbim şu anda çok acıyor." dedim ve etrafa baktım. "Bu dediğin minik hap, bu acıyı alabilir mi?"

"Sen ne diyorsun!" dedi gülerek. "Seni uçurur, üzerine güller serer." dedi keyifle.

"Tamam, ver." dedim ve derin bir nefes aldım. Ardından avuç içimi ona uzattım.

"Deli misin?" dedi avcumu hızla indirirken. "Burada olmaz, gel benimle."

Yavaşça arkasından yürümeye başladım. Boğazımı temizliyor, sürekli insanlara bakıyordum. Telefonumu elime alıp gruba mesaj attım.

Mert'in Kelebek Bıçağı

Sibel : sorun yok özür diledi barıştık

Ecem : ohhhh rabbim sana şükürler olsun bağışladın marşmelovumu bize

Bulut : gitti mi

Sibel : evet gitti bende eve geçiyorum

Bulut : oh şükür iyi tamam içim rahat etti

Sibel : yarın okul çıkışı toplanalım

Ecem : tamam kankammmm

Sibel : bulutun amcası kişisi yarın beni sorarsa öldüğümü söyle ecem

Ecem : tarihçiye kaçtı dicem

Sibel : kes artık susssssssssss JHFSDALKJHFSDALJKFLASKFDSF

Ecem : KFSDJKLAFSDALKFADSFASFFA

Telefonumu kapatıp Mert'i takip etmeye devam ediyordum. Arabasının önünde durduk. Sarı, iki kişilik bir spor arabaydı. Mert arabasının kapısını açıp içine oturdu. Hızla dolanıp yanındaki koltuğa oturdum.

"Yarın okula gitme ama, anlaşılır." dedi arabayı yola çıkartırken. Başımla onu onayladım ve camdan dışarıya baktım.

"Ölmem, değil mi?" dedim gülerken.

"Yok, ölmezsin. Birkaç gün sersemlersin. Ama kafası mükemmel." dedi gülerek. Mert okulumuzun en korkulan insanıydı. Onunla kötü olmayı kimse istemezdi. Bir gün onun arabasına binip, onunla sohbet edeceğimi söyleseler güler geçerdim.

"Nereye gidiyoruz?" dedim yavaşça.

"Bizim mekana, yanımda taşımıyorum herhalde." dedi sırıtarak. Başımı olumlu anlamda salladım ve gülümsedim.

"Korkak değilim, gördün mü?" dedim sırıtarak. Yola bakarak kahkaha attı.

"Korkak değilsin, ama safsın. Hemen gaza geldin." dedi keyifle. "İyi kızsın ama."

"Ben kalbimin acısını unutmak istiyorum." dedim ve derin bir nefes aldım.

"Bu senin adını bile unutturacak sana." dedi gülerek. Neşelenmişti. Mert'in bana karşı böyle davranması, içimi rahatlatmıştı. Onunla düşman olmayı istemezdim. Ormanın içinde sürüyordu. Korkuyla kendi ölümüme gittiğimi düşündüm. Söylediği yere vardığımızda arabayı durdurdu ve hızla indi. Kapının önünde bir sürü spor araba vardı.

"Gel, selam ver. Seni tanısınlar, okulda saygın olur." dediğinde hızla arabadan inip, ormanın arasındaki büyük tahta eve doğru ilerledim. Şaşkınlıkla etrafı izliyordum. Hava kapkaranlıktı. Ortam zehirli kokuyordu. Kapıyı iterek açıp içeriye geçti. Arkasından girip etrafa baktım. Okuldaki pek çok insan buradaydı. Duvarlar tahtadandı. Kocaman yuvarlak bir masa vardı. Masanın üzerinde yeşil bir örtü vardı. Solda minik bir oda vardı. Köşede ise küçük bir mutfak. Arkalarında açık bir televizyon vardı. Televizyonda müzik çalıyordu. Yan kısımda küçük bir soba vardı. Oturdukları yuvarlak masanın etrafındaki büyük ve rahat koltuklara yayılmış, sohbet ediyorlardı. Bir sürü değişik tütün ve sigara, çokça hap vardı masada. Onlarca bira şişesi vardı. Mert ile girdiğimizde herkes ellerindeki sigaraları sarmayı bırakıp şaşkınlıkla bana döndü.

"Beyler," dedi gülerek. "Misafirimiz var."

"Sibel? Şaka mı?" dedi İrem. Gözlerim kocaman açılırken, hızla önündeki sigaraya baktım.

"Sen ne yapıyorsun burada?" dedim şaşkınlıkla.

"Asıl sen ne yapıyorsun burada?" diye sordu gülerken. "Sen sigara içerken bile öksürürsün."

"Sen ne ötüyorsun?" dedi Mert. Bunun üzerine İrem hızla önüne dönüp sustu. Yanında Berk vardı. Berk kolunu İrem'e atmış, rengi değişik bir sigara içiyordu. İçerisi karanfil gibi kokuyordu. Derin bir nefes aldım. Mert bana oturacağım yeri gösterdi. Montumu çıkartmadan yavaşça koltuğa oturdum. Normalde okulda gördüğüm zaman yolumu değiştirdiğim insanlarla aynı masadaydım.

"Selam," dedi Mert'in hep yanında dolanan çocuk. Kıvırcık kısa saçları vardı. Üzerinde zincir kolye, bol beyaz tişört vardı. Elini bana doğru uzattı. "Sinan ben."

"Merhaba, Sibel." dedim hızla elini sıkarken.

"Sibel, merhaba." dedi Berk gülerek. "Hoş geldin."

"Hoş buldum." dedim ve ona doğru yavaşça gülümsedim. Ellerimi birbirine bağlayıp telaşla etrafa bakındım.

"Beğendin mi?" dedi Berk neşeyle. "Burası bizim kulübemiz."

"Sıcak bir havası var, samimi." dedim tedirgin bir şekilde.

"Çok samimidir." dedi Sinan keyifle. "Mert seni getirdiğine göre artık sen de bizdensin."

"Şey, ben aslında tadına bakıp gidecektim." dedim masaya bakarken. Masada bir sürü filtre, kağıt, poşetin içinde toz, sigara ve çakmak vardı.

"Aynen, gidersin." dedi İrem kahkaha atarken. Berk onu öpüyor, ona dokunuyordu. İrem gülerek sigarasını yukarı doğru üfleyip, Berk'e birkaç şey söyledi. Mert yanıma oturup önüme küçük bir poşette pembe bir hap uzattı.

"Al, yarına kadar iptalsin." dedi gülerek. Ardından bir şişe açılmamış su koydu önüme.

Yavaşça poşeti elime aldım. Başımı Mert'e çevirdim. Bana bakıyordu, meraklıydı. Hevesliydi, keyifliydi.

"Korktun mu?" dedi gülerek. Başımı olumsuz anlamda salladım.

Korkmuştum.

Yavaşça torbayı açıp içindeki pembe minik hapı avcumun içine aldım.

"Bu minik şey mi adımı unutturacak?" dedim yavaşça.

"Kalbin acıyor ya, kalbini hissetmeyeceksin." dedi Mert şehvetle. Zevke gelmişti. "Hadi, iç bir kere. Bir daha bırakamayacaksın." Kapı açıldığında hızla kapıya doğru baktık.

Murat bir kızla içeriye geçip hızla kızı öpmeye başladı. Kızı duvara dayadı ve bir anda kızın üzerindekileri çıkartmaya başladı. Ben şaşkınlıkla onlara bakarken, Mert gülerek bana döndü. "Hadi, Sibel. Korkma, çok güzel. İç şunu." dedi heyecanla.

Hızla ağzıma götürüp suyun kapağını açtım ve birkaç yudum içerek hapı yuttum.

"İnanamıyorum!" dedi İrem kahkaha atarken. "Sibel! Sen ne fenaymışsın."

"Sus," dedim gülerken. Bir anda gülüşüm dondu. Gözlerime doğru bir ışık parladı. Etrafta şimşekler çakmaya başladı. Avuç içlerim terlerken, insanların yüzleri yavaş yavaş yok oldu. Etrafa baktım şaşkınlıkla. Kaşlarımı çattım. Kaşlarımı hissetmeme başladım. Gözümü yavaşça yukarı kaydırdım. Tavan bir anda açıldı. Gökyüzünü gördüm. Yukarıda binlerce parlayan yıldız vardı. Elimi yukarıya doğru kaldırdım gözlerimi kısarak. Yıldızların ışıltısı bir anda gözlerimi kamaştırmıştı.

"Tavan yarıldı." dedim yavaşça. Dudaklarımı yaladım. Dudaklarımın ıslaklığı ile hızla elimle ağzımı tuttum. Ağzımdan sanki sular akıyordu. Ağzımı sıkıca kapattım ve Mert'e döndüm. Mert bana bakarak gülüyordu. Bir anda yüzü yukarıya doğru uçtu ve yıldızlara doğru buharlaştı. Kaşlarımı yukarı kaydırıp kocaman bir kahkaha attım.

"Mert gitti!" dedim bağırarak. "Uçtu! Baksanıza!" dedim heyecanla elimi gökyüzüne doğru uzatarak.

Etrafa baktığımda bir anda masada kimse kalmamıştı. Korkarak ayaklandığım sırada Mert bir anda kolumdan tutup beni oturttu. Hızla ona döndüm. Yüzü yoktu, ancak o olduğunu anlayabiliyordum.

"Otur, kalkma, kusarsın." dediğinde sesi sanki üç sokak arkadan bana doğru bağırarak gelmişti. Çok uzaktan geldi sesi. Hızla yerime geri oturdum. Mert'i seçmeye çalışırken, alnımdan akan terler ile hızla montumu çıkarttım.

"Yanıyorum!" diye bağırdım ve bir anda üstümdekini çekiştirip üzerimden çıkarttım. Sütyenle kalmıştım. Üzerimdekini hızla yana bıraktım. Mert hızla ellerimden sıkıca tuttu. Mert'i görmüyordum, ancak ellerimi tutuyordu. Korkuyla bağırdım. "İmdat! Yanıyorum!"

"Sakin ol." dedi ve üstümdekini giydirdi. "Sorun yok!"

"İmdat! İtfaiyeyi çağırın! Ah, bu da kim?" dedim ve hızla sobaya baktım. "Bu, bu şeytan! Şeytan geldi! Ben ondan yanıyorum! Alevler!" diye bağırdım. Sobaya doğru koşmak için ayaklandığım sırada Mert tekrardan beni hızla tuttu.

"Bırak!" diye bağırdım. "Bırak! Yakacağım kendimi!"

"Dur!" diye bağırdığını duydum. Sesi sanki gökyüzünden geliyordu. Hızla başımı kaldırdım ve kendimi koltukta geriye doğru atarak başımı gökyüzüne kaldırdım. Bir anda kasılmaya başladım. Ellerim titriyor, bacaklarım deli gibi sallanıyordu. Kafam o kadar çok titriyordu ki, deprem olduğunu düşünerek kollarımı başıma götürdüm.

"Deprem!" diye bağırdım titrerken. "Deprem oluyor!"

Yana doğru döndüğümde Mert'in yüzünü görebilmiştim. Bana zevkle bakıyordu. Gözleri parlıyordu. Gözleri kapkaraydı. İçtiğim pembe şeyin aynısından ağzına attı ve su olmadan yuttu.

Yavaşça etrafa baktığımda diğer herkesin masada oturduğunu gördüm. Şaşkınlıkla gökyüzüne baktım. Gözümü her kırptığımda yıldızlar bana doğru yaklaşıyordu.

"Üzerimize düşüyorlar!" diye bağırdım ve hızla gözlerimi kapattım. Kalbimi çıkartmak istiyordum. Kalbim bedenime sığmıyor, büyüyordu.

"Keseceğim kendimi! Bıçak verin!" diye bağırdım. İrem hızla kalkıp yanıma geldi.

"Tamam, canım. Sakin ol." dedi telaşla.

"İrem! Bıçak ver bana! Keseceğim kalbimi!"

"Tamam canım! Sorun yok!" dedi telaşla ve hızla yanıma oturdu. "Gel, su iç! Sibel, iç biraz!"

Hızla yüzüme su fırlattı ve zorla ağzıma su şişesini soktu. Suyu içirdiği sırada gözlerim yıldızlardaydı. Yıldızlar bir anda başıma doğru düştü. Hızla gözlerimi kapattım ve su şişesine elimin tersiyle vurup masada ileri doğru fırlattım. Berk hızla su şişesini kaldırıp masaya dökülen sudan tütünleri kurtarmaya çalıştı.

"Bırakın! Gideceğim ben." dedim ayaklanırken. Mert yanda koltuğa başını yaslamış, bana bakarak gülüyordu. Onun güldüğünü görünce gülmeye başladım. Birbirimize bakarak gülüyorduk.

"Ne oldu? Taşak oldu mu kafan?" dedi gülerek.

"Oğlum! Yıldızlar kafama düştü!" dedim kahkaha atarken. İrem hızla üzerimi düzeltirken, yavaşça başımı geriye doğru attım ve başımı koltuğa yasladım. Mert ile birbirimize bakarak gülüyorduk.

"Gitti bunlar." dedi Berk gülerek. "Geçmiş olsun."

Masadakiler aralarında sohbet edip sigara içerken, Mert ile birbirimize bakıp sürekli gülüyorduk.

"Mert, yıldızları izleyelim." dedim kahkaha atarken. Ardından hava baktım. Tavan yerinde değildi, yıldızlar kocamandı ve parlıyorlardı. Mert başını tavana çevirdi ve kahkaha attı.

"Sen yıldız mı görüyorsun?" dedi gülerken. "Ben kocaman bir buzuldayım."

"Buzul mu?" dedim gözlerimi kocaman açarak. "Kutup ayıları var mı?"

"Kocaman bir penguenle dövüştüm az önce!" dedi gülerken.

"Vay anasını!" dedim ve heyecanla gözlerimi açtım. Başlarımız birbirine biraz yaklaşırken nefesinin burnuma doğru çarptığını hissetmiştim.

"Öpeyim mi?" dedi gülerken.

"Cıs," dedim gülerek. "Yanarız, olmaz. Benim başım bağlı."

Ardından gözlerimi kapattım. Kalbim rahatsız ediciydi. Derin derin nefes alıyordum. Nefesimi düzenlemeye çalışırken, Mert'e baktığımda bana bakarak gülüyordu. Ona bakıp güldüm ve gözlerimi tekrardan kapattım. Bedenim bir anda titremeye başladı. İrem yanımdan sıkıca beni tuttu. O kadar çok titriyordum ki, nefes alamıyordum. Gözlerim görmeyi durdurdu. Her yer karardı.

"Gel canım, sarıl bana." dedi İrem yavaşça. Başımı İrem'in omzuna atıp gözlerimi kapattım. Elimi ağzıma tuttuğumda ağzımdan çıkan kan avuç içime doldu.

"Korkma, normal." dedi Mert gülerek. Başımı ona döndürüp tekrardan güldüm. Gözlerim kapanırken, titremeye devam ediyordum. Öldüğümü düşündüm.

Gözlerimi kırpıştırdığımda hava aydınlanmıştı. Yavaşça gözlerimi açtığımda koltukta uzanıyordum. Üzerimde kendi montum battaniye gibi örtülüydü. Mert karşı koltukta oturmuş, ağzının içindeki sigara ile telefonuyla ilgileniyordu. Yavaşça doğrulup etrafa baktım. İkimiz dışında kimse kalmamıştı. Derin bir nefes alıp masadaki su şişesini alıp hızla içtim. Mert telefonundan başını kaldırıp bana baktı.

"Günaydın." dedi düz bir şekilde. "Nasılsın?"

"Mert." dedim telaşla doğrulurken. "Dün ne oldu?"

"Uçtun." dedi keyifle. "Hoşuna gitti mi?"

"Bilmiyorum." dedim şaşkınlıkla. "Hatırlamıyorum ki."

Sigarasını söndürüp yenisini yaktı. Doğrulup çantamdan bir sigara çıkarttım ve hızla yaktım. Üzerimdeki montu hızla üzerime giydim.

"Ben, gideyim." dedim korkuyla ve sigaram ağzımdayken çantamı omzuma attım.

"Nereye?" dedi şaşkınlıkla. "Okula geçeceğim zaten birazdan, ben bırakırım seni."

Korkuyla oturup etrafa baktım. Masanın üzeri topluydu. Telefonumu alıp hızla annemi aradım.

"Anne? Günaydın." dedim telaşla. "Nasılsın?" Mert bana bakıp güldü ve sigarasını içerken telefonunu eline aldı.

"İyi kızım, anneannenle kahvaltı yapıyoruz. Sen?"

"İyiyim ben de, Ecemleyiz. Birazdan okula geçeceğiz."

"Tamam hayatım, selam söyle." dedi ve telefonu kapattı. Derin bir nefes aldım.

"Gidelim mi?" dedim korkuyla. Sigarasını küllüğe söndürüp hızla ayağa kalktı. Peşinden kalkıp yürüdüm ve kulübeden dışarıya çıktık. Arabasına hızla bindim ve parmaklarımı kütlettim. Korkudan ölecektim. Tedirgindim.

"Nerede evin?" dedi orman yoluna çıkarken.

"Güzelbahçe'de." dedim boğazımı temizleyerek. Başıyla onaylayıp direksiyonu çevirdi ve yola çıktı. Telefonundan biz müzik açıp başını geriye doğru attı. Kalbim korkudan çıkacaktı.

"Unuttun mu kalp acını?" dedi bir ara müziği kısarak.

"Unuttum, ama gerçekten adımı da unuttum." dedim gülümseyerek. "Ne oldu dün?"

"Bir şey olmadı, uyudun." dedi ve güldü. "İrem'i hatırlıyor musun?"

"Evet! Murat ve öpüştüğü kızı da." dedim gülerek. "Çok garip, İrem'den beklemezdim."

"Tam da ondan beklenir, orospunun teki." dedi sırıtarak. "İyi baktı sana ama gece, ilgilendi seninle."

"Ne yaptım da benimle ilgilendi?" dedim kaşlarımı çatarak. Sırıtarak yola bakıyordu.

"Biraz panik yaptın." dedi keyifle. "Alışık olmadığın için."

"Rezil oldum mu?" dedim derin derin nefes alarak. "Birilerine söylerler mi?"

"Kime söyleyecekler?" dedi. Keyfi yerindeydi. "Sana birisi bunu söylemiş miydi?"

"Hayır." dedim camdan ağaçları izlerken.

"Sen de kimseye söyleme, olur mu?" dediğinde hızla ona döndüm.

"Asla, söylemem. Ecem'e bile söylemem." dedim korkuyla. "Duysa beni öldürür."

"İyi bakalım." dedi caddeye doğru çıktığımız sırada. Müziği tekrardan açtı ve gaza yüklendi. Evi tarif ettiğimde evin önünde arabayı durdurdu.

"Okulda bir sorun olursa ilk bana gelirsin." dedi bana doğru dönüp gülümserken.

"Çok teşekkür ederim." dedim ve ona kocaman gülümsedim.

"Görüşürüz, o zaman." dedi ve elini bana uzattı. "Buzları eritmemize sevindim."

"Ben de!" dedim heyecanla elini sıkarken. "Görüşürüz."

Arabadan inip derin bir nefes aldım. Bahadır'a selam vermeden, koşarak eve girdim ve hızla üzerimi çıkartıp duşa girdim. Duştan çıktığımda aynada gözlerime baktım. Göz altlarım resmen içlerine göçmüştü. Korkuyla kendime baktım. Kendimi görünce sıçramıştım. Korkunçtum. Telaşla pijamalarımı giyip yatağa yattım ve yorganı kafama çektim. Derin derin nefes alarak uyumaya çalıştım. Gözlerim kapandı ve sessizlikle kucaklaştım.

Gözlerimi açtığımda saat akşamüstüne geliyordu. Telefonuma baktığımda Ecem'in mesajını gördüm.

Ecem : seni sordu

Heyecanla yerimden doğrulup mutfağa geçtim ve buzdolabını açıp meyve aldım. Meyveyi yerken bir yandan Ecem'e mesaj attım.

Sibel : sen ne dedin

Ecem : rahatsızlanmış dedim

Sibel : o ne dedi

Ecem : nesi var dedi

Sibel : sen ne dedin

Ecem : üşütmüş dedim

Sibel : o ne dedi

Ecem : bişi demedi

Ecem : daha iyimisin

Sibel : evet

Sibel : sana bişi sölücem

Sibel : ama bana kızma

Ecem : ne yaptın

Sibel : mertleydim gece

Ecem mesajı gördükten sonra cevap yazmadı. Muzu bitirip çöpe attıktan sonra hızla odama geçip derin bir nefes alıp aynada kendime baktım. Göz altlarım daha iyiydi. Kapatıcı sürüp biraz toparlamaya çalıştım. Ecem aradığında gülerek telefonu elime alıp çağrısını açtım.

"Sen ne diyorsun!" dedi heyecanla. "Verdin mi?"

"Hayır, saçmalama." dedim gülerek. "Beni arkadaşları ile tanıştırdı. Arkadaş tayfasında kim vardı, bil bakalım."

"Kim?" dedi heyecanla.

"Kaşar İrem." dedim gülerek. Ecem birkaç saniye durup bir anda kocaman bir kahkaha attı.

"Ne yaptınız? Neredeydiniz?" dedi heyecanla.

"Oturduk sahilde, muhabbet ettik. Sabaha karşı eve gelip uyudum." dedim gerilerek.

"Bir şeyler içiyorlar mıydı?" dedi ve bir anda durup bağırdı. "İçtin mi bir şey?"

"Saçmalama, dışarıdaydık diyorum. Sahildeydik, sigara içtik işte."

"İyi, aman. Yemin ederim annene söylerim." dedi telaşla. "Neyse, aranızın iyi olmasına çok sevindim. Yine de çok samimi olma."

"Yok yok, bir daha görmem zaten." dedim boğazımı temizleyerek. "Benimki oralarda mı?"

"Evet dolanıyordu etrafta." dedi ve durdu. "Dün ne oldu?"

"Bana aklından ne geçiriyorsan, geçirme, dedi." dedim ve bir an durup yavaşça gülümsedim.

"Ah, Sibel." dedi ve derin bir nefes aldı. "Okul çıkışı geleyim sana, yarın tatil zaten. Bir yerlere gidelim."

"Nereye gideceğiz?" dedim gülümserken. Kalp acım tekrardan belirmişti.

"Çeşme'ye gidelim, yatla açılırız. Sabah döneriz." dedi telaşla. "Kafanı dağıtırsın."

"Olabilir." dedim ve hızla burnumu çektim. "Sonra konuşalım mı?"

"Tamam, marşmelovum. Ben çıkışta geleceğim sana." dedi ve telefonu kapattı. Derin bir nefes aldım ve yatağa uzandım. Gülümsüyordum. Onu özlüyordum. Yavaşça doğruldum ve Ecem'e mesaj attım.

Sibel : ben gelirim çıkışına oradan direkt çeşmeye geçelim

Ecem : olur aşkım

Hızla kalkıp üzerime siyah deri bir pantolon ve beyaz askılı bluz giydim. Saçlarımı düzleştirip makyaj yaptım ve şişme montumu giyerek omzuma çantamı asıp evden çıktım.

"Bahadır, okula bırakır mısın?" dedim arka koltuğun kapısını açarken.

"Tabii ki." dedi ve hızla arabaya bindi. Yolda müzik açıp kulaklıklarımı taktım.

"Nasıl gidiyor?" dediğinde kulaklığımın tekini çıkartıp arabanın tepe aynasından ona baktım.

"Hareketli." dedim yavaşça gülümserken.

"Ne güzel, sıkılıyordun." dedi neşeyle.

"Sorma, çok güzel." dedim keyifle ve dışarıya baktım. Okula gidene kadar bir daha konuşmadık. Okulun önüne vardığımda beklemesini söyleyerek arabadan indim. Hızla çıkışa doğru baktım. Dün kulübede tanıştığım oğlan yanımdan geçerken durup bana bakarak sırıttı. "Naber, Sibel?"

"İyi," dedim heyecanla. "İyi, Sinan. Sen?"

"Eyvallah, akşam ne yapıyorsun?"

"Akşam bir planım var, Çeşme'de olacağız."

"Haberleşelim." dediği sırada Mert yanımıza geldi ve bana yavaşça sarıldı. Bir anda şaşkınlıkla kalakaldım. Elini hafif belime götürüp yanağını yanağıma doğru bastırıp çekildi.

"Nasılsın?" dedi Mert gülümseyerek. "Çok daha iyisin."

"İyiyim, ya. Sorun yok." dedim heyecanla. Şaşkındım. Geçen insanlar bize bakıyor, aralarında konuşuyorlardı. Sınıftan birkaç kişi ile göz göze geldiğimde şaşkınlıkla bizi izliyorlardı.

"İyi bakalım, dikkat et kendine." dedi ve bana bakarak gülümsedi. Ona başımı hızla onaylar anlamda salladım ve kocaman sırıttım. Başımı etrafta gezindirdim sonrasında. Yana döndüğümde arabasına yaslanmış, elindeki sigara ile bize doğru bakan Toprak'ı gördüm. Şaşkındı. Toprakları kızgındı. Kaşları çatık, ifadesi donuktu. Onu görmemle hızla başımı Mert'e çevirdim. Korkuyla dondum. Kalbim hızla bedenimi tekmeliyordu.

"Ne oldu?" dedi Mert şaşkınlıkla. Ardından etrafa baktı. Toprak'ı görünce başıyla selam verdi. "Neyse, Sinan yürü gidelim. Görüşürüz, Sibel." dedi ve yanımdan ayrıldı. Başımı Toprak'a çevirdiğimde arabasına biniyordu. Mert ve Sinan hızla Mert'in arabasına bindiler. Toprak gaza basarken, Mertler arabaları ile onun peşinden gitti. Derin bir nefes aldım.

"Marşmelovum!" dedi Ecem gülümseyerek. "Sen bunlarla gerçekten yakın arkadaş olmuşsun!"

"Teşekkür ederim, öyle selamlaştık sadece." diyerek ona sıkıca sarıldım. "Kız kıza yat partisine hazır mısın?"

"Hem de çok." dedim gülümserken. "Gidelim bir an önce." İkimiz de arka koltuğa bindiğimizde Ecem ve Bahadır selamlaştı. Bahadır arabayı yola çıkarırken, telefonum çaldı. Kaşlarımı çatarak yabancı numaraya baktım. Mert'in numarasını kaydetmediğim için o olduğunu düşündüm.

"Alo?" dedim merakla.

"Neredesin?"

Dünya, durma dönmeyi.

Ay, üzerime doğru ağlama.

Yıldızlar, düşmeyin üzerime!

Bırakın da gideyim.

Bırakın da öleyim.

"Tanıyamadım." dedim gözlerim kocaman açılırken. Hızla Ecem'in koluna doğru sertçe vurdum. "Toprak." diyerek ağzımı oynattım. Ecem heyecanla bana baktı.

Telefonun karşısından yavaşça güldü. Gülmesi ile içimdeki durgunluklar yavaş yavaş büyüdü ve kocaman bir kaosa dönüştü. Güllerim açtı, papatyalarım ağladı. Kalbim yere döküldü, ruhum çiseleyende ıslandı.

"Numaramı mı sildin, kızım?" dediğinde istemsizce gülümsedim. Sesi keyifliydi. Sesi saçlarımı seven bir huzur gibiydi. Bedenim yavaşça gevşedi ve gözlerim ağır ağır açılıp kapandı.

"Şimdi anladım. Buyurun?" dedim gülümserken. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve hemen sonra alt dudağımı ısırdım.

"Neredesin?" dedi tekrardan. "Konuşmamız gerekiyor."

"Ne konuşacağız?" dedim şaşkınlıkla. Kalbim uçup gidecekti ve ben onu yakalamak için hazırda bekliyor gibi telaşlıydım.

"Telefonda olmaz, neredesin?"

"Çeşme'ye gidiyorum." dedim derin bir nefes alıp. Sesini koklamak, sesini öpmek istedim. Telefonda sesi o kadar ağır ve sertti ki, bir an bedenim kasıldı ve gözlerimi sıkıca kapatıp kendimi arabada geriye doğru bıraktım.

"Tamam, yol üstünde bir yerde otur bekle. Konuşalım, sonra gidersin." dediğinde hızla gözlerimi açıp Bahadır'a doğru elimi birkaç kez şıklattım. Arabayı yana çekmesini için elimle ona işaret verdim.

"Tamam, ben o zaman oturup bekliyorum sizi bir yerde." dedim kekeleyerek.

"Nerede olduğunu yazarsın." dedi ve telefonu kapattı.

"Bahadır, hemen bir kafeye sür, hemen! Dur, şurada dur işte." dedim heyecanla. Durup Ecem'e döndüm şaşkınlıkla. "Benimle konuşmak istiyor."

"Özür mü dileyecek?" dedi Ecem şaşkınlıkla. "Ne oldu böyle şimdi?"

"Yok ya, Mertle gördü beni az önce çıkışta. Onu soracak." dedim keyifle. Alt dudağımı ısırdım ve geriye doğru yaslandım. Sesi ile mayışmıştım. Telefonda sesi normalden daha farklıydı, daha sertti.

"Tamam, biz arabada bekleriz. Sen konuş gel." dedi Ecem heyecanla. Bahadır ilk gördüğü kafede kenara çekti. Hızla arabadan indim ve numarasını tekrardan kaydederek ona mesaj attım. Kafeye geçip oturdum. Hızla telefonumun ekranından kendime baktım. Heyecandan çıldırmak üzereydim. Garson geldiğinde birazdan tekrar gelmesini söyleyerek garsonu geri çevirdim.

Kapıyı açtığında istemsizce gömleğine baktım. Kolları çok belirgindi. Onlara bakmamam imkansızdı. Boğazımı temizledim ve başımı öne eğdim. Sonra yavaşça gözlerimi tekrar ona kaldırdığımda, arkasında Mert ve Sinan'ı gördüm. Kaşlarımı çatarak onlara baktım. Toprak gözleri ile birkaç saniye kafede beni arayıp, gördüğü an bana doğru ilerlemeye başladı. Derin bir nefes aldım. Karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu. Büyük omuzlarına birkaç saniye baktım istemsizce. Mert ve Sinan yan yana bir şekilde, yanımızda ayakta duruyorlardı.

"Selam?" dedim şaşkınlıkla Mert ve Sinan'a bakarak.

"Konuşun." dedi Toprak geriye doğru gerinerek.

"Neyi?" dedim gülümserken. Kaşlarım havaya kalkmıştı.

Mert masaya doğru bakıp sertçe yutkunurken, Sinan sessizce etrafa bakıyordu. Yan yana komik duruyorlardı.

"Bunlar sana bir şey verdi mi?" dediğinde gözlerim kocaman açıldı ve hızla başımı yana doğru eğdim.

"Hayır? Nereden çıktı?" dedim telaşla. "Tanımam etmem, selamlaştık sadece." dedim korkuyla. Sesim titremişti.

Toprak gülümsedi ve biraz doğrulup yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Gözlerimiz yaklaşırken, o an ona sıkıca yapışmak istemiştim. Keskin yüzü bedenime yaklaşınca, ellerim uyuştu bir an ve hızla ellerimi birbirlerine doğru kenetledim. Yüzüne baktım, dudaklarına, burnuna, inceledim onu. Gözlerim kısa bir süre dudaklarına indi ve tekrardan bana bakan toprak tonu gözlerine çıkarttım.

"Bir daha soruyorum, bunlar sana bir şey verdi mi?"

Başımı olumsuz anlamda salladım ve hızla geriye doğru yaslandım. Onunla bu kadar yakından konuşmak aklımı kaybettirmişti. Mert'e çevirdim gözlerimi. Dikildiği yerden, masaya bakıyordu. Tekrardan Toprak'a baktım.

"Bana bakın piç kuruları," dedi Toprak geriye doğru yaslanırken. "Konuşmazsanız boynunuzu kopartırım."

"Ağabey, valla vermedik. Neden inanmıyorsun?" dedi Sinan korkuyla. Kaşlarımı çatarak Sinan'a baktım.

"Nereden ağabeyiniz oluyor?" dedim şaşırarak. "Neden ağabey diyorsunuz?"

"Sen dur." dedi Toprak birkaç saniye bana bakarak. Gözlerimizin birleştiği yerin tam ortasına gri küller döküldü. Sinan'a hızla döndü. "Dün kimleydiniz siz?"

"Ağabey, ben ve Merttik sadece. İkimizdik." dedi Sinan gerilerek. "Yemin ederim vermedik ya, Allah belamızı versin ki vermedik."

"Yürüyün gidin benim başımdan, yoksa gerçekten elimde kalacaksınız." dedi Toprak sinirle. Mert hızla çıkışa giderken, Sinan başıyla Toprak'a selam verip telaşla koşturdu. Kaşlarım çatık bir şekilde onları izliyordum.

"Ne oldu?" dedim şaşırarak. "Ben hiçbir şey anlamadım."

"Sen hiçbir şey anlama." dedi ayaklanırken. Kalktı ve yanımdan uzaklaştı. "Bir daha bunlarla muhatap olma."

"Size ne ya?" dedim gülümseyerek. Durup kocaman gülümsedi ve yerine geri dönerek tekrardan sandalyesine oturdu. Gözlerimizi birbirine kelepçelemişti.

"Anlamadım?" dedi gülümserken. Toprakları parlamıştı.

"Arkadaşım onlar, size ne oluyor?" dedim ve ayaklandım.

"Hani tanımaz etmezdin?" dedi gülümserken. Kaşları çatıktı, ancak keyifli bakıyordu.

"Tanıyorum, yalan söyledim." dedim çantamı omzuma atarken. "Asıl siz nereden tanıyorsunuz bunları, söyleyin bakalım." dedim ona bakarken. Kalbim durmak üzereydi.

"Sen kurcalama oraları." dedi keyifle. Tekrardan sandalyeye oturdum ve geriye doğru yaslandım.

"Derdiniz ne?" dedim kaşlarımı çatarak. "Ne istiyorsunuz benden? Git dediniz, gittim."

"Ben sana git demedim." dedi gülümserken.

Kalbime bir ok girdi.

Sabahlarıma karanlıklar çöktü.

Başımı yana çevirip yavaşça gülümsedim. Ardından sertçe yutkundum.

"Ne dediniz?" dedim tekrardan ona bakarak.

"Ne dediğimi çok iyi biliyorsun." dedi toprakları yüzümde dolanırken.

"Biliyorum." dedim dudaklarımı birbirine bastırıp yavaşça gülümserken. Ardından bir an etrafa bakıp güldüm. "Ama garip biraz."

"Garip olan ne?" dedi şefkatli gözleri ile.

"O kadar kız sizi her gün açıkça rahatsız ederken, siz gelip bunu bana söylediniz." dedim zar zor. Gülümsüyordum. Üzülüyordum.

Başını onaylar anlamda salladı gülümserken. "Ben bir seni kayırıyorum."

"Ben kalkayım." dedim gözlerim kocaman açılmışken. Derin bir nefes aldım. Söylediği cümle ile terlemeye başlamıştım. Oradan kaçmak istiyordum. Bedenim heyecandan karıncalanıyordu. Bedenim bana ölmemek için son gücüne kadar direndiğinin sinyallerini vermişti. O kadar heyecanlanmıştım ki, yerimden kalkamadan öylece ona baktım.

"Artık derslerime gelmeyecek misin?"

"Sizi rahatsız etmek istemem." dedim gülümserken.

"Etmezsin."

"Yanlış anlaşılmak hiç istemem." dedim heyecanla. Yavaşça ensemi tuttum ve ensemi sıkıca kaşıdım.

"Anlaşılmazsın."

"Peki o zaman, pazartesi görüşürüz." dedim derin bir nefes alarak. Ardından durup sertçe yutkundum ve hızla dirseğimi masaya koyup elimle yanağımı tuttum. Heyecandan ne yapacağımı şaşırmıştım.

"Siz, nereden tanıyorsunuz onları?" dedim korkuyla. "Mert'i, Sinan'ı, diğer hepsini."

"Ne yapacaksın, kızım?" dedi bıkkınlıkla.

"Yani, onları senelerdir tanıyorum, biliyorum, duyuyorum. Ben çok merak ediyorum, siz onlarla ne yapıyor olabilirsiniz?"

Durup masaya bakıp ağır bir şekilde güldü. Ardından eliyle yavaşça ağzını tutarak çenesine doğru elini indirdi.

"Bu sorunun peşine takıldın, onların pisliğine sürüklendin, değil mi?" dedi derin bir nefes vererek.

Yerimde kıpırdandım ve eline baktım. İstemsizce elini izledim. Eli çok güzeldi.

"İçtin mi?" dedi tekrardan. Başımı bacaklarıma indirdim ve sertçe yutkundum.

"İçtim." dedim yavaşça. Gözlerimi ona çıkartamadım.

"Ne içtin, kızım?" dedi sesi kırılırken.

"Bir hap içtim." dedim gözlerim dolarken. Alt dudağım büzüldü. Hızla gözümdeki yaşı elimin tersi ile sildim.

"Nasıl bir haptı? Üzerine ne yazıyordu?" dediğinde yavaşça ona baktım.

"Pembe renkteydi." dediğimde gözleri açıldı ve sertçe dudaklarını yaladı. Sonra derin bir nefes alıp başını yana attı bıkkınlıkla.

"Nerede içtin?" dedi dudağını gerginlikle ısırarak.

"Kulübe gibi bir yerde, ormanda." dedim ve ellerimi bacaklarımın üzerinde birbirilerine bağladım. "Özür dilerim." Yavaşça ona baktım.

Başını onaylar anlamda salladı. Düzdü. Dümdüzdü. Toprakları kahvelerime ağır ağır bakıyordu.

"Ne olacak şimdi?" dedi başını sallarken. "Ne yapacağız?"

"Ne yapacağız?" dedim hızla burnumu elimin tersine silerken.

"Ben şimdi onlara ne yapayım, sen söyle kızım?" dedi ve yavaşça gülümsedi. Ona şaşkınlıkla bakıyordum. Sonrasında derin bir nefes aldı ve ayaklandı.

"Bir yerlere gitme bu akşam. Tekrar konuşmamız gerekebilir." dedi ve eline telefonunu alıp hızla kafenin kapısını açıp çıktı. Arabasına binerken telefonunu kulağına götürdü. Sonrasında arabaya binip hızla gaza bastı.

Savruluyorlarmış dalgalarda.

Sana doğru bağırıyorlar.

Ağlayarak kafeden çıkarken, Ecem arabadan çıkmış sigara içiyordu. Beni görünce hızla yanıma koşup bana sıkıca sarıldı. Darmadağındım.

Mutsuzdum.

"Ne oldu?" dedi şaşkınlıkla. "Ah, Sibel!" dedi sırtımı sıkıca ovdu.

"Ecem, bana yardım et!" dedim ağlarken. Burnum akarken hızla koluma burnumu sildim. "Ben bu adamı kafamdan çıkartamıyorum, nasıl çıkartabilirim?"

"Çıkartamazsın, bebeğim." dedi gülümserken. "Keşke çıksa, ama çıkmıyor."

"Ne yapacağım?" dedim yere doğru eğilirken. O kadar çok ağlıyordum ki, gözlerim yanmaya başladı. "Ne yapacağım şimdi?"

"Ağlayacaksın." dedi ve yanıma eğildi. "Başka yolu yok."

"Ağlarım, sorun değil. Hep ağlarım, yeter ki çıksın aklımdan." diye haykırdım. Kalbim paramparçaydı. "Ben onun için ne hallere düştüm! Kimlerle muhatap oldum? Nasıl ortamlara girdim!" dedim bedenimi tamamen yere bırakıp taşlı yola otururken.

Yıldızlara bak, Toprak.

Yollarını kaybetmişler karanlıkta.

Sana doğru dökülüyorlar.

"Çok üzgünüm, Sibel." dedi sıkıca sarılarak. "Bu kadar yoğun duyguların olduğunu anlayamadım. Çok üzgünüm."

"Ecem," dedim hıçkırırken. "Bana yardım et, lütfen. Bir şey yap, bir çözüm bul."

"Gel, eve dönelim." dedi beni kaldırırken. "Bu akşam uyuyalım güzelce, sabah kalkıp düşünürüz." Başımla onu onayladım. Yorgundum. Yerimden kalkıp arabaya bindim. Derin bir nefes aldım. Çok mutsuzdum.

"Ecem," dedim yolda giderken. "Size gidelim. Babam beni böyle görmesin."

"Tamam, marşmelovum." dedi. Bahadır arabayı Ecemlere sürerken, alt dudağım büzülü bir şekilde sürekli burnumu çekiyordum.

Bana bak, Toprak.

Sağanaklarım kurumuş yollarında. Sana doğru hızla düşüyorlar.

Hey, Toprak.

Yaralarında hangi saklı hançerler var?

Bahalarında hangi çiçekler solar?

Anlatsana,

çiseleyenindeki damlaya bak,

Ağlıyor senin için.

Toprak? Toprak.

İzin ver bana,

izin ver sana yıldızları sayayım.

Solan çiçeklerine hayat vereyim. Hançerlerini tek tek söküp fırlatayım.

İzin ver bana, izin ver de seni yaşatayım.

 

Loading...
0%