@yagmurluhikayeler
|
3 ----
Gökyüzü kararırken, bulutlar sonsuzluğu mu kaplar? Şimşekleri üzerimize atıp bizi korkutmayı mı beklerler? Korkar mıyız, yoksa kısa bir süreliğine aydınlanır mı dünyamız? Bir fırsat kolluyorlardı belki de. Küllere bulaşmış kalbimi alıp gitmemi fısıldıyorlardı kulağıma. Bu fısıltı, kulağıma bağırıyor, çığlıklar atıyordu. Ağlıyordu. Yorgun olan zihnimdi. Birisi beni yere yatırıp saatlerce dövmüş, daha sonra beni kaldırıp hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam etmem gerektiğini söylüyor gibiydi. Utanıyordum. Utancımdan kızaran yüzüme hücum eden kan, tüm bedenimde bir telaş içindeydi. Yavaşça başımı arabanın camına dayadım. "Daha iyi misin?" dedi Ecem yavaşça bacağıma doğru avcunu sıkarak. Başımı camdan çekip ona çevirdim ve yavaşça gülümsedim. "Çok daha iyi olacağım." dedim ve bacağımdaki elini tutup avcunu ovdum. "İyi ki varsın. Hep ol yanımda." "Bırakmam seni." dedi ve gülümsedi. "Canım arkadaşım benim." Ecem'i çok seviyordum. O benim için sırtımdaki bıçak izlerinin alkollü mendiliydi. Görüşüp ettiğim pek çok kız arkadaşım vardı, ancak dostum sadece oydu. Ne günah işlersem işleyeyim, beni yanan ateşlerin arasından kollarının çürümesi pahasına çekip alırdı. Günahlarda yanıyorum, değil mi? Günahlarla yanıyorum, değil mi? Toprak, merhaba. Küllerimi üfleyip denize doğru savuşturuyor musun? Yalnızlık neydi, Toprak? Küllerin denizde birbirlerinden kopması, bir daha kavuşamaması mı, yoksa denizin dalgalarında akıp giden kanların kokusunu alamamak mı? Neden bu kadar güzel bir adamsın? Yoksa, Allah seni çok mu seviyor? Yoksa, Allah beni çok mu seviyor? Sen, bana onun hediyesi misin, yoksa cezalandırmak için gönderdiği acı bir zehir misin? Çukurumdaki tökezlemeleri düşünüyorum. Birkaç gürültü kopuyor ayağım takıldıkça. Bileğim kırılıyor, kemiklerim aşınıyor. Sonra acı çekiyorum yavaşça. Bağıramıyorum. Dalgaların sertliği yüzüme vuruyor, nefes alamıyorum. Birkaç çiseleyen bedenime düşüyor, yanıyorum. Toprağa doğru başımı eğiyor, kaldıramıyorum. Başım çok ağır, Toprak. Kalkmıyor gökyüzüne. İndi kaldı orada. Bir dipsizlik derin derin yuvarlak kuyudan iniyordu. Kuyunun içi çamur doluydu. Kocaman, uzun bir merdiven vardı. Kuyunun en altına inip çıplak ayaklarımla çamurlara bastım. Kapkaranlıktı. Çok pis ölüm kokuyordu dar kuyu. Merdiven bir anda yukarı doğru çekildi. Merdiveni tutmaya çalıştım, ancak yetişemedim. Kuyunun içinde kalmıştım. Boğucu, karanlık. Çamurlar gitgide bacaklarımı uyuşturmaya başladı. Küfleniyordum. Etim eriyordu. İnançlarım tükeniyor, Toprak. Günahlarım azalıyor. Fikirlerimde yaşamaya çalışıyorum seninle, olmuyor. Yetmiyor. Ne istiyorsun benden? Ne istemiyorsun ya da? Neden istemiyorsun? Dipçe şekerleme yapayım mı, yoksa boğuldum mu? Uyumak, ölmek... Belki rüyada bir gönderme olur da, Hayır, uykuya göz yummamalı, düşlerin ülkesi neler getirebilir acaba, İşte bu yüzden kederli düşlerden kurtuluyor insan, Ah! O kara uykunun uğruna türlü belalardan nasıl kaçarız bilmeden, Ölümle son bulacak bu dünyadaki korkunç belirsizliği, Kıyamet kopacak, derin uykuda bir çocuğun dudağında. Belki ölmeyi beceremezdi, çocuklar. Ne demişti Mevlana?, "Aşk denizidir bu, gönül gemisiyle yol almak istiyorsan, korkusuzca daldır kendini o derin sulara." Belki de korkmayı bilmezdi, çocuklar. Korksalar, ilk adımlarını atamazlardı. Yüzmeyi bilemez, boğulurlardı. Korkmayacağım, Toprak. Gerekirse on kere düşüp kalkacağım. Seni alıp çıkartacağım ölü balıkların ters dönüp akıntıya kapıldığı o dalgaların arasından. Gerekirse tut beni, aşağı doğru çek. Boğulurum seninle. Ecem koltukta yayılmış, şoför koltuğunun arkasındaki yolcular için yapılmış minik televizyona daldırmıştı gözlerini. Yavaşça ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırdım ve başımı Ecem'in omzuna attım. "Bir gün gerçekten gülecek miyiz?" dedim yavaşça, televizyonun kapalı ekranına bakarak. Televizyonun siyah erkanının yansımasında buğulu görünüyorduk. "Sevilir miyiz?" "Sevmeyi becerebilsek, sevilmeyi hak ederiz." dedi yavaşça gülümseyerek. "Neden sevmeyi beceremiyoruz ki? Sanırım ailelerimiz bize öğretemedi." "Belki de kendimizi sevemiyoruzdur." dedim alt dudağımı büzerek. "Kendimizi sevmeyi öğretmediler. Çirkin tecrübeler, güzel gelecekler verir mi bize?" dedim ağır ağır gözlerimi açıp kapatırken. "Tecrübelerin çirkin olduğuna inanırsak verir sanki, ama biz inanmıyoruz. Biz kendimizi ikna ediyoruz sadece." Kocaman gülümsedim. "Gidelim Çeşme'ye." diyerek başımı kaldırıp öne doğru uzattım. "Bahadır, limana gidelim." "Tabii," diyerek ilk dönüşten otobana geri çıktı. Derin bir nefes aldım ve babamı aradım. "Alo? Ne yapıyorsun prensesim?" diye sordu güzelce. Arkasında birçok insanın konuşma sesi vardı. "Toplantıdayım, çok acil mi?" "Babacığım biz Ecem ile yata gidiyoruz. Yarın döneriz, olur mu?" diye sordum heyecanla. Birkaç saniye birisi ile konuştu. "Olur olur, dikkat edin. Ben kaptanı ararım. Kapatmam gerekli, öpüyorum." dedi ve kapattı. Yerimde heyecanla kıpırdandım. "İstersen çağır Enes'i, vakit geçirirsiniz." diye sordum. Ecem yavaşça güldü. "Şimdi kavga ederiz, beni denize atar." diye kıkırdadı. "Boş versene, artık kavga etmekten çok sıkıldım. Ya parmağıma yüzük takacak, ya da öldürecek beni." ardından bir an durup koluma yavaşça vurdu. "Mert çok yakışıklı, Sibel." Gözlerimi kocaman açarak elimle ağzımı kapattım." Saçmalama, artık." dedim gülerek. "Mert'i beğenmek ne? Ölmeye davetiye asıl o. Enes onun yanında melek." "Ne bileyim ya, çok saygın. Babası ülkenin en önemli bakanlarından. Çok havalı." "Sorma, çok." dedim gülerek. "Mert'in yediği bokları biliyor mu acaba, babası?" "Sence babasına güvenmese bu kadar rahat olur mu?" dedi ve derin bir nefes aldı. "Keşke kayınbabam olsa." "İki güne kadar Mert ile konuşma, seni öldürür, diye bana bağırıyordun." dedim gülerek. "Şimdi ne değişti?" "İyi davranıyor sana, iyi biri gibi, ay ne bileyim Sibel, sus artık." dedi ve camdan dışarıya baktı sırıtarak. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve elime telefonumu aldım. "Belki de iyi birisidir aslında, tanımıyoruz. Hep korktuk ondan, o kıza neden öyle bir şey yaptığını bile bilmiyoruz." "Nasıl ya? Yaptığı şeyin gerekçesi mi olur? İyice delirdin." dedim şaşkınlıkla gülerken. "Mertten bahsediyoruz, Ecem. O kızın yaşadıklarını hak etmesi için hiçbir sebep olamaz." "Ya, ben kız hak etti demiyorum ki." dedi telaşla. "Ama, Mert'in bir bildiği vardır, yani kızdırmıştır." Başımı olumsuz anlamda salladım ve geriye doğru yaslanıp arabanın müzik sistemine uzaktan bağlanıp şarkı açtım. Müzik dinlediğimiz sırada, Ecem birkaç kez Enes ile telefonda kavga etti. Onları gülerek izliyordum. Komiklerdi. Artık ciddiye almıyordum onları. Mert'in Kelebek Bıçağı Bulut : görüntü Bulut : havaalanından selamlar Sibel : nereye lan Bulut : istanbula haftasonu için piyasa yapıcam hehe Sibel : aynen knk ben burdan eve geçiyim sınavlara çalışıcam Bulut : HFDSKJFHSDAKJFHSDJKLAFHSF Bulut : kafa dağıtayım sınavlara çok çalıştım Sibel : aynen ok Enes : beni de alsana bulut Ecem : sus artık kess kesss yetti senin piyasaların enes insanı Enes : sen ne giydin ecem kadını? okuldaki kombinle gitmedin umarım. bana boydan foto at çabuk ve yatta ikiniz mi olcaksınız? Ecem : yanına ketçap ve mayonez de ister misin? Enes : hemen foto atıyosun ne var senin üstüne Ecem : allahın rahmeti ve bereketi Sibel : HFDAJKSFHSDKJFHSDJKLFHAF Çeşme Liman'a vardığımızda bir markete uğrayıp yiyecek ve içecek bir şeyler aldık. Yattaki odamdaki dolapta bir sürü kıyafet vardı, bu nedenle kıyafet getirmemiştik. Elimizdeki büyük poşetleri Bahadır'a verdik ve bize yata kadar eşlik etti. Yatın önünde kaptanı gördüm. Ona el sallayıp yavaşça yatın uzun koridoruna çıktım ve yatın içine ilerledim. Çok büyük bir yat değildi, odaları minikti. İki katlıydı ve odalarda jakuzileri vardı. Bu yatı çok seviyordum, yazın kimsenin bilmediği koylara gidip günlerce yatta kalırdık. Babam bana hediye olarak almıştı, o nedenle bu yatı kullanmıyorlardı. Bahadır poşetleri yatın içerisindeki minik salon kısmının önünde duran sehpaya bırakıp yattan ayrıldı. Ecem yatın açık kısmındaki büyük koltuğa oturup fotoğraf çekilmeye başladı. Yiyecekleri ve içecekleri alıp buzdolabına yerleştirdim. Kaptana çok açılmak istemediğimizi, Yunan adalarına yakın bir yerde durabileceğimizi söyledim. Kaptan yatı sürmek için üst kata çıkarken, Ecem'in yanına geçtim ve karşısındaki koltuğa uzanıp telefonumu elime aldım. Birkaç saat sosyal medyada gezindik ve sohbet ettik. Müzik açıp yemek ve içeceklerimizi yanımıza getirdik. Etraf koyu bir maviyle örtüldü, çevrede ev ya da ışık kalmamıştı. Derin bir nefes aldım. Denizin kokusu beni mayıştırıyordu. Yemeklerimizi yedikten sonra estiği için içeriye geçip odada uzandık. Camdan koyu maviyi izliyordum. Bir beşikte gibi sallanıyordum. Gözlerim ağır ağır kapanmaya başladı. Ecem üzerimizi örttü ve eline telefonunu aldı. Enes ile öfkeyle mesajlaşıyordu. "Gerçekten bitti." dedi Ecem sinirle. Telefonun ekranını kapatıp yatağa bıraktı. "Bu sefer cidden ayrıldım." "Tamam, kardeşim." dedim gülerek. "Gerçekten," dedi ve güldü. "Yemin ederim bitti." "Tamam." dedim onu ciddiye almayarak. "Mert'i yaparız sana." "Saçmalama ya, ben sadece çok havalı buluyorum." dedi heyecanla. "Bugün sana gelip sarıldı ya, okuldakiler nasıl baktı biliyor musun? İnsanlar şok geçirdi." "Beter olsunlar," dedim keyifle. "Mert bundan sonra azası yaptı beni." Bir an duraksadım. Hey, Toprak. Mert'e ne yapacaksın? "Mert umarım pazartesi okula gelir." dedim derin bir nefes alarak. "Benim yüzümden başı belaya girmiş olabilir." "Mert'in başı....?" dedi ve kahkaha attı. "...senin yüzünden?" dedi ve gülmesini durduramayarak karnını tuttu. "Sen, Mert'i belaya sokmak?" "Ya gülme! Gerçekten!" dedim istemsizce gülmeye başlayarak. "İnanma sen, gül bakalım. Görürsün okulda." "Ya hadi Sibel," dedi ve telefonunu eline aldı. "Hadi sen uyu, sen iyice gaza geldin. Okulun kabadayıları ile arkadaş olmak içindeki tespihli Mazo Ağa'yı ortaya çıkarttı." "Sus," dedim ve yavaşça ona dönüp yastığıma sarıldım. "Uyuyacağım ben, iyi geceler." "İyi geceler marşmelovum." dedi sırıtarak. Gözleri telefonundaydı. "Enes özür diliyor, ne cevap yazayım?" "Mert seni öldürür, yaz." diyerek gülümsedim. Gözlerim yavaşça kapandı. Gecenin ortasında telefonum çalmaya başladı. Gözlerimi kırpıştırıp şaşkınlıkla yandaki komodine uzandım. Kaşlarımı çatarak ekrana baktım. "Sustur şunu," dedi Ecem, arkası bana dönük bir şekilde uyuklarken. Hızla gelen çağrıyı açıp kulağıma götürdüm. "Sen ne yaptın?" dedi Mert öfkeyle. Sesi çok yorgun ama sert çıkmıştı. "Sen beni sattın mı?" Gözlerim kocaman açıldı ve hızla odadan çıkıp kapıyı Ecem'in üzerine yavaşça kapattım. Sürgülü kapıyı çekip soğuk deniz havası eşliğinde koltuğa oturdum. "Ben içtiğimizi söylemedim, gerçekten. Kendi anladı." dedim korkuyla. "Ben seni satmam, asla." "Sakın benimle denk gelme, sakın." dedi ve telefonu yüzüme kapattı. Kanım donmuştu. Bir anda telefona bakarak korkuyla Mert'i geri aradım. "Ne var?" dedi bıkkınlıkla. "Mert, konuşup halledebiliriz, lütfen. Yapma." dedim korkuyla. Bir anda telefonun karşısından gülmeye başladı. Kaşlarım çatık bir şekilde parmağımı kemiriyordum. "Bir şey yapmam sana, korkma. Sadece bu saatten sonra birbirimizi tanımıyoruz, arama bir daha beni. Benim arkadaş grubumla da bir daha sakın konuşma." Telefonu tekrardan yüzüme kapattı. Derin bir nefes alıp karanlık denize baktım. Gözlerim yavaşça yıldızlara kaydı. Kocaman parlıyorlardı. Işıl ışıllardı. Yavaşça gülümsedim. Üzerime koltukta duran battaniyeyi aldım ve koltukta yayıldım. Hava esmiyordu, yaktığım sigara soğuğun kokusu ile birleşmişti. Telefonumdan yavaş bir müzik açtım. Gözlerim tekrardan kapandı. Denizden korkmazdım, ancak tedirgin ederdi beni. Acı zehir tarafından boğulmuş gibi görünürdü. Umutların son nefesleriyle yankılanan yosunlar vardı en dipte, kayaları çevrelerdi. Suyun dibi ciğerleri patlatan bir basınçla, zehirlerini akıtırdı balıklara. Ölüp giderdi balıklar. Dalgalar çırpınır, öfkeli bağırışlarla yükselip yavaşça sessizliğe boğulurdu. Her kıvrımı ölümü hatırlatırdı bana. Dibindeki sırları görmek, çürüyen cesetleri mezarlarından çıkartmak isterdim. Denizinin dibinde hangi çürümüş cesetlerin sırları var, Toprak? Neler saklıyorsun yosunları sarmalayan kayalarında? Seni düşünmek bile çaresizliğin bedene sarılmasıydı, geriye çığlık çığlığa yankılanan sessizlik kalırdı. Ruhum kırılmış ceset gibi sallanır, oradan oraya savrulurdu. Senin karanlık sessizliğin, beni denizin en dibine çeker ciğerlerimi boğardı. Söylesene, Toprak. Kirlerini tek tek temizlemek istersem, bana kızar mısın? Sarmış deniz kızları gibi dalgalar bizi, Ne bir kıyıdan eser, ne bir ışıktan eser, - Necip Fazıl Kısakürek Sana söz veriyorum. Beni paramparça etse dahi sözlerin, savaşımı tamamlayacağım. Kanlarım oluk oluk aksa dahi, günahlarına ortak olacağım. Sen benim inat ettiğim ilk mücadelesin. Ben mücadelemi bırakmayacağım. Elimi bıraksan, kolunu tutacağım. Ecem ile ertesi gün kahvaltı yapıp Çeşme Limanı'na döndük. Bahadır bizi almaya geldiğinde arka koltukta uyukluyorduk. Ertesi gün de okul yoktu, zaman geçmiyordu. Ecem'i evine bıraktıktan sonra annemle telefonda konuştum. Anneannemle ilgilendiğini, bir süre daha gelmeyeceğini söyledi. Babamın da iş için yurt dışına gideceğini öğrenince yalnızlıkla baş başa kaldığımı fark ettim. Çoğu zaman böyleydi, tektim. Tek hissediyordum. Bana çok güzel davranıyorlardı, ancak beni yalnız bırakıyorlardı. Büyürken yanıma bir dadı verilmişti, onu küçükken annem zannederdim. Ondan ayrılırken ağlardım, annemden ayrılırken anneme el sallardım. Annemin beni sevdiğini biliyordum, ancak hissedemiyordum. Onlarla bağlarımız çok güçlü değildi, hiç olmadı. Yalnızca ebeveynliğin bir görev olduğunu düşündüler hep. Onlarla dertlerimi paylaşmazdım, onlardan nasihat dinlemezdim. Onlar bana tavsiye veren iki görevliydi sanki. Olmaları gerektiği için oluyorlardı. Olmak istedikleri için değil. Pazar günü evde yalnızdım. Sabah kalkıp duş aldım ve yarınki birkaç sınava çalıştım. Sürekli olarak sınav yapıp, üniversite sınavına hazırlıyorlardı. Okulumdan çıkıp güzel bir yerde üniversite okumayan insan pek yoktu. Bunun sebebinin derslerimiz olduğunu pek düşünmezdim. Genelde parayı verip en güzel üniversitelere giderdik, puanları yetmeyenler yurt dışına kaçardı. Orada okurlardı. Okulumuzun mevki sahibi insanların çocuklarıyla dolu olması bizi dışarıdan çok farklı gösteriyordu. İnsanlar bizim okulumuzu pek sevmezdi, bizi dışlarlardı. Mert'in geçen sene okulumun adını çıkartacak büyüklükte bir olaya karışması, dışarıdan bizim korkunç insanlar gibi görünmemize sebep olmuştu. Çoğu zaman yeni tanıştığım insanlara okulumun adını söylemeye çekinirdim bu yüzden. Herkesin aklına o kız gelirdi çünkü. Çoğu kişi kızın adını bilirdi, ancak olayın sonucunu kimse bilmezdi. Olayın aslını yalnızca okulun sırrı olarak tutardık. Bağları güçlü bir okul olduğumuz için değil, yalnızca büyük adamlardan korktuğumuz içindi bu. Kimse birbiri ile uğraşmak, birbirinin kuyusunu kazmak istemezdi. Herkes için en önemli olan Mert ve arkadaş grubuna yaklaşmamaktı. O kızın olayı sonrası pek çok veli, çocuklarını okuldan aldırmıştı. Babamlarla bu konu hakkında uzunca konuştuk. Mertler ile herhangi bir bağım olmadığı için onlara okulda kalmak istediğimi söylemiştim. Annem ile bu nedenle kavga etmişlerdi. O olay sonrası pek çok öğretmeni de işten çıkartmıştı yönetim. O zamanlar müdür sürgün edilmiş, yerine çok daha kötü bir müdür getirtmişleri. Yeni müdür, Mert'in babası ile yakın dosttu. Bunu herkes bilir, kimse konuşmazdı. Okulumuz denize sıfır, İzmir'e uzak bir yerde, kocaman bir binaydı. Havuzumuz, sahalarımız, tenis kortlarımız vardı. Birçok kahve zinciri minik dükkanlar açmıştı bahçemize. Düzenli etkinlikler verilir, okul sonrası okul hep açık kalırdı. Geceleri okulda eğlenceler olurdu, havuz başında alkol içerlerdi. Yeni müdürümüz umursamaz, bizimle ilgilenmezdi. Yavaş yavaş değişti öğretmenler. En son Toprak geldi. Yeni gelen öğretmenleri müdürün özellikle seçip okula soktuğunu biliyordum. Toprak'ın Mert ile olan geçmişini bu nedenle bu kadar kurcalıyordum. Toprak çok dikkatimi çekiyordu. Çok merak ediyordum onu. Çok istiyordum onu tanımayı. Sadece karalarını değil, beyazlarını da bulmak isterdim. Güzelliklerini merak etmeyi çok isterdim. Sabah uyanıp kahvaltı yaptıktan sonra üzerime diz üstü bol bir elbise giydim. Altıma ince siyah çorap ve dizlerime çıkan siyah deri çizmelerimi giydim. Zarif altın bir kolye ve bileklik taktım. Telefonumu şarjdan çıkartıp makyaj masama geçtim. Hafif bir makyaj yaptım. Bugün ilk ders onaydı. Evden çıkarken çantama anahtar, ruj ve cüzdan dışında bir şey koymamıştım. Üzerime parfüm bocaladım ve evden çıktım. Bahadır arabaya dayanmış, telefonuyla ilgileniyordu. "Günaydın!" dedim neşeyle. "Ne güzel bir gün!" "Değil mi?" dedi ve yavaşça kapımı açtı. "Nasılsın bugün?" "Henüz iyi değilim, ama çok iyi olacağım." diye kıkırdadım. "Bakalım, ilk ders sınavım var, dua et iyi geçsin." "Sen halledersin." dedi ve yavaşça bindiğim arka koltuğun kapısını kapattı. Yerine geçip arabayı yola çıkarttı. "Babam da gitmiş, Viyana'daymış." dedim camdan dışarıya bakarken. "Evet, işleri çok yoğunmuş." dedi düz bir şekilde. Başımı onaylar anlamda salladım ve elime telefonumu aldım. "Bir süre baş başayız yine, Bahadır." dedim telefonuma bakarak. Yavaşça gülümsedim. "Her zamanki gibi." "Seni çok seviyorlar, biliyorsun." dediğinde istemsizce güldüm. "Gülme, çalışan insanlar. Arkadaşlarına bak, hepsi böyle." "Keşke böyle olmasaydı," diyerek mesaj grubumuzu açtım. Mert'in Kelebek Bıçağı Sibel : güno stardan kahve alıp bankta sigara içek Bulut : on dk ya ordayım ben Ecem : trafik var amk sabah sabah delirdim gecikirim ben belki Enes : ecem gruptaki varlığım seni rahatsız ediyorsa çıkayım Bulut : yine mi ayrıldınız amk Enes : ecem kadını karşısındakine köpek muamelesi yaptığı için ayrıldık Ecem : köpeğe hoşt dedim suçlu oldum Sibel : DJAIFHSDJKFHSADJKFHISFDDSFA Enes gruptan ayrıldı. Bulut : ayıp ettin ecem dskfjsaklfjdsf Ecem : sürünsün erkek değilmi hiç acımadım Ecem : sibel merti eklesene gruba Sibel : siktirgit amk başımı belaya sokcan Ecem : allah aşkına ekle belki bizle de arkadaş olur Sibel : benle arkadaş değil ki Bulut : sibel kulağıma geldi okul çıkışı sinanla mertle samimi görünmüşsün Bulut : ne iş Sibel : selamlaştık amk Bulut : mertlerle? :D Ecem : of ekle dedim sana Ecem : yönetici yap beni ben eklicem Sibel : ekleyip ne diceksin aq Ecem : sınav grubu falan derim ne biliym uydururum bişi Bulut : ben eklerim yap yönetici Sibel : kescek hepimizi amk Ecem ve Bulut yönetici oldu. Bulut, Mert adlı kişiyi gruba ekledi. Ecem : mert merhaba biz hayrına eşit ağırlık ve sayısallara kopya grubu kurduk ingilizce almanca sınavlarında yardım isterseniz arkadaşlarını da ekleyelim soruları çekip bize atın biz cevaplarız buradan Mert : sen kimsin Mert : numaramı nerden buldunuz Bulut : Mert merhaba ben murattan almıştım numaranı geçen senle konuştuk ya sınavlar hakkında yardımcı olurum demiştim ondan ben kurdum grubu Mert : sen kimsin Bulut : bulut ben bucada oturduk ya sohbet ettik birkaç saniye senle sibeller geldi yanımıza hatta Sibel : BİKAÇ SANİYE SDJFKHASDLJKFSADFSA Mert : grubun ismi niye böyle Sibel : HASSİKTİR GRUBUN ADINA BAKIN PATLADİK AMK Mert : sibel sen de mi buradasın Mert : kızım bela mısın başıma Sibel : mertten bu cümleyi duyacağımı hiç düşünmezdim Mert : ben ne dedim sana en son Mert : başımı yakcaksın sibel yemin ederim Mert : bir de grubun ismini kim koydu Sibel : ben koydum şakasına güleriz diye Mert : amk sinirim bozuldu hahdahsahsd Sibel : gül diye valla shfjksdhfkjds Ecem : hemen değiştirelim mert gerçekten kötü amaçla koymadık Mert : kalsın sorun değil Mert : dördüncü saat almanca var yapın bari aq Mert : başka birini eklemeyin gruba böyle kalsın Mert : herhangi bir insana ve özellikle toprak abiye bu grup muhabbetini söylemeyin sakın bulut Bulut : yok valla söylemem yeminle Ecem : ayyyy bana zaten okulda alman ecem derler ben çözerim hepsini mert Mert : çözemedim ben sizin derdinizi Sibel : biz çok muzip insanlarız bizim senle nası derdimiz olabilir bizi tanımıyon mu okulun tiki sütleriyiz biz Ecem : tiki sütler NDNDNSJSJSKSKWKSK Mert : enteresansınız Bulut : sadece sana sınavında yardım edelim diye yeminle Mert : umarım öyledir yoksa size yazık olur Ecem : mert biz sana iyi yaklaşıyoruz tanıdıkça anlıcaksın gerçekten Mert : niye bana iyi yaklaşıyorsunuz amaç ne Ecem : sibel o gece cok eglenmis senle anlattı biz de tanısmak istedik senle Mert : hangi gece Ecem : oturmussunuz ya konak pierde Mert : iyi anladım tamam Sibel : bulut ben geldim iniyom arabadan bize kahve alıp banka geçiyom Bulut : geliyom iki dk ya Sibel : ok Bahadır'a teşekkür edip arabadan indim. Okula geçip kafeye girdim. Gözlerim Toprak'ı aradı, ancak göremedim. İki kahve alıp yavaşça okulun arka kısmına dolandım. Ağır yürüyordum, görmeye uğraşıyordum. Gözlerim sürekli etrafı inceliyordu. Arka bahçeye çıkıp banka yavaşça oturdum. Dersin başlamasına daha vardı. Gözlerim karşımdaki mavilikteydi. Çıplak bacaklarıma sigara paketini bıraktım ve paketten bir tane çıkartıp dudaklarımın arasına koydum. Çakmağı ateşledim ve sigaramı yaktım. Derin bir nefes aldım. Denizin maviliğine daldım. Parmaklarımın arasında tutuşturduğum sigaramla birlikte yavaşça kahve bardağını alıp bir yudum içtim. "Günaydın, canım." dedi Bulut yanıma gelip bankta duran kahve bardağını eline alarak. Kıyafetleri ışıl ışıldı. Yavaşça yanağımdan öpüp sigarasını cebinden çıkartıp ateşledi. "Mert'in kelebek bıçağı." diyerek güldü. Sesi boğuk çıkmıştı, dudaklarının arasında sigarası duruyordu. "Konuşma," dedim gülerek. "İyi kızmadı." "Çözemiyorum onu, tepkileri çok karmaşık." dedi ve sigarasını dudaklarının arasından aldı ve karşıya yavaşça üfledi. "Sen bittin, Ecem başladı Mert diye." "Sanırım ondan hoşlanıyor." dedim yavaşça gülümseyerek. Bulut'un gözleri kocaman açıldı ve kahkaha attı. "Siz delirmişsiniz." dedi ve kahvesinden bir yudum aldı. "Gerçekten siz kafayı yediniz." "Bilmiyorum, bırak aklı dağılsın. Enes yüzünden iyice depresyona girdi." "Enes yüzünden ağlaması, azraile sarılmasından iyi bence." dedi gülümseyerek. "Çok saçma hareket ediyorsunuz." "Bırak, az kaldı mezuniyete. Son günlerimizde eğlenelim işte." "Umarım gerçekten son günleriniz olmaz." dedi gülerek. "Dalgaya vurduğumuz şeyin ne kadar iğrenç olduğunun farkında mısın?" "Farkındayım," dedim ve sigaramı yere atıp ayaklandım. "Sınav var, amcan geç kalırsam beni azraille selamlatabilir. Öpüyorum!" dedim ve yanından ayrıldım. Asansör tuşuna bastığım sırada Ecem hızla yanıma geldi. "Ay!" dedi nefes nefese. "Gecikmedim, şükür." "Selam, mafyanın karısı." dedim ve gülmeye başladım. Ecem birkaç saniye bana bakıp güldü ve asansörün kapısının açılmasıyla içeri geçip sınıfın katına bastı. Elimdeki kahveyi alıp bir yudum aldı ve bana geri uzattı. "Gül sen, ben gemileri yaktım. Enes gibi bir zavallıdansa, Mert gibi bir bakan oğluyla olmak çok daha iyi." "Öldüğünde mezarını en son ben terk edeceğim." dedim kahvemden içerek. Kapı açıldığında sınıfa yöneldim. Toprak tam karşıdan geliyordu. Elinde bir dizi kağıt vardı. Siyah bir kazak giymişti, altında koyu gri bir pantolon vardı. Siyah kemeri belini sarıyordu. Kazağını dirseklerine kadar çekmiş, kollarındaki damarlar görünüyordu. Günaydın, Toprak. Bana yorgun külleri hatırlatıyorsun bu sabah. Günlerce denizin üstünde kanat çırpmış bir kartalın sonunda bulduğu büyük kayaya sessizce konması gibisin. Kuşlar vardır, cana benzer havalarda: -Uslu ayaklarla başlamış yolculuk- Nefeslerle sürüp giden yaşamamız -Can Yücel Biraz dağınıktı bakışları. Toprak tonu gözleri buğulu bakıyordu. Kimse fark edemezdi o bakışları, ama ben anlıyordum. Anlardım. Bilirdim. Onu çözmeye çalışıyordum. Aklını okumayı çok isterdim. Aklından geçenleri tek tek öğrenmek, bilmek isterdim. Belki de çok daha kolay olurdu benim için. Çırpınmazdım bu kadar, düşünmezdim ya da. Merakım uçup giderdi, sadece sen kalırdın ortada. Hızla kapıdan içeriye geçip sırama yerleştim. Kahve bardağımı masaya koydum ve çantamı yanıma bıraktım. Derin bir nefes aldım. Ecem hemen yanıma oturup kahvemi tekrardan aldı ve içmeye başladı. Toprak sınıfa girip masasına geçti. Bana bakmamıştı. Derin bir nefes aldım ve çantamdan rujumu çıkartıp dudaklarımdaki ruju tazeledim. Ecem ise telefonundan Enes ile birbirine küfürlü mesajlar yolluyordu. "Kaldırın telefonlarınızı artık." dedi ve büyük bedenini sandalyede geriye doğru yasladı. Birkaç saniye sınıfa bakıp yoklama kağıdını doldurdu. "İrem, gel kağıtları dağıt." dediğinde gözlerim kocaman açık bir şekilde istemsizce güldüm. "Ben mi? Hemen hocam!" dedi İrem ve yerinden kalktı. Hızla yanına gidip kağıtları aldı. Dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemek için Ecem'e baktım. Ecem başını olumsuz anlamda bıkkınlıkla iki yana salladı ve önüne döndü. Komikti. Benimle oyun mu oynuyorsun, Toprak? Benimle alay mı ediyorsun? Artık beni kayırmıyor musun, yoksa? Gülerek İrem'in önüme uzattığı kağıdı alıp masama koydum. Sinirlerim çok bozulmuştu. Yavaşça dudaklarımı yaladım ve bakışlarımı ona çıkarttım. Bana bakmıyordu, telefonuyla ilgileniyordu. Derin bir nefes alıp Ecem'in kalem kutusundan fazla bir kalem aldım. Sınav kağıdına ismimi yazdım. Sonrasında sorulara bakarak gülümsedim. Sinirlerim çok bozuluyordu, ağlamak istemiştim. Yavaşça kalemi bırakıp geriye doğru yaslandım. Ecem soruları çözerken, bana dönüp kısa bir süre kağıdıma baktı. "Çözsene, geri zekalı. Benden bak." diye fısıldadı. Omuz silktim ve kahve bardağını Ecem'in sırasından alıp yavaşça içmeye başladım. Bir an başımı sınıfa çevirdim. İrem'e gözlerim kaydı. Bakışları sorulardaydı. Kaşları çatık, kalemini dudağına yavaşça vurup soruları okuyordu. Ona bakıp gülerek yavaşça bir yudum daha içtim. Bakışlarım Toprak'a çevrildi hemen sonrasında. Bana bakıyordu. Keyifliydi. Dudakları hafif yukarı doğru kıvrılmıştı. Ona bakarak gülümsedim kocaman. Elime telefonumu aldım gülümseyerek. "Geri zekalı, adam bakıyor." dedi Ecem fısıltıyla. "Sus." diye tısladım ona. Sibel : bana aklından her ne geçiyorsa geçirme deyip size yavşayan kızı benim yerime koymanız ikonikliği peki Telefonumun ekranını kapatıp Toprak'a bakarak bir yudum daha aldım kahvemden. Birkaç saniye telefonuna baktı ve telefonunu masaya koyup önündeki kağıtları düzenledi. İfadesi düzdü. Yavaşça telefonumu tekrardan elime aldım ve sosyal medyada gezinmeye başladım. Kağıdıma ismim dışında hiçbir şey yazmamıştım. Hiçbir soruya cevap vermemiştim. Kağıdım umurumda değildi. Telefonumdan bir ara başımı kaldırdığımda göz göze geldik. Umursamaz bir şekilde bakıyordu. Başımı tekrardan telefonuma indirdim. Sınavın bitmesine yakın telefonumun ekranını kapatıp çantama koydum. Boş sınav kağıdımı alıp yerimden yavaşça kalktım ve yanına ilerledim. Kağıdı masasına bıraktım. Birkaç saniye kaşları çatık bir şekilde kağıdımı inceledi. Büyük eliyle kağıdımı kavrayıp kendine doğru masada çekti ve öne doğru doğruldu. Kağıdı tutup arkasını çevirdi. Boş kağıda bakıp yavaşça gülümsedi ve kağıdı masaya bırakıp tekrardan geriye doğru gerindi. Gözlerini oturduğu yerden bana kaldırdı. Kahveleri bir anda kahvelerimle dokunmuştu. Anlık içim ısınırken, yavaşça sırama geri döndüm ve oturdum. Bana bakmaya devam ediyordu. Oturup Ecem'in kağıdına baktım. Doluydu. Tekrardan Toprak'a baktığımda göz göze geldik. Kaşlarıyla çantamı işaret etti. Şaşkınlıkla çantama baktım. Telefonunu eline aldı ve birkaç saniye sonra ekranını kapattı. Çantamdan telefonum titrediğinde hızla telefonumu çıkarttım. Ellerim titremişti. Toprak : Bu yaptığın çocukluktan başka bir şey değil. Sibel : sizin yaptığınız ikonikliğin yanında hiçbir şey bu Toprak : Boş kağıt vermenin bana bir zararı yok. Kendine zarar. Sibel : e bu mantıkla mertle görüşmemin de size bir zararı yok size ne o zaman ?? zarar yine kendime zarar Ekranımı kapatıp yavaşça ona baktım. Yavaşça güldü ve telefonunu kapatıp ayaklandı. "Kağıtları alayım." dedi kolundaki saate bakarak. Sınıftakiler kağıtlarını masasına bırakırken, ben sıramdan onu izliyordum. Zil çaldığında hızla Ecem'i çekiştirerek sınıftan çıkarttım. "Salak mısın? Niye doldurmadın kağıdı?" diye söyleniyordu. Hızla arka bahçeyi dolanıyordum. Ona cevap vermedim. Bankın oraya gittiğimizde Muratlar birkaç kişilik bir grup halinde sigara içiyorlardı. Hızla banka oturdum ve çantamdan sigara çıkarttım. "İrem ne alaka?" dedim gülerek. "Bana inat yapıyor." "Sana neden inat yapsın?" dedi Ecem şaşkınlıkla. "Bilmediğim bir olay mı var, Sibel?" "Saçmalama," dedim ve hızla sigaramı ateşledim. Dumanı denize doğru üfleyerek telaşla Ecem'e döndüm. "Senin bilmediğin bir şey olabilir mi, marşmelovum?" "Kaldın dersten, geri zekalı." dedi Ecem gülerek. "Çıldırdın adam İrem dediği için." Omuz silktim ve bankta geriye doğru yayıldım. Derin bir nefes aldım. Bir sonraki ders tekrardan onundu. Çok öfkeliydim, çok mutsuzdum. "Ben biraz daha oyalanırım, sen geç." dedim yerimde kıpırdanarak. Sinirli ve şaşkındım. "Derse gelmeyeceksin, değil mi?" dedi ve gülerek ayaklandı. "Adama trip atıyorsun, resmen." derken çantasını omzuna attı. "Görüşürüz." dedim ve ona bakarak yavaşça arkasından el salladım. Gözlerim dalgındı. Muratlar da Ecem'in arkasından sohbet ederek içeriye geçtiler. Tek kalmıştım. Tek başımaydım. Anne? Anne. Baba? Baba. Neredesiniz? Ormanın birinde yavru bir serçe varmış. Serçe ağaçların dallarına, yapraklarına konar, sürekli şarkılar söylermiş. Serçeyi dallar ve yapraklar tanımaz, görmezmiş. Sesini duyamazlarmış. Orman halkı serçeyle alay edermiş. Serçenin fark edilmemesi komiklerine gidermiş. Serçe bir gün bir dalda şarkılar söylediği sırada kocaman bir karga yanına gelmiş. Karga bir anda ince dala sertçe konunca, dal savrulmuş ve yapraklar hareket etmiş. Bir anda ürpermiş ağaç. Karga minik serçe ile, minik serçenin sesi çıkmadığı ve dallara konduğunda dalları titretemediği için dalga geçmiş. Kocaman, çirkin bir kahkaha ile uçup gitmiş. Serçe arkasından bakarak ağlamaya başlamış. O kadar çok ağlamış ki, gözyaşlarından birisi yaprağın yemyeşilliğine doğru akmış. Yaprak bir anda şaşkınlıkla minik serçeye bakmış. Onu tanımış, onu fark etmiş. Ondan sonra serçe hep o yaprağın yanına gidip onunla sohbet etmiş. Ona şarkılar söylemiş. Orman halkı onlara bakıp gülerken, minik serçe hiç olmadığı kadar mutlu olmuş. Bir arkadaşı varmış artık. Minik serçeyi dinleyen, onu gören biri varmış. Hey, Toprak. Beni gördüğünü biliyorum. Başını çevirmen bunu değiştirmez. Beni hissettin, beni düşündün. Aklından geçirdin beni birkaç kez, itiraf et. Yalnızlığımı örteceğim senin topraklarında. Dallarını savuracağım, kendimi fark ettireceğim. Ders başladıktan sonra dördüncüye yakıyordum sigaramı. Gergindim. Belki de yaptığım şey onun komiğine gidecekti, gülüp geçecekti. Ancak ben sadece ondan uzaklaşmak istemiştim. Mert'in Kelebek Bıçağı Ecem : sibel derse gel amk hoca seni sordu bana Sibel : sorsun irem yardımcı olur ona öyle de Ecem : saçmalama amk mal mısın gelsene gerildim burda Sibel : gelmiyorum Bulut : ne oldunuz lan Ecem : hoca kağıtları ireme dağıttırdı diye tribe girdi Bulut : HADJFHSADKJFHASJKFDHASJKFA Sibel : konu kağıt dağıtmak değil konu bunu hep ben yapardım Ecem : adam geleli üç gün oldu amk ne demek hep ben yapardım bi kere de kaşar irem yapsın ne var amk Bulut : sen yorulma diye ona dağıttırmıştır Ecem : FHDSJKFHASJKLDFHASLJKFHASLKHD Sibel : dimi bence de kesin aşık bana kıyamadı Mert : biraz sussanız mı Ecem : ay mert merhaba nasılsın Bulut : JFHDSKJFAHSKJLFHASLFD Ecem : özür dileriz mert kusura bakma Sibel : mert toprak sana bişi dedi mi Mert : dedi Sibel : ne dedi Mert : konuşuruz böyle şeyleri mesajlaşmıyorum. Bulut : sizden kaç yaş büyük adama ismiyle hitap etmeniz bi tık beni geriyo Ecem : sibel ona yakında kocam diye hitap edicek sen gerginliği o zaman gör Ecem : hocam oldu kocam Bulut : ECEM JDFHASKJDFHSKJFHSDAJKSASF Sibel : SUS ARTIK BE KADIN SUS NE YAPİYO KOCAM SÖYLE Ecem : İremle gülüşüyo :D Sibel : yemin et basarım o sınıfı Bulut : AĞAĞĞAĞAĞĞAĞASFSDAOFSFASDFSD Sibel : yemin et ecem Ecem : şaka yapıyom amk saldı bizi herkes soru çözüyo o da telefonuna bakiyo öğretmen masasında Sibel : söyle sınav kağıtlarını okusun Ecem : amk gerizekalısı sen kağıda bişi yazdınmı ki okusun diyon aptal Mert : sen ne ayaksın sibel Mert : adama mı yürüyon Sibel : saçmalama şaka yapıyoz işte aramızda espri Mert : benim bu grupta ne işim var amk Bulut : fhdaslkjfhsdjklfhsadlkfjsahdlfks Bulut : hayata genel tavrım mert gibi Sibel : mert ben rest çektim ona zaten az önce Mert : ne diye Sibel : mertle arama girme bi daha bizim onla yaptığımız bizi ilgilendirir sana noluyo dedim :p Mert : kızım sen aptal mısın neden böyle bi şey dedin Mert : gelip beni sikiyo sonra sibel sen cidden bela mısın benim başıma amk Sibel : ehehehheee kızdın mı Ecem : siz mertle ne yaptınız da hocayı ilgilendiriyo anlamadım ben Mert : sibel bir mesaj daha atarasan seni yer yüzünden silerim Telefonun ekranını gülerek kapattım ve gözlerimi denize çıkarttım. Deniz ışıl ışıldı. Dalgaları izledim. Yüzüme yavaşça rüzgar çarpıyordu. Saçlarım hafif kıpraşıyordu. Kocaman bir nefes aldım. Denizin kokusu beni mutlu ediyordu. Bir ölü dalga, şuramda tam -Edip Cansever Dalgalara bak Toprak. Dipleri görünmüyor. Bulabilir miyiz en dipteki karanlıkta bir ışık? Diğer ders başlayana kadar kafede oturup kahve içtim. Teneffüs zili ile insanlar kafeye gelmeye başladıkça, sanki beni Mert ile gördüklerinden beridir farklı baktıklarını fark ettim. Biraz değişik, biraz korkarak sanki. Ya da halime üzülerek, başıma bir şey geleceğini düşünerek. Kahvemi yarıladığımda yerimden kalkıp sınıfa çıktım. Sınıfta değildi, masası boştu. Gözleri gözlerimi örtmüyordu. Yalnız hissettim. Ecem'in yanına geçip oturdum ve derin bir nefes aldım. "Mert ile ne yaşandığını söyleyecek misin, yoksa bana anlatmadığın bir şey olduğu için küselim mi?" dedi yüzüme bakmadan. "Biz sahilde otururken bana denemem için bir hap vermişti, ama içmedim cebime koydum. Toprak da bunu öğrenmiş." dediğimde Ecem hızla başını bana döndürüp dehşetle yüzüme baktı. "Ne diyorsun sen?" dedi şaşkınlıkla. "Ne hapı? Manyak mısın?" "Sussana," dedim etrafa bakarak. "Sessiz ol, bildiğini sakın belli etme. Mert duyarsa beni doğrar. İçmedim diyorum, attım çöpe." "Allah seni kahretsin!" dedi ve yavaşça yanımdan kalktı. "Salaksın sen." "Ne var ya? Ben onunla konuşmayacaktım bile. Sen gruba eklediğin için konuşuyoruz." "Ben mi suçluyum?" dedi gülerek. "Çok komiksin, birbirimizden bir şeyler gizlemeye başladığımızı bilmiyordum." "Bana kızarsın diye söylemedim." dedim korkuyla. "Ecem, lütfen küsmeyelim. Özür dilerim." "Ben kahve almaya iniyorum, bir şey istiyor musun?" diye sordu düz bir şekilde. Başımı olumsuz anlamda salladım alt dudağım büzülü bir şekilde. Ecem yanımdan çekip giderken sıramda öylece oturup masamı izledim. Mutsuzdum. "Pişt," sesi ile yavaşça başımı yan tarafa çevirdim. İrem oturduğu masadan bana doğru uzanıp gülümsüyordu. "Nasılsın, yıldızların kraliçesi?" "Benimle uğraşma." dedim başımı sırama çevirirken. "Mert'e söylerim, seni haşlar." "Şaka yapıyorum ya," dedi ve gülerek yanıma oturdu. "Nasılsın? Beğendin mi hapı? Ne zaman geleceksin tekrar kulübeye?" "Hiçbir zaman. Beğenmedim, bir daha içmem." dedim ve geriye doğru yaslanıp ona döndüm. "Sen bu yeni gelen hocaya neden yürüyorsun? Ayıp değil mi?" dediğimde İrem gözlerini şaşkınlıkla açıp güldü. "Ne yürümesi ya?" dedi gülerek. "Hoş adam, ben de arada laf atıyorum. Yürüdüğüm falan yok. Ben gördüğüm her hoş adama laf atarım. Neyse sen bırak onu, Mert ile ne oldu? Yattınız mı bizden sonra? Bana bak, siki büyük müydü?" "Yürü git, İrem." dedim sırıtarak. "Mert bulduğu yerde beni dövecek, cidden kaşındım." "Yok yok, dövmez. En son gece öpüşmek üzereydiniz." dedi kıkırdayarak. "Sana çok güzel bakıyordu. Mert ile sevgili olursan dünyadaki en şanslı kız olursun." Kaşlarımı çatıp ona döndüm. Şaşkındım. Bir an bana bakarak gülmesi ile yavaşça önüme dönüp gülümsedim. Komiğime gidiyordu. Ciddiye almıyordum onu. Ecem sınıfa girdiğinde İrem onun sırasından kalkıp kendi sırasına geçti. Ecem şaşkınlıkla yerine oturdu ve bana kahve uzattı. "Küstüğüm gibi yeni kanka mı yaptın?" dedi kaşları çatık bir şekilde. Yavaşça ona doğru uzanıp yanağından öptüm. "Kocamı rahat bırakmasını söyledim." dedim gülerek. "Ama sanırım tehlike arz etmiyor, benim kadar büyük duygular beslemiyor." "İyi," dedi kaşları çatık bir şekilde. "Teşekkür ederim kahve için, marşmelovum. Bir sonraki ders Mert'e yardım edecek misin?" "Ay! Evet!" dedi heyecanla ve bana döndü. "Çok heyecanlıyım. Onun yüzünden kahveleri beklerken bile Almanca çalıştım, umarım tam puan aldırırım." "Sana güveniyorum." dedim ve geriye doğru yayılarak yavaşça sırıttım. Ecem ile aramın kötü olması dünyada isteyeceğim en son şeydi. Ona olan bağlılığım ve alışkanlığım giderse geriye benden hiçbir şey kalmazdı. Ailemden çok görüyordum, ailemden çok daha fazla şey paylaşıyordum onunla. Ailem oydu desem yanlış olmazdı belki de. Felsefe sınavından sonra beynim yanacak gibi hissediyordum. Başım ağrıyordu. Derin bir nefes alıp Ecem'e yorgun gözlerle döndüm. "Ben eve gidiyorum, uyuyacağım." dedim yavaşça. "Tamam, benim bir ödevi son ders teslim etmem lazım. Kalmam gerekiyor. Sen bize geç, annemler dönüyor akşam, yemek yeriz." diyerek evinin anahtarını bana uzattı. Anahtarı alıp çantama koydum ve ona sıkıca sarılıp sınıftan çıktım. Yorgun ve bitkindim. Mutsuzdum. Asansörün düğmesine basacak gücüm yoktu. Yavaşça merdivenlerden inip okulun çıkışına ilerledim. Karşıda Mert'i gördüm. Gözleri çok yorgundu. Göz altları kapkaraydı. Bakışları ağırdı, üzerindeki kıyafetler salaştı. Onunla konuşacak, kendimi açıklayacak halim bile kalmamıştı. Beni gördüğünde arkadaşına selam verdi ve yanıma doğru hızla geldi. "Bak sen bizim işlerimizi iyice milletin ağzına sakız ediyorsun, gerçekten çok fena olacak." dedi yavaşça. Durup bir an ona baktım ve yavaşça omzuna dokundum. "Çok yorgunum, Mert. Sonra konuşsak?" dedim ve yanından yavaşça geçip binadan çıktım. Bahçeye adım attığım an Mert yanımdan yürümeye başladı. "Ne diyorsun kızım sen? Dalga mı geçiyorsun? Bak bu işin rengi değişiyor, Toprak ağabey kulübeyi bastı amına koyayım. Bana ne yaptı cuma akşamı biliyor musun?" dediğinde hızla durup ona döndüm. Gözlerim kocaman açıldı. "Ne yaptı?" diye sordum merakla. Gözlerimi Mert'in gözlerine kilitledim. Bedenimdeki yorgunluk betona doğru aktı gitti. "Sana verdiğim o pembe haptan bir avuç birden attırdı bana. Sinan'a da aynısını yaptı. Hastanedeydim ben seni aradığımda, ölüyordum amına koyayım. Komaya girecektim. Sinan hala hastanede, babam araya girmese bizi rehabiliteye patekleyeceklerdi." "Ne?" dedim korkuyla dudaklarımı aralayarak. "Senin kulübeyi nereden biliyor?" "Eğer canın bir şey çekerse bana, kulübede misin?, diye mesaj at. Başka bir şey yazma mesajda. Okulda falan bana gelme sakın, yan yana görünmeyelim. Şimdi o okulda olmadığı için geldim ben senin yanına." dedi ve yavaşça eğildi. Gözleri kapkaraydı. "Şu aptal gruptan da adamla ilgili konuşma, yeğeni söylerse patlarız." "Tamam." dedim yavaşça. "Ben kaçıyorum, bir şey olursa haberleşelim. Tekrardan geçmiş olsun, hastane olayları için." dedim ve hızla yanından ayrıldım. Bedenim karıncalanmıştı. Gözlerinden çok korkuyorum. Derin bir nefes alıp okuldan koşuşturarak çıktım. Deniz yolunda biraz yürüyüş yaparak taksi durağına geçtim. Taksiye binip Ecemlerin evine gittim. Evinin önünde durduğumda karşı eve baktım. Kapısı aralıktı. Hey, kalbim. Sakin ol. Yavaşla, Durul biraz. Ares bahçede dolanıyordu. Derin bir nefes alıp hızla Ecemlerin bahçe kapısını açtım. Heyecandan elim titremeye başlamıştı. Çantamdan evin anahtarını çıkartıp birkaç çaba sonucu deliğe oturttum ve kapıyı açtım. Hızla içeri geçip kapıyı sert bir şekilde kapattım. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Mutfağa geçip kendime kahve doldurdum ve balkona çıktım. İlk olarak balkondan bahçesine baktım. Kapısı hala aralıktı. Kapısını tamamen açtı. Dudaklarının arasındaki sigara ile gözlerini bahçede dolanan Ares'e çekti. Ares onu gördüğü gibi içeriye doğru koşturdu. Kapıyı kapatacağı sırada göz göze geldik. Kalbim, sana diyorum! Dur artık dur! Zamansız topraklara bulaşma, Denizin dalgalarında boğulma! Unutma, biz bu hayatta hep tektik. Hep yalnız kaldık. Sokaklarımız kapkaraydı hep bizim. Üzerimize hep çiseledi yağmurlar, Biz hep baş başa ıslandık. Şimdi neden böyle yapıyorsun? Sıkıldın mı benden? Başka bir kalp mi istiyorsun? Sen, ne zamandan beri bu kadar cesur oldun? Ne zamandan beri güveniyorsun kendine bu kadar? Senin olmayana ne zamandan beridir yalvarıyorsun? Hey, kalbim. Sen ne zamandır bu kadar bencilleştin, bilmiyorum. Nefesimi tuttum, gözlerimi hızla kahve bardağıma indirdim. Birkaç saniye sonra yavaşça tekrar baktım ona doğru, bana bakıyordu. Başımı tekrardan masaya indirdim ve sertçe yutkundum. Telefonuma bildirimi düşünce hızla telefonumu elime aldım. Elim o kadar çok titriyordu ki, diğer elimle elimi tutmak zorunda kaldım. Toprak : Ne yapıyorsun bu saatte? Sibel : oturuyorum kahve içiyorum. Toprak : Neden okulda değilsin? Sibel : sınavlar bittiği için erken geldim. ecemi bekliyorum. Toprak : Gel buraya konuşalım seninle bir. Yavaşça ona doğru baktığımda kapısı kapalıydı. Ares ortalıkta yoktu. Kahvemden kocaman bir yudum alıp ayaklandım. Kahve bardağını mutfağa götürdüm ve hızla Ecem'in odasındaki boy aynasında kendime baktım. Rujumu tazeledim ve biraz allık sürdüm. Saçlarımı düzelttim ve yavaşça anahtarı çekip evden çıktım. Kalbim zonkluyordu. Yavaşça kalbimi tuttum korkak adımlarla ona doğru ilerlerken. Bahçeden çıkıp karşıya geçtim. Bedenim titriyordu. Derin bir nefes alıp gözlerimi birkaç saniye kapattım. Sonrasında yavaşça boğazımı temizledim ve son bir kez saçlarımı düzeltip zile bastım. Kapıyı açtığında Ares bir anda bacaklarımı koklamaya başladı. Eğilip başını tedirgin bir şekilde sevdim. Ares kocaman bir köpekti. Her an beni yiyebilecek gibi duruyordu. Ares'i sevdikten sonra doğrulup ona baktım. Ceketimi çıkartıp askıya astım ve yanından hızla geçip salona ilerledim. Masası kağıt doluydu. Kaşlarımı çatarak masaya baktım. "Bunlar ne?" dedim merakla. "Sınav kağıtlarınız." dedi ve sandalyeyi çekip oturdu. "Otur, kızım." Yavaşça masanın karşısındaki sandalyeye oturdum. Gözlerim kağıtlardaydı. Kağıtları birkaç saniye kurcalayıp bir kağıdı masanın karşısından bana doğru uzatıp önüme bıraktı. Hemen ardından bir uçlu kalemi kağıdımın üzerine bıraktı. Elleri çok güzeldi. Birkaç saniye ellerine bakıp hızla gözlerimi kağıda çektim. Boş sınav kağıdımı görünce dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemek için yavaşça nefes aldım. "Doldur şunu." dedi ve diğer kağıtları önünde toparladı. Elindeki tükenmez kalem ile diğer öğrencilere not verdiği sırada, kağıdıma bakıyordum. Yavaşça uçlu kalemi elime aldım ve durup ona baktım. Onu izlemeye daldım. Gözleri kağıtlarda dolanıyor, sonrasında yavaşça notlandırıyordu. İfadesi düzdü, kaşları hafif çatıktı. Keskin yüz hatları vardı. Sakalları çıkmıştı. Yoğun ve siyah saçları hafif dağınıktı. Kalem elinde küçük kalıyordu. Ona bakarak derin derin nefes alıyordum. Bir ara gözlerini bana çıkarttı. Kahveleri ile denk geldiğimizde hızla gözlerimi kağıda indirdim. "Ben bu soruyu anlayamadım." dedim korkuyla. Onu sapık gibi izlememden rahatsız olduğunu biliyordum. Ona bakışlarımla ilgili çok fazla yanlış anlaşılıyordum. Yanlış mı anlaşılıyordum? Yanlıştım. Yanlış olan bendim. Yanındaki sandalyeyi yavaşça geriye çekti. "Gel, çözelim birlikte." Hızla yerimden kalkıp yanına oturdum. Bedenim onunkinin yanında minicik kalmıştı. Kokusu bir anda ciğerlerime doldu. Yavaşça gülümsedim. Gözlerim kağıttaydı. "Bunu," dedim rastgele bir soru göstererek. Soruları anlayamıyordum, gözlerim odaklanamıyordu. Bedenim kasılmaya başlamıştı. Elimden uçlu kalemi alıp kağıdı biraz önüne çekti. Soruyu anlatmaya başladı. Yavaşça gözlerim ona çıktı. Yan profiline baktım. Salak gibi gülümsüyordum. Yüzlerimiz çok yakındı. Yakından sakallarının keskinliğini inceledim. Soruya bakan kahveleri bedenimi alıp götürmüştü. Derin bir nefes alıp kokusunu içime çektim. Sorunun cevabını anlatmayı bitirip bana döndüğünde ona bakarak sırıtmamamı durdurdum. "Anladın mı?" dedi gözlerimiz el ele tutuşurken. Derin bir nefes aldım ve yavaşça ona bakarak başka bir soruya rastgele parmağımı dokundurdum. "Bunu da anlamadım." dedim gülümserken. Bir an bana bakarak kaşlarını çattı ve tekrardan kağıda baktı. Sonrasında tekrardan gözlerini bana çıkarttı. "Bunu mu?" dediğinde ona bakarak başımla onu onayladım. Kağıdıma bakmıyordum bile. Ondan gözlerimi alamıyordum. "Al bakalım." dedi ve cevap anahtarını yanıma bıraktı, ardından uçlu kalemi kağıdımın üzerine bırakıp eline tükenmez kalemi aldı. "Ben de bu arada şunları okuyup bitireyim." diyerek önüne döndü ve diğerlerinin kağıtlarını okumaya devam etti. Derin bir nefes aldım. Hala sarhoş gibiydim. Cevap anahtarına bakarak sınav kağıdımı doldurmaya başladım. Toprak, kaçmasana benden. Korkuyor musun? Korkma, bana zarar vermeyeceksin, Birkaç yara bırakıp gideceksin sadece. "Yeni gözdeniz İrem sanırım?" dedim cevapları kağıdıma geçirirken. Bir an başımı ona çevirdim. Sorulara bakıyordu. Dudakları yavaşça yukarı kıvrıldı. Kıkırdayarak önüme döndüm ve kağıdımı doldurmaya devam ettim. "Neden ikinci derse katılmadın?" dediğinde yavaşça ona çevirdim başımı. Ses tonu bedenimi ağrıtacak kadar keskindi. Ağır ve toktu. Gözleri hala kağıtlardaydı. Elindeki kalem ile sorulara yazılan cevapların altını çiziyor, bazılarının üzerine çizik atıyordu. "Kızdım size." dediğimde kağıtlara bakarak gülümsedi tekrar. Ardından geriye doğru yaslandı ve kalemini bırakıp başını bana çevirdi. Bir anda bedenim duraksadı. "Böyle olmaz." dedi gözlerime akan kahveleri toprağa uzanan bedenimi örterken. "Böyle bir yere varamazsın." "Ben bir yere varmak istemiyorum." dedim ve başımı ondan çekip kağıdımdaki son birkaç soruyu doldurmaya başladım. "Beni kayırdığınızı düşünmüştüm." "Öyle zaten," dedi ve yavaşça kağıtlardan birini önüme uzattı. "Bak, İrem kaç aldı." İrem'in kağıdını inceledim ve şaşkınlıkla Toprak'a döndüm. Yüzü keyifliydi. "Kalmış dersten, ama bize öğretmenler hep yüksek puan verirlerdi." dedim şaşkınlıkla. "Ne olacak şimdi?" "Çalışsın, yüksek alsın. Sizin öğretmenlerin sistemi beni ilgilendirmiyor." dedi ve geriye doğru gerinip eline kalemini aldı. "Yarısı kaldı sınıfın." "Ben onu geçirirsiniz diye düşünmüştüm." dedim şaşkınlıkla. "Neden onu geçireyim?" dedi ve İrem'in kağıdını diğer okunmuş kağıtların üzerine bıraktı. "Beni neden geçiriyorsunuz?" dedim şaşkınlıkla. Cevap anahtarını sınav kağıdıma geçirip kalemi masaya bıraktım. "Seni kayırıyorum ya," dedi gülümseyerek. Gülümsemesi ile yanağının çevresinde çizgiler oluşuyordu. Sakallarından çok belli olmasa da, çok yakınımda olduğu için fark edebiliyordum. Onları ayırt edebilmek kalbimi hoplatmıştı. Durup kağıdımı önümden aldı ve birkaç saniye bakarak tam puan yazdı ve okuduğu kağıtların üzerine bıraktı. Ecem'in kağıdını okuduğu sırada heyecanla ona doğru biraz eğildim. Ellerimi çenemin altına koydum ve kağıda baktım. Çok yüksek bir puan almıştı. Sevinçle sırıttım. Son kağıdı da okudu ve kağıtları toplayıp bir dosyanın içine koydu. "Ben senin iyiliğin için söyledim." dediğinde şaşkınlıkla ona baktım. "Mertlerden uzak dur. Asi kızı oynayıp bana kızmana gerek yok, bedenini mahvedersin, ruhunu zehirlersin." "Ben sadece merak ettim, bir daha yapmayacağım. Özür dilerim." dedim yavaşça. "Siz hiç denediniz mi?" Yavaşça gülümsedi. Gözleri şefkatle bakıyordu. Birkaç saniye dudaklarına baktım. "Zehirli gibi durmuyor mu ruhum?" dedi yavaşça. "Oysa sen çok dikkatlisin, fark etmişsindir, diye düşündüm." Fark ettim, Toprak. Ruhunun siyahları hemen boyadı gözlerimi. Aklıma hemen girdi çamurların. Oradan zihnimi açıp bedenime doğru bulaştılar. Bakışlarındaki çürük oyuklara takıldı hemen bacaklarım. Tökezledim, ama düşmedim. Bir duman geldi sonra, gözlerimi acıttı. Gözlerimi sıkıca kapattım, yanmaya başladı göz damarlarım. İçimde dolup ciğerlerime yapıştı. Kanıma karıştı, çiseleyenlerime bulaştı. "Siz de mi unutmak istediniz kalp acılarınızı?" dedim yavaşça. Gözlerim masaya doğru birkaç soğuk pas akıttı. "Ondan mı içtin?" diye sorduğunda gözlerimi masadan kaldırıp yavaşça gözlerine çıkarttım. Toprak kahveleri gözlerime sıkıca tutunuyordu. "Kalp acın mı var, güzel kızım?" Ne demişti Turgut Uyar? "Bir duvar da beni çok seviyor olabilir, bilemem." Gösterilmeyen sevginin kıymeti olur mu? Peki ya, söylenip de hissedilmeyen sevgi, Ona da söylenmiş bir söz var mı? "Sizce, gösterilmeyen sevgi gerçekten sevgi midir?" dedim hafif gülümseyerek. "Yoksa söylenilen güzel cümlelerin kulağı tatmin etmesi yeterli mi?" "Sevildiğini hissetmiyor musun?" diye sordu sesi saçlarımı okşayacak kadar mayıştırırken bedenimi. "Siz hissediyor musunuz?" Gülümsedi. Gülümsedim. "Kırık ayna camlarına baktığında ilk ne görürsün?" diye sordu ve yavaşça gözlerini masaya doğru çekti. "Parçalanmış binlerce yansımamı." dedim sakince. Derin bir nefes aldı. "Seni parçalara ayıranların kanlı yumrukları peki?" dedi ve bir an güldü. "İnsanlar ilk kendilerini görüyor, kızım. Sevilmediğini hissetmek senin suçun değil." "Peki neden böyleler?" dedim merakla. "Neden sevmiyorlar ki?" "Çünkü onlar da hep cam parçalarının kanattığı ellerle karşılaşmışlar. Bilmiyorlar, sevginin nasıl olduğunu." "Ben de mi öyle olacağım?" dedim şaşkınlıkla. "Ben de sevmeyi bilmeyecek miyim?" "Sevmek mi istiyorsun, sevilmek mi?" dedi ve yavaşça yerinden kalktı. "Ben camlara yumruk atanlardan olmak istemiyorum." diyerek onunla birlikte ayaklandım. Gözlerim ondaydı. Büyük bedenindeydi. Omuzlarına bakıyordum, istemsizce ellerini izliyordum. "Ben camıma yumruklar atılsın istemiyorum." "O zaman camlarını sıkıca ört." dedi ve durup bana döndü. Başımı yukarı kaldırıp gözlerine sıkıca tutundum. "Kendini koru, kendini sakla." "Siz peki?" dedim merakla. "Sizin ruhunuzdaki zehri görebiliyorum. Görebildiğimi biliyorsunuz. Ne düşünüyorsunuz?" "Neyi ne düşünüyorum?" dedi ve mutfağa yöneldi. Hemen arkasındaydım. Onu her yerde takip etmek istiyordum. Kokusunu almayı bırakmaktan korkuyordum. "Rahatsız oluyor musunuz bu kadar dikkatli olmama?" dedim merakla. İki bardak çıkartıp kahve koydu. Yavaşça güldü. "Bu kadar meraklı olmandan rahatsızım." dedi ve kahve bardağını bana uzattı. İki elimle sıkıca kavrayıp kahve bardağını elinden aldım. "Bana bir zararın yok, ancak bu merakın yüzünden tertemiz aynanın camlarını kendi ellerinle parçalamak üzeresin." Hey, sen. Birkaç çıtırtı geliyor kulağıma. Gözlerim siyah bulutlara kayıyor, kimisi koyu gri. Bir anda akıyor çiseleyenler bedenime doğru. Yağıyor oluk oluk bedenime cam parçaları. Parçalanmak güzel mi? Kanların kokusu beni rahatsız eder mi? Toprak, senin için ellerimi parçalayacağım. Kendi aynamdan dökülüp etrafa savrulan camları tek tek yumruklayıp toz haline getireceğim. Yavaşça koltuğa oturduğunda yanına oturup kahveme hafifçe üfledim ve küçük bir yudum aldım. Ellerim kahvenin sıcağı ile ısınmıştı. "Neden derste yüzüme hiç bakmıyorsunuz?" dedim kahve bardağımı sehpaya bırakmak için hafif uzanırken. Gözleri kapalı televizyondaydı. Bir an durup güldü ve bana döndü. "Sen neden derste gözlerini benden hiç çekmiyorsun?" dedi gülerek. Boğazımı temizledim ve bardağı tekrardan elime alıp kocaman bir yudum içtim. Derin bir nefes alıp tekrardan bir yudum içtim. Boğazım yanmaya başlamıştı. Durup kahve bardağını tekrardan masaya koydum. "Beni hep yanlış anlıyorsunuz, ben İrem gibi değilim. Ben çok farklı bakıyorum size." dedim korkuyla sehpaya bakarak. Yüzümün kirece döndüğünü hissediyordum. Yanaklarım buz tutmuştu. "Bak güzel kızım," dediğinde başımı ona çevirip gözlerine baktım. İçimde papatyalar açtı, dünya dönmeye başladı. "Her ne arıyorsan, o bende yok." Birkaç tüy süzüldü ortamızdan. Yavaşça yere döküldüler. "Ben sizde bir şey aramıyorum." dedim ve dudaklarımı birbirine bastırıp yavaşça gülümsedim. "Ben sizi arıyordum." "Beni tanımıyorsun bile, aradığın kişinin ben olduğunu nereden anladın?" "Sizi deli gibi tanımak istiyorum, buradan anladım." dedim gülümserken. "Belki de çok kötü birisiyim. Belki de tanıdıkça beni sevmeyeceksin, bunu hiç düşündün mü?" "Bu işler öyle işliyor mu?" dedi kaşlarımı çatarak. "Sen daha bebeksin," dedi ve yavaşça elimi tuttu. Elim elinin içinde kayboldu. Bedenim zonkladı, elim uyuştu. Eli soğuktu, bakışları düzdü. "Keşke seni ellerimle büyütebilseydim, ama ellerim cam kırıklarıyla dolu. Kanar gidersin." "Sorun öğrenciniz olmam mı? Çok az kaldı, mezun oluyorum." dedim yavaşça. Elimi örten elini hissetmek bedenimi kastırmıştı. "Sorun yaşım mı? Reşit oldum ben, büyük bir kızım. Yemin ederim ben çok masum bakıyorum size." Büyük eli yavaşça elimden ayrıldı. Elim bir anda boşluğa düştü. Terk edilmiş gibi hissettim o an. Yüzünü yüzüme doğru yakınlaştırdı. Gözleri yakından toprağın en asil hali gibi canlı ve güçlüydü. Hafif gülümsedi. Göz çevresinde çıkan çizgilere baktım. Onları tek tek sayıp aralarına karışmak istedim. "Ben sana git dememiştim," dedi. Her kelimesinde sıcak nefesi yüzüme çarptı. Yüzüm zarafetle tatlandı. "Şimdi söylüyorum, git Sibel." "Ben gitmek istemiyorum." dedim yalvaran gözlerle. "Bana git demek için mi çağırdınız beni buraya?" "Emin olmak için," dedi ve kibarca gülümsedi bana. "Neyden?" "Senden korkup korkmadığımdan." dedi ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Burunlarımız birbirine dokunmak üzereydi. "Korktunuz mu?" dedim nefesimi tutarak. "Korktum." dedi gülümseyerek. Kalın sesi beni o kadar heyecanlandırıyordu ki, istemsizce yerimde kıpırdanıyordum. Yavaşça dudaklarına baktım. Beni davet ediyorlardı. "Ben de şu an sizi öpmekten çok korktum," dedim ve dudaklarına bakarak yavaşça sırıttım. Nefesim yüzüne çarpıyordu. "Sizi öpersem beni itersiniz, diye." "Ben de korktum," dedi yavaşça gülümserken. Dudaklarını takip ediyordum. Dudaklarının yanındaki, güldüğünde beliren çizgileri seçmeye çalıştım sakallarından. "Beni öpersen seni itemem, diye." "İtmeyin," dedim ve yavaşça yutkundum. Gözlerim heyecanla gözlerine çıktı. "İtmezsiniz, olur biter. Bırakın, bu anda kalalım." "Bu anda kalacağımızı bilsem, korkmazdım. Ama seni çekip alırım, bir daha hiçbir güç seni bıraktıramaz bana." dedi ve yavaşça geri çekildi. "İşte bu yüzden çık git, güzel kızım. Git ve bir daha gelme." Derin bir nefes aldım. Parmaklarımla kibarca gözümdeki yaşı sildim ve yavaşça başımla onu onayladım. Zar zor ayağa kalktım. Çantamı omzuma götürdüm ve çıkışa yöneldim. Durup cesaretimi topladım ve ona döndüm. Gözlerimden hırs akıyordu. Bir şey diyemedim, korktum. Korkmama öfkelendim. Hızla montumu alıp evin dış kapısını açtım. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Öfke gözlerimi yakıyordu. Kapıyı sertçe kapattım ve bahçe kapısına doğru yürüdüm. Kalbimi hissetmeyi durduramıyordum. Hırsla telefonumu elime aldım ve Mert'e mesaj yolladım. Sibel : mert? Mert : sibel? Sibel : kulübede misin? Mert : allah allah :) Mert : yarım saate güzelyalı basket sahasına gel ordan alırım seni Sibel : tamam geliyorum Hey Toprak, Kartlarını ilk kez bu kadar açık oynadın bana. Ancak benim elimdeki kartlardan henüz haberin yok. Beni hiç ciddiye almıyorsun, değil mi? Toprak, baksana. Senin için dikenleri çıplak ayaklarla dolaşacağım. Senin için büyük ormanlarda, kaybettiğim yolların izlerini arayacağım. Senin için buzullarda seni düşünüp ısınacağım. Senin için savaşlar başlatacağım. Çölleri yeşerteceğim, kuraklıklara çiseleyeceğim. İstediğin kadar kov, Toprak. Kapıdan kovsan bacadan gireceğim. Senin için bu gece ruhumdan zehirler akıtacağım. Ben seni bırakmayacağım.
|
0% |