Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. BÖLÜM : ŞEFFAF

@yagmurluhikayeler

 



Bu kitabın gerçek hayatla hiçbir ilgisi olmamakla birlikte, kişiler ve olaylar tamamen kurgudur.

 

1

 

 

Sırları örten çiyler soğuk ve sessiz... Poyraz rüzgarının esmesi ile kırılıp gittiler, ortaya gerçeklerin külleri savruldu. Küllerin arasında kalakaldılar. Bu, çiylerin ilk yardım çağrısıydı.

Onlar ne beyaz, ne siyah. Şeffaf onların rengi.

Tıpkı bir çiy gibi.

 

🌹

 

Hey sen,

merhaba.

Burada seninle şeffafları siyahlarla örtüp, yavaş yavaş solup gideceğiz.

Birkaç günah işleyeceğiz beraber,

bence şimdiden tövbe etmeliyiz!

Ancak inan bana, bu adam o kadar güzel ki,

tövbelerimde bile onun için yalvaracağım Tanrı'ya,

sen ise oturup benim halime ağlayacak,
ya da benimle birlikte ağlayacaksın.

Ağlayacağız ama,

ona haykıracak yağmurlarımız, oluşan çiyler de üzerimize örtülen çarşaflar olup bizi koruyacak,

korkma bu yüzden.

Hey,

sence kader diye bir şey gerçekten de var mı?

Ben pek sanmıyorum.

Sen peki,

inanır mısın kadere?

Ben şansın elini tuttuğumuzu düşünüyorum. İyi insanların iyi şeylerle karşılaştıkları külliyen yalan gelir bana. İyi insanlara da kötülük mikropları bulaşabilir, o halde tüm bu etik değerler de neyin nesi? Bu, tamamen şansla alakalı bence. Peki hal böyle olunca, iyi olmamız ne kadar önemli ki?

Birkaç uhrevi düşünce de etkiliydi belki de tüm bu çalkantıda. Bana şansın ne kadar güçlü, kudretli olduğunu düşündürüyordu.

Soruların karmaşaları bir gıpta gibi dökülürken, cevapları bulmak için öylece çırpınır dururdum. İyinin ne olduğunu anlamaya çalışırdım hep. Kaderin olup olmadığını düşünürdüm. Romantik bir insandım, sevmeyi çok severdim. Sevilmek ise sevmekten daha güzel gelirdi bana.

"Kaderimizde yazıldıysa, elimize neden kalem verildi?" diye mırıldandım. Derin bir iç çektim. Omzumdan düşmek üzere olan sırt çantamın askısını biraz oynattım ve servis demirine sıkıca tutundum, "Kafayı yemelik sorular hep."

"Yemişsin zaten kafayı," dedi oturduğu yerden yaşlı bir kadın. Bacaklarının üzerinde bez çantası, üzerinde sonbahar rüzgarına rağmen kalın askılı bir uzun elbise vardı. Büyük bir arabada kendi kendine konuşan bir insan görmek hemen söz hakkı sahibi olmayı sunmuştu ona sanki. İzmir garipti. Benim memleketimde herkes kendi kendine konuşurdu ve kimse yargılamazdı.

"Kendi iç dünyamdaki kavgama ne karışıyorsunuz hanım teyze?" dedim şaşkınlıkla.

"Terbiyesiz," dedi dişlerinin arasından. Başını hızla camdan dışarıya doğru çevirip cıkcıkladı, "Gençlerde terbiye kalmamış."

Saygılı bir insandım, bunu insanlar çoğu zaman ezik olmakla bir tutardı. Oysa ben o kadına cevap vererek bir sonuca varamayacağımın bıkkınlığı ile susmuştum.

İzmir'e daha önce çok gidip gelirdim. Memleketimle arası bir saat ya vardı ya yoktu. Üniversiteyi burada yazmamın sebebi, hayatımda biraz değişiklik istememdi.

O zamanlar hayatımın tepetaklak olacağını bilmiyordum, tabii.

"Tamam anne, geldim ben. Evet evet indim şimdi otobüsten. Öp babamı da." diyerek mahallenin yanındaki ankesörlü telefonu kapattım ve bavulu süre süre annemlerin kiraladığı apartmanın önünde durdum. Yokuşun tepesinde bir ara mahalleyedi, güz ayı ve açık önü nedeniyle şiddetle esiyordu. Merkeze çok yakındı. Otobüs durağının dibinde olması okula gidip gelmem için avantajdı.

Denizi gören önü açık olmasına rağmen kirası çok ucuzdu. Ucuz kirası nedeni ile burası benim için İzmir'deki en uygun daireydi.

Sokakta neredeyse hiç insan olmaması beni biraz ürkütmüştü. Apartmanın altında bir pastane vardı. İçerisinde çalışan oğlan dışında kimse yoktu.

"Bu mahalle resmen ölmüş." dedim şaşkınlıkla. İzmir'in bu tepe kısmı ile ilk kez tanışmıştım.

"Öldürdüler." dedi yanımdan geçen yaşlı bir adam. Bana hiç bakmadan elleri arkada bağlı ağır ağır yürümeye devam etti.

Kaşlarımı çatarak yaşlı adamın gitmesini izledim. Bir süre sırtına baktım ve kafamı iki yana sallayarak apartmanın ağır demir kapısını ittim.

İki katlı, küçük bir apartmandı. Mahallenin girişindeki tek iki apartman karşılıklıydı. Sanki mahallenin giriş kapısı gibilerdi. Dibinde dizili diğer konaklar hep gecekondu denilen o tek katlı, çürük duvarlı renk renk evlerdi. İzmir'in bu kısmı beni şaşırtsa da, kirası için başka bir şansım yoktu.

Anahtarı deliğe sokup bavulları içeriye doğru fırlattım ve kendimi koltuğa attım. Ev küçüktü, ama tahammül edilebilirdi. Bu eve ilk gelişim değildi, buraya son geldiğimizde annemler tüm eksikleri halletmişlerdi. Biz babamla eksikleri alırken annem kıyafetlerimi katlayıp dolaba bile yerleştirmişti. Bu nedenle yalnızca bavulumdaki son eşyaları sağa sola yerleştirmeye başladım.

Su kaynatıp kendime kahve yaptım ve pijamalarımı giyip balkona çıktım. Karşılıklı apartmanların yan kısmı tablo gibi bir deniz mavisiydi. Balkonumda karşılıklı iki sandalye, ortada minik bir masa vardı. Sandalyeye bağdaş kurup hırkamı önüme çekiştirdim ve denizi izlemeye başladım. Gelen gürültüler ile yerimden kalkıp balkon demirlerine tutundum ve aşağı doğru baktım.

"Yeter! Allah belanızı versin sizin!" diye bağıran bir kız vardı. Akranım duruyordu. Sabahki bomboş mahallede bir anda onlarca insan belirmişti. Çoğu insan camda, çoğu da aşağıda kızın dibinde öylece duruyordu.

Kız yere düşünce bayıldığını düşünerek korkuyla evden çıkıp aşağı doğru inmeye başladım. Aslında olaylara daha yakından şahitlik etmek isteyen bir merakla da inmiştim.

"Bıktım sizden, yeter! Bizden ne istiyorsunuz?" diye bağırıyor, uzandığı yerde kriz geçiriyordu. Apartmandan hışımla çıkmıştım. Dizlerimin üzerine çökerek kızın dibine oturdum. Kız titrerken ağzından köpükler çıkmaya başladı. Hızla çevresindeki çer çöpü etrafa fırlattım ve üzerimdeki hırkayı çıkartıp kızın başının altına yerleştirdim.

"Köpürüyor," diye cıkcıkladı bir teyze ekşi ifadeyle, "Allah korusun. Kesin uyuşturucu krizinde yine."

"Açılır mısınız?" dedim sinirle. Çevreye üşüşen insanlar bir anda karşı apartmanın girişine doğru baktı. Başımı oraya çevirdiğimde apartmanın kapısı açıldı ve elleri arkadan kelepçeli bir adamı polisler dışarı çıkarttı.

Hey sen,

merhaba.

iyi izle karanlığımızın şeffafını,

bir de bu canavar ile birlikte bulandığımız infilak kanlarını örteceğimiz çiylerin karanlığını...

Gözleri masmaviydi. Bana okyanusta boğulmayı anımsattı hareleri. Saçları kara, dağınıktı. Üzerinde siyah bir kazak, altında uzun bacaklarına hafif bol gelen siyah bir eşofman altı vardı.

Titreyen kız bir anda ayaklandığında sahra krizi olmadığını fark ederek afallamıştım. Kız gerçekten de uyuşturucu krizinden ayılmış gibi bir anda yalpalayarak dikildiği yerde dengede kalmaya çalıştı ve ağzındaki köpükleri koluna sildi.

"Tamam, sakin," dedim yavaşça. Kız düşmek üzereyken hızla ayaklanıp arkadan onu sıkıca tuttum. Kıza karşı içgüdüsel bir koruma isteğim vardı. Bu belki de mahallelinin kızı yalnızca izleyip ona yardım etmemeleri nedeni ile oluşmuştu.

Kız bağırıyor, ağlıyordu. Arkadan kelepçeli adam kıza bakarak polisler eşliğinde ilerlerken adamın gözleri bana kaydı. Kaşları şaşkınlıkla çatıldı mavileriyle kahvelerim dokunduğunda. Mahallede bir yabancı görmek ona merak uyandırmıştı. Çözmeye çalıştı beni, sanki bir bir yüz hatlarımı incelemeye aldı. Bir an donakaldım ve adamın gözleri ile birkaç saniye el ele tutuştum.

Sertçe yutkunurken gözlerimi kaçırmaya çalıştım, ancak bakışları öyle soğuktu ki gözlerine bakarak buzullara atılmıştım. Bana bakarak ilerliyordu. Sağında ve solundaki polisler onun kocaman kollarına girmiş, onu mahalleden çıkartıyorlardı. Olduğum yerde afallayarak onu izliyordum. Adam en sonunda başını çevirip mahalleden çıkarken kızın bağırmaları ile kendime geldim.

"Kara abi! Bırakın ya abimi! Allah'ın belaları! Her gün alıyorsunuz abimi, her gün! Yeter!" Ardından bana dönüp, "Ne tutuyorsun beni be!" diyerek beni omzumdan itti. Öylece kıza bakıyordum.

Tepkisiz kaldım, adamın mavilerinden çıkamamıştım. Mavileri sanki bir okyanusun derinlerindeki güneşin uzandığı son nokta kadar ürperticiydi.

Mahalleden onlarca araba çıkmaya başladı. Sanki hepsi o adamın peşinden karakola gidecekmiş gibi organize duruyorlardı. Kız arabalardan birine binip gözden kaybolurken ben öylece duruyordum. Bakışları bedenimi ürpertmişti. Saniyeler sürmüş olsa da, sanki saatlerce bakışmışız da yorgun düşmüşüm gibi hissediyordum.

"Bu sefer tutuklamazlar," diyen yaşlı amcaya kulak misafiri oldum. "Geçen seferki hatayı tekrarlamazlar."

"Pardon, neden tutuklamazlar?" diye sordum merakla. Yaşlı adam yanındaki amcaya bakmayı kesip bastonunu sıkıca kavradı ve bana döndü.

"Yeni mi geldin sen, evladım?"

"Evet, yeni taşındım." diyerek apartmanı işaret ettim. "Neden tutuklamazlar? Kanıtları mı yok? Ne yaptı ki beyefendi?" diye sordum merakla. Çok merak ediyordum. Meraktan ölecek gibiydim.

"Geçen sefer bunu tutuklayan savcıyı bizim mahalleli tam yüz on üç yerinden bıçaklayarak deşti de ondan. Salmak zorunda kaldılar bunu da."

Korkunun hissini bilirdim, ancak korkuyu ilk kez cümlelerde duymuştum. İstemsizce ağzım aralanmıştı. Şaşkınlıkla başımı mahallenin sonuna çevirdim. "Polis arabası neden buraya gelmedi? Mahallenin girişinde duruyor."

"Giremezler, kızım. Bu mahalleye polis sokmuyorlar." dedi adam omuz silkerek. "Burada yazılı olmayan kurallar var."

"O ne saçma şey öyle? Benim evime hırsız girse ben polisi aramayacak mıyım?"

"Han'ı arayacaksın. Ya da mahalledeki diğer koruyucu abileri. Gerçi burada suç işlemez kimse," diyerek güldü. "Sonuçları biraz ağır oluyor da."

"Amca sen kaç senedir bu mahalledesin?" diye sordum merakla. "Bir de şu Han dediğin kim?"

"Kara ve Kaya," dedi kırık sesiyle, "Karahan ve Kayahan," diyerek kendine eklemeler yaptı. Elindeki sopayı kaldırıp ucuyla mahallenin sonunu gösterdi, "Şu az önceki Kara'ydı. Gelir ama bir iki saate. Diyorum ya, tutuklayamazlar. Ben kırk senedir buradayım."

"Mahalleli neden onları koruyor?"

Gülümsedi, "Babalarının biricik oğulları," dedi. Derin bir nefes aldı ve duraksadı, "Mahalleye yardımcı olurlar. Aralarında anlaşmalar var. Bunlar mahalleye uyuşturucu ve silah dağıtır, mahalle de bunları korur. Bakma fakir bir mahalle, ama sen bunların banka hesaplarına girsen paralarına inanamazsın."

"Niye buradalar ki hala?" dedim kaşlarım çatılırken, "Paraları varsa niye bu mahallede yaşıyorlar?"

"Burada cinayet serbest de ondan," dedi ve bastonunu kavrayan elinin parmaklarını oynattı, "Geçen bunların kız kardeşlerine laf attı diye birini kadına çevirip genelevde çalıştırmaya başladılar. Adam hala genelevde, beni öldürün bitsin bu ızdırap, diye bağırıyor."

"Kadına çevirip?" dedim gözlerim anlamsızca bakarken, "Laf attığı için?"

"Sorma kızım," dedi ve kahkaha attı, "Dün de bir adamı belinden ikiye bölmüşler. Ondan aldı polis, adam meyyit olmuş oracıkta."

"Ne diyorsun amca ya?" dedim anlamsızca, "Ne manyak bir fantazi dünyası bu? Bu güce sahip olmak çok tehlikeli, korkunç."

"Tehlike güç değildir," dedi ve duraksadı, "Gücü nasıl kullandığındır, kızım."

"Amca... ben," diyerek durdum. Tüm bunlar yabancı bir kızı korkutmak adına ortaya atılan fuzuli cümleler miydi, yoksa bu amca gerçekten dedikodu yapmayı seven biri miydi, çözememiştim, "Ben şey, bilemedim. Yani... ne diyeceğimi. Pek, kafam karıştı biraz. Midem de bulandı."

"Sen muhatap olma, kız kardeşlerine de yanaşma. Kimseye de bulaşma. Sen bulaşmazsan onlar sana hayalet muamelesi yaparlar."

O an gitmek istemiştim. Mahalleden, hatta İzmir'den. Manisa'yı çok özlediğimi düşünmüştüm bir anda. Bedenime yayılan korku ile bir anda havalanıp yere çakılacakmışım gibi hissediyordum.

Ağzıma iğrenç bir kan tadı gelmişti. Psikolojikti, ama iğrençti. Bir korku hikayesindeki kanlı anıları dinlemiş gibiydim. Gerçek olamayacak kadar ürpertici, korkunçtu. Okyanus mavisi, koca gözlü adamın böylesine ruh sağlığı bozuk bir sosyopat olduğunu bilseydim değil aşağı inmek, ailemin bana bu mahalleden daire bile tutmasına izin vermezdim. Sokakta uyurdum. Banklarda uyumak bile daha güvenli gibi gelmişti o an.

"İyi günler, amca," diyebildim. Ardından apartmanın kapısını itekleyip eve çıktım. "Hay senin!"

Pijama altımın olmayan ceplerine doğru ellerim gitti. Evden koşar adımlarla çıkarken anahtarımı almamıştım. Tuşlu telefonlar yeni yeni çıkmaya başlamıştı, ancak ailemin onu alacak gücü yoktu.

Amcayı bulma ümidi ile aşağı indim. Sokağın ortasında kızın başına koyduğum hırka dışında hiçbir şey yoktu.

Amca da yok olmuştu. Sanki Kara mahalleden çıkınca meraklı mahalleli yavaşça kaybolmuştu. Yolun ortasındaki hırkamı avuçlayıp pastaneye girdim. İçerideki oğlan bir elindeki bez ile bardakları siliyordu.

"Merhaba, kolay gelsin," dediğimde bardağı silmeye devam ediyordu. Bana bakmaması ile bir an duraksadım ve hızla boğazımı temizledim, "Telefonunuzu kullanabilir miyim? Çilingir lazım da."

Bardağı tezgaha bırakıp arkasını döndü ve kahve makinesini temizlemeye başladı. Burada kimse kimseye güvenmiyordu. Kimse kimseyle konuşmak, muhatap olmak dahi istemiyordu. Kahve dükkanındaki masalara göz gezdirdim. Bu oğlan dışında başka biri yoktu.

Derin bir nefes alarak dükkandan çıktım ve ilerleyerek insan bakınmaya başladım. Kapısının önünde oturan bir kadın gördüm, "Merhaba, evinizde varsa eğer telefonunuzu kullanabilir miyim? Çilingir çağırmalıyım. İsterseniz siz arayın benim yerime."

Kimse bana cevap bile vermiyordu. Çaresizce geri dönerek apartmanın önündeki kaldırıma oturdum. Bakınmaya başladım. Ankesörlü telefon için yanımda jeton parası da yoktu.

Koruyucu abiler denilen kişiler geldi aklıma. Onları bulma ümidi ve uyuşan popom nedeniyle ayaklandım.

İsim olarak Kara ve Kaya dışında kimseyi bilmiyordum. Kara gözlerimin önünde tutuklanmıştı, Kaya denilen kişiyi görmemiştim. Elinde bir alışveriş poşeti ile mahalleye giren bir adam gördüm.

"Kaya nerede?" diye sordum ona bakarak. Duraksadı ve bir an üzerimi süzdü.

"Ne yapacaksın Kaya'yı?"

Kendimden emin bir ifade bürünerek hızla bakışlarımı ciddileştirdim, "Onunla konuşmam gereken bir durum var."

"Gel benimle."

İlerlemeye başladığında üzerimdeki pijamalar ve elimdeki hırka ile öylece peşinden yürümeye başladım. Bir apartman dairesinin kapısını açtığında başımla ona teşekkür edip apartmandan içeriye girdim. Korkmamıştım yabancı apartmana girerken. Bu mahalle ile ilgili sevdiğim tek şey insanların suç işlemekten korkuyor olmalarıydı. Bu adamdan bu nedenle korkmamıştım.

Giriş kattaki dairenin kapısı yoktu. Şaşkınlıkla ilerledim ve gizlice başımı içeri doğru uzattım. İçeride kırmızı, yuvarlak bir masa etrafında kumar oynayan adamlar vardı. Geri geri adım atarak hızla apartmandan çıktım.

Sanırım korkmuştum.

Pastaneye geri gittim ve oğlana bakarak sahte bir gülümseme ile seslendim, "Kara'nın özel emri var, telefonunuzu kullanmalıyım."

Oğlan şaşkınlıkla bana baktı, "Ne için?"

"Şahsi."

Bir an üzerimi süzüp arka odaya geçti. Elinde kocaman tuşlu telefon ile bana doğru ilerleyip telefonu bana uzattı. Mahalleyi yavaş yavaş çözmeye başladığımı fark ettim. Pastanenin önüne çıkıp bir başka kişiyi durdurdum.

"Çilingir numarası gerekli, Kara öyle söyledi. Ajandanızı getirir misiniz?"

Çilingirin numarasını tuşladım. Çağrıyı bitirdiğimde içeri geçip telefonu oğlana uzattım ve hızla dükkandan çıktım.

Çilingire teşekkür edip eve girdim ve ona ödediğim parayla yapabileceğim birkaç küçük şeyi düşünerek bıkkınlıkla kendimi yatağa bıraktım. Okula bir hafta vardı, ve ben üniversiteli olmanın heyecanını yaşayamadan korku ile sağa sola dönüyordum. Yerimden kalktım ve salondan balkona çıktım.

Karşı dairemde bir ruh hastası, bol hayal güçlü bir manyak vardı ve balkonuna çıktığı gibi göz göze gelecektik. İçeriye geçip balkon kapısını kapattım ve evin perdelerini çektim.

Karnım acıktığında buzdolabını doldurma vaktim gelmişti. Annemlerle kapı önüne inip ankesörlü telefondan konuştuktan sonra babamın verdiği nakitleri hesaplayıp bir alışveriş listesi hazırladım. Duş alıp üzerime kalın bir beyaz eşofman takımı giydim ve akşam karanlığında ıslak saçlarla aşağı indim.

Mahallede karga sesleri duyuluyordu, ay ışığı denize vuruyordu. Burada insanların dokunulmaz olduğunu bildiğim için korkusuzca ara sokaklarda dolaşıyordum. Markete giderken gördüğüm parkta oynayan çocuklar bile mutsuz görünüyordu. Birkaç evin kapısında kırmızı sprey boya ile çarpı işareti vardı. Doksanlarda yaşamanın şaşkınlığı ile duraksadım, "Sağcı solcu çatışması hala var mı ya?"

Marketin kapanmasına dakikalar kala yetişerek kendime yiyecek ve atıştırmalıklar aldım.

Elimdeki poşetle apartmanın önüne geldiğimde iki silüet nedeniyle duraksadım. Apartmanın kapısını kapatıyorlardı.

Karanlıktı, mahallenin sokak lambalarının loşluğuna yüzlerini örten kapüşonları eşlik ediyordu. Onları seçmemi engelliyordu. Sadece keskin çeneleri ve sakallarını görebiliyordum.

Bir tanesi dikildiği yerde elleri eşofmanlarının cebinde dururken, diğeri hemen onun dibinde kaldırıma oturmuş, ellerini yukarı çektiği dizlerinin kapaklarından aşağı doğru sarkıtıyordu. Bir elinde sigara vardı.

"Hoş geldin mahallemize," dedi koyu sesiyle dikilen adam. Silüeti içimi hoplatırken, ses tonuyla bir anda karanlığa doğru koşturmuştum sanki. Soğuğun kokusuyla sesinin kesişmesi kanımı dondurmuştu, "Sanırım bir yanlış anlaşılma olmuş, çözelim."

"Ne gibi?" dedim ve hemen ardından nefesimi tuttum. Korkuyla elimdeki torbayı tutan avuç içimi tırnakladım.

Elleri ceplerindeyken yavaşça bedenini ileri geri oynattı, "Benimle şahsi bir sebeple görüşmek isteyip çilingir aramışsın."

Sen,

Kara.

Karalarına doğru saçıldı ışıklar sanki.

Gözlerim kocaman açıldı ve bir adım geriye gittim. Pastanedeki oğlan ve yolda çevirdiğim diğer mahalleli beni hemen ispiyonlamıştı. Karşımda dikilen kocaman bedenin Kara olduğunu fark ettiğimde ne yapacağımı bilemeyerek etrafa bakındım. Amca bana onunla konuşmamam gerektiğini söylemişti, bu nedenle susmaya karar veren bir çaresizliğe sarıldım.

"Benimle de konuşacağın bir durum varmış," dedi kaldırımda oturan adam. Sigarasını dudaklarına götürürken yere bakıyordu. Sigarayı yere atıp ayağıyla ezdiği sırada konuşurken ağzından dumanlar çıkıyordu, "Kırmızıya gelmiş, görünmeden çıkmışsın."

Herkes beni ispiyonlamıştı. Ben çaresizliğim nedeniyle isimlerini kullanmıştım. Şaşkınlıkla gözlerimi tekrardan dikilen adama çevirdim. Kapüşonu nedeni ile mavilerini göremiyordum.

"Sendeyiz," dedi Kara dikildiği yerden. Başım denize çevrildi ve derin bir nefes aldım, o ise devam etti, "Açıkla kendini."

"Sadece çilingir lazımdı," dedim fısıltıyla karışık, "Ben de kimse yardım etmeyince sizin adınızı kullandım."

"Nereden biliyorsun bizim adımızı?" dediğinde başım kaldırımda oturan adama döndü, Kaya'ya yani.

"Bir amca söyledi," dedim sesimi masumca çıkartarak.

"Hangi amca?"

"Bilmiyorum ki, tanımıyorum." dedim ve nefesimi tuttum.

"Kaya, birader," dedi Kara ve ellerini ceplerinden çıkartıp kollarını göğsünün altında birleştirdi. Kolları daha da kocaman olmuştu. İki metreye yakın boyuna uzaktan baksam bile başımı kaldırmam gerekmişti, "Siz buna evi kiralarken iyice sordurdunuz mu?"

"Evet abi. Normal, zararsız tipler. Manisa'nın bir köyünden gelmiş, ana baba emekli öğretmen. Bir abla var yeni evlenmiş, ablanın kocasına da baktırdım sorun yok."

"Anladım," dedi Kara soğuğu üşütecek keskin sesiyle. Bana doğru bir adım atarken bağlı kollarını indirmişti. Yerimde donakalmış, öylece bana gelmesini izliyordum. Kapüşonunu indirdi ve bana doğru eğilerek başlarımızı yakınlaştırdı. Mavileri karanlıkta koyuya bürünmüştü.

"Bir daha yardıma ihtiyacın olduğunda adımızı kullanma. Ya benim kapımı tıklat ya da bu numarayı ara." dedi ve eşofmanımın cebine büyük elini soktu.

Eli eşofmanımın cebine girerken gözleri gözlerimi kenetlemişti. Korkuyla ona baktığım sırada silik bir şekilde gülümsedi. Korkmamdan zevk almış gibiydi. Hızla mimiklerini kontrol altına aldı ve geriye doğru çekildi.

Tuttuğum nefesimi bıraktım ve sertçe yutkundum. Yanımdan çekip karşı apartmana giderken bir anda yoğun parfümü yüzüme çarptı. Gözlerimi korkuyla kapattığımda Kaya'nın oturduğu kaldırımdan kalkıp yanımdan geçip gitmesini dinledim.

Karşı apartmanın dış kapısının kapanma sesi ile gözlerimi açtım ve hızla kendi apartmanımın kapısını itip içeriye geçtim. Ağlamak üzereydim. Rencide etmesi yetmezmiş gibi beni korkuttuğu için gözlerimin içine bakarak gülmüştü.

Poşetleri hole fırlatırken söyleniyordum. Menekşe çayı yapıp balkona çıktım. Gözlerim ilk olarak karşı daireye gitti. Işıkları kapalıydı. Sandalyeye bağdaş kurdum, süt ve bal aromalı bir mum yaktım. Aşağıya bakındığımda tek tük ölü gibi yürüyen ruhsuz birkaç insan gördüm.

Gecenin karanlığına doğru başımı kaldırıp yıldızlara baktım. Elim bir an cebime gitti ve cebime soktuğu kağıdı çıkarttım. Bir numara yazılıydı. Bunun Kara'nın kendi numarası mı yoksa bahsedilen koruyucu abilerden birinin mi olduğunu çok merak etmiştim. Kağıt avcumun içindeyken avcumu kapattım ve gözlerimi denize çevirdim.

Bana hoş geldin demişti ilk olarak,

öyle başladı onunla karalara bürünmemiz.

Şeffaflarımı çekip alacaktı,

Öyleyse bana da hoş bulmak düşecekti.

 

 

Loading...
0%