@yagmurluhikayeler
|
"Karşısındakinden cesaret almadan gerçekten âşık olabilecek kadar pişkinlik gösterebilen azdır." -jane austen/gurur ve önyargı.
2
Bir burukluğun başkaldırışı bu kadar güçlü olmamalı. Yazılı kuralların örttüğü nefesleri yazılmamış normal itmemeli. Bu mahalle bu şekilde süregelmemeli. İnsanlar kötü, evet. Ancak kötüyü kötüyle örtmenin adına iyilik denilir mi? İyilik ne ki? Kütüphaneler ve kitapçılar benim güvenli alanlarımdı. Alt mahallenin arasına sıkışıp kalmış bir kitapçı bulduğumda kendimi hemen atmıştım içeriye. Duvarlarda hafif sararmış afişler, ahşap raflarda sıra sıra kitaplar diziliydi. Dükkanın içinde belli belirsiz bir toz ve eski kitapların kokusu dolanıyordu. Parmaklarımı kitapların arasında gezdirirken köşedeki plakları düzenleyen oğlan başını çevirip elindeki plakları düzensiz bir şekilde bırakıp ellerini çırptı, "Hoş geldiniz, nasıl yardımcı olabilirim?" "Merhaba kolay gelsin," dedim ve kitaplardan birini çekip elime aldım. İncelediğim sırada sırıttım, "Gurur ve Önyargı," diyerek kitabın kabartmalı kapağına parmağımı kibarca sürttüm, "Uzun süredir okumak istiyordum." "Harika bir seçim," dedi oğlan ve sırıtarak plaklara döndü. Onları bir bir dizmeye başladı, "Okurken kendinizi bu diyarlardan uzaklarda hissedeceksiniz." "Okudunuz mu?" dedim kitabı avcumla sıkıca tutup diğer raflarda dolanmaya başlarken. "Lise dönemi tam bir Austen hayranıydım," dedi ve elinde tuttuğu bir plağı yerleştirmeden önce tutup birkaç saniye inceledi, "Kind of Blue, ne de büyük bir klasik ama!" Odağım ona çevrildi ve elinde tuttuğu plağa bakarak gözlerimi kocaman açtım, "Babam da Miles Davis'i çok sever," dedim heyecanla, "Ona hediye olarak almak isterim," Bir an duraksayıp yanımdaki parayı hesapladım, "Siz onu bana ayırabilir misiniz? Yakın zamanda onu almak için tekrar geleceğim." "Tabii ki," dedi ve plağı alıp kasaya doğru götürdü. Bir çekmece açtı ve içine koyarak tekrardan plak köşesine ilerledi, "Siz yenisiniz buralarda sanırım." "Öyle," dedim ve kitapçının içinde dolanan tombik beyaz kediyi sevmek için eğildim, "Manisa'dan geliyorum, Ege'de İngilizce Öğretmenliği okumak için geldim. Tepedeki mahalledenim." "Han mahallesi mi?" dedi ve son plağı da yerleştirip doğruldu, "Oraya nasıl yabancı soktular?" "Şey," dedim ve duraksadım. Oradan uzaklaşmak için sabahın köründe kendimi buraya atmıştım. Bu nedenle mahalle hakkında pek konuşmak istememiştim, "Kirasını ödüyorum işte, parasıyla değil mi?" Bana dönüp elini uzattı, "Kadir ben. Babamın dükkanı burası. Yaşlandığı için emekliye ayrılma kararı alıp dükkanı bana bıraktı." Kadir yirmilerinin ortasında, genç ve kibar bir adamdı. Babasının emanet ettiği bu minik dükkanda vakit öldürüyordu. Kasanın önündeki masasında soğumuş bir kırmızı çayı, etrafta pekçe taze sulanmış bitki vardı. Gözünde yuvarlak numaralı gözlükleri, üzerinde salaş krem gömleği vardı. Altındaki keten pantolonu ütüsüzdü. Elini sıkarken kocaman sırıtmıştım, "Melek ben de," dedim ellerimizi bırakırken, "Ne güzel bir yer bırakmış baban sana, kitap okumaktan sıkılmazsın burada." "Kesinlikle buradan şikayetçi değilim," dedi ve eğilip tombik kediyi kucağına aldı, "Bu da Tombalak Hanım," dedi ve patisini tutup bana doğru salladı. Kedinin başını yavaşça sevdiğim sırada gülümsüyordum, "Memnun olduk Melek abla." diyerek sesini incelterek kedi adına benimle konuştu. "Çok memnun oldum Tombalak Hanım," dedim kıkırdarken, "Sanki kemikleri iri gibi ama, bence ödemden öyle duruyor. Adı biraz kırıcı geldi bana." Kadir gülerek kediyi yere bırakırken çantamdan cüzdanımı çıkartıyordum. Ona ücreti verip dükkandan ayrıldım. Bu civarda bir arkadaşım olması biraz da olsa güvende hissettirmişti. En azından sıkıldıkça ya da bunaldıkça kendimi atabileceğim ve nefes alabileceğim küçük bir güvenli alan bulmuştum. Elimdeki kitapla tepeye doğru çıkarken rüzgar esmeye devam ediyordu. Bomboştu sokaklar. Mahallenin girişinde bedenim tekrardan korkuyla bütünleşmişti. Bir bakkala girip gazete aldım ve kitabı tuttuğum elimle gazeteyi kavrayarak mahallenin girişinden apartmana yöneldim. "Melek!" sesi ile duraksadım ve şaşkınlıkla yokuşun aşağısına doğru baktım. Kadir elinde bir şeyi bana doğru sallarken soluk soluğa bir şekilde sırıtıyordu. Ona doğru aşağı indiğim sırada elleri dizlerine doğru inmiş, nefesini düzenliyordu. Dibine vardığımda doğruldu ve cüzdanımdan nakit para çıkartırken düşürdüğüm minik telefon rehberi defterini bana uzattı, "Yere düşürmüşsün dükkanda." "Neden koşturdun bu kadar?" dedim defteri elinden alırken, "Ben uğrardım almaya." Defteri alıp çantama atarken kıkırdadım, "Teşekkür ederim. Keşke Tombalak Hanım getirseydi, yokuş çıkıp kilo verirdi." Gülerek alnındaki terleri sildi ve arkasını döndü, "Hani kemikleri iriydi?" "Görüşürüz," dedim gittiği sırada. Elini kaldırıp geriye doğru tuttu selam verir gibi. Arkamı dönerken sırıtıyordum. Bir anda duraksadım. Kara'yı gördüm. Mahallenin girişinde, kendi apartmanın kapısına omzunu yaslamış, ifadesizce Kadir'in gidişini izliyordu. Mavileri bana kaydığında hızla gözlerimi ondan kaçırdım ve koşar adımlarla apartmana girdim. Korkuyla eve girip kitabı ve gazeteyi masaya bıraktım ve üzerimi değiştirdim. Pijama takımımı giyip çay yaptım ve kasetçalara kalemle düzenlediğim bir Türkçe Pop kaseti yerleştirip mırıldanmaya başladım. Elime bir tarak alıp mikrofon gibi kullanarak salonun ortasında şarkılar söylediğim sırada camlarım ve perdelerim açıktı. Eğilip çayımdan bir yudum alırken gözlerim camdan dışarıya kaydı. Kara, karşı balkonunda dikilmiş; bir eli cebinde diğer elinde sigara yanıyordu. Gözlerimiz birleştiğinde hoplamıştım. "Allah!" diye bağırdım. Korkuyla sıçradım, onu görmeyi beklemiyordum. Sıçramamla üzerime elimdeki çay dökülmüştü. "Allah kahretsin!" Bir anda bedenime yapışan kaynar çaylı tişörtü bedenimden ayırmaya çalışıp cebelleşirken hızla üzerimi çıkarttım. Koşar adımlarla tuvalete giderken gözlerim acıdan dolmuş, sürekli söyleniyordum, "Zebellah gibi herif! Aklım çıktı!" Sütyenimi çıkartıp göğsümün üstüne su tuttuğum sırada kapı çaldı. Musluk açıkken hızla tuvaletin aynasından kendime baktım. Korkuyla nefesimi tuttum ve musluğu kapatıp yatak odasına geçtim. Üzerime rastgele bir tişört giyip hole ilerledim. Kapı deliğinden baktığımda Kara'nın kız kardeşi elinde bir kremle yere bakarak bekliyordu. Şaşkınlıkla kapıyı açtığımda başı bana kalktı ve kremi bana uzattı. "Selam, abim gönderdi beni." dediğinde kremi çatık kaşlarla elinden aldım. "Selam," dedim mırıldanarak. Bana verdiği şey bir yanık kremiydi, "Abinin mi bu?" "Yok hayır," dedi ve merdivenlere ilerledi, "Komşu yandı, git bakıver, dedi. Benim de aklıma geldi bunu getirmek, bir de geçen bana yardımcı olmak istemiştin ben sokak ortasında kriz geçirirken, sağ ol." "Adın ne?" diye seslendiğimde duraksadı ve merdivenlerin dibinden bana dönüp güldü. "Hande ben. Sen de Melek, değil mi?" "Biliyor musun adımı?" dedim şaşkınlıkla. "Kiracımızsın sonuçta, herhalde bileceğiz. Neyse, hoşça kal." Hızla merdivenleri inip gittiği sırada kapıyı kapattım. Başım salondan cama çevrildiğinde Kara balkonda değildi. Kendisi gelmeye tenezzül etmemiş, kardeşini yollamıştı. Kremi açıp tişörtümün içinden yanan kısımlara sürdüm ve ellerimi yıkayıp müziği kapattım. Koltuğa uzanıp yeni aldığım kitabı okumaya başladım. Bir süre sonra sıkılıp kendime kahvaltılık bir şeyler yapmaya başladım. Çavdar ekmeğine krem peynir sürüp balkona geçtim. Bir yandan gazeteyi okurken diğer yandan yemeğimi yiyordum. Gazetedeki bulmaca kısmının yırtık olduğunu fark ettiğimde ayaklandım. Tabağı mutfağa bırakıp üzerime hırka giydim ve aşağı indim. Hava çiseliyordu. Mahallenin ağaçlarının turuncu yaprakları yerleri örtüyordu. Ayakkabılarım yapraklara bastıkça çıtırtılar çıkıyordu. Bakkala gidip gazeteyi değiştirdim ve ankesörlü telefona gidip annemi aradım. "Nasılsın güzellik?" dedi annem. Sesi heyecanlı geliyordu. "Alışmaya çalışıyorum eve," dedim. Bir elim telefonu tutarken ankesörlü telefonun yanlarını kapatan camlara çarpan yağmur damlalarını izliyordum, "Mahalle biraz korkunç ama." "İnsanları ayrıştırma, Melek," dedi ciddiyetle, "Kimseyi küçük görme." "Yok!" dedim diğer elimle de telefonu kavrarken, "O anlamda demedim anne, sadece biraz ürkünçler." Annem telefonun karşısından cıkcıkladı ve derin bir nefes verdi, "Yapma, kızım. Evet varoş bir mahalle, ama paramız buna yetti. Keşke imkanımız olsa seni daha güzel bir yere yerleştirsek." "Saçmalama anne!" dedim korkuyla, "Ben söylenir miyim hiç sana? Beni buralara kadar yolladınız, daha yeni ablam evlendi. O kadar masraf var tepenizde zaten, ben asla o anlamda söylemedim." Annemle konuşurken yanlış anlaşıldığımı düşünmüştüm. Mahallelinin yaptıklarını ona anlatırsam beni gelip alırlardı, ancak ben öğretmen olmayı çok istiyordum. Bu nedenle ona bu konuyu açmamıştım. Telefonu kapatıp arkamı döndüğümde dibimdeki adam ile korkuyla bağırdım, "Bismillah!" "Merhaba," dediğinde sesini tanıdım. Dün gece kapımı kestiğinde duymuştum ve aklıma kazımıştım bu sesi. Kaya'ydı karşımdaki. Gözleri koyu toprak kahvesi, dağınık saçları koyu kahveydi. Yaş olarak Kara'dan küçük duruyordu. Kaya iki metreye yakın boyu ve cüssesiyle telefon kulübesinin dibinde dikilmiş, çıkmamı engelliyordu, "Mahalleye yabancı sokmuyoruz. Bir dahakine yabancıları yaklaştırma, ona yazık olur, ondan." Cevap vermemi beklemeden çekip gitmişti. Kara, sabah beni Kadir ile birlikte mahallenin girişinde görmüştü. Kadir'i mahalleye sokmamam için bir uyarı ateşi etmişti, ancak bunu yine kendisi değil bir başkasına yaptırmıştı. Sinirle avuç içlerimi tırnakladım ve gazeteyi avcumda sıkarak hızla eve çıktım, "Manyaklara bak! İstersem evime bin tane adam sokarım, kime ne!" Öfkeyle balkona çıktım. Kara'nın benimle muhatap olmaması sinirlerimi çokça bozmaya başlamıştı. Dün gece eşofmanıma bıraktığı kağıdı salondaki zigon sehpadan alıp birkaç saniye baktım. Bu numaranın kime ait olduğu meraktan ölmeme neden oluyordu. Akşama kadar evde öylece vakit öldürmüştüm. Tek olmak insanın canını sıkıyordu. Radyo dinleyerek bir günü geçirmiştim. Gecenin ortasına doğru annemle yaptığım konuşma sürekli aklımda dolanıyordu. Ben şımarık ya da onların benim için yaptıklarını beğenmeyecek biri değildim. Onlara anlatamadığım korkularım vardı yalnızca. Yatakta sağa sola dönüp sürekli düşünüyordum. Annemin beni yanlış anlamasını, bu yüzden üzülmesini istemiyordum. Bir anda ayaklandım ve telefon kartını alıp evden çıktım. Sokak ölü, lambalar loştu. Deli gibi sağanak vardı. Koşar adımlarla telefon kulübesine girip ankesörlü telefondan Manisa'daki evin numarasını tuşladım. "Alo?" sesi geldi. Babam uykulu ve telaşlı bir sesle konuşmuştu. "Baba? Nasılsınız?" dedim merakla. Onları çok özlemiştim. Gözlerim dolunca hızla gece karanlığında damlalara baktım. Yağmur gözyaşlarımı bastırırdı çoğu zaman, "Uyku tutmadı, aramak istedim. Annem nasıl?" "Kızım?" dedi ve yavaş bir nefes verdi, "Korktum yahu bu saatte. Uyudu annen, kaldırayım mı?" "Yok yok," dedim ve derin bir nefes verdim, "İyi geceler, sizi seviyorum." "Biz de seni," dedi ve bir an duraksadı, "Her şey yolunda mı? Alıştın mı eve?" "Evet!" dedim gözlerimi silerken, "Çok güzel evim, her şey harika. Haftaya okul başlıyor, şimdilik tatil yapıyorum." "Var mı paran? Yollayayım mı? Yakınlarda banka var mı?" "Var baba param," dedim ve daha fazla dayanamayacak olduğumu hissettiğimde burnumu çektim, "Öpüyorum, iyi geceler." "Görüşürüz, kızım," dedi ve telefonu kapattı. Bir süre telefonun kapanma sesinin art arda verdiği o uyarı mesajını dinledim. Ağlarken telefonu kapattım ve gözlerimi ovuşturarak arkamı döndüm. Mutsuzdum. İlk defa ailemden ayrılmıştım, ve geldiğim mahalle beni güvende hissettirmiyordu. Kulübeden çıkıp eve doğru ilerlediğim sırada karşıdan iki genç oğlanın bakınarak ilerlediğini gördüm. Beni görüp anlık duraksadılar ve şaşkınlıkla bana doğru ilerlemeye başladılar. Ellerindeki silahları gördüğümde korkuyla geri geri adım atarak avuç içlerimi havaya kaldırdım, "Hani burada insanlar dokunulmazdı!" "Ne yapıyorsun sen bu saatte bu mahallede?" dedi bir tanesi öfkeyle dibime girerek. Sağanak bedenlerimizi yakarken sokağın ortasında geri geri ilerlemeye başladım. Korkuyla başımı kaldırıp Kara'nın balkonuna baktım. Onu görme ümidi ile oraya baktığım sırada gözlerim dolmuştu, "Konuş bayan! Kimsin sen?" "Yeni taşındım ben!" dedim korkuyla, "Yeni geldim, bu mahalledenim!" Bir an birbirlerine baktılar. Bu yaptıkları hareketin Hanların kulağına gittiğinde ödeyecekleri bedeli hesapladılar sanki. "Neden dışarıdasın bu saatte?" "Ben annemlerle konuştum telefonda," dedim hızla avuç içlerimi indirip ellerimi karnımın ortasında birleştirerek, "Benim evimde telefon yok, o nedenle." Boğazını temizledi ve bana doğru bir adım attı, "Bu saatte burada dolaşmak yasak." "Ne?" dedim şaşkınlıkla, "Ne demek yasak? Ülkede darbe mi oldu?" "Bu saatte sadece satıcı ve alıcılar dolaşır," dedi diğeri ve diğerinin omzuna vurdu, "Biz de kontrol ederiz çevreyi. Yabancı biri ya da polis var mı diye bakınıyoruz." "Koruyucu abiler siz misiniz?" dedim şaşkınlıkla, "Ben bu saatte çıkmak istesem çıkamayacak mıyım yani?" "Yok biz sadece çevreyi kontrol ediyoruz," dedi ve diğerini itekleyerek yanımızdan ayrıldı, "Bu saatte çıkma bir daha. Sağlıcakla." Yanımdan çekip gittiklerinde hızla apartmana girdim ve eve çıkıp kapımı kilitledim. Bu mahalleden ölümüne nefret etmeye başlamıştım. Sanki bir hapishanede yaşıyordum ve arada bir dışarı çıkma iznim dışında hiçbir şey yapmama müsaade edilmiyordu. Söylenerek yatağa girdim ve gözlerimi kapattım. Ertesi sabah zilin çalması ile esneyerek yataktan kalktım. Gözlerimi ovarak kapı deliğine baktım. Orta yaşlı bir adam vardı, elinde bir kutu duruyordu. Kapıyı açtım ve ona uykulu gözlerle baktım. "İyi günler abla," dedi ve ayakkabılarını çıkartıp içeriye daldı, "Ev telefonu bağlatacakmışız bu daireye." "Öyle miymiş?" dedim uykulu ama şaşkınlıkla adamı izlerken. Salona ilerleyip kutuyu açtı ve kabloları çıkartıp telefonu bağlamaya başladı, "Pardon beyefendi? Size kim söyledi bunu?" Gözlerim açık perdelerden dışarıya kaydığında karşı balkonda Kara'yı gördüm. Dikildiği yerde bana bakarak yavaşça sırıtmıştı. Kahve içiyordu. Saçları dağınık, mavi gözleri uykuluydu. Benimle dalga geçer gibi bakıyordu bana. Hızla balkona çıktığım sırada adam kabloları bağlamaya devam ediyordu. Ellerimi balkon demirlerine doğru tuttum ve karşı balkona öfkeyle bağırdım, "Neden bana bunu yapıyorsun?" "Günaydın," dedi yavaşça. Sesini duymamla hoplamıştım. İçim bir anda zelzelelerle kavuştu. Öfkem sanki çekilip alındı, "Geceleri sokaklarda dolaşmak yasak. Evinden konuşursun ailenle bundan sonra." "Kim söyledi sana?" dedim merakla, "Dünkü çocuklar mı yetiştirdi hemen?" "Cık," dedi sırıtarak içeriye geçerken, "Kuşlar söyledi." Balkon kapısını kapatıp gözden kaybolduğu sırada öfkeden delirecek gibiydim, "Bana bak! Siz bana karışamazsınız! Önce Kadir, şimdi sokak yasağı! Siz kendinizi ne zannediyorsunuz!" O kadar sinirlenmiştim ki, öfkeyle balkondaki çamaşır asma mandallarından birini alıp sertçe karşı balkona doğru fırlattım. Fırlattığım mandal karşı balkon kapısının camına çarptığı sırada bir an korkuyla duraksadım. Yaptığım bir hataydı. Büyük bir hataydı. Kara'nın beni öldürme anı gözümün önüne geldi bir anda. Korkuyla içeri geçip balkon kapımı kapattım ve perdelerimi çektim. Adam telefonu kontrol edip ayaklanmış, malzemelerini topluyordu, "Tamamdır abla bu." "Sağ olun," dedim şaşkınlıkla, "Ne kadardı?" "Ödendi." Adam evden çıktığında telefonla bir süre bakıştık. Kara beni uzaktan uzağa her şekilde kontrol altına almıştı. Üstelik kendisi hiçbir şey yapmadan diğer kişileri benimle muhatap ediyordu. Zigon sehpadaki kağıdı alıp ev telefonunun dibine diz çöktüm. Yavaşça telefonun kulbunu tuttum ve kulağıma götürdüm. İşaret parmağımla telefonun tuşlarını döndürerek çevirdiğim sırada kağıdı tutan elim titriyordu. Sonunda numarayı tuşladım ve beklemeye başladım. Koruyucu abiler miydi, Kara mıydı? Bir süre sonra telefon açıldı. "Melek?" Kara'nın sesiydi. Birkaç çalkantılı kalp hoplaması, üç beş infilak, altı yedi mermi sıcağı... Numarayı tanıyarak açmıştı. Benim aradığımı hemen bilmişti. Konuşmadan hızla telefonu kapattım ve derin derin nefes alarak kağıdı telefonun dibine bırakıp ayaklandım. Bedenim hararetten ölecek gibi olmuştu. Koşar adımlarla duşa ilerlediğim sırada telefon çalmaya başladı. Hızla soyunup duşa girdim. Soğuk duşun altında bir süre bekledim ve sonunda çıktım. Bornozumu giyip mutfağa yöneldim. Kendime yemek hazırladığım sırada çekili perdeme doğru ilerledim. Yemek ocakta pişerken perdenin ucundan karşı daireye baktım. Balkon boş, perdeler çekiliydi. O evde kaç kişi yaşadıklarını çok merak ediyordum. Kara'nın sigara içtiği ve benim tam karşımda duran balkon salon muydu, yoksa orası Kara'nın odası mıydı? Ocağa yönelip altını kapattım ve üzerime pijamalarımı giyip radyo açtım. Radyodan haberleri dinlerken balkona çıktım ve yemeğimi masaya koyup bal ve süt aromalı mumu yakıp öğle yemeğimi yemeğe başladım. Denize doğru yemeği tırtıklarken karşı balkonun açılma sesi ile duraksadım. Lokma ağzımda asılı kalırken yavaşça başımı yana çevirdim. Sigarasını ateşledi. Benim balkonumun sol kısmı, onun balkonun sağ kısmı tamamen denizi görüyordu. Denize bakan kısma doğru yalnızca bir puf vardı balkonda. Pufun dibinde yerde bir küllük duruyordu. Pufa oturdu ve bacaklarını aralayarak sigarasını dudaklarının arasına götürdü. Önüme döndüm ve yavaşça yemeğimi yemeye devam ettim. Karga sesleri aramızda gezinirken bedenim karşıdaki balkondaki yangın nedeniyle adeta alevlenmişti sanki. Gözlerimi dayanamayarak tekrar ona doğru döndürdüm. Sigarasını yere doğru üflüyordu. Mavileri onunki kadar koyu deniz mavisinde dolanıyordu. "Neden aradın?" Bir an duraksadı ve ekledi, "Neden arayıp kapattın?" Başımı hızla öne doğru çevirdim ve çatalımı masaya bırakıp geriye doğru yaslandım. Diyeceklerimi hesapladım birkaç saniye. Yavaşça boğazımı temizledim ve gözlerimi tekrardan ona çevirdim, denize bakmaya devam ediyordu. "Bir şey sormak için," dedim ezilip büzülerek. Aramızda bir sokak mesafesi vardı, ancak etraf o kadar sessizdi ki, fısıldasak bile birbirimizi çok rahat duyabilirdik, "Sonra vazgeçtim, ondan kapattım hemen." "Dinliyorum seni," dedi ve başı bana çevrildi. Göz göze geldiğimizde hızla gözlerimi kaçırıp denize doğru baktım. Gözlerinin insanı çekip alan bir büyüsü vardı. "Ben arkadaşlarımı evime davet edemez miyim? Kontratta böyle bir şey göremedim." Ona baktığımda çok hafif sırıtır bir şekilde denize bakıyordu. Sigarasını küllüğe ezdi ve ayaklandı. "Her kural yazılı olmak zorunda değildir." Balkon kapısından içeriye geçtiği sırada sırtına bakıyordum. Ayaklandım ve cahil cesareti ile bağırdım, "Kara!" Sesim mahallede gümlerken, sanki camlara çarpıp bana geri yankılanmıştı. Şaşkınlıkla durup bana döndü. Onun ismini bu kadar cesur ve öfke ile daha önce herhangi birinin haykırdığını zannetmiyordum. "Buyur?" dedi şaşkınlıkla. Keskin ifadesi şaşırınca daha da koyulaşmıştı sanki. "Ben hayatımda böyle saçmalık duymadım," dedim ve sinirle kaşlarımı çattım. İçimdeki korku ruhuma kadar dokunup bana susmam için yalvarıyordu. Ancak ben geri adım atmak istemiyordum, "İstediğim saatte çıkarım, istediğimi de eve atarım." Durdu. Söylediklerimi değerlendirdi içinde. Diyeceklerini düşündü sanki bir süre. Sonrasında yavaşça sırıttı. Sırıtışı bana bir zafer gibi gelmişti. Sanki uzun süredir ona kimse böyle bir başkaldırışta bulunmamış, benimle eğlenecek olmak onu mutlu etmiş gibiydi. Belki de korkutmayı seviyordu yalnızca, bilemiyorum. Belki de beni delirtmek, ona başkaldırmamı görmek istemişti. Bir şeylere sevinmişti ama, kesin olan tek şey buydu. Ağır adımlarla balkonun demirlerine tutundu ve bedenini öne doğru eğdi. Kocaman bedenini şaşkınlıkla inceliyordum. "Küçük kiracı," dedi yavaşça. Sesindeki hırıltı bedenimi delen iğneler gibi keskindi. Bedenim oluk oluk akmaya başladı sanki, "Biz dünden beridir sana oldukça kibar yaklaşmaya özen gösteriyoruz, görüyorum ki sen bu durumu lehine kullanıyorsun." "Sadece kurallara anlam veremiyorum," dedim şaşkınlıkla, "Ben burada kendimi hiç güvende hissetmiyorum." "Hım," dedi ve dudaklarını birbirine bastırıp başını onaylar anlamda salladı, "Oysa buradan daha güvenli bir mahalle bulamazsın İzmir'de." "Dün gece eli silahlı iki serseri tarafından durduruldum," dedim şaşkınlıkla, "Güvenli mahalle anlayışın beni şaşırttı." Gülümsemesi yüzüne yayıldı. Onunla laubali konuşan birini görmeyi garipsemiş gibiydi. İnsanların ondan gözlerini kaçırdıklarının farkındaydım. İsmini duyunca bile insanlar donup kalıyordu. Şimdi ise onun karşısında ona yakınan küçük bir kız vardı. "Güvenliğin için silahlı onlar." "Lütfen bana karışmayın," dedim ve yavaşça nefes verdim, "Ben kendi halimde yaşayıp giderim işte, dört sene sonra mezun olunca zaten çıkıp gideceğim." "Bak bu da şahane bir kural," dedi ve keyifle arkasını döndü. Yerden bir şey aldı ve büyük avcuyla onu sıkıştırdı, "Han mahallesi yalnızca cenaze çıkartır." "Ne?" diye fısıldadım. Anlamamıştım, "Öylece evinizi açtığınız bir yabancının öylece evinizden çıkıp gidemeyeceğini mi söylüyorsun?" "Tam olarak öyle söylüyorum," dedi ve avcundakini tutmayı sıkılaştırdı, "Camıma fırlattığın bu mandal için seni affediyorum, küçük kiracı. Ancak unutma ki bir dahaki ilk yanlışında sana tatlı uyarılar göndermek yerine bizzat karşına ben çıkarım." Balkondan çıkıp kapısını kapattığında donmuş bir şekilde balkonuna bakıyordum. Ben duyduğum tüm o korku hikayelerine rağmen orada ona karşı ayaklanmaya çalışıyordum. Alenen tehdit edilmiştim. Ne yapacağımı bilemez bir şekilde içeriye geçtim ve koltuğa oturdum. Polisi aramayı düşünmüştüm, belki de babamları arayıp beni gelip almalarını istemeliydim. Üniversite henüz başlamamıştı, kaydımı dondurup çekip gidebilirdim. Pek çok fikir aklımda dolanırken bir süre öylece halıyı inceledim. Kapı çaldığında hızla ayaklandım. Parmak ucuna kalkıp delikten baktığımda bir adam vardı kapımda. Sinirle kapıyı açtım, "Yine ne yaptım! Ne diye yolladı seni!" Kabalaşmıştım. Sürekli benimle iletişime geçmek yerine başka birilerine yollamasına tahammül edemiyordum. Gitgide sinir eşiğimin zorlandığını hissediyordum. Adam elindeki mandalı bana doğru uzattı. Diğer elinde bir kağıt vardı. Sinirle ikisini de ellerinden çekip aldım ve kapıyı suratına çarptım. Koltuğa oturdum ve mandalı yanıma bıraktım. Kağıdı açtım, içindeki yazıya baktım. "Onun gururunu ben de kolaylıkla hoş görebilirdim. Benim gururuma dokunmamış olsaydı." İnci gibi bir yazıyla yazılmıştı. Bir an Kara'nın bu yazdığı şeyi anlamaya çalıştım. Ne demek istediğini idrak edememiştim. Onun gururuna dokunduğum için bana karşı bir düşmanlık beslediğini mi söylüyordu? Bu bir alıntı mıydı? Bu bir savaş habercisi miydi? Camdan dışarıya doğru baktığımda balkonuna değildi. Perdeleri kapalıydı. Perdelerimi çektim ve kalan yemek tenceresini buzdolabına koydum. Bulaşıkları yıkarken radyo dinliyordum. Yatağa uzandığımda aklımda yazdığı not vardı. Ona mandal fırlattığım için affettiğini söylerken, bana mandalla birlikte yolladığı cümlede sürekli nedenler arıyordum. Uzanırken yeni aldığım kitabı okumaya devam ettim. Kitapta bir kadının başkaldırışı dikkatimi çekmişti. Kitabın sürükleyiciliğinde kaybolurken bir satırda duraksadım. Satır bana çok tanıdık gelmişti. Durup cümleyi birkaç kez okudum. "Onun gururunu ben de kolaylıkla hoş görebilirdim. Benim gururuma dokunmamış olsaydı." "Yok artık," dedim ve hızla yatakta doğruldum. Yeni aldığım kitaptan bir alıntı yollamıştı bana. Şaşkınlıkla geriye yaslandım ve ihtimalleri değerlendirmeye çalıştım. Aklım gidip geliyordu. "Resmen korkutarak alay ediyorlar. İki silahlı serseri, bir amcanın aptal korkutucu cümleleri... Hepsi palavra. Mahalleli sıkıntıdan beni korkutmak adına hoş geldin şakası yapıyor." Nota baktıkça buraya beni nasıl soktukları hakkındaki düşüncelerim daha da artıyordu. Aralarında yabancı görmeye alışık değillerdi. Dedikleri gibi korkunç tipler olmadıklarını düşünmeye başlamıştım. Beni bu mahalleye sokmak yerine kendi eş dostlarına kiralayabilirlerdi. Yabancı birini sokmak kötü bir hamle olmaz mıydı? Hatta ilk gün karşılaştığım amcanın söylediğine göre paraları çoktu, evlerini bir yabancıya kiralamalarına gerek bile yoktu. Meraktan ölecek gibiydim. Kablolu telefonun dibine çöküp bağdaş kurdum ve Kara'nın numarasını çevirdim. Telefonu açmasını beklerken gerginlikten parmağımı kemiriyordum. En sonunda telefon açıldı. "Sesimi özlediğin için mi arayıp duruyorsun?" diye sordu telefonun diğer ucundan. "Nereden bildin?" dedim merakla. Durup birkaç saniye parmağımı kemirdim, "Yani, o kitabı aldığımı nereden bildin?" "Kuşlar söyledi," dedi. Sesi keyifli gelmişti, "Sürekli sohbet amaçlı arayıp hattı meşgul etme. Bir başka sorun var mı?" "Kim söyledi?" dedim merakla, "Eve giren telefoncu abi mi görüp söyledi? Kadir mi söyledi? Bana göz dağı mı veriyorsun?" "Sanırım başka sorun yok," dedi ve telefonu yüzüme kapattı. Birkaç saniye öylece kalakaldım ve telefonu yerine yerleştirip ayaklandım. Delirecek gibiydim. Evin içinde volta atarken örgümü açıp saçlarımı kaşımaya başladım. Mahallede benim gibi mutlaka yeni gelen şaşkın insan olmalıydı. Buraya adapte olmak kolay değildi, bu nedenle kendime bir dost arayışına girdim. Anketler dönemin en meşhur şeylerinden biriydi. Bu nedenle bir anket hazırlayarak evden çıktım. Sonbahar rüzgarı ile tenimi biraz dinlendirip alttaki pastaneye girdim. "Kolay gelsin, bir kahve alabilir miyim?" Tek başına çalışan oğlan durup bana baktı ve bıkkınlıkla nefes verdi. Kahve yapmaya başladı. Kahvemi yaparken merakla ona bakıyordum, "Adın ne?" Kahveyi tezgahın karşısından önüme bıraktığında boğazımı temizledim ve elimdeki anket kağıdına baktım, "Birkaç anket yapacağım. Kara, mahalle ile ilgili istatistik istiyormuş, mahalleye sorular sormamı istedi." Duraksadı ve kaşları çatıldı, "Sor." Hızla kağıda baktım, "Kaç senedir bu mahalledesin?" "Doğduğumdan beri," dediğinde hızla yutkundum ve gözlerimi kağıdımda dolandırdım, "Bu mahalleye benden önce gelen en yeni kişi kimdi?" "Kara abi mi soruyor bunları?" dedi şaşkınlıkla. Başımla onu onayladığımda birkaç saniye duraksadı, "Senden önce mahalleye yeni biri gelmedi." "Nasıl yani?" dedim gözlerim kağıttayken, "Benden önce en son kim taşındı buraya?" "Kimse." "Anlamıyorum ki," dedim gözlerim kağıttayken. Korkudan dizlerim titriyordu, "Yeni biri hiç gelmedi mi?" "Hayır." Resmen dalga geçiliyordu. Benimle herkesin alay ettiğinden kesinlikle emin olmuştum. Benden önce mahalleye bir başkasının taşınmamış olması çok komik ve sinir bozucuydu. "Kara'yı görürsen söyle bu işler öyle kitap alıntıları yaparak olmaz. Ona bir alıntı yaparım aklı şaşar, bunu aynen ilet ona." Oğlan bana şaşkınlıkla bakarken ben kahvenin ücretini ödeyip hızla pastaneden çıktım. Kadir'in kitapçı dükkanına gittiğimde akşam karanlığı çökmek üzereydi. İçeri girdim ve telaşla ona baktım, "Sen mi söyledin satın aldığım kitabı?" "Selam Melek," dedi. Kasadaki paraları cüzdanına koyarken bir yandan da dükkanı kapatmaya hazırlık yapıyordu, "Evet gelip sordular." "Ne sordular tam olarak?" dedim ve kahvemden bir yudum aldım, "Ne dediler sana?" "Ne konuştuğumuzu sordular," dedi ve yanımdan geçerek ceketini avuçladı, "Ne aldığını sordular. Ne almak istediğini sordular." "Neden yapıyorlar bunu?" dedim sinirle, "Benimle resmen dalga geçiyorlar." "Bilemiyorum," dedi. Dükkanın kapısını kilitlediği sırada kedi kapının önündeki sandalyenin üzerinde uyukluyordu. Derin bir nefes verdi ve bana döndü, "Seninle konuşmamam gerektiği konusunda beni uyardılar." "Ne?" dedim afallayarak, "Benim buradaki tek arkadaşım sensin." "Sizin mahalleden birilerinin yan mahalleler ile samimi olması pek iyi karşılanmıyormuş," dedi ve yavaşça gülümsedi, "Belki sizin okulun oralarda bir başka kitapçı bulursun, oralara ses edeceklerini sanmıyorum." Kırılmıştım. Bile isteye yalnız bırakılmaya itiliyordum. Kadir dudaklarını birbirine bastırdı ve başıyla onay verdi kendi kendine. O da arkadaşlığımızı sevmiş gibiydi. Aramıza çekilen bu engel onu da üzmüşe benziyordu. Yanımdan çekip gittiği sırada söylenerek yokuşu çıkıyordum. "Hayır sanki çok sıkı bağları var bu aptal mahallenin! Bir de başka mahalleler ile konuşmamızı da engelliyorlar!" diye söyleniyordum. Sokaklar bomboştu. Sinirle apartmana girdim ve üst kata çıktım. Eve girdiğimde öfkeyle kapımı kapattım ve kendimi koltuğa bıraktım. Kahvemi yudumlarken hala söyleniyordum, "Sıçtığımın mahallesi! Bir tane normal insan görmüştüm, onu da çekip aldılar ellerimden!" Gözlerim masaya çarptı. Masada bir şey vardı. Kaşlarımı çattım ve koltuktan hızla kalkıp minik adımlarla masaya doğru ilerledim. Masada kitapçıda babam için ayırdığım plak vardı. Plağın üzerindeki kağıdı aldım. Üç cümle, sonsuz karanlık... "Mesajını ilettiler, küçük kiracı. Cesaretin bile şimdiden şaşırttı aklımı. Sana küçük bir hoş geldin hediyesi, iyi dinlemeler."
|
0% |