Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. BÖLÜM : ZİNDAN

@yagmurluhikayeler

 

 

2

 

Kendi yarattığınız zindanın içine hapsolmuş, demir parmaklıkların arasından avuç içlerinizi uzattığınızı düşünün. Parmaklıklar ne kadar geniş olursa, umutların o kadar rahat ettiğini hayal edin.

Dapdardı benim parmaklıklarım.

Avuç içlerimden, ölen umut tanelerinin hengâmeleri yetişmeye çalışıyordu sonsuzluğa.

Kalbim zindanda hapsolmuştu. Minik bedenim ise günden güne ezilen kalbimi izliyordu.

"Bak bakayım," dedim elimin üst kısmını çeneme doğru bastırarak, dirseğimi masaya uzattım. Balkon masasına iyice yayıldım ve gözlerimi Yaren'in elindeki kahve bardağına diktim. "İyi bak, para çıksın."

"Dur, odaklanıyorum." dedi Yaren Türk kahvesi fincanını elinde tutmuş döndürürken. Kaşları çatık, gözleri bardağımdaki kahve telvelerinin şekillerini çözmeye çalışıyordu. "Hmm," dedi yavaşça. "Çok nazar var, Yağmur."

"Ay Allah korusun!" dedim hızla masaya üç kez tıklatırken. Sonrasında elimi çeneme tekrardan koydum ve dikkatle Yaren'e baktım. "Gözü olanın gözü çıksın!"

Yaren hafifçe güldü ve kendini toparladı. Gözlerini kaldırarak bana baktı. "Kız, Yağmur! Biri sana büyü yapmış!"

Hızla elimi çenemden çekip diğer elimin avuç içine birkaç kez vurdum. "Vay başıma gelenler! Kim yapmış!" dedim korkuyla. "Neden yapmışlar?"

"Dur, bakıyorum." dedi tekrardan ve kaşlarını çatarak kahve fincanıma baktı. "Bu, bu bir adam." dedi kaşlarını çatarak.

"Kesin ağabeyim," dedim gerilerek. "Kesin!"

"Yok, bu daha yakışıklı." dedi hafif gülerek. Sonrasında gülmesini bastırmak için dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı. "B harfi var."

"B....B....." dedim ve gözlerimi yukarı kaldırarak düşündüm.

"Hatta," dedi ve gülmesini engelleyemeyerek kocaman sırıttı. "Hatta seni düşünüyor şu an." Gözlerimi yukarıdan Yaren'e doğru indirdim merakla.

"Kız, kimmiş bu?" dedim kaşlarımı çatarak. "Bana ne büyüsü yapmış?"

"Aşk büyüsü!" dedi ve kocaman bir kahkaha attı. "Bora diye bir adammış, zenginmiş, güçlüymüş. Seni çekip kollarına alacakmış."

"Ya bir siktir git!" dedim gülerek ve geriye doğru gerinip yayıldım. "Ben de ciddi ciddi dinliyorum ya."

"Aptalsın çünkü." dedi gülerek ve paketinden sigara çıkarttı.

Bora çekip gittikten sonra eve çıkıp birkaç saat uyumuştum. Terk edilmiş gibi hissediyordum. Yaren bana geldiğinde Türk kahvesi yaparak odamın balkonuna geçmiştik. Telefonuma gelen mesajla kaşlarımı çattım.

Cenk : Fal mı bakıyorsunuz bücürler

Yağmur : evet gel sana da bakalım

Cenk : Karı mıyım ben

Yağmur : kes sesini

Yağmur : bizi mi dikizliyon sen gelsene yanımıza

Cenk mesajımı okuduktan bir süre sonra perdeyi açarak balkona çıktığında ona bakarak dil çıkardım. Yaren kolunu balkon demirinden sarkıtıp Cenk'e döndü.

"Komşu, naber?" dedi Yaren sevecen bir sesle.

"Sağ olasın, Bülent nerede?"

"Çalışıyor, kocam." dedi sırıtarak. "Bir akşam toplanalım bir yerlere gidelim."

"Gideriz," dedi Cenk ve hemen arkasından çıkan çocuğa bir sigara uzattı. Çocuk bizi başıyla selamladığında kocaman sırıtarak onlara doğru döndüm ve balkon demirlerine tutundum.

"Selam, asker olan sen misin?" dedim gülerek. Saçları kısaydı ve esmerdi.

"Benim, evet." dedi sigarasını yakarken. "Telefonda Fransızcamı beğenen de sensin herhalde?" dedi gülerek.

"Evet, evet. Süper konuşuyorsun." dedim sırıtarak. Ardından Cenk'e döndüm. "İzlediniz mi maç?"

"Akşama," dedi Cenk gevşek bir gülüş ile. "Allah sonumuzu hayır etsin."

"Amin, amin." dedim ve sigara paketinden bir sigara çıkartıp dudaklarıma götürdüm. "Umarım yemezsiniz," dedim ve hızla başımı iki yana salladım. "Gol yemezsiniz, yani."

"Umarım." dedi Cenk ağır ağır gülerek. "Siz ne yapacaksınız akşam?"

"Yarın sınavımız var, muhtemelen ders çalışacağız."

"Kolay gelsin, başarılar." dedi ve sigarasını bitirerek küllüğe attı. "Görüşürüz, dikkat edin." Yanındaki oğlan içeri geçerken onun arkasından içeriye yöneldi.

"Bay bay!" dedi Yaren ve sırıtarak bana döndü. "Yanındaki çocuk güzelmiş."

"Yeni gelmiş askerden, yemin ederim insanı yok eder." dedim gülerek. "Bora neden Limon'u aldı ki?"

"Bir daha görüşmek için işte." dedi keyifle. "Akıllı ol, adama salak salak konuşma yarın. Makyaj yap azıcık. Güler yüzlü ol, biraz dişil enerjini konuştur."

"Benim dişil enerjim yok mu?" dedim şaşkınlıkla üstüme bakarak. "Ürkek bedenim bir kadın gibi hissetmiyor mu?"

"Biraz cilve yap." dedi heyecanla. "Şu saçlarını falan bir maşala, ne bileyim." dedi ve durdu. "Yanına kıyafet al, okul çıkışı değiştirsin."

"Okuldan erken çıkmam lazım ya," dedim somurtarak. "Başka türlü onun çıkış saatine yetişemeyebilirim."

"Ay, Yağmur." dedi gülerek. "Acaba Limon'un gözlerine kamera mı taktı? Şimdi sen onu geri aldığında odana koyacaksın, o da seni izleyecek mi?"

"Yaren sen ne okuyup izliyorsun ya? Hangi alemde yaşıyorsun?" dedim ayaklanırken. "Sus artık da, şunları toplayıp ders çalışalım."

"Ay, düşünsene!" dedi kalkıp kahve fincanlarını eline alırken. "Sen odanda soyunuyorsun, porno falan izliyorsun. O da evinden seni izliyor."

"Nasıl fantezilerin var ya?" dedim gülerek. Ardından küllükteki sönmüş sigaraları boş poşete döküp tepsiye koydum. Sonrasında masadaki boş kek tabaklarını tepsiye yerleştirdim. "Yemin ederim Bülent'e acıyorum."

Mutfağa geçtiğimizde fincanları ve tabakları bulaşık makinesine yerleştirdim. Yaren de tezgaha oturup beni izliyordu. Kapıya anahtar girdiğinde şaşkınlıkla aynı anda dış kapıya doğru baktık.

"Baban mı?" dedi Yaren tezgahtan inerken.

"Yok, daha gelmez o." dedim ve derin bir nefes aldım. "Ağabeyimdir."

Ağabeyim içeri geçip mutfağa yöneldi ve başıyla bize selam verdi.

"Naber?" dedi ardından düz bir şekilde.

"Teşekkür ederiz, Yaşar ağabey." dedi Yaren. "Sen nasılsın? Yoksun bayağıdır."

"Kız arkadaşımda kalıyorum." dedi ve başıyla bana doğru işaret etti. "Sen ne yapıyorsun, zottirik?"

"Bıraktığın gibi." dedim ve boğazımı hafifçe temizledim. "Ezgi abla nasıl?"

"İyi, sağ ol." dedi ve odasına yöneldi. "Birkaç eşya alıp gideceğim. Geldiğimi babama söyleme."

"Tamam." dedim ve derin bir nefes aldım. Odasına geçtiği sırada Yaren ile salona yayılıp defterlerimizi masaya fırlattık. Kalemleri ve çalışma kitaplarını koyduk. Ağabeyim evden çıkıp gitti. Derin bir nefes alıp başımı ovdum.

"Küsler mi hala?"

"Evet," dedim iç çekerek. "Of! Şimdi babama söylesem bir dert, söylemesem bir dert."

"Söyleme, boş ver." dedi ve kitabını açtı. "Sana patlar olay."

"Doğru diyorsun, ben geldiğini görmedim." dedim ve kalemimi elime aldım. "Neyse, hangi konular çıkacaktı?"

Yaren ile ders çalışıp birbirimize anlamadığımız kısımları anlatmaya başladık. Arada kalkıp mutfaktan atıştırmalık getiriyordum. Hava karardığında mutfağa geçip yemek yaptık. Telefonumdan sosyal medyada dolaşırken, Yaren tabakları masaya götürüyordu.

"Yemekten sonra kaçarım ben, Bülent almaya gelecek." dedi çatalları yerleştirirken. Babam eve geldiğinde gidip kocaman sarıldım.

"Hoş geldin!" dedim neşeyle. "Yaren ile sana çok güzel yemekler yaptık."

"Hoş buldum," dedi keyifle. "Becerikli kızlarım benim." Yaren'i kendi kızı gibi görmesi beni çok mutlu ediyordu. Babam çevreme karşı çok sıcakkanlıydı. Onlarla sohbetler eder, onlara harçlık bile verirdi.

"Hoş geldin, Ayhan amcacığım!" dedi Yaren ve gidip babamın elindeki ekmek torbasını aldı. "Biz tüm gün oturup ders çalıştık."

"Aferin, size!" dedi ve neşeyle güldü. "Çok güzel yerlere geleceksiniz, sizinle gurur duyuyorum."

Hey, baba.

Merhaba.

Biliyorum, tüm zehirlerimi akıtmaya uğraşıyorsun.

Geçmişini öldürmek, vicdanını beyazlatmak istiyorsun.

Yapıyorsun da,

Beceriyorsun.

Asıl seninle ben gurur duyuyorum.

Pek yüzüne söylemem,

Söyleyemem.

Ama bil istiyorum, baba.

Seni çok seviyorum.

Dünyalar kadar çok hem de.

Masaya geçtiğimizde Yaren ve babam okul hakkında sohbet etmeye başladılar.

"Ay! Sınavımız yaklaşıyor. Biz Yağmur ile birlikte, Eskişehir'de okumak istiyoruz!" dedi heyecanla.

"Sen de doktor mu olacaksın?" dedi babam keyifle.

"Yok, ben diyetisyen olmak istiyorum." dedi heyecanla. "Danışanlarım gece birde benden çikolata yemek için izin istesinler, ben de onlara kızayım. Ama Eskişehir'de ikimiz de okursak, beraber bir ev tutarız, diye düşündük."

"Çok güzel bir bölüm," dedi babam keyifle. "Gidin tabii, okuyun."

"Ayhan amcacığım, Yaşarla konuşuyor musunuz?" dedi merakla. "Onun okul ne oldu acaba?"

"Bilmem," dedi yemeğini yerken babam. "Ne hali varsa görsün."

"Yapma baba," dedim yavaşça çatalımı masaya bırakırken. "Affet artık."

"Benim oğlum değil o." dedi sıkıntılı bir şekilde. "Seninle konuşmaya falan çalışırsa, sakın cevap verme."

"Yok baba," dedim telaşla. "Benle neden konuşsun? Sanki onun annesi ölünce annemle evlenmenin suçlusu benmişim gibi bakıyor, zaten."

"Bırak, gitsin çürüsün bir yerlerde. Serseri." dedi ve ağzını peçeteye silip kalktı. "Ellerinize sağlık güzellikler." diyerek koltuğa yöneldi ve televizyonu açtı. Kanallar arası dolanmaya başladı.

"Afiyet olsun, amca." dedi Yaren gözleri masaya dalmış bir şekilde. Ardından kendini toparladı ve kalkıp tabakları toplamaya başladı. "Bülent gelir şimdi, hızlıca toplayalım."

"Bırak sen," dedim elinden tabakları alarak. "Ben hallederim, sen eşyalarını toparla."

"Tamam," dedi ve derin bir nefes aldı.

Yaren'in babası yoktu. Bu nedenle babama ayrı bir düşkündü. Babamın üzülmesini hiç istemiyordu.

"Görüşürüz, gelmiş Bülent." dedi ve bana sıkıca sarıldı. "Yarın okula gelirken sana hazırladığım kombini getirmeyi unutma."

"Tamam," dedim sırıtarak. "Selam söyle enişteye."

"Söylerim, aşk bahçem!" dedi ve salona doğru el salladı, "Ayhan amcacığım! Görüşürüz!"

"Dikkat et, kızım." diye bağırdı babam koltukta doğrulup. "Gel yine!"

"Gelirim!" dedi ve neşeyle evden çıktı.

İçeriye geçip masanın üzerini topladım ve mutfağı sildim. Babama çay koyup uzandığı koltuğun dibindeki sehpaya bıraktım.

"Bir şey konuşabilir miyiz?" dedim uzandığı koltukta onun ayak ucuna oturarak. Gözlerini televizyondan çekip doğruldu ve masadan çayı alarak bir yudum aldı. "Ağabeyimle ilgili."

"Konuşalım." dedi çayı sehpaya bırakırken. "Eve mi geldi?"

"Evet, eşyalarını aldı. Söyleme dedi bana, ama bil istedim." dedim derin bir nefes alarak.

"İyi yaptın," dedi gözleri televizyondayken. "Nasıldı?"

"İçmiyor gibiydi, baba." dedim alt dudağımı gerginlikle ısırarak. "Gözleri parlıyordu."

"İçiyordur, o." dedi başını onaylar anlamda sallayıp, televizyonda gözlerini dikmeye devam ederken. "Kansız herif."

"Daha iyiydi ama, kilo almış." dedim ve boğazımı temizledim. "Seni özlüyor gibiydi."

"Benim öyle bir oğlum yok." dedi ve çayını tekrardan içti. "Onun yüzünden o dönemlerde seni ihmal ettim. Hiç akıllanmadı, hiç!" dedi ve çayı hızla sehpaya bıraktı.

"Annen aradı beni de geçen gün," dediğinde gözlerim kocaman açıldı.

Anne?

Anne.

"Ne diye?" dedim şaşkınlıkla. Bir anda boğazım düğümlendi ve nefesim kesildi.

"Seni sordu," dedi ve güldü.

"Sen ne dedin?" dedim merakla.

"Kızının nasıl olduğunu bilme hakkı olmadığını söyledim. O kaçıp gittiği yeri de buldum. Aydın'da bir kadının evine sığınmış. Devlet yardım ediyormuş. Gidip öldüreceğim onu."

"Değer mi?" dedim gülümserken. "Hapse girmene değecek mi?"

"İçimin yangını sönmüyor, Yağmur." dedi kırık bir sesle. Sağanaklar üzerime boşalırken, sırılsıklam bedenimin titremesini hissetti ruhum.

Anne sana kim dedi yavrunu doğurmayı?
Sanki karnında fazla yaramazlık mı ettim?
Senden istemiyordum ne tacı ne sarayı
Karnında yaşıyordum kafiydi saadetim.

Bir kere doğurdunsa sonra niçin büyüttün?
Kundakta beşikte de bir zahmetim mi vardı?
Koynundan niçin attın yavrunu bütün bütün.
Bilmiyor muydun ki o yalnızlıktan korkardı?

Sütünden tatlı mıdır anne sanki bu hayat?
Bana sorsana anne yaşamak bir hüner mi?
El aç yalvar gündüze geceye boyun uzat
Bu uğurda bir ömür çürütmeye değer mi?

Karnında yaşıyordum kafiydi saadetim
Anne istemiyordum ne tacı ne sarayı
Anne karnında fazla yaramazlık mı ettim?
Anne sana kim dedi yavrunu doğurmayı?

-Cahit Sıtkı Tarancı

Neden yaptın bize bunu, anne?

Neden beni öksüz bıraktın?

Babamı neden sağanaklarınla boğdun?

Beni, beni neden kopardın anne?

Güzel bir çiçektim ben. Işıl ışıldım. Sert rüzgarlar bile minik fidanımı kıramazdı. Güçlüydüm ben.

Hayat doluydum.

Anne, neden hayatımı çaldın?

Şimdi sana inat tutunuyorum bulutlara. Sana inat düşmüyorum aşağı. Düşersem kaybolur giderim, çakılırım betona. Sana inat yaşayacağım, anne. Sana inat koruyacağım kendimi. Sana inat babamı seveceğim, ona yardım edeceğim. Onun yaralarını sileceğim.

Hava iyice kararmışken, balkona çıkıp oturdum ve bir sigara yaktım. Soğuktu. Derin bir nefes aldım ve havaya baktım. Karanlık gökyüzünde bulut aradım, yoktu. Açıktı.

"Yağ biraz," dedim gülümseyerek. "Ağlayacağım şimdi, belli olmasın."

Gözümden akan yaşı hızla silip titreyen elimle sigaramı dudaklarıma götürdüm. Ağır bir nefes çekip havaya doğru üfledim. Sigara tuttuğum elimin avuç içiyle alnıma bastırdım ve yavaşça alnımı ovdum. Sonra hızla tekrardan bir duman sigara çektim. Gözyaşlarım artarken, istemsizce bulutlara bakıp yavaşça gülümsedim.

"İyi misin?" dedi Cenk karşı balkondan. Salon perdeleri açıktı, koltuğunda oturan iki oğlan görmüştüm. Ellerinde oyun konsolu vardı, televizyona doğru bakıp bağırıyorlardı.

"Değilim," dedim gülümserken. "Ama olacağım."

"Konuşmak ister misin?" dedi balkon demirlerine doğru dirseklerini dayayarak.

"Sonra," dedim ve gözyaşlarımı silip hızla ayaklandım. Sigaramı küllüğe ezdim ve yavaşça balkon kapısını açtım. "İyi geceler."

"İyi geceler, bücür."

Odama girip perdelerimi kapattım ve ışığımı söndürüp yatağıma yattım. Elim yana kaydı ve Limon'u almak için uzandım. Limon'un yerinde olmadığını fark ederek hızla kaşlarımı çatarak başımı kaldırıp yatağın ucuna baktım. Sonrasında kocaman gülümsedim. Başımı yastığa koyup derin bir nefes aldım. Limon, ondaydı.

Limon olmadan uyumak zordu, ancak Limon'un emin ellerde olduğunu bilmek beni rahatlatıyordu. Telefonumdan bir müzik açıp gözlerimi kapattım.

Aşk, insanı tepetaklak ederken fark ettirmez kendini. Aşkı ifade etmeye cümleler yetmez, ömürler el vermez.

Olmaman gereken birine âşık olmak, diye saçma sapan bir fikir yoktur bana göre.

Âşık olduğun insanı doğru veyahut yanlış olarak nitelendiremezsin.

Hadi, sıkıyorsa dene!

Eğer bunu düşünebiliyorsan, seninki hayranlığın ötesine geçememiş, köhne bir histen ibarettir.

Her an ölmeye hazır, her an soğumuş bir kül gibi uçup gidebilecek bir histir.

"Son sorudaki türev sorusunu kaç buldun?" dedim hızla okuldan çıkarken. Bir an önce Bora'nın iş çıkışına yetişmek için koşuşturuyordum. Yaren hızla peşimden koşuşturup bana yetişmeye çalışıyordu.

"Beş buldum!" dedi gülerek. "Önümden Ziya'nın kağıdına baktım, yirmi bulmuş!" dedi gülerek.

"Lan ben de altı buldum!" dedim şaşırarak.

"Yağmur! Koş sen, hemen! Ben daha fazla koşamayacağım, körpe bedenim dayanmadı." dedi. Sonra durup eğildi ve eliyle dizlerini tuttu. "Çok güzel oldun, he!"

"Teşekkür ederim, aşk bahçem! Çıkınca haber veririm."

"Tamam! Mutlaka beni ara!" dedi kıkırdayarak. "Öpüşürseniz falan haber ver."

Yolda yeni keşfettiğim güzel bir şarkıyı önümüzdeki günlerde bıkmadan dinleyecek olmak beni gülümsetmişti. Hızla caddeye çıktığımda müziğe o kadar kapılmıştım ki, yanımdan geçen otobüse binmem gerektiğini son saniyede, göz ucuyla fark etmiştim. Elimdeki kent kartı sıkıca avuçladım. Karta para doldurmam gerekliydi, ama bu otobüsü kaçırırsam yarım saat durakta oturacaktım. Hızla koşmaya başladım. Otobüsün camından beni izleyip, at yarışında sevdiği ata tonlarca para basmış gibi heyecanlanan amcaların bakışlarına aldırış etmiyordum. Otobüs şoförü aynadan zavallı halimi görmüşçesine yavaşladı. Durağın önünde durduğunda benim için birkaç saniye bekledi. Otobüse bindiğimde nefesimi kontrol edemiyordum.

"Allah razı olsun," dedim nefes nefese bir şekilde şoföre. Elimle kalbimi tuttum. "Para dolduramadım, nakit verebilir miyim?"

"Geç kızım." dediğinde başımla teşekkür edip hızla gördüğüm ilk boş yere oturdum. Derin derin nefes alıyordum. Dilim kurumuş, boğazım kuruluktan çatlamak üzereydi. Çantamı açıp su arandım. Suyumu sıramda bırakmıştım. Yanımda sarışın bir oğlan oturuyordu. Gözleri kahverengi, saçları dalgalı ama kısaydı. Gri eşofman altı, üzerinde ise bol bir tişört vardı. Dizlerinin üzerinde büyük bir spor çantası vardı. Kulaklıkları takılıydı ve camdan dışarıya bakıyordu. Yavaşça omzuna dokundum. Hızla bana dönüp kulaklığının tekini çıkarttı.

"Kusura bakma, böldüm." dedim ve sertçe yutkundum. "Suyun var mı acaba?"

"Tabii tabii," dedi oğlan ve telaşla çantasını açıp bana ağzına kadar dolu, siyah mat bir matara uzattı.

"Bak, bitiyorum hepsini." dedim ve hızla suyu içtim. Yarısına kadar bile gelememiştim, ancak yetmişti. Ardından derin bir nefes alıp bedenimi koltuğa doğru bıraktım. "Oh, şükür." diyerek matarasını uzattım.

"Çok teşekkürler," dedim ve boğazımı temizledim. Ardından başımı arkaya yaslayarak gözlerimi kapattım. Telefonumdan yeni keşfettiğim şarkıyı açıp olduğum yerde kıpırdanıp oturuşumu düzelttim. Nefesim iyice düzelmişti. Tek gözümü açarak yanımdaki oğlana baktım. Bana bakıyordu. Diğer gözümü de açarak başımı ona doğru çevirdim ve kaşlarımı çatarak kulaklığımın birini çıkarttım.

"Suyundan içtiğim için rahatsız falan mı oldun?" diye sordum şaşkınlıkla. Bana bakmaya devam ederken kaşlarıyla telefonumu işaret etti.

"Ne oldu?" diye sordum tekrardan ve telefonumun ekranına baktım. Yavaşça gülümsedi ve kendi telefonunun ekranını açtı. Aynı şarkıyı dinliyorduk.

"Konuşmayı pek sevmiyorsun, sanırım." dedim ve önüme döndüm. "Beni anlamıyor musun? Rus musun sen?"

"Vıdı vıdı yapıyorsun." diyerek güldü. "Çok fazla."

"Müziğini dinlemeye devam etsene, o zaman." dedim ve güldüm. "Sen sabır ver."

"Sizin okul bayağı sağlam, diyorlar." dedi çantamın üzerinde duran okul hırkama bakarak. Okul formamın armasına birkaç saniye bakıp gülümsedim.

"Fen lisesine gitmem ilgini mi çekti?" dedim neşeyle. "Evet, ben çok zeki bir kızım."

"Zeki misin bilmem, ama geveze olduğun kesin." dedi gülerken. "Ben de sayısalcıydım. Kimya en sevdiğim dersti lisedeyken, kızlar hep benden ders alırdı."

"Sapyoseksüel miydi kızlar?" dedim gülerken.

"Kızım seks meks, ne diyorsun otobüste?" dedi gözleri ile etrafa yavaşça bakarken.

Gülerek yerimden kalktım. "Bana suyundan verdiğin için teşekkür ederim, senin de su verenin çok olsun. Hoşça kal, sarı kafa."

"Bekle biraz." dedi ve benimle birlikte ayağa kalkıp otobüs demirine tutundu. "Burada niye iniyorsun? Staj falan mı yapıyorsun?"

"Hayır, maymunumu almaya geldim." dediğimde kaşlarını çattı.

"Fen lisesine gidenler ders çalışmaktan sanırım espri yeteneklerini geliştirmeye vakit bulamıyorlar." dedi ve yanımdan geçip otobüsün çıkış yapısına yöneldi.

Hemen arkasından otobüsten indim. Derin bir nefes aldım. Koca binalar gökyüzünü yarılasa da, her yer ağaç doluydu. İki zıtlık birleşmiş, gri ve yeşil kucaklaşmıştı adeta. Burası modernliğin doğayla öpüştüğü bir semtti. Burası, İzmir'in en güzel semtiydi.

Ağır bir şekilde şirkete ilerlerken boğazımı temizlemekten yara yapacaktım. Aklımdan Limon'u nasıl isteyeceğimi, hemen alıp gideceğimi, ya da oturup bir kahve içeceğimi hesapladım. Ardından kahve fikrime gülerek başımı iki yana salladım.

"Deli," dedi gülerek. "Kendi kendine gülüyor."

"Hey, sen beni mi takip ediyorsun?" dedim keyifle.

"Tabii, hepsi planın bir parçasıydı." dedi gülerken.

"Rus musun cidden?" dedim merakla. İkiz kulelerin tam ortasında durduk ve birbirimize döndük.

"Bingöllüyüm kızım ben, ne rusu?" dedi gülerek. "Şu ilerideki spor salonuna geliyorum bu saatlerde. Okuldan sonra iyi oluyor."

"Ne okuyorsun?" dedim merakla. Çevremizden insanlar geçip gidiyordu.

"Makine Mühendisliği son sınıftayım, Ege'de." dediğinde kocaman sırıttım.

"Ah, bu aralar ne kadar da çok mühendisle tanışıyorum." dedim neşeyle. "Ben bir daha buralara gelmeyeceğim, yalnız. Yol arkadaşlığımız bitti, sanırım."

"Hadi ya, hem de başlamadan." dedi ve spor çantasını omzuna attı. Sonrasında elini uzattı. "Ozan ben."

"Yağmur," diyerek kocaman gülümsedim ve elini sıktım. "Memnun oldum."

"İçimden bir ses tekrar denk geleceğimizi söylüyor." dedi ve arkasını dönerek spor salonuna doğru ilerledi. Derin bir nefes alıp arkamı döndüm. Bir an duraksayıp kaldım. Karın bölgem kasıldı ve bacaklarım bir an karıncalandı. Bora elindeki sigarayı ayağının ucuna atıp ezerken, yeşilleri üzerimdeydi.

Dümdüzdü.

Bakışları aklı sarsacak, dengeyi bozacak kadar düzdü.

Yavaş adımlarla yanına ilerlemeye başladım. Bir an gözünü uzaklaşan Ozan'a çekip tekrardan benimle buluşturdu.

"Merhaba, Bora Bey." dedim yavaşça, soğuk bir şekilde. Biraz da çekinmiştim. Keskin kokusu burnuma dolarken, ezdiği hâlde çok az bir miktarda duman çıkan sigarasına gözlerimi indirdim.

"Merhaba, çocuk." dedi aynı soğuklukta. Bakışlarım ona çıktığında elini açarak içeriye davet etti. "Limon odamda."

Yavaşça yanından süzülerek içeriye girdim. İçerideki insanlar, içerinin sıcak havasına tamamen aykırı bir şekilde ciddi, soğuk ve düzdü. Resepsiyona eliyle beni gösterdi, resepsiyon bilgisayarından bir tuşa bastığında direkt olarak kartla açılan kapı açıldı ve hızla içeri geçtim. Bora'nın odasını bildiğim için direkt olarak asansöre yöneldim. Hemen arkamdan geldiğini hissedebiliyordum. Birlikte asansöre bindik. Tuşa bastıktan sonra ellerimi önümde birleştirdim ve beklemeye başladım. Bakışları bende olsa da, gözlerim inatla ona çıkmıyordu.

"Bu mu Cenk?" dedi bana bakarak dümdüz bir şekilde. Başımı çevirip yukarı kaldırdım. Yan profiline baktım.

"Anlamadım?"

"Bu mu diyorum, Cenk?"

Başını bana indirdiğinde hızla önüme döndüm. "Yok, hayır."

"Anladım." dedi düz bir şekilde.

Asansör kapısı açıldığında, cevap vermek için açtığım ağzımı kapattım. Hızla asansörden çıktım ve odasına doğru ilerledim.

"Limon'a iyi baktınız mı?" diye sordum heyecanla. Sonrasında kapısını açıp içeriye girdim. Odası, evim gibiydi. Sanki senelerdir bu odaya girip çıkıyordum. Sanki burada çalışıyordum, sanki burası bana aitti. Güvenli bölgem haline gelmişti burası.

"Baktım, çok usluydu." dedi dümdüz bir şekilde. Gözlerim tablolara gitti. Birkaç saniye bakıp gülümsedim. Yavaşça tabloya yaklaşıp avuç içimi tabloya bastırdım ve kibarca parmaklarımı sürttüm.

Ölüm, sonbahar ağacının kuru yapraklarının tek tek düştüğünü izlemektir.

Ürkek, titreyen dallar tıpkı kışın çıplak ayaklarıyla montsuz, karda yürüyen, mendil satmaya çalışan minik bir oğlan çocuğunun umudu kadar solgundur.

Soğuktur.

Aşığın kırık kalbi, ölünün mezar taşına benzer.

Paramparça kalbin kanayan kanatları gibi sisli, gergindim. Bedenim içine çekiliyor, ölümün çevresini saran çitlerin dikenleri etlerime geçiyordu.

"Bora Bey," diyerek durdum. Sesimdeki düzlük, gözlerimin asılı kaldığı tablodaki çizgiler kadar sadeydi. "Nasıl oldu?"

Gözlerim tablodan yavaşça kayıp Bora'nın yeşillerinde bekledi. Yeşilin asilliği bedenine doğru akmaya başlamış gibiydi. Parmaklarımı tablodan çekip bedenimi ona döndürdüm. Gözlerimiz el eleydi. "Trafik kazası."

Gözlerimizin el ele tutuştuğu noktaya narin bir tüy düştü. Sanki, yumuşak dokulu bir rüzgar saçlarımı seviyor, enseme doğru incecik üflüyordu. Deri, siyah koltukta öylece duran Limon'u almak için koltuğa ilerledim.

"Gerçekten ona iyi bakmışsınız." dedim odadaki ölüm sislerini ellerimle itmeye çalışarak. "Kilo almış."

Limon'u avuçlayıp tırnak içlerimi karnına geçirdiğim sırada bana bakarak öylece duruyordu. Düzdü. Bu kelime ona çok uymuştu aslında. Dümdüzdü. İfadesini, aklını okuyamıyordum. Anlayamıyordum.

"Teşekkür ederim, tekrardan." diyerek yanından hızla geçtim ve odasının kapısını açmak için elimi kapı koluna götürdüm.

"Aç mısın?" diye sordu. Durup ona döndüm ve hafif bir şekilde gülümsedim.

"Değilim, teşekkür ederim."

"Ben çok acıktım." dedi ve ellerini kumaş pantolonunun ceplerine soktu. "Acelen yoksa bir şeyler yiyelim mi?"

"Tamam." diyerek duraksadım. Onunla kahve içme planıma gülerken, şimdi yemek yeme teklifiyle gelmişti.

Memnun ifadesiyle elini cebinden çıkartarak kapıya doğru uzattı, geçmem için işaret verdi. Odasından çıkarken Limon'un karnına sıkıca bastırıyordum. Şirketin üst katındaki restoranda, ferah manzaralı bir masaya yerleştik. Limon'u yanımdaki sandalyeye oturttum. Gözlerim camdan dışarıya kaydı. Beton şehir adeta yeşilliklerle lekelenmişti.

"Çok güzel burası." dedim dışarıya bakarken. Sonrasında ona çektim gözlerimi. Yeşillerini menüden kaldırıp birkaç saniye bana çıkardı.

"Beğendin mi?" diye sordu ve yeşillerini menüye indirdi tekrardan.

"Evet," dedim ve menüyü elime aldım. "Ben karar veremedim. Çok aç değilim zaten."

Garson geldiğinde Bora geriye doğru gerindi ve omuzlarını öne geriye oynattı. Sırtı ağrıyor gibiydi. Gözlerim gömleğine indi. Yavaşça omuzlarına baktım. Birkaç saniye vücudunu izleyip hızla başımı masaya indirdim.

"Merhaba, soğuk sandviç alalım bir tane, bir de portakal suyu." dedi ve menüyü masaya bıraktı. "Bir tane de filtre kahve."

"Tamam, Bora Bey." dedi garson ve menüleri masadan alıp yanımızdan ayrıldı.

"Aç değil miydiniz?" dedim kaşlarımı çatarak.

"Vaz geçtim, formumu korumam gerek." dedi ve kumaş ceketinin iç cebinden sigara paketini çıkarttı.

"Mezun oluyor musun sen şimdi?" diye sordu yavaşça. Sigarasını dudaklarının arasına yerleştirdi.

"Sayenizde," dedim gözlerim camdan dışarıya kayarken. "Teşekkür ederim."

"Lafı olmaz, çocuk." dedi sigarasını ateşe verirken. Sonrasında çakmağını masaya fırlatıp geriye yaslandı. "O kimdi o zaman?"

"Anlamadım?" dedim ve garsonun siparişleri bırakması için biraz bekledim. Garson siparişleri bıraktıktan sonra kahvesini kavradı ve yavaşça içti. "Cenk değilse, kimdi?"

"Ozan'ı mı diyorsunuz?" dedim şaşkınlıkla.

"Ozan," dedi gülümseyerek. "Hep erkeklerle mi arkadaşlık ediyorsun?"

"Aslında kız arkadaşlarım da var, hatta Yaren'i söylemiştim ya size." dedim parmaklarımla masada ritim tutmaya başlarken. Gerilmiştim.

Yeşilleri parmaklarıma indi ve durmamı bekledi. Gözlerim yüzüne bakarken ritim tutmaya devam ettim. Gözleri bana çıktı ve gülümsedi.

"Gerilme, sohbet amaçlı soruyorum." dedi. Ardından dudaklarını yalayıp geriye doğru iyice yaslandı.

"Gerilmedim, Bora Bey." dedim düz bir şekilde. Gözleri masada ritim tuttuğum parmaklarıma kaydı tekrardan.

"Sinirlerim bozuldu." dedi yavaşça gülümserken. Parmaklarımla ritim tutmaya devam ettim gözlerine derin derin bakarak. "Kes şunu."

Parmaklarımla ritim tutmayı hızlandırdım ve gözlerimi gözlerine resmen kilitledim. Koyulaşan bakışları bedenimi gölgelendirirken, yavaşça öne doğru eğildi ve büyük eliyle elimin üzerini hızla örttü.

"Yeter, çocuk." dedi elinin altında elim kaybolurken. Parmaklarım dururken, üzerimde hissettiğim soğuk eli adeta içimde bir volkanın patlamasına ve tüm toprağı lava bulamasına neden olmuştu. Sertçe yutkundum parmaklarım karıncalanırken. Buz kütlesine saatlerce tutunmuşum gibi hissiz, uyuşuktu parmaklarım. Sanki elimin üzerinde kocaman bir ağırlık, büyük bir yük taşıyordum. Elim ağırlaşmış, tutmaz olmuştu.

Ortamıza sertçe fırlatılan küçük bir altın parçası nedeniyle hızla başımı geriye attım ve elimi onun elinin altından çekiverdim.

"Yazıklar olsun!" diye bağırdı bir kadın. Masanın tam ortasına düşen evlilik yüzüğü ile neyin içinde olduğumu idrak etmem bir oldu. Hızla ayağa kalktım ve şaşkın bir şekilde kadına baktım. Kocaman açtığım gözlerim dolmak üzereydi. "Hem de şirkette!"

"Yanlış anladınız!" dedim telaşla. Bora, evliydi.

Bora, evliydi.

Hey, sen.

Nereden geliyor bu çatırtı sesleri?

Damlalar kalbime mi saplanıyor?

"Onca senenin karşılığı bu mu!" diye bağırdı kadın.

Güzeldi.

Bakımlıydı.

Sarı saçları yeni boyanmış gibi canlı ve parlaktı. Yoğun bir makyajı vardı. Üzerinde şık krem rengi bir elbise, ayağında hafif topuklu ayakkabıları vardı.

Ardından dolu gözleriyle beni süzdü. "Kaç yaşında bu Allah aşkına!"

"Yanlış anladınız, dedim!" diye bağırdım. Sesim, kadının sesini bastırmıştı. Ardından hızla Bora'ya döndüm ve yalvaran gözlerle ona baktım. "Bora Bey, söylesenize?"

Hiçbir yüz ifadesi yapmadan, telaşlanmadan öylece kadına bakıyordu. Gözlerim Bora'nın eline kaydığında parmağında bir yüzük olmadığını fark ettim. Düşüncelerimin karmakarışık oluşu beni büyük bir göletin tam ortasında, kayığın içinde doğayı izliyormuşum gibi bir boşluğa, anlamsızlığa sürüklüyordu.

"Küçük şeytan!" diye bağırdı kadın. "Zengin buldun kocamı, yapıştın adama değil mi!"

"Azra!" diye bağırdı. Sesi ile olduğum yerde titremiştim. Restorandaki herkes sessizce bize bakıyordu. "Çizgini aşma, haddini bil."

"Ben, o dediğinizden değilim." dedim gözlerim buğulaşırken.

Ben annem gibi değilim ki.

Bakışlarım bir baltanın saatlerce paramparça ettiği bir kütüğün son hâli kadar dağılmıştı.

Anne?

Anne!

Sana mı benziyorum?

Neler oluyor?

Senden nefret ediyorum.

Azra hızla çekip giderken, Bora dibime gelip kolumdan tuttu.

"Onun adına özür dilerim, çocuk." dedi ve bakışları ile yavaşça beni okşadı. "Gelip senden kendi özür dileyecek, merak etme."

"Ben onun dediği gibi biri değilim." dedim alt dudağımı büzerken. Hızla kolumu gözlerime götürüp göz yaşlarımı sildim.

"Gel, hadi. Yemeğini bitir." dedi ve beni yavaşça belimden kavrayarak sandalyeye oturttu. Şaşkınlıkla göz yaşlarımı silmeye devam ediyordum.

"Peşinden gitmeyecek misiniz?" dedim şaşırarak.

"Neden gideyim?" dedi ve kahvesini eline alıp geriye doğru yaslandı.

"Bilmem, kendinizi açıklamak için." dedim ve sandviçimi elime aldım. Az önceki depremin etkilerini çabuk kaybetmiş gibiydik.

Saç uçlarımdaki hassas, titrek çiyler bile bedenim kadar şeffaf hissettiremezdi bana.

Bu sanki, saatlerce sağanak yağmurun altında ıslanmış, sırılsıklam olmuş ve hemen ardından kavurucu güneşin azabında beklemişim gibi karmakarışık hissettiriyordu.

Ben, çiy gibi hissediyordum.

Küçük, titrek, yalnız...

Çiyler yalnız olur mu, diye soruyorum bazen. Bence onlar yapayalnızlar. Yağmur onları terk etmiş, dımdızlak bırakmış sanki. Toprak onları istememiş, doğaya tam olarak karışamamışlar.

Hep, yarım kalmışlar.

Yemekten sonra Bora'nın arabasına binmiştim. Arabanın camındaki çiyleri izlerken, sessizce gözümdeki yaşı siliverdim. Kızaran göz damarlarımı araba camının yansımasından bile görebiliyordum.

"Yağmur?"

"Buyurun, Bora Bey?" dedim hızla burnumu çekerek.

"Ağlamayı kesecek misin?"

Başımı ona çevirdim ve direksiyonu sıkıca kavrayan büyük ellerine baktım. Arabanın içi sıcacıktı, ama eminim elleri çok soğuktu. Ellerinin üzerindeki ince, uzun damarlar sanki turkuaz çiylerin süzülüp oluşturdukları izler gibiydiler. Sileceklerin her sağa sola kaydığında çıkardıkları o gıcırtıdaki ritim ile içimden söylediğim mırıltıları kesmek zorunda kaldım.

"Yüzüğünüz yok." dedim yavaşça.

Gözlerimi gözlerine çıkardım. Yola bakan yan profili ile gözlerim çakıştı. Ucu hafif kalkık burnu gözlerime takıldı. Yeşil gözleri akşam karanlığında hafif solgun görünüyordu. Dudakları her daim gergindi. Gözünün etrafındaki kaz ayakları belirgin, keskindi. "Sevmiyorum takı takmayı."

"Keşke açıklama yapsaydınız, bayağı üzüldü." dedim sertçe yutkunup. "Akşam sizi haşlayacak gibime geldi." dedim istemsizce kıkırdayarak.

Dudakları yukarı kıvrıldı. Keskin teni tıpkı iki yandan çekiliyormuş gibi iyice gerildi.

"Çocuk," dedi memnun tebessümü arasından. Ağırdan gelen tok sesi içimi gıdıklarken, neden böyle hissettiğimi anlamaya çalışıyordum.

Garipti.

Çok garipti.

"Gereksiz çıkışı için cezalı." diyerek ekledi. "Ona ceza olarak ne vereceğim biliyor musun?"

"Ne?"

"Bu gece eve gitmeyeceğim."

Gözlerim açılırken, şaşkınlıkla ona bakıyordum.

"Ona en büyük ceza sizsizlik mi?" diyerek alt dudağımı büzdüm. "Vay be," dedim başımı onaylar anlamda sallarken. Yavaşça gülümsedim.

"Sağdan mı dönecektik?"

"Şey, evet." dedim heyecanla.

Güldü.

Ağır ağır, tok tok güldü.

Gülüşünün her tınısı, bir dalga gibi bedenimde sallanırken, ses tonunun güzelliği altında ezildiğimi, toprağa karıştığımı görür gibi oldum. Şaşkınlıkla ona bakıyordum.

"İyiyiz, değil mi çocuk?" dedi gülümserken.

"İyiyiz."

"Bir sorun yok?"

"Yok."

"Güzel." dedi ve arabayı kenara yanaştırıp frene bastı. Sırtını geriye yasladı ve başını bana doğru çevirdi.

"Tekrardan, üzgünüm. Keşke böyle bir yanlış anlaşılmaya sebebiyet olmasaydım. Kendinize iyi bakın." diyerek hızla Limon'u alarak arabadan indim ve kapıyı sertçe çarptım. Kocaman bir nefes aldım ve başımı kaldırıp ağlamaya başladım. Eve doğru hızla ilerledim. Hıçkırıklarımın arasında çantamdan anahtarımı bulmaya çalıştım. Anahtarımı bulamayınca yere çöktüm ve çantamı ters çevirerek içindeki her şeyi yere boşalttım. Titreyen ellerimle anahtarı aldım ve hızla kalkıp apartmanın dış kapısını açtım. Eğilip yere düşen eşyaları avcuma sıkıştırdım ve kapıdan girdim.

Durdum.

Arkamı döndüm.

Arabası hala duruyordu. Sertçe kapıyı kapatıp merdivenlerden çıkmaya başladım. Bağırarak ağlıyordum. Gözlerim yanıyor, kalbim acıyordu.

Birkaç fırtına yüzüme sertçe tokat attı. Bedenim çamurlu, pis bir bataklığın yarısına kadar indi. Gözlerim damlalarımla buğulaşmış, kalbim göğüs kafesimin arasından akmıştı. Eve girdiğimde direkt odama geçip hızla kapımı kapattım. Odamda kendime ait küçük tuvalete geçip üzerimdekileri çıkarttım. Bağırarak ağlıyordum. Acı çekiyordum. Duşa geçip suyu soğuğa çektim ve hızla gözlerimi kapattım. Bedenime akan soğuk su tenimi incecik bir bıçakla kesiyordu adeta.

Beni ürperten oydu aslında.

Onun rüzgarıydı.

Bir yel, bir bora gibi.

Kendi gibi işte.

Anne?

Hani sensiz de güçlüydüm?

Hani kimseye muhtaç değildim?

Hani o gerekmezdi bana?

Sanırım, ben her ağladığımda belirecekti.

Yağmurdan sonra beliren sert rüzgar, tam olarak oydu.

O, benim için yaratılmıştı.

Ve hiçbir kudret bu düzeni alaşağı edemezdi.

Edebilir miydi?

Etmemeliydi.

Bora, ben her istediğimde gelirdi.
Gelmek zorundaydı, öyle değil mi?
Çünkü o, yağmur sonrası esen yeldi.
Ve ben, gelmesi için belirecektim sürekli.

Duştan çıkıp kendimi direkt olarak yatağa bıraktım. Gözlerim şişmiş, zonkluyordu. Gözlerimi kapattım ve açtığım şarkı eşliğinde uyumaya çalıştım.

Gecenin ortasında yerimde doğruldum ve birkaç saniye içinde kalbim hızlanmaya başladı. Dört beş saat önceki olay yüzünden kalbim paramparçaydı. Hızla kalkıp üzerimi değiştirdim ve mutfağa geçtim. Babam, eve geldiğinde kendine dünkü yemekleri ısıtıp yemişti. Tencereleri makineye yerleştirdim ve hızla kendime kahve alıp balkona çıktım. Babam odasında uyuyordu. Solgundum, mutsuzdum. Boş gözlerle tam karşı balkondan, ayakta dikilmiş bana bakan Cenk'i görmemle bir anda yerimde sıçradım. Kahve üzerime dökülmeden hızla iki elimle bardağı tuttum.

"Aklımı aldın," dedim yavaşça ve bardağı masaya koyup oturdum.

"Dayak mı yedin?" dedi şaşkınlıkla. "Gözlerine ne oldu?"

"Ağladım." dedim gülümseyerek. Sonra sigara paketimden bir sigara çıkartıp etrafa baktım. Sigarayı dudaklarıma götürüp masada çakmak aradım. "Çakmak yollasana."

Karşıdan çakmayı bana attığında havada yakalayıp sigaramı yaktım ve çakmağı masaya bıraktım.

"Sorun ne, bücür?" dedi telaşla.

"Eski sakinliğimi istiyorum," dedim ve hızla kahvemden bir yudum aldım. Kahvenin sıcağı boğazımı yakmıştı. "Ama aynı zamanda sessizlikten korkuyorum. Çığlıklar atarak haykırmak istiyorum."

"Aşık mı oldun?" diye sordu merakla. Dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Bilmiyorum, böyle bir his mi aşık olmak?" diye sordum yavaşça gülümseyerek. Ay ışığında yüzünün yarısı parlıyordu.

"Gel bana, gitti oğlanlar. İçeriz biraz, konuşuruz da."

"Olabilir aslında." dedim ve kahvemden bir yudum daha alarak ayaklandım. Pijamalarımın üzerine hırka geçirerek anahtarımı ve sigara paketimi alıp dış kapıyı yavaşça açtım. Altıma spor ayakkabılarımı geçirdim ve kapıyı tekrardan kibarca kapattım. Apartmandan inip derin bir nefes aldım. Arka apartmana dolandım ve içeri girdim. Asansöre bindiğimde aynada yüzümü gördüm.

Ah, Yağmur.

Haline bak.

Darmadağınsın.

Asansörden indiğimde Cenk evinin kapısını çoktan açmıştı. Ayakkabılarımı kapının önüne çıkartıp yavaşça içeri girdim. Mutfağın orada içki koyuyordu. Kapıyı üzerimize kapattım ve yanına giderek kollarımı yandan sıkıca ona sardım. Gözlerimi kapattım.

"Mutsuzum, Cenk." dedim gözlerim dolarken. Eli sırtıma gitti ve yavaşça sırtımı sıvadı. Geri çekildiğimde bardağa koyduğu içkiyi alıp salona geçtim ve koltuğa bağdaş kurarak oturdum. Sigara paketimi ve anahtarımı masaya bıraktım. Yanıma geçip oturdu ve bardağını bardağıma uzattı. Bardaklarımızı yavaşça tokuşturduk.

"Neyin nesidir bu?" dedi içkisini içmeye başlarken. Sonrasında masaya uzanıp kendi sigara paketini aldı ve ateşledi.

"Zehirli birisi." dedim gülümseyerek. Bardağımdaki içkiden bir yudum aldım ve yavaşça gülümsedim. "Şu içkiden bile daha çok sarhoş ediyor."

"Neden zehirli?" diye sordu merakla.

"Bilmem," dedim omuz silkerek. "Sanırım bana uygun değil, o yüzden."

"Yaşı mı büyük?" diye sordu. Ona bakarak başımı onaylar anlamda salladım ağır ağır. "Anladım." dedi ve sigarasını içti.

"Evli bir de," dedim gülümserken. Ardından içkimden kocaman bir yudum aldım. "Evli bir adam."

"Nerede tanıştınız?" dedi kaşları çatılarak.

"Folkart'ta."

"Şu, röportaj yaptığın adam mı yoksa?" dedi şaşırarak.

"Evet," dedim gülümserken. "Ta kendisi."

"Anladım." dedi ve derin bir nefes aldı. "Kendini bu kadar üzmene değer mi?"

"Değmez mi?" dedim içkimden tekrardan kocaman bir yudum alırken. "Bence değer."

"Ne yapmayı düşünüyorsun?" dedi düz bir şekilde.

"Biraz sakinleşeyim, sonrasında birkaç şey var aklımda. Bana yardım eder misin?" dedim ona doğru dönerek. "Cenk? Lütfen!"

"Ne yapacağız, kızım?" dedi telaşla. "Beni kötü oyunlarına mı alet edeceksin?"

"Evet." dedim gülümseyerek. "Lütfen! Lütfen!"

"Tamam, bakarız." dedi ve sigarasını söndürüp içkisini bitirdi. Ardından ayaklandı. "Bitir, sen de. Koyayım sana bir tane daha."

"Olur!" dedim ve heyecanla içkimi tamamen bitirip şiş yanaklarımla bardağı ona uzattım. İçkiyi tamamen yutup yüzümü ekşittim. Bardağı alıp mutfağa geçtiğinde oturduğum yerden telefonumu elime aldım. Yaren'in gece defalarca beni aradığını görünce hızla doğrulup Yaren'i aradım.

Yaren telefonu açtığında telefonu birkaç saniyeliğine kulağımdan çektim. Arkadan gelen gürültülü müzik kulağımı acıtmıştı. "Neredesin kızım! Alsancak'tayız biz!"

"Uyumuşum ya," dedim gülerek. "Bensiz eğlenin."

"Bana bak, yarın akşam Bülent'in iş çıkışına gidelim mi?" dedi kıkırdayarak. Gözlerim kocaman açıldı. Cenk yanıma geri gelip bardağı bana uzatırken, kocaman gülerek bardağı elinden alıp bir yudum içtim.

"Neden gidiyoruz?"

"Orada toplanıp içmeye gideriz bir yerlere, sınavların bitmesi şerefine! Belki iş çıkışı birilerini görürüz hem çıkışta." dedi gülerek.

"Bayıldım bu fikre aşk bahçem!" dedim heyecanla. "Tamam, olur."

"Öpüyorum bebek!" dedi ve telefonu kapattı. Kocaman sırıtarak Cenk'e döndüm.

"Cenk, yarın birlikte içmeye gidelim mi?" dedim heyecanla. "Yaren, Bülent, sen, ben."

"Neden bu kadar heyecanlandın?" dedi şaşırarak.

"Ya, sorgulama işte! Gidelim mi?" dedim ve gülümsedim. "Lütfen! Lütfen!"

"Tamam, Allah aşkına bağırma ya." dedi bıkkınlıkla. "Tamam, gidelim. Sus, yeter ki."

Hızla eğilip yanağını öptüm ve içeceğimden kocaman bir yudum aldım. Cenk ile biraz daha oturduktan sonra heyecanla eve döndüm ve kulaklıklarımı takarak yatağıma uzandım. Gülümsüyordum. Mutluydum. Sabah kalkar kalkmaz kıyafet kombini yapmaya başladım. Akşam için çok heyecanlanıyordum. Evde dolanıp duruyordum. Babam bugün çalışmıyordu. Onunla kahvaltı yaptıktan sonra tüm evi temizledim. Çamaşırları yıkadım, çarşafları değiştirdim. Toz aldım, süpürdüm. Tüm enerjimi ev temizliği ile atmaya çalıştım. Kalbim içime sığmıyor, heyecandan delirecek gibi oluyordum. Akşama doğru Yaren ile görüntülü konuşup ne giyeceğimiz hakkında kombin denemeleri yaptık. Yaren'in ısrarları üzerine vücudumu saran, diz üstü siyah askılı bir elbise seçtim. Bu elbise vücut hatlarımı ortaya çıkartıyordu. Pek rahat edememiştim, ancak Yaren çok ısrar ediyordu. Altına hafif yüksek, kalın topuklu siyah bir ayakkabı giydim. Yüzüme kahve tonlarında bir göz makyajı yaptım ve dudağıma pembe parlatıcı sürdüm. Güzeldim. Güzel hissediyordum. Hızla balkona çıkıp Cenk'in balkon kapısından içeriye küçük saksı taşı fırlattım.

"Cenk! Hazır mısın!" diye bağırdım heyecanla. Cenk başını uzatıp balkon kapısından bana baktı.

"Kafama geliyordu!" dedi ve bana bakarak güldü. "Bu ne ya? Çok komik olmuşsun."

"Ne alaka ya?" dedim ve üzerime baktım. "Yakışmamış mı?"

"Bayramlarda çocuklara abiye giydirirler ya, onlara benzemişsin." dediğinde ona dil çıkarttım.

"Kes sesini, hadi çıkalım artık." dedim heyecanla. İçeri geçip derin bir nefes aldım ve üzerime kısa, şişme bir siyah mont giydim. Babam salonda uyukluyordu. Sessizce kapıdan çıkarken üzerime tonla parfüm bocalamıştım. Sırt çantama öncelikle Limon'u koydum. Sonrasında anahtar, sigara paketi , cüzdan ve dudak parlatıcısı fırlattım ve çantayı omzuma geçirerek yavaşça evden çıktım. Aşağı indiğimde Cenk arabasını çalıştırmıştı. Hızla kapıyı açıp içeri geçtim ve derin bir nefes alıp kapıyı kapattım.

"Oh be!" dedim gülerek. "Ne güzel bir akşam. Dur bakayım sana," dedim ve yakası yukarı kıvrılmış gömleğini yavaşça düzelttim. "Ateş ediyorsun, kardeşim."

"Eyvallah," dedi keyifle ve arabayı yola çıkarttı. "Yağmur, sakın orada içip sapıtma."

"Yok yok, içmem." dedim ve derin bir nefes aldım. "Of, Allah'ım! Çok gerginim."

"Sanki başbakanı görmeye gidiyoruz, ne bu telaş?" dedi şaşırarak. "Kendine gel."

"Aman be," dedim ve müzik açmak için arabasının müzik sistemine telefonumu bağladım. Telefonumdan eğlenceli şarkılar açıyordum. Bayraklı'ya vardığımızda kocaman sırıttım.

Merhaba, Bora.

Ben geldim.

"Ay, dur şurada!" dedim heyecanla. "Sen park yeri bul, ben burada beklerim." Ardından arabadan indim. Cenk park yeri bulmak için uzaklaştığı sırada, iyice yukarı kalkan elbisemin eteğini aşağı doğru çekiştirdim. Etrafa baktım gülümseyerek. İkiz kulelere baktım. Kocaman sırıtarak gözlerimi kapattım.

"Bizim manyak yine gülüyor." dedi Ozan yanıma gelirken.

"Hah!" dedim neşeyle. "Çok mutluyum."

"Ne o? Düğüne mi?"

"İnşallah bakalım, planlarım tıkırında giderse seneye bu zamanlar." dedim gülümseyerek.

"Allah Allah," dedi gülerken. "Enişteye Allah sabır versin."

"Sen nereye?" dedim gülümseyerek. "Bitti mi spor?"

"Evet, eve geçeceğim. Siktiğimin evine."

"Selamlar," dedi Cenk yanımıza gelirken. Ardından Ozan ile tokalaştı.

"Ozan, bu Cenk." dedim ve Cenk'in koluna girip başımı koluna yasladım. "Kendisi benim ağabeyim olur, yani manevi ağabeyim. Karşı evde kalıyorlardı, ailesi memlekete dönünce o burada kalıp okumaya başladı."

"Ah, öyle mi?" dedi Ozan tekrardan. "Memnun oldum. Biz de birkaç kez buralarda karşılaştık." dedi keyifle.

"Bu spor salonu iyi mi?" dedi Cenk merakla. Ardından bir sohbete daldılar. Ben ise Cenk'in koluna sarılmış, keyifle onları izliyordum. Ayak üstü futbol, siyaset ve din konusunda bile konuştular. Kafaları uymuştu.

"Birader, ben evden ayrılacağım. Çok dağınık, dövüşüp duruyoruz."

"Valla kardeşim, ben önceki arkadaşımı aynı sebeple evden kovdum." dedi Cenk gülerek. "Pis herif, çorabını mutfak lavabosunda gördüm en son. Gidip yumruk attım."

"Ay, Ozan, taşınsana Cenk'in evine?" dedim kıkırdayarak. "Üçümüz balkonda dedikodu yaparız."

"Olabilir aslında," dedi Ozan ve sırıttı. "Her gece batak atacağımıza söz verirsen, gelebilirim."

"Valla giden çocuğun odası geniş, rahat edersin. Ben de mutfak masraflarını yarıya indirmiş olurum. Batak konusuna gelince de, parasına oynayacaksak kabul." dedi keyifle. Ozan ona elini uzatınca, Cenk gülerek elini sıktı.

"Anlaştık." dedi ve Ozan'ın numarasını kaydetti.

"Hey, bu cillop da kim!" dedi Yaren kıkırdayarak ve bana doğru hızla geldi. Cenk'in kolundan ayrılıp hızla Yaren'e sarıldım. Üzerinde beyaz bir kaban vardı. Saçlarını geriye doğru sıkıca topuz yapmış, kocaman halka küpeler takmıştı. Ayağında ince topuklu şık ayakkabılar vardı.

"Merhaba, aşk bahçemin en nadide gülü." dedim ve onu Ozan ile tanıştırdım.

"Merhaba, gözlerin ne güzelmiş." dedi Yaren kocaman gülerken. "Bekar mısın?"

"Teşekkür ederim, evet." dedi Ozan gülümseyerek. "Sen?"

"Yok, benim kocam var. Ama gözlerin güzel." dedi ve Cenk'in omzuna vurdu. "Sen ne yapıyorsun, manyak?"

"Koşuşturmaca, Yağmur Hanım'ın saçma sapan organizasyonlarıyla uğraşıyoruz." dedi bıkkınlıkla.

Yaren hızla el salladı girişe doğru. "Ay, kocacığım! Gel, buradayız!" Bülent neşeyle yanımıza gelirken, gözlerim etrafta dolandı. Yeşillerini aradım. Bulamadım.

"Selam, gençler." dedi, Cenk'in omzuna yavaşça vurup Ozan'a döndü. "Aramıza yeni bir kan mı eklendi?"

"Sanırım," dedi Ozan gülerek. "Çok ani oldu, beklemiyorduk biz de."

"Aşkım, Ozan Rus erkeklerine benzemiyor mu?" dedi Yaren kıkırdayarak.

"Evet, benziyor." dedi Bülent neşeyle. "Cenk'in arkadaşı mısın?"

"Evet, yeni ev arkadaşım." dedi Cenk neşeyle. "Cidden artistlere benziyorsun, kardeşim. Bu eve ne karılar getirir, şimdi."

Gözlerimi devirirken heyecandan yerimde duramıyordum. Beni görmesini istiyordum.

"Ne yapalım, yavaştan gidelim mi?" dedi Cenk derin bir nefes alarak. Ardından Ozan'a döndü. "Gelsene sen de."

"Bu halde mi?" dedi üzerindeki spor kıyafetlere bakarak. "Hepiniz çok şıksınız."

"Senin gözlerin yeter!" dedi Yaren gülerek. "Gel ya, eğleniriz. Karanlıkta kimse görmez bile üstündekileri."

"İyi madem," dedi gülümseyerek.

"Bülent sen misin?" sesi ile hızla kalbime bir bıçak girdi. Nefesimi tutup gözlerimi kocaman açtım ve hızla yana doğru başımı çevirdim.

Gözlerin, karanlıkta çöllerdeki kurak suya düşen damlaları anımsattı bana.

Herkes Bora'ya dönerken, Bülent hızla ona doğru gitti ve elini uzattı. "Merhabalar, Bora Bey! Evet, Bülent ben efendim. Bülent Yılmaz. Muhasebe departmanındayım." dedi Bülent heyecanla. Bora Bülent'in elini sıkıp ona bakan şaşkın gruba baktı. "Bora Bey, bunlar da benim naçizane arkadaş grubum."

"Merhaba." dedi düz bir şekilde ve başıyla selam verdi.

"Bu da sevgili kız arkadaşım, Yaren." dediğinde Yaren kıkırdayarak hafif öne eğilip selam verdi.

"Memnun oldum Bora Bey." dedi Yaren neşeyle. Bora tekrardan başıyla onay verip derin bir nefes aldı.

"Şu kim?" dedi hafif gülümseyerek. Kaşlarıyla beni gösterdi. Gözlerimi kocaman açarak ona baktım ve nefesimi düzenlemeye çalıştım.

"Ah, Bora Bey?" dedi Bülent şaşkınlıkla. "Yağmur o, geçen röportaj yaptığınız kız."

"Ha, öyle mi?" dedi sırıtarak, ardından birkaç saniye kıyafetlerime baktı. "Tanıyamadım bir an, Limon olmayınca değişik geldi gözüme."

"Ne hoş bir iltifat!" dedi Yaren gergin bir şekilde sırıtarak. "Çok güzel olmuş, bebek gibi olmuş, değil mi?" dedi ve yapay bir şekilde yavaşça güldü.

"Hoş olmuş." dedi Bora yeşilleri gözlerimdeyken yavaşça gülümseyerek. Ardından birkaç saniye elbiseme baktı. "Üşümüyor musun böyle?"

Hey, kalbim.

Atmayı durdurdun mu?

Işıklar, ışıklara ne oldu?

"Bora Bey, biz eğlenmeye gideceğiz. Vaktiniz varsa siz de gelin?" dedi Bülent heyecanla. Yaren gözlerini devirip bana doğru eğildi.

"Bunun bu ezik hallerinden çok sıkılıyorum." dedi kulağıma doğru fısıldayarak. "Bora Bey, Bora Bey!" diyerek sesini inceltti ve Bülent'i taklit etti. Gülmemek adına dudaklarımı birbirine bastırdım ve yavaşça alt dudağımı ısırdım.

"Size iyi eğlenceler, gençler." dedi Bora ve yavaşça gözlerini Cenk'in gözlerinde durdurdu. Birkaç saniye Cenk'in üzerini inceledi.

"Sen?" dedi sorar gibi.

"Cenk, ben." dedi şaşırarak. Bora başını onaylar anlamda salladı ve yanımızdan çekip gitti.

Bir anda uçurumdan yuvarlandım.

Bedeni yanımdan ayrılınca terk edildim.

Ezildim, büzüldüm.

Yalnızlaştım.

"Doluşun bakalım." dedi Cenk arabaya yöneldiğimiz sırada.

"Ön koltuk benim!" diye bağırdım ve hızla şoför koltuğunun yanındaki kapıyı açıp oturdum. Diğerleri arkaya doluşurken, yavaşça alt dudağımı ısırdım ve camdan dışarıya baktım.

"Nereye gidiyoruz?" dedi Bülent neşeyle. "Kızlar, Alsancak diyorlar."

"Gidelim, fark etmez." dedi Cenk ve arabayı gazladı. Gözüm onun arabasını arıyordu.

Nereye gittin?

Eve mi gittin?

Ev?

Ev.

Hızla telefonumdan arabaya bağlanıp müzik açtım. Yaren ile eğlenceli şarkılar söylerken, oğlanlar kendi aralarında bilgisayar oyunları hakkında konuşuyorlardı. Mekanın önüne vardığımızda kendimi dışarı attım. Cenk yandaki otoparka park etmek için inmemişti. Yaren hızla koluma girerek beni içeriye doğru çekiştirdi.

"Ay, bu Ozan da ne ozan bir delikanlıymış!" dedi kıkırdayarak. "Benim pısırık Bülent'e bak bir de."

"Sen bayağı beğendin herhalde?" dedim gülerek. Mekan loş ve küçüktü. Birkaç dizili masa vardı. Barın etrafındaki taburelerde birkaç insan oturuyordu.

"Merhaba, kaç kişiyiz?" dedi garson yanımıza gelerek.

"Selam tatlı şey, beş kişiyiz." dedi Yaren sırıtarak.

"Buyurun," dedi garson gülerek ve masaya doğru yönlendirdi. Masaya yerleştiğimde arkada çalan Türkçe şarkıyı söylemeye başladım. Oğlanlar da yerleşti ve herkes ceketlerini çıkartıp yayıldı.

"Gençler, başlangıç olarak herkes bir shot atsın!" dedi Bülent gülerek.

"Ben araba kullanacağım, siz için." dedi Cenk sigarasını çıkartırken.

"Onun yerine ben içebilirim onunkini." dedim gülümseyerek. Bülent heyecanla garsona seslenmek için arkasını döndüğünde, yanından hızla geçen genç adamın kolunu tuttu. Adam şaşkınlıkla ona bakıp bir anda gözlerini yumuşattı.

"Vay!" dedi Bülent ayaklanırken. "Furkan Bey!" Bülent gibi genç ama simsiyah giyinimli bir adamla gülerek sarıldılar. "Nasılsınız?"

"Merhabalar," dedi, masaya bakarak herkese selam verdi. "İyi eğlenceler." sonrasında Bülent'e döndü. "Çıkıyordum tam, müzikleri beğenmedim."

"Aşkım, işten arkadaşın mı?" dedi Yaren sırıtarak ve bana doğru dönüp birkaç kez kaşlarını yukarı kaldırdı. Ona başımı sallayarak yanıt verdim.

"Patronumun oğlu, kendisi." dedi Bülent gülümseyerek.

"Öyle mi? Çok memnun olduk Furkan Bey, buyurmaz mısınız?" dedi Yaren neşeyle. Masanın altından kolumu sıktı.

"Ne var ya?" diye fısıldadım yavaşça. Başını bana doğru eğip dişlerinin arasından konuştu.

"Bak gencecik körpe bir çocuk, al işte bunu!"

"Ya, sus!" dedim ve sahte bir gülümsemeyle onlara baktım. Garson yanımıza geldiğinde Yaren ve bana seslendi.

"Sizlerin kimliklerine bakabilir miyim?" dediğinde Yaren ile birbirimize bakıp kaldık.

"Sorun yok," dedi Furkan ve yandaki boş sandalyeyi alıp yanıma çekip oturdu. "Birlikteyiz."

"Öyle mi?" dedi garson ve başıyla onaylayıp siparişleri aldı.

"Ay sizin de çevreniz pek genişmiş." dedi Yaren gülümseyerek. "Yağmur'un da öyle, bakın bu beyler Yağmur'un yakın arkadaşları. Hatta ağabeyleri, öyle düşündüğünüz gibi flörtleri değiller." dedi Yaren gülümseyerek.

Cenk ve Ozan, Ozan'ın yerleşeceği ev hakkında sohbet ettikleri için bizi pek umursamıyorlardı. Yalnızca selam vererek konuşmaya devam ettiler. Cenk telefonundan evin fotoğraflarını gösteriyordu.

"Ne salaksın, ya." dedim yapay bir şekilde gülerek ve Yaren'e masanın altından sertçe tekme attım. "Sus," dedim gülerken. "Geri zekalı."

"Merhabalar, neşeli kız." diyerek elini uzattı. "Memnun oldum."

"Ben de," dedim gülümseyerek. "Burcunuz neydi?" Furkan bir anda kaşlarını çatıp gülümsedi.

"Şey, ikizler." dedi şaşırarak. Yaren ile Furkan'ın arasında oturuyordum. Yaren hızla bana eğilip gülümsedi.

"Çocuğu korkutma ilk günden, büyücü zannedecek." dedi gülmeye devam ederken. "Ne güzel, ne güzel, Yağmur da aslan burcu, çok iyi anlaşırsınız." dedi yapay bir şekilde gülümserken.

Garson içkileri masaya getirdiğinde herkes şerefe yaparak içkileri başına dikti. Furkan ve Cenk içmemişlerdi. Onların içkilerini Yaren ile ikimiz paylaştık ve birer tekila daha diktik başımıza. Hızla masadaki limonu ağzıma attım.

"Allah kahretsin!" dedim yüzümü ekşitirken. "İğrenç!"

"Sus, rezil etme kendini. Çocukla konuş biraz." dedi Yaren sessizce. Bıkkınlıkla derin bir nefes alıp Furkan'a döndüm.

"Sen neler yapıyorsun? Genel olarak yani?" Furkan ona soru sormamla gülümsemesini yüzüne tekrardan oturttu ve üzerindeki motorcu ceketini ve masanın üstüne koyduğu büyük siyah kaskını gösterdi.

"Benim tek tutkum bu, ölümle yüzleşmeyi seviyorum."

"Ölmek istemene kılıf mı buldun, yoksa kaybetmekten korktuğun bir sevgi yok mu hayatında?" dediğimde gülümsemesi arttı ve sohbet hoşuna gitmiş olacak ki, kollarını birbirine bağlayarak masada geriye yaslandı. "Ölümün kokusu hoşuma gidiyor."

Hey, ölüm!

Nasıl kokuyorsun? Bir kan gibi mi, yoksa paslı bir çivi gibi mi? Kokun küllere mi benziyor, yanık ete mi? Dargın bir aşk gibi keskin mi, Bora gibi yoğun mu?

"Nasıl kokuyor?" dedim ellerimle çenemi kavrayıp, dirseklerimi masaya dayarken. Başımı ona doğru çevirdim. "Acı mı?" Aramızda sohbet ettiğimiz sırada Yaren heyecanla Bülent'e döndü. Herkes ikili gruplar halinde sohbet etmeye başlamıştı.

"Çok," dedi bakışları durulaşırken. "İnsanın içi yanıyor. Ama kavrulmak çok güzel."

"Bu, aşık olmuş." dedim Yaren'e dönerken. "Olmuş ve hala yanıyor." Yaren bana susmam için dirsek atarken, masaya gelen biralardan birini hızla önüme çekip bir yudum aldım ve Yaren'e döndüm. Ona laf atmak için ağzımı araladığımda Furkan'ın cümlesi ile tekrardan odağım Furkan olmuştu.

Furkan, koyu kahve gözlerindeki yangını görebiliyorum. Saçların gibi aklının da dağınık olduğunu, büyük parlak parlament mavisi motoruna olan aşkının aslında bir haykırış, belki de senin çıkış biletin olduğunu...

Sen bana benziyorsun, Furkan. İçin yanıyor, ölmek istiyor ama korkuyorsun. Sen de benim gibi onu terk etmekten korkuyorsun. Çok mu yaraladı seni? Aldatıldın mı yoksa? Ama sen şanslısın, ölüm biletin için bahaneni bulmuşsun.

"İnsan şaşırıyor, değil mi? Değer verdiğin, sevdiğin, hayatını adadığın insanın bambaşka bir insan olduğunu anladığında. Sonra insanlara güvenmemeye başlıyorsun. Sen, deli kız, insanlara güvenir misin?"

"Aldığım yaraları mı soruyorsun? Benimkilerin kanaması daha durmadı." dedim yavaşça gülümserken. Gözlerim yorgun, gülüşüm ağırdı.

Gözlerimiz birbirine kilitliyken Yaren keyifle arada bizi yoklayıp Bülent ile sohbet etmeye devam ediyordu. Gözlerimi Furkan'ın gözlerinden ayırmadan kocaman sırıttım. "Senin kanaman durmuş, ama sen orayı inatla kaşıyor gibisin."

"Ben sadece hırsımı alamıyorum." dedi sertçe yutkunurken. "En yakın arkadaşımla yakaladım. Evlenecektik. Sekiz ay oldu, hala ilk günkü kadar öfkeliyim." Durup başını yana çevirip gülümsedi, "Bunu nasıl fark ettin?"

"Ben de öfkeliyim." dedim ve gülümsedim. "İlk defa mutlu olacağımı hissettiğim bir an yüzüme tokat attı gerçeklerim."

"Bana numaranı verir misin?" dedi telefonunu alırken. "Seninle uzun uzun içip dertleşmek isterim. Beni anlıyorsun."

"Olur!" dedim ve numaramı ona verdim. "Ben sizin şirkete geldim bir kere, Bora Bey'i tanıyor musun? Bilişim departmanında, onunla röportaj yaptım."

"Bora mı? Daha dün akşam birlikteydik."

Hey, ölüm.

Nasılsın?

Nasıl kokuyorsun?

Kaşıyorum yaralarımı.

Kan geliyor burnuma,

Kan gibi mi kokuyorsun?

Gözlerim kocaman açıldı ve sırıttım. "Öyle mi?" dedim gülümseyerek başımı onaylar anlamda sallarken. "Ne güzel ne güzel, dün tatsız bir olay yaşandı eşiyle."

"O sen miydin?" dedi şaşırarak. "Seni kıskanmış, değil mi?"

"Manyak karı, bağırdı çağırdı bana." dedim gülerek. "Bora Bey ne düşünüyor?"

"Sıkılmış," dediğinde kalbimden akan kanlar bedenimi kırmızıya bulamıştı. "Bıktırmış adamı, çok kıskançtı hep o kadın zaten."

"Yaa?" dedim heyecanla ve biramdan kocaman bir yudum daha içtim. "Baksana Furki, biraz hava alalım mı?"

"Olur." dedi gülümseyerek. "İstersen bitir içkini, kalkalım."

Hızla içkimi kafama diktim. Beynim uyuşuyordu. Bir anda ayaklandığımda sandalyesinde oturan Furkan'ın omzuna sıkıca tutunup dengemi sağladım. Gözlerimi ağır ağır açıp kapattım.

"İyi misin?" dediğinde avuç içimi masaya doğru uzattım.

"Nereye?" dedi Cenk şaşkınlıkla.

"Biz biraz hava alıp geleceğiz." dedim ve hızla Furkan'ın motor kaskını elime alıp kafama geçirdim. Kocaman bir kahkaha attım. Kask kafama çok büyük olmuştu. Montumu giyip sırt çantamı omuzlarıma geçirdim. Kafamdaki kask ile koşarak mekandan çıkarken, Yaren arkamdan gülüyordu. Eğleniyordu. Mekandan dışarı çıktığımızda gülümseyerek Furkan'a döndüm. Kafamdaki kaskın ön cam kısmını kaldırıp gözlerimi ortaya çıkarttı.

"Ölümün kokusunu mu merak ettin?" dedi gülümseyerek. Başımı onaylar anlamda salladım. "Ama bana çok sıkı tutunman gerek, sakın ellerini belimden çekme." dedi ve motoruna binerek motoru çalıştırdı. Omzuna tutunup motorun arka kısmı için yapılan ayaklığa bastım ve diğer ayağımı yana atarak motora oturdum. Kaskı çıkartıp ona uzattım.

"Sende kalsın, emanetsin." dediğinde gülerek kaskı tekrardan başıma geçirip kollarımı karnına doğru sıkıca sarıp ellerimi önde birbirlerine kenetledim. Yavaşça yola çıktı. Göz hizamdaki cam kısım açık olduğu için gözlerime rüzgar giriyordu.

Yaşıyordum, nefes alıyordum.

Motoru kocamandı. Buna rağmen çok yavaş gidiyordu. Ellerimi birbirinden ayırıp karnına doğru yavaşça vurdum.

"Hızlansana!" diye bağırdım.

"Olmaz." dedi gülerek. "Düşersin, sarhoşsun."

"Ya, hadi ama patron! Lütfen!" dedim ellerimi tekrardan birleştirirken.

"Gerçekten olmaz, kafan uçuyor." dedi neşeyle. "Nereye gitmek istersin?" diye sordu. "Nereye götüreyim seni?"

"Eve," dedim gözlerim kapanırken. "Uykum geldi."

"Nerede evin?" dedi motoru kenara çekerken. "Yağmur?" dediğinde kaskın içinde yavaşça horlamıştım. "Saçmalama." dedi telaşla. "Uyudun mu?"

"Ne?" dedim hızla başımı kaldırırken. Kafam çok fazla dönüyordu. "Patron, sür eve." dedim zar zor konuşarak.

"Tekilalar seni mahvetti." dedi ve yavaşça önümden çekilerek indi. "Gel, taksiyle götüreyim ben seni."

"Motor ne olacak?" dedim şaşkınlıkla.

"Burası evim zaten, seni bırakıp geri dönerim, buradan eve yürürüm." dedi Alsancak'ın denize sıfır uzun binalarını göstererek.

"Burası mı? Sende uyusam, sorun olur mu? Taksiye binersem kusarım." dedim kafamdaki kaskın ağırlığı ile bedenim yavaşça yere doğru dökülürken. Yorgundum, bitkindim.

"Tabii," dedi ve kaskı kafamdan çıkarttı. "Gel, gidelim o zaman." Zar zor yanından yürüyerek karşıdan karşıya geçtim. Apartmanın kapısına geldiğimizde kocaman kahkaha attım.

"Kıskanç kadın!" dedim gülerek. "Haklı ama. Öyle bir adamı kıskanır yani."

"Ne?" dedi gülerken. "Ne diyorsun?"

"Yok bir şey, patron." dedim keyifle içeri girerken. Asansörde gülmemi durduramıyordum. Furkan bana şaşkınlıkla ama aynı zamanda gülerek bakıyordu.

İçeri girdiğimizde hızla ayakkabılarımı çıkarttım. Çantamı ve montumu yere attım ve eve baktım. Işıl ışıldı. Gösterişliydi. Karşıda karanlık deniz duruyordu.

"Burada yat, gel." dedi ve bir odanın kapısını açtı. "Bak bunun banyosu hemen dolabın yanındaki kapı." dedi ve üzerime baktı. "Tişört ister misin?"

Elimi olumsuz anlamda salladım ve kendimi yüz üstü bir şekilde yatağa bıraktım.

"Limon'u verir misin?" dedim gözlerim kapalıyken. "Sırt çantamda olacaktı."

"Mekandan limon mu çaldın?" dedi gülerek.

"Maymunumun adı." dedim gözlerimi açamayacak kadar başım dönerken. Furkan bir süre sonra Limon'u getirip yanıma bıraktı. Gözlerimi açmadan Limon'a sarıldım ve uykuya daldım.

Gözlerimi açtığımda bir an başımı kaldırıp etrafa baktım. Güneş yeni doğmaya başlamış, odada turuncu ışıkları doluydu. Sol tarafımdaki büyük pencerede, boydan boya mavi deniz vardı. Başımı tekrardan yastığa koydum ve Limon'a sokuldum. Birkaç kez kirpiklerimi kırpıştırıp doğruldum. Ayağa kalkıp saç diplerimi kaşıyarak Limon'u elime aldım ve odadan çıktım. Furkan salonda uyukluyordu. Yavaşça geri dönüp Limon'u yatağa bıraktım ve usulca odadan çıktım. Yerde duran ceketim ve çantamı bir elimle kavrayıp diğer elime ayakkabılarımı alarak dış kapıyı yavaşça açıp evden çıktım. Kapıyı kibarca çekip kapının önünde ayakkabılarımı giyip ceketimi kollarımdan geçirdim. Elbisemin eteğini aşağı doğru çekiştirip sırt çantamı omzuma attım ve derin bir nefes alıp asansörü çağırdım. Asansör aynasında saçlarımı düzelttim. Gözümün altına akan rimeli parmağımla bastırarak silmeye çalıştım. Parlatıcımdan eser yoktu. Zavallı gibi duruyordum. Asansörden inip apartmandan çıktım. Telefonumu elime alıp Yaren'in dün gece yolladığı mesajlara baktım.

Yaren : furkan aradı bülenti

Yaren : :DDDDDDDDD

Yaren : onda uyuyormuuşsun

Yaren : :PPPPPPPPPPP

Yaren : verdin mi

Ekranı kapatıp güldüm ve hızla otobüs durağına gittim. Otobüse bindiğimde gözlerimi sıkıca kapatıp şakaklarımı avuçladım. Geceden kalma bir sersem olduğum hemen anlaşılıyordu. Otobüsteki insanların garip bakışlarına aldırmadan kulaklığımı takıp müzik açtım. Evin önüne vardığımda derin bir nefes alıp hızla içeriye girdim. Kapıyı yavaşça açıp başımı uzattım.

"Günaydın, kızım." dedi babam masada kahvaltı yaparken. "Gel, kaynanan seviyormuş."

"Günaydın, baba. Yok, odama geçeyim. Ben dün sana yazamadım ama Yaren'de kaldım."

"Biliyorum, Yaren akşam beni arayıp haber verdi." dedi gülümserken. Derin bir nefes alıp odama geçtim ve üzerimdekileri çıkartıp duşa girdim. Duştan çıkıp altıma pijamalarımı giydim ve yatağa uzandım. Ardından Yaren'e mesaj attım.

Yağmur : sana aşığım bilion dimi

Yağmur : götümü kurtarmışsın yine

Yaren'in uyuduğunu düşünerek telefonumu şarja takıp mutfağa geçtim. Kahve makinesine basıp beklemeye başladım. Birkaç dakika yeri izledim.

"Okula gitmiyor musun?" dedi babam ceketini giyerken. Başımı yerden kaldırıp ona baktım.

"Yok baba, bugünkü dersler boş hep. Sınavlar bittiği için gelmeyin, dediler." dedim gerilerek. "Kolay gelsin sana."

"Sağ ol, kızım." dedi ve evden çıkıp işe gitti. Kahve olduğunda hızla bardağa boşaltıp çantamdan sigara paketini aldım ve odamdan balkonuma dolandım. Balkondaki sandalyemde bağdaş kurdum ve sigaramı yaktım.

"Sen o adamda değil miydin?" dedi Cenk balkona ağzındaki sigara ile çıkarken.

"Az önce geldim." dedim kahvemi içerken. "Siz ne yaptınız? Ozanla anlaştınız mı?"

"Bu hafta taşınıyor." dedi ve gözlerini birkaç saniye üzerimde tuttu. "Siz ne yaptınız gece?"

"Hiçbir şey. Motordan düşecek gibi olunca mecbur kendi evine götürdü." dedim gülerek. "Odasına geçip yattım direkt."

"Anladım." dedi başını onaylar anlamda sallarken. Telefonumun çalma sesi ile sigaramı küllüğe bırakıp yerimden kalktım ve odama geçtim.

"Alo?" dedim heyecanla. "Furkan?"

"Neredesin, kaçak?" dedi şaşkınlıkla. "Ne ara kalktın da gittin?"

"Ya, benim acil işim çıktı. Ben Limon'u sende unutmuşum! Ne yapacağız?" dedim sesimi korkuyor gibi telaşla çıkartarak.

"Hay Allah, getireyim istersen." dedi.

"Yok, babam evde, getirme sakın. Sen onu şirkete götürebilir misin?" dedim heyecanla. Kalbim bir anda göğüs kafesimin dışına doğru sallandı. "Ben gelip oradan alırım, birazdan sizin oraya geçecektim zaten."

"Olur," dedi ve güldü. "Elimde peluş maymun ile şirkete gideceğim."

"Çok tatlı bence." dedim gülerek. "Ben bir saate gelirim almaya, olur mu?"

"Olur olur, geldiğinde ara. Kahve de içeriz." dedi neşeyle.

"Olur, görüşürüz patron!" dedim neşeyle. Heyecandan nefesim kesilecekti. Şirkete gidecektim. Onu görecektim.

Hey, hey!

Yağmur?

Neler oluyor.

Kendine gel.

Keyifle balkona çıkıp küllükteki sigaramı alıp içmeye devam ettim. Cenk balkonda oturmuş, telefonundan oyun oynuyordu. Kahvemi bitirip içeri geçtim ve saçlarımı kuruttum. Üzerime güzel bir şeyler giyip, yeniden makyaj yaptım. Saçlarımı düzleştirdim ve derin bir nefes aldım. Sırt çantamı aldım ve telefonumu içine atıp evden çıktım. Neşeyle koşuşturuyordum.

Sana geliyordum.

Otobüste sürekli onu görme isteği ve umudu vardı içimde. Onunla denk gelmek, kısa bir süreliğine de olsa onunla konuşmak istiyordum.

Özlemiştim.

"Alo? Geldim ben. Nerede senin odan?" dedim heyecanla. İçeriye doğru girip resepsiyona baktım, "Furkan Bey'e geldim." dedim gülümseyerek. "Telefonda kendisi şu an, ister misiniz?" dediğimde resepsiyon telefonu elimden alıp Furkan ile konuşup telefonu bana uzattı.

"Buyurun, geçebilirsiniz." dedi ve kapıyı açtı. Heyecanla içeri girip asansöre ilerledim. Çıldıracak gibiydim. O da bu sabah bu asansöre binmişti. O da bu sabah bu tuşa basmıştı. O da bu sabah bu resepsiyonla göz göze gelmişti.

Hey, Bora.

Buralarda mısın?

Bora'nın katının bir alt katındaydı ofisi. Heyecanla tarif ettiği odaya girdim. "Günaydın patron!" dedim gülümseyerek. Yerinden kalkıp bana doğru gelip sıkıca sarıldı.

"Günaydın, deli kız." dedi neşeyle. "Sabah bir baktım yoksun."

"Şey evet, gitmem gerekti." dedim heyecanla.

"Al bakalım, Limon'u." dedi gülerek.

"Teşekkürler!" dedim ve hızla Limon'un karnından kavradım. "Kahve içelim mi?"

"Söyleyeyim hemen." deyip masasına yöneldi. Odası güzeldi, ancak Bora'nınki kadar güzel değildi.

"Yok yok," dedim onu durdurarak. "En üst katta bir restoran var ya, oraya gidelim." dedim heyecanla. "Belki Bora Bey'i de görürüm, selam veririm."

"Geldi mi o ya?" dedi kaşlarını çatarak. Ardından kolundan saate baktı. "Daha erken, gelmemiştir o."

Çatırtılar,

Duyuyorum sizi.

Yere doğru dökülüyorsunuz.

"Anladım, olsun gidelim yine de." dedim ve heyecanla asansöre doğru ilerledim. Asansöre binip restorana çıktık. Gözüm Bora ile oturduğumuz masaya takıldı. Azra'nın kıskançlık krizi ile bir an durup güldüm.

"Şu masa güzel." dedim ve Bora ile önceden oturduğumuz masaya oturdum. Bora ile önceden yaptığım şeyleri yapmak hoşuma gitmişti. Ondan izleri takip etmek zevkliydi.

"İki kahve alalım." dedi Furkan gülümseyerek. Garson hızla yanımızdan ayrılırken, sürekli girişe bakıp duruyordum.

"Dün bayağı kötüydün, korktum düşeceksin motordan diye." dedi neşeyle.

"Şey, evet. Kusura bakma." dedim utanarak. "O tekilalar beni gerçekten mahvetti."

Kahvelerimiz geldiğinde kapıya bakmayı bıraktım ve kahvemi ellerimle kavrayıp yavaşça bir yudum aldım.

"Bülent iyi çocuk." dedi gülerek. "Saygılı."

"Evet evet, çok efendi bir çocuk." dedim ve durup bir an gülümsedim. "Sen ne bölüm mezunusun?" dedim heyecanla.

"Ben işletme mezunuyum." dedi keyifle. "Sen ne okuyorsun?"

"Ben son sınıftayım daha, üniversite sınavına girmedim." dedim gözlerim dışarıdaki manzaraya bakarken. Bora da her gün bu manzaraya bakarak kahve içiyordu. "Sen nerede okudun, Türkiye'de mi?"

"Ne o? Benimle yaptığın ödevi beğenmedi mi hocan? Yeni yüzlerle röportaja mı geldin?" dedi ve bir anda yanımdaki sandalyeyi çekip yanıma oturdu. Gözlerim donarken, bir anda nefesimi tutup kahve bardağımı hızla masaya koydum.

"Yok, biz muhabbet ediyorduk." dedim yavaşça. Ona bakmadım. Derin bir nefes alıp boğazımı hızla temizledim.

"Erkencisin, Bora." dedi Furkan gülerek. Furkan yaş olarak ondan küçüktü, ancak aralarındaki samimiyeti ses tonundan anlayabilmiştim.

"Bu aralar canım sıkkın, uyku tutmuyor." dedi geriye doğru gerinerek. "Sen ne ayaksın?" dedi bana dönerek.

"Hiçbir ayak değilim." dedim parmaklarımla masaya ritim tutarken. Bir saniyeliğine başımı yana çevirip gözlerine baktım. Yeşilleri üzerimdeydi. Hızla önüme döndüm tekrardan.

"Dün tanıştık." dedi Furkan kahvesini içerken.

"Nerede tanıştınız?"

"Alsancak'ta, benim oturduğum mekana geldiler. Bülent masaya davet etti." dedi ve kotunun cebinden sigara paketini çıkarttı.

"Sabahın köründe neden buradasın?" dedi yeşilleri tekrardan bedenime çarparken. Derin bir nefes aldım.

"Limon'u almaya geldim." dedim yavaşça. "Dün, Furkan'da unutmuşum."

"Furkan'da unutmuşsun?" dedi şaşırarak ve yavaşça gülümsedi. Ardından dönüp Furkan'a baktı. "Sende mi unutmuş Limon'u?"

"Evet ya, sabah kaçmış gitmiş evden, Limon'u almamış." dedi Furkan gülerek.

"Kaçmış gitmiş." dedi Bora, Furkan'ın cümlesini tekrar edip gülümseyerek. Şaşırmıştı. Yeşilleri şaşkın bakıyordu. Biraz da karışık.

Telefonu çaldığında gülümseyerek telefonunu eline aldı ve ekrana kaşlarını çatarak baktı. "Sabah sabah siktiğimin herifi." dedi ve derin bir nefes aldı. Telefonu açıp kulağına götürdü. Gözlerim beyaz gömleğindeydi. Kolları belirgin, elleri güzeldi. Çok güzeldi.

"Buyur, ağabey?" dedi bıkkınlıkla. "İmzalamamış mıyım? Tamam, bakayım bir. Bekle, geliyorum." dedi ve telefonu kapatıp burnundan nefes verdi.

"Belgeleri mi imzalamamışsın?" dedi Furkan gülerek.

Bora bıkkınlıkla bakıp ayaklandı. "Siz daha burada mısınız?"

"Ben kalkacağım şimdi, toplantıya gireceğim." dedi Furkan.

"İyi," dedi ve yeşillerini gözlerime çevirdi. "Görüşürüz, tekrardan."

"Benle mi?" dedim şaşkınlıkla. "Tabii, Bora Bey. Görüşürüz, kolay gelsin."

Başını onaylar anlamda salladı ve hızla çekip gitti. Ellerimle yüzümü kapattım. Utanıyordum. Beni yanlış tanıyacaktı.

"Ne oldu?" dedi Furkan gülerek. "Birlikte olduğumuzu düşünmesine mi utandın?"

"Yani, gerek yoktu." dedim yavaşça ve ellerimi yanaklarıma götürdüm. "Of! Keşke söylemeseydim, ya."

"Sorun yok." dedi gülerek. "Açıklarım ben ona durumu."

"Yok, açıklama!" dedim heyecanla. "Bir şey yaşayıp yaşamadığımızı bilmesin."

"Neden?"

"Merak etsin."

"Ne var aklına?" dedi kaşlarını çatarak. "Söyle bakalım."

"Furkan, hırsızlar suçlu mudur?" dedim yavaşça. Kahve bardağımı kavrayıp büyük bir yudum içtim.

"Ne çaldıklarına göre değişir." dedi birkaç saniye karalarını masada tutarak.

"Ben, peki? Sence ben suçlu muyum?" dedim gözlerimi Furkan'a kilitlerken.

"Ne çalmak istediğine göre değişir." dedi ve ağır bir şekilde gülümsedi. Ardından geriye doğru gerinip kollarını birleştirdi. "Söyle, kanat kabuk yaralarını."

"Ben bir adamı çalmak istiyorum."

Kendi yarattığım zindanın içine hapsolmuş, demir parmaklıkların arasından avuç içlerimi uzatıyordum. Dapdardı parmaklıklarım, küçülüyordu umutlarım.

Avuç içlerimden, ölen umut tanelerinin hengâmeleri yetişmeye çalışıyordu sonsuzluğa.

Kalbim zindanda hapsolmuştu. Minik bedenim ise ezilen kalbimi izliyordu.

Hey, Bora.

Kızdın mı bana?

Kıskandın mı?

Yoksa gülüp geçtin mi?

Söylesene,

Zindandaki zorlu karanlık, küflü ışığa kucak açar mı?

Yoksa, yoksa burası bizim zindanımız mı?

 

Loading...
0%