@yagmurluhikayeler
|
~
3
Ruhumda bir kanser var ve gitgide büyüyor. Kanser. Tek bir kelime ile insanın içi nasıl ürperebilir ki? Bir saniye bile düşünmek onu, bedenimi çoktan sarıp beni alt ettiğini hissettiriyor bana. Çoktan yeniliyorum. Kelimelerle oynamayı pek sevmem, aslında. Aramız bu aralar kelimelerle limoni. Benim de kendimi ifade edişim böyle oluyor işte. Anılara tutunuyorum. Aklım gitti anılarıma. Bora bir anda yanımdan çekip gittiğinde, terk edilmiş hissettim. Altı yaşıma döndüm bir anda. O güne geri döndüm. Annemle İzmir'in meşhur fuarında dolaşıyorduk. Her taraf kalabalıktı. İnsanlar şık giyiniyordu. İzmir'in özel, senede bir kez yapılan etkinliğindeydik. Konser alanında o zamanlarda hatırlamadığım ünlü bir şarkıcı şarkı söylüyordu. İnsanlar ellerinde bira şişeleri ile ayakta dans ediyor, şarkıya eşlik ediyordu. Birbirlerine bakarak kahkahalar atıyorlardı. Annemin elini sıkıca tutuyordum. Yavaşça park alanına doğru baktım. Yaşıtım çocuklar salıncakta sallanıyor, kaydırağa ters bir şekilde koşup yukarıya çıkmaya çalışıyorlardı. Hızla annemin elinden çektim. "Anne!" dedim heyecanla. "Gidelim mi?" Annem elimi bıraktığında koşarak parka ilerledim. Hızla oyuncaklara ilerledim. Merdivenleri bir bir çıkarak kaydırak sırasına girdim. Yanıma yaşıtım bir oğlan geldi. Elinde minik bir papatya tanesi vardı. Bana uzattı gülümseyerek. Papatyayı elinden aldım ve ona bakarak güldüm. "Bana mı?" dedim gülerek. "Teşekkür ederim." Çocuk cevap vermeden hızla kaydıraktan kaydı. Hemen arkasından kayıp dikkatle papatyamı avcumun içine sakladım. Kaydıraktan inip parkta gözlerimi şaşkın şaşkın dolandırdım. Annemi aradım bir an. Göremedim. Koşarak parktan çıkıp kalabalığa karıştım. "Anne!" diye bağırdım şaşkınlıkla. Papatyayı sıkıca tutuyor, korkuyla insanlara bakıyordum. "Anne?" dedim tekrardan. Annemsizlik bir an için bana ölümü hatırlattı. Tek başımaydım. Büyük insanların etrafından koşarak sıyrılıyor, anneme bakıyordum. Kafamı kaldırıp baktığım her yabancının yüzünde annemi arıyordum. Bir anda kolumdan tutup beni kendine çevirdi. Annemi görünce ona sarılmak için sıkıca kollarımı yukarı uzattım. Annem yanağıma çok sert bir tokat attı. Yanağım uyuştu, avuç içlerim hızla betona doğru yapıştı. Avuç içlerim aşındı, yandı. "Neredesin sen!" diye bağırdı hızla. Olduğum yerde ağlamaya başladım. Papatyam dümdüz olmuştu. Şaşkın kalabalık yalnızca bizi izliyordu. "Nereye gittin sen!" diye bağırdı ve hızla kolumdan tutup beni ayağa kaldırdı. Yanağımın yandığını hissediyordum. Papatyayı yerden aldım ve düzeltmeye çalıştım. "Kim verdi bunu?" dedi bağırarak ve papatyayı alıp bir anda yere attı. Ayağı ile hızla ezdi. "Orospu musun sen? Bu yaşta erkeklerden çiçek mi alıyorsun!" diye bağırdı. Kolumdan sürükleyerek beni yürütmeye başladı. Papatyam öldü o gün. Papatyamı terk ettim. Bora, beni o günlere götürdün bir an. O günkü korkularımı hissettim yanımdan çekip gittiğinde. Sen benim papatyamın ezilmiş kirlerisin. Herkesin bir kiri olmalı. Herkes karalarını bulmalı, benliğini masaya sertçe koymalı. Öyle ki, masa ortadan ikiye yarılmalı. Sormalı insan kendine; kendi benliğim nerede, diye. "Söylesene, Furkan." dedim başımı yavaşça yana eğerken. Karanlığımın zehrini göremeden ölüyordum. "Bunun günahı nedir?" Derin bi nefes aldı. Geriye doğru yayıldı. Yeni yaktığı sigarasının dumanı küllükten yukarıya doğru uzun bir çizgi şeklinde çıkıyordu. Ellerini iki yana açtı. "Tanrı değilim, ancak gerekçelerine göre değişir." dedi. Ortamızdaki gri dumana gözlerim kaydı. "Tanrı bana kızar mı?" dedim soğuk bir şekilde. Kaşlarımı hafifçe çattım. "Bak sana Farabi'nin bir lafını söyleyeyim, bir eylemin ahlaklı olduğunu bilip de ona uygun davranmayan kişi, o eylemin ahlaklı olduğunu bilmeden ahlaklı davranan kişiden daha üstündür." dedi ve yavaşça gülümsedi. Dudaklarım yavaşça yukarıya kıvrıldı ve geriye yaslanıp dudaklarımı hafif yaladım. "Kaderde var olanı almak, ahlaksızlık mıdır?" diye sordum. Kahvemin dumanı yavaşça solmuştu. "Değildir, ama sen almayacaksın. Günahı bilmeden istedin, ama şimdi öğrendin. Onu tekrar istemeyeceksin." dedi gözlerindeki kibrit ateşlenmeyi beklerken. "Yoksa cehenneme yalın ayak girecek kadar cesur musun?" "Kül olur giderim, sağanakta eririm." dedim ve Limon'u elime alıp sandalyemi geriye doğru ittim. Yavaşça ayağa kalktım. "Ben onu çalacağım." "Bol şans." dedi gülümseyerek. "İhtiyacım var mı?" "Olmalı." dedi ve cebinden cüzdanını çıkartıp masaya nakit para bırakıp ayaklandı. Yavaşça belimden tutup restorandan bizi çıkarttı. Asansör tuşuna bastı ve asansör kapısına omzunu yaslayarak dikkatle bana baktı. "Ne zamandır?" dedi şaşkınlıkla. "Biliyor mu?" "Sence?" dedim yavaşça gülümserken. "Biliyor gibi mi?" "Değil." dedi ve derin bir nefes aldı. "Bilse ne yapar?" dedim asansör geldiğine dair bir ses çıkarttığında yavaşça geriye çekildiği sırada. "Onu tanıdığım kadarı ile, güler geçer." Gemilerin kornaları dalga dalga yayıldı kulaklarıma. Bora'nın okyanusun en dibinde barınan büyük kayaların üzerindeki kirli yosunları andıran göz rengi gitgide kayboldu aklımdan. Dalgalar suratıma tokat atmaya başladı. Balıkların cesetleri kumlara doğru savruldu. "Furkan," dedim asansöre binerken. Ona döndüm ve yavaşça gülümsedim. "Herkes iyi olmak zorunda değil ki, yoksa kötülük olmazdı." "Kötüyü bildiği halde iyiyi seçenlere iyi, derler." dedi asansörde ofisinin katındaki tuşa basıp arkamızdaki aynaya doğru yaslanırken. Gözlerimizi birbirimizden ayırmıyorduk. "Peki ya kötülüğü bildiği halde kötülüğü seçenler?" "Farabi bir de bir soru sormuştu, hatırlıyor musun?" diye sordum ve asansörde zemin kata bastım. Kapı üzerimize kapanırken sırtımı asansörün aynasına yaslayıp başımı ona çevirdim. Yavaşça gülümsedi. "Hangisi?" "Tanrı iyiyse kötülük nereden çıktı?" diye bir soru sordum ona merakla. "Tanrı ne demişti? İyilik benden, kötülük sizden." dedi kapılar açılırken. "Tercihlerini iyi yap," dedi yavaşça dışarıya çıkarken. "Bu senin günahın." "Ortak olmaz mı bana?" dedim ona meraklı gözlerle. "Günaha girmez mi benimle?" İki yelini yana açtı ve dudaklarını birbirine bastırıp kaşlarını kaldırdı. "Zamanla göreceğiz." diyerek gülümsedi. "Görüşelim." "Görüşelim." diye gülümsedim ve kapı ortamızdan kapanırken ona yavaşça el salladım. "Limon'a iyi baktığın için teşekkürler." dedim kapı kapanırken. Arkamı dönüp asansör aynasına baktım. Derin bir nefes aldım. Gözlerimdeki hırs alevini görebiliyordum. İlk defa kendim için bir şey yapmak istedim. Başkalarının günahlarına sürüklendim hayatım boyunca. İlk defa kendim için bir günah işlemek istedim. Bakışlarımın altındaki harabelerin tozları ciğerlerime doluyordu. Şirketten ayrılırken aklımda yeşillerinin camları vardı. Kırık şişenin en kesin ucu ruhumu yavaşça kanatıyordu. Dolmuşa binip bulduğum ilk boş yere oturdum ve kulaklıklarımı takıp gözlerimi kapattım. Derin derin nefes aldım. Ferman Akgül'ün kulaklarıma dolan şarkısının sözleri ile yavaşça gülümsedim. Alacakaranlığın, varla yok arası Zindandan hallice kibirli yalnızlığım Yaş hala tutuşmuyor Kederim hasret olmuyor Zaman demir almıyor Yeniliyor kızgınlığım İlelebet aşk bu bendeki Kör olası yaktı içimi Ara sıra uğra kalbime Oyunun içinde tut beni İstemem Söz sevmeni Hani zamandı tek çare? Devrildim şişelerce. Kabulüm mesafene. Bir gecelik olmak, nedir öğret, Duymasın kimse. Hey, Bora. Sus. Sessiz ol, Gizlice öğret bana. Bir gecelik al beni koynuna. Bora? Bora. Merhaba. Nasılsın? Sağanağın altında ezilen bedenime bir gönderme miydi bu şarkı? Sana, bana, bize mi yazılmıştı? Damlaların çevresini bir alev sarmış da, çiyler saçlarımı mı tutuşturuyordu? Merak ettim sadece, bir yağmur damlası ile başlayan sağanak, ruhumdaki kanseri iyileştirebilir miydi? Bora, iyileşelim mi? Kirpiklerimden dökülen katranlar, ahlakı sarmalıyordu. Kuruyan kalbim gitgide çürüyerek küflü bir kahverengiye bürünüyordu. Kalbi yarım kalmış bir annenin tek çocuğu olmak, aralanan kapının arasına parmakları bilerek koyma isteği gibiydi. Birkaç gün oldu görmeyeli onu. Yeşilleri gitgide aklıma yerleşti, çıkmadı. Sesini unutmaya başladım ama, bu korkunçtu. Aklımdan çıkmıyordu. Buruşturduğum yüzüm ile Cenk ve Ozan'ı izliyordum. Ona ulaşma isteği, onu görme arzusu bedenimi büküyordu. "Yağmur, bize bira getirsene." dedi Cenk gözü telefonundayken. Koltuğa uzanmış, telaşla telefonundan bir savaş oyunu oynuyordu. Gözlerimi devirip oturduğum koltuktan kalkıp mutfağa yöneldim. İki bira alıp birini Cenk'e doğru uzattım. Bir saniyeliğine gözünü telefonundan çekip bana baktı ve tekrardan telefonuna indirdi bakışlarını. Elini uzattığında birayı eline doğru götürdüm. Diğer koltukta geriye doğru yaslanmış, telefonu yan şekilde duran ve Cenk ile aynı oynayan Ozan'ın yanına birayı bırakıp tekrardan yerime oturup bağdaş kurdum. "Eyvallah, bücür." "Senin elinin ayarını sikeyim." dedi Ozan gülerken. "Ben bir daha bu takımla oynamam." "Sorma birader, kolsuz bunlar." dedi birasını çakmağın tersi ile açıp hızla bir yudum içerken. "Teslim ettin mi ödevini?" Telefonumdan sosyal medyada dolanırken, üzerime hızla çarpan çakmak ile sıçrayarak telefonumu kapattım. "Sana diyorum." dedi Cenk telefonuna bakarken. "Teslim ettin mi ödevini?" "Ettim." dedim ve çakmağı ona geri fırlattım. "Bitti okul." "İyi hadi," dedi Ozan gülerek. "Sınav ne zaman?" "Az kaldı." dedim ve derin bir nefes aldım. "Çok az kaldı, Eskişehir'e gideceğim." Cenk telefonundan gözlerini çekerek hızla bana bakıp doğruldu. "Ne alaka? Burada okusana." "Yok ya," dedim telefonuma bakarak. "İzmir'e doydum artık." "Gitsin, orada ortam fena." dedi Ozan telefonuna bakarak. Ardından hızla içkisini açıp büyük bir yudum aldı. "Birader, şunları takımdan at. Türkçe de bilmiyorlar, sövsem anlamayacaklar." "Kaçıyorsun." dedi Cenk telefonuna bakarak. "Kaçıp gidiyorsun." "Belki de," dedim ve Ozan'ın içkisinden bir yudum aldım. "Belki çıkar aklımdan." Aptallaşmıştım. Saçmalıyordum. Dengemi bozup, kontrolü eline almıştı. Yeşilleri aklıma geldikçe, bedenime hükmediyordu. Sanki son birkaç gün onsuz çok daha kötü, yorgun, mutsuz olmuştum. İçimdeki inanılmaz hırs ateşi sönmüyordu. Yanıp kavruluyordum. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki, bedenimden çıkacak diye korkuyordum. İçimde kopan günah fırtınasına rağmen ruhsuz ve dümdüzdüm. Hey, Bora. Tut nefesini, Buhrana giriyoruz. Üç, İki, Bir, Sıfır. Sıfır oldum. Sıfır hissediyorum kendimi. Kalbim patlayıp yok oluyor. Yeni tadını aldığım duygular, içime oluk oluk akıyor. Tadı zehirliydi bu duyguların. Yerlerde sürünmem, sıfır olmam gerekliydi. Evliydi. Ötesi mi vardı? Her gece, bir kadınla uyuyup, binlerce kirin yosunları öptüğü karanlık yeşil gözlerinin her sabah gördüğü bir kadın vardı. Güldüğü bir kadın vardı. Dokunduğu? Dokunduğu. Sağanak yağmur bedenimi delip geçmek istercesine yağıyordu. Islanmak güzeldi. Dimdik ayaktaydım. Günler oldu. Günler, geçti. Damlaların ucuna yapışmış dikenler vardı. Tenim delik delik olmuş, kanlarım pis tozların üzerine narin bir tüy gibi hafifçe konuyordu. Bunları hissediyordum. Böyle hissediyordum. Böyle hissetmek istemiyordum. Kalbimin içinde tutuşan alev bir anda bedenimi küle dönüştürecekti. Hislerim ayıplanır kalbimde. Ne yapmış olabilirim ki bu hisleri hak edecek? Hani sağanak yağmur sonrası belirirdi bora rüzgârı? Her sabahki rutinler, monotonlaşmış hayatlar. Bu rutinde Bora nerede? Gerekmez mi buralara? Bence çok yakışırdı. Çok mu şey istiyorum? Evet çok şey istiyorum. Kalbimdeki ritim olmasını istiyorum. Yağmur : bora Bey Yağmur : yağmur ben Yağmur : şu, limonun sahibi Yağmur : siz hep çocuk diyorsunuz ya bana Yağmur : he işte o yağmur Yağmur : kartınızı vermiştiniz bişi olursa size ulaşmam için Telefonun ekranını hızla kapatıp bacaklarımın üzerine ters bir şekilde koydum. Gözlerimi kapatıp kalp atışlarımı dinledim. Kalp atışlarımı hissediyordum. Telefonum çalmaya başlayınca, nefesim kesildi. Hızla saçlarımı düzelttim ve sertçe yutkundum. Yavaşça telefonu elime aldım. Aradığını görünce telefonu sessize alıp tekrardan bacaklarıma ters bir şekilde koydum. Bacaklarım titriyordu. Hızla Ozan'ın birasını alıp birkaç yudum içtim. "Birader," dedi Cenk gülerek. "Takıma karı girdi, adam gibi oynayalım. Hadi Ozan, göreyim seni." "Senin ben annene kutsal suyla tüküreyim, bir de adını Terminatör58 yapmış." diye bağırdı Ozan. "Düzgün vur lan Terminatör58!" dedi ve telefonuna bakarak hızla bira şişesini elimden aldı. Cenk kahkaha atarken, Ozan istemsizce güldü. "Karı geldi, takımın eli ayağı titredi! Toparlanın beyler!" Onlara bakarak bir anlık güldüm. Bacaklarımdaki telefon tekrardan titreyince hızla telefonu elime alıp balkona çıktım. Balkona çıktığımda kendi odamın balkonuna baktım. Telefonu yavaşça açıp kulağıma götürdüm. "Alo?" dedim kekeleyerek. Sesim çatallaşmıştı. Yavaşça yere doğru oturup masadan bir sigara alıp yaktım. "Çocuk?" dedi tok sesi şaşkın çıkarken. Kocaman gülümsedim. Sesi bana sarıldı, ruhum huzurla kucaklaştı. "Nasılsınız?" dedim hızla bir duman içime çekerken. Elim titriyordu. "Bıraktığın gibi." dedi şefkati saçlarımı okşarken. "Sen?" Bırakmadım, Bora. "Ben de," dedim ve hızla boğazımı temizledim. "Hocalar, röportajların altında ya bir imzanızı, ya da bir fotoğrafınızı istiyorlar. Yani, kanıt için. Yarın ofisinize bir uğrasam, kağıda imza atar mısınız?" dedim heyecanla. Gözlerim parlıyordu. "Tabii, atarım. Yarın dört gibi gelebilir misin?" dedi. Başımla onu heyecanla onayladım. "Gelirim, teşekkürler." dedim ve sertçe yutkundum. "Hoşça kalın." "Görüşürüz." dedi ve kapattı. Titreyen elimle hızla sigaramı bitirip küllüğe bastım ve balkondan çıkarak içeriye geçtim. Koltuğa yayılıp kocaman gülümseyerek yeni bir mesaj grubu oluşturdum. Yağmur'un ZAVALLI Arkadaşları, adlı grubu oluşturdunuz Bülent, Cenk, Ozan, Yaren adlı kişileri gruba eklediniz Yağmur : selam ezik zavallılar Yağmur : sizi özledim Yaren : selam aşk bahçemin nadide gülü "Bu grup ne ya? Mesaj atmayın, oyundayız." dedi Cenk sinirle. "Susun, Yağmur!" "Sessize al grubu." dedim kıkırdayarak. Yağmur : yarın bülenti görmeye gidek mi kahve içeriz :p Yaren : ha öyleli diyosunnnn Yaren : gidelim yaaa ordaki kahve ayrı bi tatlı oluyo Yağmur : bal gibi ballllll Bülent : Hop! Selam gençler Yaren : selam aşkımmmmmmm çalışıyon mu Bülent : Çalışıyorum sevgilim senin için daha sana protez tırnak yaptırıcaz Yaren : ohhhhh çalış aşkımmmmm Yağmur : JDSFALKSFJASLFASDFJLAFLSFD Yağmur : herifi şu şekil finanse köle yapacaksın Bülent : Hahahahadsfjsjdfa Yaren : aşk goncam yarın ne giyceksin :pppp Yağmur : giyinmek????? Yaren : ha öyleliiiiiii HDJKAHFSAJKDFHLSJDK Yaren : ayy senin şu dgünü planını da organize etmemiz lazım acil Ozan : susun bi ya maç kaybediyoz zaten Yağmur : kes ucube Yağmur : ay bu gece reşit olcam şaka mıııı Cenk : yağmur git bira getir sus Yağmur : neden mesaj attın söylemek yerine hani karşında oturuyorum ya amk Cenk : sanane len sen işine bak Cenk : yürrrü karı sen niye cevabı msj attın söylemek yerine şimdi ikile bira getir Ozan, grubun adını Ozan, ve Diğerleri olarak değiştirdi Ozan : yağmur bi de fıstık cips falan getir naş hadi Yağmur : biralarınıza tükürücem Yaren : KJFSADLKFJASDFLKFASŞASF Gülerek ayaklandım ve mutfağa yöneldim. Atıştırmalıklar ve yeni biralar alıp salona geçtim. Atıştırmalıkları sehpaya koyup eski şişelerini alıp çöpe attım. Birikmiş bulaşıklarını makineye yerleştirip etrafı topladım. Ocakları kir ve pas içindeydi. Yarım saat kadar ocaklarını temizledim ve ellerimi yıkayıp çıkışa yöneldim. "Ben gidiyorum, Ozan sen de bir an önce şu eve bir kız getir. Ben olmasam bitleneceksiniz bu evde." derken ayakkabılarımı giyiyordum. "Yağmur, süpürge tutmadın mı!" diye bağırdı Cenk içeriden. "Rica ederim, Cenk! Ellerim koptu ocağı temizlerken!" diye salona doğru gülerek bağırdım ve evden çıktım. Kapıyı çekip merdivenlerden indiğim sırada Cenk aradı. Bir an bir şey unuttuğumu düşünerek yukarıya geri çıktım ve kapıyı tıklattım. Cenk kapıyı açıp bana bir çikolata uzattı. "Teşekkür ederiz, tertemiz oldu mutfak. Ellerine sağlık." dedi gülümserken. Çikolatayı elinden alıp kocaman kıkırdadım. "Salak mısın?" dedim gülerek. "Lafı olmaz." "Görüşürüz." dedi sıcacık gülümseyerek. Ona el salladım ve hızla merdivenlerden indim. Mutluydum. Cenk'i çok seviyordum. Çikolatamı yolda yiyerek apartmana girmeden çöpe attım ve hızla apartmana girip eve çıktım. Kapıdan içeri girdiğimde babam koltukta oturuyor, televizyon izliyordu. "Cenk selam söyledi." dedim gülümseyerek. "Aleyküm selam, kaç gündür aramıyor hergele." dedi neşeyle. "Bir ara söyle, bizim dükkana uğrasın." "Tamam!" dedim ve heyecanla odama geçtim. Derin derin nefes aldım. Bora'nın sesini duyduğumdan beri bedenim istemsizce terliyordu. Kendimi duşa atıp uzun bir süre yıkandım. Duşta şarkılar söyledim, konserler verdim. Neşeliydim. Duştan çıkıp başıma havlu bağladım ve üzerimi giyindim. Mutfağa geçip babamla birkaç saat önce yediğimiz yemek tabaklarını makineye yerleştirip mutfağı toparladım. Salondaki yemek masasında kalan diğer bulaşıkları toparlayıp masayı temizledim. Odama geçmeden önce büyük bir bardağa uzun bir süre sıkmaya uğraştığım portakal suyundan koyup odama yöneldim. Masama yerleşip hızla onunla yaptığım röportajı tekrardan bir kağıda yazdım. Altına imza atması için bir boşluk bıraktım. Kağıdı şeffaf bir dosyaya koyup yarın kullanacağım sırt çantasına koydum. Kendimi yatağa bırakıp telefonumu aldım. Ozan, Ve Diğerleri Yaren : napiyonuz sıkıldım Ozan : bize gelin içek Yağmur : ben uyucam gelemem Yaren : ohooo hayır gelceksin Bülent : Ne yapsak acaba? Müsait misiniz Ozan ve Cenk? Cenk : müsaitiz kardeşim gelin yağmur kaldır götünü kalk gel sende Yaren : furkan beyi de mi alsak gruba :p Yağmur : ne alaka saçmalama artık JFSKAFSAHLSFDA Yaren : eğlence çıkar ya lütfennnn Cenk : almayın ya biz bize iyiyiz bence Bülent : Evet Cenk sana katılıyorum. Biz böyle güzel bir aileyiz. Ozan : bülent birader senin telefondan yapay zeka mı yazıyo amk ne biçim yazıyon Yaren : PATLADİM ADSJFHLASKJFASFDSFA Bülent : Hahaha :D İştekilerle sürekli böyle yazıştığım için alışkanlık oldu. Ozan : anladım kardeşim. Cenk : sdnfmscnjsadfnkjfhasdkjlfsa Yaren : hadi cenklerde toplanalım yağmur bende gece sizde kalırım sabah birlikte gideriz bayraklıya randevu aldım ordaki güzellik salonundan protez tırnak icin kocamın maaşı yattı Yağmur : olurrrr aşk bahçem benimle uyucağın fikri ile bu plana dahil olmaya karar verdim :p Yaren : hehe :ppp Cenk : hadi gelin beklioz Ozan : yenge güzel kız arkadaşın varsa çağırsana Yaren : benim yağmurdan başka kız arkadaşım yok Yağmur : benimde senden başka Bülent : Haha çok şekersiniz. Siz birbirinize yetersiniz Yağmur ve Yaren. Ozan : bülenti gruptan atın amk sinirimi bozuyo Cenk : AJFLSKDFJSDKLFJASDFKLJSFKASFDLAF Bülent : :DDDDDDDDDDD Yaren : kocamı size yedirmem ulennnnnnn Yaren : kocam da kocammm Bülent : Aşkım ben gelip seni alırım birazdan çıkıyorum evden beş dakikaya. Yaren : timam gelmişken çık yukarı annemle selamlaşırsın Bülent : Tamam hayatım. Beyler gelirken ne içmek istersiniz? Bu akşam bendensiniz. Ozan : Viski içmeyi çok isteriz. Cenk : Bizi çok mutlu edersin. Yağmur : bak içkiyi duyunca nasıl bülent gibi yazmaya başladı amk puştları Yaren : İŞİCEM SUS FASJKFLHSDJKLFASSAFDJFSDAAS Ozan : Bülent iyi ki varsın., Bülent : Sen de Ozan, teşekkürler. Cenk : Biz teşekkür ederiz, yetmişlik bir viski yüzümüzü tebessüm ettirir. Bülent : Tamam beyler, sizlere viski alacağım. Yağmur sen? Yağmur : bize yarenle şarap alsana enişte kırmızı olsun please Bülent : Tamamdır. Yağmur : thanks Yavaşça yerimden kalkıp saçlarımı kurttum ve saçlarımı topuz yaptım. Üzerimde siyah askılı bir atlet ve onun üstünde krem rengi salaş hırkam vardı. Altımda siyah bir eşofman altı vardı. Yüzüme biraz pudra sürüp hafif parfüm sıktım ve portakal suyumu bitirip mutfak lavabosunun içine bardağı bıraktım. Evden çıkmadan babama baktığımda salonda uyuyordu. Yavaşça anahtarımı ve telefonumu alıp ayağıma siyah spor ayakkabılarımı giyip kapıyı yavaşça çektim. Evden çıkıp Cenklerin evine geçtim ve kapıyı tıklattım. Ozan kapıyı açtığında anahtarımı girişe koydum ve yavaşça Ozan'a sarıldım. "Hoş geldin, manyak gevezem." dedi saçımı bozarken. Topuzum salaşlaşmıştı. Gülümseyerek yanından geçtim ve Cenk'in oturduğu koltuğa ilerleyip hızla yanına oturup yanağından sıkıca öptüm. Omzunu hafif kaldırıp yanağının öptüğüm kısmını omzuna sildi ve elindeki oyun konsolunu hızla üzerime doğru eğdi. "Yağmur, çekil! Yarış yapıyorum." dedi ve hızla konsolu direksiyon kullanıyor gibi diğer tarafa doğru eğdi. Sırtımı geriye doğru yasladım ve ayaklarımı sehpaya uzattım. Elime telefonumu aldım ve sosyal medyada gezinmeye başladım. Ozan masaya bardak ve atıştırmalık getiriyordu. Bana bir bira uzattığında telefonuma bakarken birayı alıp hızla bir yudum içtim. Ozan yanıma oturduğunda Cenk ile ortalarında kalmıştım. Ozan geriye doğru yaslandı ve telefonundan bahis oynamaya başladı. Kıpırdandım ve yavaşça başımı geriye doğru attım. "Size bir şey soracağım." dedim gözlerimi tavana çıkartarak. "Bir erkek bir kadında ne ister?" "Meme," dedi Ozan bahis yapmaya devam ederken. "Ve kocaman bir popo." diyerek güldü. Derin bir nefes aldım. Ozan başını bana çevirip bir an yüzüme baktı. "Ha, sen ciddi soruyorsun." Gözlerimi tavandan çekip başımı Ozan'a döndürdüm. Ardından yavaşça gülümsedim. "Ciddi soruyorum." "Bilmem," dedi ve duraksadı. "Yani, ne isteriz ki?" "Huzur isteriz, huzur." dedi Cenk yarış oyununu durdururken. Ardından geriye yaslanıp kolunu omzuma attı ve diğer eline birasını aldı. "Güler yüz isteriz, bize güvenilsin isteriz. Sürekli arayıp sorulsun istemeyiz." "Biri sizin dikkatinizi nasıl çeker?" diye sordum yavaşça. Ensemi Cenk'in koluna doğru bastırdım ve biraz kıpırdanıp iyice yayıldım. "İlk görüşte neye bakarsınız?" "Ben saçlarına bakarım, sarışınsa direkt dikkatimi çeker, eğer kızılsa direkt yürürüm." dedi Ozan sırıtarak. "Bakımlı olsun, makyajı olsun. Şık giyinsin." "Bence kızın doğal olması lazım, makyaj falan yapmasın. Yapay olmamalı. Gülüşü içten olsun, gülsün." dedi Cenk. "Hanginizinki doğru şimdi?" dedim kaşlarımı çatarak. "Saçımı sarıya mı boyatayım, yarın makyajsız mı gideyim?" "O ne istiyor, bilemiyorum. Tanımıyorum." dedi Cenk ve yavaşça omzuma attığı kolunu doğrultup eliyle saçlarımdan kavrayarak parmaklarını saç diplerimde gezindirmeye başladı. "Ama sen her halinle çok güzelsin." "Bence de Yağmur," dedi Ozan bize bakıp gülümserken. "Seni olduğun gibi sevsin, sen öyle yapmıyor musun?" "Bu hep sakalsız sarışın severdi," dedi Cenk keyifle. Saçlarımı okşaması ile gözlerim ağır ağır kapanıyordu. "Şimdi beğendiği adama bak bir de." "Yani, doğru." dedim gülümseyerek. "Sanırım insanı beklemediği yerden vuruyor kalbi." "Vuruldun mu cidden?" dedi Ozan gözlerini kocaman açarak. "Cenk, o akşam şirketin önünde karşılaştığımızda herif özellikle sana kurulmuş gibiydi yalnız." "Ben de fark ettim." dedi Cenk gülümseyerek. "Beni tehdit olarak mı gördü acaba?" "Saçmalama," diye kıkırdadım. "Ben onun için bir şey ifade etmiyorum ki." "Bilemeyiz." dedi Cenk ve yavaşça kolunu çekip ayaklandı. "Kapı çalıyor, geldiler." Olduğum yerde derin bir nefes alıp başımı bastırdığım koltuktan yavaşça Ozan'a çevirdim ve dudaklarımı birbirine bastırdım. "Sence beni sever mi? Yani, çabalasam, olur mu?" "Her ne olursa olsun, biz buradayız. Ama çok yorulacaksın." dedi yavaşça. "Hırpalanacaksın, biliyorsun değil mi? Bunu göze aldın mı?" Başımı onaylar anlamda yavaşça salladım. Elimden tutup yavaşça öptü. Senin için çöllere sular taşıyacağım, Bora. Senin için depremleri ellerimle durduracağım. Senin için yeşillerine papatyalar sereceğim. Bulutların üzerini beyazlara boyayacağım. Lekeleri tek tek avcumun içi ile sileceğim. "Ay, ay, ay! Kimleri görüyorum?" dedi Yaren ellerini iki yana açarak. Üzerinde eşofmanları vardı. Saçları at kuyruğuydu. Makyajı yoktu. Güzeldi. Yaren çok dikkat çekiciydi. Fiziği çok iddialıydı. Cildi pürüzsüzdü. Bir elinde şarap tutuyordu. Yerimden kalkıp hızla ona sarıldım. Bülent hemen arkasından gelip Ozan'ın yanına oturdu ve selamlaştı. "Hoş geldiniz," dedim gülümseyerek. "Şarabımıza bakayım, en sevdiğimden almışsınız!" "Tabii ki nadide goncam, ne sandın?" dedi ve gülümseyerek şarabı sehpaya bıraktı. Bülent elindeki poşeti koltuğun yanına bırakmıştı. Yaren onu alıp içindekileri çıkartıp masaya bırakmaya başladı. "Cenk! Buz getir bebeğim!" diye bağırdı mutfağa doğru. Viskiyi açıp bardaklara doldurmaya başladı. Bülent ve Ozan sohbet ederlerken, yavaşça balkona doğru baktım. Gökyüzü karanlıktı. Yıldızlarım parlamıyordu. Günahlarımı akıtamıyordum. Onu düşünüyordum. Onu istiyordum. Derin bir nefes alıp hızla Yaren'in yanına, sehpaya doğru eğilip yerde bağdaş kurdum ve şarabı açarak kadehlere doldurdum. Yaren viskileri doldurup Ozan ve Bülent'e uzattı. Bülent ve Ozan iddia hakkında hararetli ve heyecanlı bir şekilde birbirlerine maç tüyoları veriyorlardı. Cenk geldiğinde koltuğa oturup konsolu eline aldı. "Bülent, kapışalım mı?" dedi ve televizyona bağlı oyun konsolundan futbol maçı açtı. Bülent heyecanla diğer konsolu aldı ve televizyondan oyun oynamaya başladılar. Ozan heyecanla onları izliyordu. Aralarında iddiaya girmişlerdi. "Ay, aşk bahçem!" dedi Yaren kıkırdayarak. "Yarın gidiyoruz değil mi?" "Ben aradım onu." dedim yavaşça dudaklarımı birbirine bastırarak. "Ödevime imza atmanız gerekiyor diye salladım. Yarın gel atalım, dedi." "Ne?" dedi ve kocaman bir kahkaha attı. Yaren'in gülmesi ile Bülent başını televizyondan çekip onun hemen dibinde, sehpaya doğru oturan Yaren'in başından öptü. "Çok güzel gülüyorsun." dedi Bülent neşeyle. Ardından hızla oyunla ilgilenmeye geri döndü. Yaren birkaç saniye Bülent'e dönüp şirinlik yaptı ve tekrardan bana çevirdi başını. "Sana inanamıyorum, Yağmur." dedi gülerek. "Ne giyeceksin?" "Bilmiyorum, elbise mi giysem?" "Dur bir düşüneyim." dedi kaşlarını çatarak. "Şu kırmızı elbiseni giy, askılı olan." "Yok hayatım, bir jartiyer olacaktı bende, o daha uygun olur gibi." dedim bıkkınlıkla. "Saçmalama, Yaren." "Ya, giy işte! Akşama dışarı çıkarız hem, kutlarız." dedi ve şarabından hızla bir yudum aldı. "Kırmızı ruj da sür, saçlarına maşa yaparız. Cillop gibi olursun." "Bakarız." dedim ve derin bir nefes aldım. "Acaba şu an karısı ile öpüşüyorlar mıdır?" "Ya, Yağmur." dedi ve başını geriye atıp gülmeye başladı. "Ne salaksın ya!" Kıkırdayarak şarabımdan içmeye başladım. Antidepresan kullananlar bilir, göz göre göre kandırılmayı. Mutluluk ilacı adı altında küçük bir kimyasalı nasıl yutturduklarını, Uyuşturulmayı. Vücut hissizleşir, beden dökülüverir aklın karmaşası eşliğinde yatağa. Ardından saatlerce uyulur ya da düzlüğe karşı durulur. Göz göre göre aldanmaktır, aldatılmaktır antidepresan. Benim antidepresanım da ailemdi. Bu insanlar benim için hayatı bırakmama, terk etmeme nedenlerimdi. Yaren ve Cenk olmasa belki de çoktan çıkar giderdim hayat oyunundan. Onlar benim her zaman için en büyük dayanaklarım oldular. Her zaman yanımda oldular. Beni yargılamadılar, beni yargılatmadılar. Ağlasam, hemen koştular. Gülsem, benimle güldüler. Onlara hayatımda hiç bu kadar çok ihtiyacım olmamıştı. Gece yarısına kadar oturup Yaren ile dertleştik. Bülent, Cenklerde kalıp oyun oynamaya devam ederken, biz Yaren ile bana geçtik ve kahve yapıp balkona çıktık. Balkon kapıları açık olduğu için onları oyun oynarken izliyorduk. Kahvemi iki elimle sıkıca tuttum ve yavaşça üfleyerek bir yudum aldım. Yaren karşımdaki sandalyede oturuyor, bedeni Cenklerin balkonuna dönük bir şekilde sigara içiyordu. "Sence ben annem gibi mi olacağım?" dedim yavaşça bir yudum alırken. Ardından kahveyi masaya bıraktım ve ağır bir şekilde gülümsedim. Yaren gözlerini kocaman açarak bedenini bana döndürdü ve hızla elimi tutup avuç içimi sıkıca tuttu. "Ne söylüyorsun sen?" dedi şaşkınlıkla. "Sakın böyle düşünme." Ona bakıp dudaklarımı birbirine bastırdım ve yavaşça gülümsedim. "Kalbime engel olamıyorum," dedim ve derin bir nefes alıp gökyüzüne baktım. "Sence ben kötü birisi miyim?" "Yağmur," dedi ve hızla yerinden kalkıp yanıma geldi ve oturduğum sandalyenin dibine diz çöküp ellerini bacaklarıma götürdü. Bacaklarımı sıkıca ovdu. "Sen benim meleğimsin. Seni kimselere yedirmem. Sen mutlu olmayı çok hak ediyorsun." "Ediyorum, değil mi?" dedim ve hızla ellerimle gözlerimi ovuşturdum. "Ben sadece biraz sevilmek istiyorum." "Sevileceksin, bebeğim. O adamı sana bağlayacağım. Gerekirse büyü bile yaparım." dedi ve ayaklanıp gülerek yerine oturup sigarasını içmeye devam etti. Ağlarken bir anda gülmeye başladım ve hızla kahvemi elime aldım. Gözlerimi yukarıya çıkarttım gülerken. Çiy kadar narin bedene sertçe üfleyip bedeni yıkık dökük bir yığıntıya çevirmekti benimkisi. Hislerimdeki hırsın yerine yumuşak bir şefkat oluk oluk dolmaya başlamıştı. Sabah uyandığımda gözlerimi kırpıştırarak doğruldum. Yaren'in kolu üzerimdeydi. Uyuyordu. Yavaşça kolunu kenara çekip doğruldum ve yataktan kalktım. Saate baktım, babam çoktan işe gitmişti. Gözlerimi ovuşturarak lavaboya gidip yüzümü yıkadım. Mutfağa yönelip kahve makinesinin tuşuna bastım. Tezgaha oturup birkaç dakika mutfak dolaplarına baktım. Kahve hazır olduğunda yere bacaklarımı bıraktım ve kahveyi bardağıma doldurup odama döndüm. Balkon perdesini yavaşça açıp balkon kapısını açtım ve perdeyi geri kapatarak balkonda çıktım. Sandalyeye oturdum ve gökyüzüne baktım. Yağmurluydu. Kocaman bir nefes aldım. İçime nefes doluyordu. Yağmur damlalarına bakarak keyifle yerimde yayıldım. Sigara yakıp gözlerimi kapattım. Yağmurun sesi ile tekrar uykuya dalmak üzereydim. "Günaydın, bücür." sesi ile kaşlarımı çattım ve derin bir nefes alarak gözlerimi açtım. "Neden böldün? Yağmur meditasyonu yapıyordum." dedim ve sigaramdan içtim. Balkonda yere oturdu ve telefonuyla ilgilenmeye başladı. "Götünde solucan mı var? Sandalyeye neden oturmuyorsun?" "Ben de beton zemin meditasyonu yapıyorum." dedi gülerek. Kahvemi içerken, sigarayı küllüğe söndürdüm ve elime telefonumu aldım. Telefonum titrediğinde şaşkınlıkla ekrana baktım. Bora Acar : Hey, çocuk. Bora Acar : Dün dört dedim ancak bir saate gelebilirsen çok güzel olur. Hızla ekranımı kapattım ve telefonumu masaya ters bir şekilde koydum. Derin bir nefes aldım ve telefonumu alıp yerimden kalktım, koşarak odama girdim. "Yaren! Kalk!" diye bağırdım heyecanla. Yaren kaşlarını çatarak gözlerini açtı. "Biri ölmediyse uyandırma, rahatım yerinde." dedi uyuklarken. "Bora yazdı!" dedim heyecanla. Yaren hızla doğruldu. "Ver bakayım." dedi ve telefonumu eline aldı. Çatık kaşları ile birkaç saniye telefonuma baktı. "Şimdi mi?" dedi şaşkınlıkla. "Kalk, hazırlan hemen." "Of, ne giyeceğim?" dedim ve hızla dolabımı açtım. Saçımı kaşıyarak kıyafetleri tek tek yatağa atıyordum. "O kırmızı elbiseyi giyeceksin." dedi ve balkona çıkıp yarım bıraktığım kahvemi içmeye başladı. Cenk ile sohbet ettikleri sırada ben telaşla aynada üzerime kıyafet tutuyordum. Yaren en sonunda içeriye geçip üzerime zorla askılı, dizlerimin üzerinde biten kırmızı elbiseyi giydirdi. Bir süre kırmızı ruj sürüp sürmeyeceğim hakkında kavga ettik. En sonunda parlatıcı sürmemi kabul etti. Gözlerime hafif kahve tonlu bir makyaj yaptım. Gözlerimi yaptığım sırada Yaren zorla saçlarıma maşa yapıyordu. Hava hafif estiği için siyah kabanımı üzerime giydim ve çantamı elime aldım. Yaren hızla gece benden aldığı pijamaları çıkartıp dün akşam gelirken giydiği kıyafetleri giyip saçlarını taradı ve üzerine ceketini giydi. "Bak, oldu mu?" dedim heyecanla. Yaren beni eliyle döndürdü ve kıyafetimi inceledi. "Parfüm de sık." dedi ve bir anda üzerime parfüm bocalamaya başladı. Öksürerek eline vurdum ve hızla odadan çıktım. "Allah cezanı versin!" diye bağırdım ve çıkışa yöneldim. Altıma siyah botlarımı giydim ve çantama anahtarlarımı tıkıştırdım. "Çok güzel oldun!" dedi heyecanla ve ayakkabılarını giydi. "Büyü yapmama gerek kalmayacak." Derin bir nefes aldım. Heyecanlıydım. Evden çıkarken sürekli olarak kalbimi tutuyordum. Kalbim duracak gibi hissediyordum. Onu sakinleştirmeye çalışıyordum. Taksiye bindiğimizde başımı geriye doğru atıp derin bir nefes aldım. "Saçlarım bozuldu mu?" dedim yağmurda kısa bir süre ıslandığımız için. Yaren saçlarımı elleri ile düzeltti. "Yok yok, iyi." dedi kaşları çatık bir şekilde saçlarıma bakarak. "Yağmur ya, kırmızı ruj sürseydin keşke." "İşi var demek ki," dedim ve gülümsedim. "Ben oturur bir şeyler içeriz diye düşünmüştüm." "Bilmiyorum ya, ben de öyle olacak zannettim. Umarım işi yoktur, seni daha erken görebilmek için çağırmıştır." dedi kıkırdayarak. "Sen bir bahane bulup yarın tekrar gidersin en kötü." "Furkan ile yattığımızı düşünmesi, peki?" diyerek kahkaha attım. Yaren hızla bacağıma vurdu ve güldü. "Sus! Onu sorarsa kaçamak cevaplar ver." dedi gülerek. "Kıskansın bakalım." Başımı dışarıya çevirdim. Yağmur damlaları taksinin camlarına doğru çarpıyordu. Damlaları takip ettim bir süre. Yaren bu sırada Bülent'i arayıp geleceğimizi haber verdi. Kulelerin önünde taksi durduğunda hızla para çıkarttım. "Bendensin, Bülent bana harçlık verdi." dedi Yaren gülerek ve hızla taksi şoförüne ücreti uzattı. Gülerek arabadan indim ve hızla içeriye doğru ilerledim. Yaren hemen arkamdan geliyordu. "Ben girişteki kahvecideyim, sen koş!" dedi ve son bir kez bana baktı. "Sakın ağlayarak çıkma ofisten, döverim seni." dediğinde başımı onaylar anlamda salladım ve hızla içeriye geçtim. Resepsiyona Bora için geldiğimi söylediğimde kısa bir süreliğine onu arayıp onay aldılar. Şirkete girip asansöre yöneldim. Birkaç kişi ile birlikte binmiştim. Onlara yavaşça başımla selam verdim ve Bora'nın katına bastım. Kapı açıldığında hızla çıktım ve telaşla odasına doğru ilerledim. Kapısının önünde birkaç saniye durup derin derin nefes aldım. Birkaç kez tıklatıp kapısını açtım. Bora masasında oturuyordu, gözleri bilgisayarındaydı. Merhaba. Seni görmek çok güzel. Sakalları gür ve siyahtı, gözlerinin yeşilleri ortaya çıkıyordu. Üzerinde beyaz gömleği vardı. Gömleğinden büyük kolları şişmiş, sıkıca gömleğini germişti. Bir anda heyecanla kollarına ve büyük omuzlarına bakarak duraksadım. Afallamıştım. Adım atamıyordum. Başını bilgisayardan çekip bana baktı ve yavaşça yerinden kalktı. Minik adımlarla ona doğru ilerledim ve yavaşça elimi uzattım. Elim titriyordu. "Merhaba," dedim havada asılı elim uyuşurken. Eliyle elimi sıkıca kavradı. Elinin içinde elim kaybolmuştu. Yeşilleri gözlerimle kavuşunca, heyecanla gülümsedim. "Hoş geldin, kusura bakma erken çağırdım." dedi ve elimi yavaşça bıraktı. Sertçe yutkunup deri koltuğa oturdum. Bacaklarım tutmuyordu. Acele bir şekilde çantamdan kağıdı çıkarttım ve masasına koydum. "İmzalarsanız, ben hemen gideceğim." "Acelen mi var?" dedi ve karşımdaki koltuğa büyük ve güçlü bedenini bıraktı. Yeşilleri hafif şaşkındı. Gözlerinin yeşili etrafındaki çemberler ince bir kahverengiydi, yalnızca tepesi yemyeşil, gerisi kahverengi olan bir dağı anımsatıyordu. Gözlerim bacaklarına kaydı. Bacakları hafif aralık duruyordu. Siyah kumaş pantolonuna baktım. Bacakları olgun ve güzel duruyordu. Gömleği kumaş pantolonunun içindeydi. Siyah kemerine baktım. Belini sarmalıyordu. Derin bir nefes alıp boğazımı temizledim ve kağıdı masadan alarak ortamızdaki sehpaya bıraktım. "Evet, ben gideceğim hemen." dedim telaşla. Bedenim zonkluyordu. Ona bakamıyordum. Hafif öne doğru eğilip sehpadaki kağıda uzandı. Büyük eliyle onu kavradı ve gözlerini kağıtta gezdirdi. Masasına döndüğünde yan profiline baktım. Siyah saçları yoğun ve hafif dağınıktı. Sakallarının çokça uzadığını fark ettiğimde istemsizce yerimde kıpırdandım. Masasından bir tükenmez kalem aldı ve kağıdın alt köşesine imza attı. Kağıdı tekrardan masaya bıraktı. Gözlerim onu adım adım izliyordu. Telefonunu eline alıp derin bir nefes verdi ve kulağına götürdü. "Geldin mi? Tamam." dedi ve kapattı. Geriye doğru yaslandı. Birkaç saniyeliğine çıplak bacaklarıma bakıp hızla gözlerini tekrardan gözlerimle kavuşturdu. O an bedenim kavrulmaya başladı. Bacaklarım karıncalanmıştı. "Titriyorsun." dedi yavaşça. "Üşüdün mü?" "Yok, hayır." dedim ve boğazımı temizledim. "İki dakika beklersen, Azra gelecek." dediğinde gözlerim kocaman açıldı. Birkaç saniye düz bir şekilde Bora'ya baktım. "Neden?" dedim düz bir şekilde. "Senden özür dileyecek." dedi ve geriye doğru yaslanıp ellerini karnının hemen altında birleştirdi. "Gerek yok," dedim ve hızla masasına uzanıp imzaladığı kağıdı aldım. Ayağa kalkıp ofisinin çıkışına doğru ilerledim. "Teşekkürler." diyerek ofis kapısını bir anda açtım. Karşımda Azra'yı görünce duraksadım ve yavaşça kapıdan çekilip içeri girmesini sağladım. "Merhaba, Yağmur." dedi ve içeri geçip bana döndü. "Gelsene, konuşalım." "Hiç gerek yok." dedim telaşla. Adımı bilmesi beni şaşırtmıştı. "Gel, lütfen." dedi Azra tekrardan. "Bir kahve içelim, konuşalım." "Ne gerek var?" dedim bıkkınlıkla. "Özür dilerim senden, seni çok yanlış anladım ben." dedi ve elini bana doğru uzattı. "Gel canım, oturup konuşalım." Şaşkınlıkla bana uzattığı eline baktım ve gözlerimi Bora'ya çevirdim. Bize bakmıyordu. "Özrünüzü kabul ediyorum." dedim bir çırpıda. "Sorun değil." "Gel lütfen, sohbet edelim." dedi eli havada asılıyken. Yavaşça gülümsedim. "Israr etme kıza, istemiyor belli ki." dedi Bora oturduğu yerden. Gözlerim ona kaydı tekrardan. Elindeki kalemi parmaklarıyla kavramış, kaleme bakıyordu. "Gerçekten, hiç sorun değil." dedim ve ofis kapısından çıktım. Çok güzeldi. Saçları sapsarı, güneş gibiydi. Altında pembe bir pantolon vardı. Üzerinde beyaz gömleği, tenine çok yakışıyordu. Ayağında beyaz yüksek taban spor ayakkabılar vardı. Tırnakları pantolonu ile aynı renkte pembeydi. Parmağında kocaman bir alyansı vardı. Makyajı çok güzeldi. Çok asildi. Hey, Azra. Senden nefret ediyorum! Keşke, keşke seni ellerimle boğabilsem. O ince uzun boğazını sıkıca tutup seni nefessiz bırakabilsem. O parlak saçlarını tek tek yolabilsem. Keşke, keşke seni öldürebilsem. Asansöre basmadan, koşarak merdivenlere yöneldim. Elimle hızla ağzımı tuttum. Hıçkırmaya başlamıştım. Basamakları hızla iniyordum. Elimdeki kağıdı hızla yırttım ve alt kattaki çöp kutusuna doğru fırlattım. Koşmak, kaçmak istiyordum. "Yağmur!" dedi Furkan yanıma gelerek. "Naber ya?" Hızla Furkan'a sarıldım ve sessizce ağlamaya başladım. Furkan elini belime götürdü ve yavaşça belimi ovaladı. "Tamam, gel. Ağlama. Konuşalım bir." dedi yavaşça. Kollarımı boynundan çekip hızla göz yaşlarımı sildim. Furkan'ın koluna girip odasına geçtim. Hızla balkona çıktım ve sandalyeye oturup titreyen ellerimle çantamdan sigara almaya çalıştım. "Al, bunu." dedi yakılmamış bir sigara uzatırken. Ellerim o kadar çok titriyordu ki, sigarayı kavrayabilmem birkaç saniye sürdü. Alıp telaşla ateşledim ve gözlerimi sıkıca kapatıp derin bir nefes aldım. "Kötülüğü severim sandım," dedim gözlerim kapalı bir şekilde. "Furki baksana, sanırım ben kötülükten vazgeçiyorum. Çünkü onunla savaşacak kadar güzel değilim." "Onunla mı? Buraya mı gelmiş?" dedi şaşkınlıkla. "Ne oldu, anlat." "Benden özür diledi, o günkü olay için." dedim ve gözlerimi yavaşça açıp gülümsedim. Burnumu çekmeye başladım. "Geldi benden özür diledi, bana elini uzattı. Elini havada bıraktım. Ama o Bora'nın yanına çok yakışıyordu." Furkan derin bir nefes aldı ve geriye doğru yaslandı. Birkaç saniye bana baktı ve sigara yaktı. "Yağmur," dedi Furkan telaşla. "Bu kadar üzüldüğünü bilmiyordum, keşke daha önce söyleseydim." dedi ve sıkıntılı bir nefes verdi. "Neyi?" dedim göz altlarıma akan rimeli silerken. "Bora birkaç gündür ofiste sabahlıyor." dedi ve sigarasından sertçe bir duman aldı. "Buna sevinir misin, bilmiyorum ama." diyerek yavaşça gülümsedi. "Neden sabahlıyor?" dedim hızla burnumu silip. "Küsler mi?" "Küsler." dedi ve yavaşça boğazını temizledi. "Sanırım boşanacaklar." Antidepresan kullananlar bilir, göz göre göre kandırılmayı. Uyuşturulmayı. Belki de şu an ihtiyacım olan tek şey, bir kutu antidepresanı tek seferde içerek ölmektir. Sisli bir sokaktaydım sanki. Etraf buğulu, yel insanı ürpertecek bir nefesle çığlık atıyordu. Gözlerimi kırpıştırdım ve kocaman gülümsedim. Gülümsememin ardında çok derin bir acı ağlıyordu. Sinirlerim bedenime hükmetmiş, tenimde kaldıramayacağım şeyler yüküm sürüyordu. "Sevinmemeliyim, değil mi?" dedim gülümserken. Gözlerimdeki buğular azalıyor, etraftaki renkler canlanıyordu. "Bilmem," dedi yavaşça bana gülümserken. "Sevinsen sorun olmaz herhalde." Hey Bora, Sana söz veriyorum. Kalbimin her yanlış atışında, İçimdeki siyahlar böyle böyle akıp gidecek. Öyle pis ki orası, yüzüstü yattığımda iğrenç bir çamur kokusu alıyorum oradan. Kalbimin çukurlu yüzeyi, çamurla kaplanmış. Bataklığa dönüşmüş, yavaş yavaş ayak bileklerimden sarılıyor bana. "Ben seni daha fazla tutmayayım." dedim ayaklanırken. Ağlamam solduğu için dışarı çıkmaya hazırdım. "Lütfen haberleşelim, görüşelim." "Mutlaka." dedi gülümseyerek. Ofisinin kapısına kadar bana eşlik etti. Kapıdan çıkıp koridora doğru ilerlediğim sırada durup Furkan'a döndüm. "Bunlar hep aramızda, değil mi?" dedim sıkıca gülümserken. Yanıma doğru gülerek geldi ve bana sıkıca sarıldı. Şaşkınlıkla ellerimi sırtına götürdüm. Belimden sıkıca tuttu ve diğer elini sırtıma doğru çıkartıp sırtımı kavradı. Kollarının arasında sıkışıp kalmıştım. "Seninki geliyor, samimi ol." dediğinde gözlerim daha da açıldı ve istemsizce kocaman bir kahkaha attım. "Geliyor." Bedenlerimizi ayırdığı sırada, gülerek ona bakıyordum. Şaşkındım. Mutluydum da. "Sen gitmedin mi?" dedi Bora ve Furkan'a bakıp başıyla selam verdi. "Yok, gideceğim şimdi." dedim ve istemsizce gülerek elimle ağzımı kapattım. Furkan'a döndüğümde keyifli bakıyordu. "İyi, ben birkaç evrak imzalayıp çıkacağım. Bırakayım seni." dedi ve Furkan'a bakmadan karşıdaki bir ofise girdi. "Furki," dedim gülerek. "Bir değişik baktı sanki." "Sormadı bana hiç, o geceyi." dedi gülerek. "Normalde biri ile birlikte olduğumu duysa sorar eder, benimle uğraşırdı." "Makyajım nasıl?" dedim heyecanla. "Akmış mı göz altlarım?" "Dur," dedi ve baş parmağı ile yavaşça göz altıma bastırdı. Göz altıma parmağını sürttüğü sırada gözlerimi yukarı kaldırdım ve gülümsedim. "Yağmur?" dedi Bora. Furkan hızla parmağını gözümün altından çekti. Başımı ona çevirdim. Büyük eliyle geriye doğru uzattığı kapının kolunu çekip kapattı. Ardından bedenini yana çevirdi. "Gidelim, hadi yürü." dedi ve koridorda yürümeye başladı. Yürürken kumaş ceketini üzerine geçirdi. Sırtına bakarak salya akıtıyordum. Kendimi toparlayıp Furkan'a el sallayarak peşinden koşuşturdum. Asansörü çağırdığı sırada durup bir an bana baktı ve yavaşça gülerek önüne döndü. Kokusu buram buram ciğerlerimi öpüyordu. Asansöre bindiğimizde aynadan hızla kendime baktım. Bora zemin kat tuşuna basmıştı. Gözlerim hafif kızarıktı, ancak ağladığım belli olmuyor gibi hissetmiştim. Saçlarımı düzelttiğim sırada aynadan onun yansımasına baktım. Aynada sırtını görüyordum. Omuzlarına baktım. Yavaşça arkamı döndüm ve karşıya bakarak beklemeye başladım. "Furkan ile iyi anlaştınız." dediğinde başımla onu onayladım ve asansör kapısına bakmaya devam ettim. Yeşillerine bakmaya korkuyordum. "Sevmiş seni." dediğinde başımı yukarı kaldırıp ona çevirdim. "Benim hakkımda mı konuştunuz?" diye sordum heyecanla. Dudakları yukarı kıvrıldı ve başını eğerek bana döndürdü. "Senin hakkında konuştuk." "Ne konuştunuz?" dedim heyecanla. Bana bakarak gülümsediği için istemsizce kıkırdadım ve hızla başımı yere indirip yere baktım. "Genel geçer konuştuk, çocuk." dedi düz bir şekilde. Ses tonu o kadar etkileyiciydi ki, bir an bacaklarım tekrardan karıncalanmaya başladı. Yerimde duramıyordum. Kıpırdanıp duruyordum. Asansör kapısı açılınca yavaşça çıkıp benim önüme geçmesini bekledim. Onu arkadan izlemeyi seviyordum. Onun bir sapığı gibi olmuştum. Şirketten çıkmadan önce birkaç kişi ile selamlaştı. Ona hayranlıkla bakıyordum. Arabasına doğru ilerlediği sırada peşinden onu minik minik takip ediyordum. Arabasına bindiğimizde yavaşça kemerimi bağladım ve çantamı ayaklarımın arasındaki boşluğa bıraktım. Arabayı yola çıkartmak için büyük elinin avuç içini direksiyona sertçe bastırıp direksiyonu döndürdü. Ona bakarak yavaşça gülümsedim. İçim hoplamıştı. "Azra teyzeyi siz eve bırakmadınız herhalde, kendi gitti." dedim eline bakarken. Elinin büyüsü ile ağzım aralanmıştı. Arabayı yola çıkartıp direksiyonu serbest bıraktı ve tek eliyle tutup kavradı. Başımı ona çevirdiğimde dümdüz, ifadesiz yüzü yolla ilgileniyordu. Yan profilini inceliyordum. Yavaşça dudakları yukarı kıvrıldı ve dudaklarını yaladı. Yeşilleri yoldaydı. Sonrasında bir anda başını hafif aşağı eğerek yavaşça güldü. Güzelliği ile afallarken, güldüğünde beliren göz kenarlarındaki kırışıklıkları saymak istedim. Onları bir çırpıda öpmek istemiştim. Onun gülmesi ile kıkırdadım ve camdan dışarıya baktım. İzmir'in ikiz kuleleri sanki çok güçlü bir depremle yıkılmıştı. Toprak sanki herkesi savuruyor, sanki kızıyordu bize. Bana, Sana, Bize, Düzene. Her şeye kızıyordu belki de. Ağlamalı mıyım? Öfkeli miyim? Mutlu muyum? Kirli yosunun son anda kelimelerle öpüşüp berraklaştığı yeşil gözleri gülümsüyordu. Gülümsemesi kalbimi öpüyordu. Kalbimin her yanlış atışında, Birincisi, Azra'yı öldürmek istediğim için. İkincisi, kendimi öldürmek istediğim için. Hey, Bora. Bu çivileri bu duvarlar yıkılana kadar burada asılı tutacağım. Seni alacağım, Bora. Üçüncü çivi de seni çalacağım için! "Sizden öncekiler şu sebeple helâk oldular; onlar, şerefli bir kimse hırsızlık yaptığı zaman, hırsızı serbest bırakırlar. Güçsüz bir kimse hırsızlık yapınca da, ona ceza uygularlardı." Hırsızlık sâbit olunca, el kesme (had cezası) uygulanır. Günah havuzunda boğulmak pahasına, Çürümüş, üzerine birkaç damla zehir damlatılmış bir elmayı kim ısırır? Ya da onu kim avuçlarında tutar? Zehirli elmanın tadını alanlar onu neden bırakamaz? Bedenimi uyuşturdun mu, Bora? Beni bağladın mı kendine? "Yemek yiyelim mi?" dediğinde camdan dışarıya bakmayı durdurup yan profiline baktım. "Yiyelim." dediğimde birkaç saniye bana baktı ve yola çekti yeşillerini. Bu teklifini genelde kabul etmezdim, buna şaşırdığını düşündüm. "Ne yemek istersin?" diye sorduğunda alt dudağımı büzüp karşıdaki yola baktım. "Size bırakıyorum." dedim ve elime telefonumu aldım. Ozan, Ve Diğerleri Yağmur : ask bahcemin solmuş çiçekleri napıyonuz Yaren : aşkitom bülentle oturuyoz şirkette işte alt kattaki starda kahve içiyoz o işe döncek birazdan ben tırnak yaptircam sen naptın eve mi döndün yoksa Yaren : ne kadar uzun bir imza atma faslı oldu bu böyle :p Yağmur : kocamla evlendirme dairesine gidiyoruz bu imza yetmedi Yağmur : bir imza da evlilik cüzdanına atıcaz Cenk : uğraşırdım senle de neyse Yağmur : söyle söyle zaten evli de Cenk : zaten evli Ozan : KSJFALKSDFJLAKSDFAŞSKLFJ Yağmur : piç Yaren : bişi dicem cidden nereye aşkımmmm Yağmur : yemek yicez :p Yaren : opsiyonel mi Yağmur : ssessiz ol Ardından özel olarak Furkan'a mesaj attım. Yağmur : furki beni arar mısın 15 dkya falan Furkan : Şimdi olmaz, bir iki saate arasam? Yağmur : yuhhhhhh tmm Tekrardan ortak grubun sohbetini açıp mesaj attım Yağmur : cenk insanı beni 15-20 dk içinde ara Cenk : sebep??? Yağmur : sesini özledim aq ara işte işim var Cenk : ok Arabayı durdurduğunda gülerek ekranımı kapattım ve arabadan indim. Onun dışında bir şeylerle ilgilendiğimi düşünmesini istiyordum. Aklımın fikrimin onda olduğunu fark etmesi, onun açısından rahatsız edici olabilirdi. Benden korkmasını, benden rahatsız olmasını istemiyordum. Yıkık dökük bir kalenin altında durmaya cesaretin var mı? Her an altında paramparça olabileceğin tuğlaların altında saatlerce oturabilecek kadar lekeli mi umutların? Eğer öyleyse, sana hayata tutunmak için bir tavsiyem var. Âşık ol. Âşık olmak, ölmek istemeyi deliler gibi arzularken bile hayata daha sıkı tutundurur seni. Her şey rengarenk, aynı zamanda zift lekesi gibidir. Bitkiler zengin bir suyla beslenmiş, aynı zamanda zehirle öldürülmüş gibidir. Âşık olmak, ne siyah ne beyaz gibidir. Kahverengidir onun rengi. "Çok güzelmiş." dedim heyecanla etrafa bakarken. Büyük camlı bir mekandı. İnsanlar çok şıktı. Denizin dibindeydi. Masalardaki şık vazolarda kocaman, renk renk çiçekler vardı. "Nasıl gidiyor?" dediğinde masadaki çiçeği koklamayı bırakıp gözlerimi ona çıkarttım. Bir an duraksayıp geriye yaslandım. "Bıraktığınız gibi." dedim ve gülümsedim. Yavaşça dudaklarını yukarı kaydırdı. Yeşilleri kısıldı. Nefesim kesildi, dünya durdu. "Ben de," dedi gülümserken. "Bıraktığın gibiyim." "Azra teyzem nasıllar?" dedim ve masadaki çiçeklerden bir tanesini çekip yavaşça elimle döndürmeye başladım. "İyilerdir, umarım." "Bilmem," dedi ve geriye doğru yaslandı. "Azra teyzeni senden özür dilesin diye çağırdım, sen gittikten sonra o da çıktı." Hey, Bora. Bana kendini mi açıklıyorsun? "Küs müsünüz?" dedim çiçeğin yapraklarına parmağımı dokundurarak. Ona bakmayı istemiyordum. Ona bakamıyordum. "Değiliz," dediğinde bir saniyeliğine yeşillerine çıktı bakışlarım. Sonrasında tekrar indirdim gözlerimi. "Toparlarız yani, sorun yok." Hey, Bora. Aşk ne demek? Aşk insana neler yapar? Nasıl hissettirir? İçten öldürür, dıştan güçlüdür. Onu unutursun, ama her an aklındadır. Ona benzeyen insanlar bulmak istersin hep. Baktığın herkesi o sanar, fakat kimseyi onun yerine koyamazsın. O, her gece bir kadına sarılmış uyurken, Yapayalnız, Öksüz, yetim, sevgisizsin. Ama, ölmezsin. Çünkü onu göreceğin ihtimali vardır her zaman. Ölürsen, onu bir daha nasıl göreceksin? İşte bu yüzden, tavsiyemi dinle ve aşık ol. Çünkü yalnızca aşık birisi yıkılmak üzere olan tuğlaların altında ezilmekten korkmaz. Korkma, git ona. Çiçeği elimden bıraktım ve yavaşça masada geriye doğru yaslanıp gözlerimi gözlerine bağladım. Gözlerim cayır cayır yanıyordu. Ona o kadar hırsla bakmıştım ki, bir an gözlerimi kapatıp birkaç saniye soğumalarını bekledim. Sonrasında tekrar açarak yavaşça gülümsedim. "Allah ayırmasın." dedim gülümseyerek. "Allah ayırmaz." dedi ve geriye doğru gerindi. "Belli olmaz." dedim başımı onaylar anlamda sallarken. Gözlerimiz birbirleriyle adeta kavga ediyordu. Bakışlarımız birbirlerini serin suda boğma yarışına girmiş gibiydi. "Allah ne isterse, o olur." "Ben ne istersem, o olur." dedi hafif gülümseyerek. Yeşillerinin kirli yosunları ruhuma yavaşça işliyordu. Zehirleniyordum. "Siz ne istiyorsunuz?" dedim ve derin bir nefes aldım. "Bu aralar dinlenmek istiyorum. Beni yormaya başladı." "Anladım." dedim başımı onaylar anlamda sallarken. Garson geldiğinde gözlerimi yavaşça masaya indirdim. "Çocuk yok sizin herhalde?" Yavaşça gülümsedi ve gözlerini masaya indirdi. "Yok, bir sen varsın." Kirli umutlar bedenime heyecanla çığlık atıyordu. Onların öfkeleri ve neşeleri birbirlerine karışmış, nefesleri kulaklarımı patlatacak kadar büyüktü. Bir yaprağın kuru sarısının ezilip büzüldüğü ve burnumdan içeriye girdiğini düşündüm. Sertçe yutkunup gözlerine baktım ve yavaşça gülümsedim. "Neden bana hep çocuk diyorsunuz?" dedim elimle saçlarımı geriye doğru atarken. "Çocuksun, çünkü." dedi keyifle. Ses tonu bacaklarımı titretiyordu. Omuzlarına yavaşça bakıp hızla garsona döndüm. Garson siparişlerimizi getirdiğine heyecanla çatalımı elime aldım ve yemeye başladım. O kadar iştahlı yiyordum ki, sanki bedenimin tüm haykırışını yemek yiyerek bastırmaya çalışıyordum. Bir an ona kaldırdım bakışlarımı, yeşilleri güzel bakıyordu. Bana bakarak gülümsüyordu. Ağzımdaki büyük lokma ile yavaşça doğruldum ve çatalı masaya bırakıp lokmamı yutmaya çalıştım. "Yesene, ne oldu?" dedi ve kendi çatalını eline aldı. Eline aldığında yavaşça eline baktım. Elimle ağzımı tutup lokmamı yuttum ve yemeye başlaması ile yavaşça makarnamı yemeye devam ettim. İçeceklerimiz geldiğinde telefonumun çalması ile hızla çantamı aldım. "Söyle Furki?" dedim lokmamı yutarken. "Yağmur, senin beynin iyice eriyip gitti." dedi Cenk şaşkınlıkla. "Ay! İlahi!" diyerek güldüm ve elime bardağımı aldım. "Ne komik çocuksun, bu akşam mı? Gelirim, canım. Öpüyorum!" dedim gülerek ve heyecanla telefonumu kapattım. Sertçe boğazımı temizleyip içeceğimden büyük bir yudum aldım. Yudumu aldığım sırada gözlerim ona kaydı. Yemeğini çoktan bitirmiş, geriye doğru yaslanmıştı. Sigara çıkarttı ve dudaklarının arasına sıkıştırdı. Sigarasını alevleyip yavaşça çakmağı masaya bıraktı. Geriye doğru gerindi ve parmaklarıyla sigarayı kavrayıp dumanını yana doğru üfledi. "Siz de gelin isterseniz?" dedim boğazımı temizleyerek. "Furkan da var ya, sıkılmazsınız." Sigarasını dudaklarının arasına sıkıştırıp yeşillerini kıstı. Gülerek birkaç saniye bana baktı. Çok ağır, çok yavaş gülüyordu. "Furkan mıydı?" dedi gülerek. Hızla kaşlarımı havaya kaldırdım ve yüzümü gerdim. "Evet." dedim ve başımı onaylar anlamda salladım. "Toplantıda biliyorum ben onu." dedi saatine bakarak. "Akşam da babası ile iş kutlamasına gideceklerdi." "Demek ki fikri değişmiş," dedim ve hızla geriye doğru yaslanıp Limon'u bacaklarımın üzerine oturttum. "Neyse, gelir misiniz siz de?" "Gelirim, çok ısrar ettin." dedi keyifle. "Hesabı ödeyip geliyorum." dedi ve ayaklandı. Bir an kocaman bir nefes aldım ve Furkan'a mesaj attım. Yağmur : furki konusmamız lazım ben kendimi rezil ettim yine aq Furkan : Toplantıdayım öğlene kadar sürer çıkınca arayayım seni. Yağmur : furki akşam çıkak mı biyerlere allah peygamber aşkına Furkan : Yarın yapsak? Yağmur : onu kıskandırmak için lütfen lütfen yaa Furkan : Yarın kıskandıralım babam akşam şirket eğlencesine gitmezsem olay çıkartır. Yağmur : ben senle akşam çıkcaz dedim ona güldü bana mk Furkan : İnanmamıştır babamı tanıyor Yağmur : inanmadı zaten siz de gelin dedim gelirim dedi Furkan : Tamam sen ona de, Furkan babasını ikna edememiş, gelemiyor de siz ikiniz gidin işte mis gibi :D Yağmur : düşünsene azrayı da getiriyomuş Yağmur : ZORT Yağmur : KDJFLKASJFALŞSFJKLAŞSFDJŞFSAF Furkan : Saçmalama mk Yağmur : ben kocam ve kocamın karısı mükemmel bir aileyiz Furkan : Güldürme toplantıdayım atacaklar şimdi beni Yağmur : kolay gelsin byeeee Furkan : Baybayy "Çocuk, gidebiliriz." dediğinde hızla ekranımı kapatıp peşinden restorandan çıktım ve hemen arkasından ilerlemeye başladım. Heyecandan kalbim duracaktı. Akşam baş başa bir yerlere gidecektik. Arabaya bindim ve Limon'u bacaklarıma oturttum. "Şey, Furkan gelemeyecekmiş." dedim arabayı çalıştırdığı sırada. Arabayı yola çıkarttı ve geriye yaslanıp iki eliyle direksiyonu aşağıdan hafifçe kavradı. Durup başını bana çevirdi ve yavaşça gülümsedi. "Hay, Allah." dedi gülümserken. "Neyse, ikimiz çıkarız. Şimdi eve bırakayım seni, akşam gelir alırım." "Olur." dedim heyecanla. Yeşilleri gülümsediği için istemsizce dudaklarına gözlerim kaydı ve gülümsedim. Gözlerim kocaman açıktı, ona hayran hayran bakıyordum. Çok belli ediyordum. "Kaç gibi gideriz?" "On gibi alsam seni, uygun olur mu?" dedi ve gözlerini yola çevirdi. Bir anda bedenimdeki kalın örtü sertçe çekip alındı ve çıplak vücudum ormanda üşümeye başladı. "Azra teyzemi de çağırın isterseniz," dedim ona hayranlıkla bakarken. Yan profilinde hafif belirgin adem elmasını izliyordum. Tekrardan yola bakarak güldü. "Yok, Azra teyzeni bu ara rahat bırakalım. Daha doğrusu ben biraz rahat kalayım." "Gideyim mi?" dedim şaşkınlıkla. Bir anda kalbim durdu ve hızla ona bakmayı kesip karşımdaki yola çevirdim gözlerimi. Derin derin nefes almaya başladım. "Beni rahatsız etmiyorsun." dediğinde yola bakmaya devam ediyordum. Nefesimi düzenlemeye çalışıyordum. Bacaklarım titriyordu. Yavaşça Limon'u kendime doğru bastırdım. "Ben sizi davet ettim, ancak tamamen sohbet amaçlı." dedim Limon'un karnını sıkarken. "Yemin ederim, sizi rahatsız etmek hiç istemem." "Biliyorum, çocuk." dedi şefkatli sesi ile. Sağanaklarım üzerime çiçekler döktü. "Çocuksun sen daha, sorun yok." "Ben çocuk değilim," dedim yavaşça. "Bu gece doğum günüm, artık on sekiz yaşında olacağım." "Öyle mi?" dedi gülümseyerek. "Çok güzel. Bir gecede kocaman olacaksın, bak." dedi keyifle. Yavaşça güldüm ve camdan dışarıya baktım. "Yeni yaşına arkadaşlarınla girmek yerine benimle mi gireceksin?" "Şey, evet. Onlarla yarın akşam kutlayacağız." dedim telaşla yan şeritteki araçlara bakarak. "Ben her sene güzel dilekler dilerim. Bu sene de güzel şeyler dilemem gerekiyor." "Güzel mi?" dediğinde yan profiline baktım. "Sence çocuk, güzel ne demek?" "İdeal olandır." dedim profiline bakarak. "Başkaları için çirkin de olabilir, ama bana idealse, o güzeldir." Dudaklarını birbirine bastırdı ve yavaşça başını onaylar anlamda salladı. "Anladım." dedi ve kırmızı ışıkta durup başını bana çevirdi. Birkaç saniye yüzüme baktı. "İdealin ne?" Sensin, Bora. Sen benim en çirkin güzelimsin. Aklımın en karanlık ışığısın. Ölümün nefesisin. "Toparlar mısınız gerçekten?" dedim yavaşça. "Öyle söylediniz ya az önce, eşiniz ile toparlar mısınız?" "Yıkık dökük mü kalsın?" dediğinde ona harabemdeki tozlarla bakıyordum. Gözleri benden bir cevap bekliyordu. Tozlar üzerime doğru dökülürken, büyük tuğlaların ağırlığı bedenimi eziyordu. Ardından birkaç gürültü patırtı... Ta ta ta! Öldün Yağmur, çık. Öl Yağmur, çık git. Defol git şu adamın başından. Defol git şu adamın hayatından. Yıktığı harabenin altında ezilip gideceksin. Yapma, Yağmur. Öleceksin. "Yıkık dökük kalsa, enkazın dumanlarını soluyacak olmaktan mı korkuyorsunuz?" "Korkuyor gibi mi duruyorum?" dedi ve ışığın yanması ile yavaşça başını yola çevirip gaza yüklendi. "Ben hiçbir şeyden korkmam." Kork, Bora. Benden kork. Ben bile kendimden korkmaya başlıyorum. Küçük ama öfkeli hortum sana doğru hızla büyüyerek geliyor. Çevredeki evlerin çatıları havaya uçuyor. Ağaç kökleri topraktan ayrılıyor. Arabalar savruluyor. "Teşekkür ederim, akşam görüşürüz." dedim arabayı evin önünde durdurduğunda. Yavaşça Limon'u alıp çantama tıkıştırdım ve çantamı koluma takıp arabadan indim. "Görüşürüz, çocuk." dedi sıcak bir ses ile. Kalın ve soğuk ses tonundaki şefkati okuyabiliyordum. Bora, baş başa içecek miyiz? Seni, seninle oturup gülecek miyiz? Söylesene, seninle yıkık harabelerinin tozları ile zehirlenecek miyiz? Ciğerlerimiz taşlaşacak mı? Nefesimiz solacak mı? Papatyalarımız, Bora? Ezilen papatyalarımız canlanacak mı? Yavaşça eve girip kendimi yatağa bıraktım. Sarhoştum, sarhoş olmuştum. Bora, zehrini alabilir miyim? Oh, papatya Kendimi, yüzünü yemyeşile boyamış da, çalıların arasına saklanmış bir asker gibi hissediyordum. Cesur, tetikte. Belki de savaş boyalarımı sürmem için çok erkendi, fakat artık Bora olmadan geçen vakti ömrümden harcanan bir çöp yığını gibi görmeye başlamıştım. Bomboş bir çöp yığınına uzanmış, avuç içlerimi kirletiyordum. Hâlim harap, bedenim bitaptı. Yataktan kalkıp kahve yapmaya mutfağa geçtim. Kahvemi yapıp balkonun sürgüsünü çektim. Çiseliyordu. "Bücür, sen onunla yemeğe gitmeyecek miydin?" dedi Cenk karşı balkondan. Dudaklarının arasındaki sigara yüzünden sesi boğuk çıkmıştı. Kaşları çatıktı, ağzındaki sigaranın dumanı yüzüne çarpıyordu. "Gittim, geldim bile." dedim. Sandalyeye oturup dizlerimi yukarı çıkarttım ve kahvemi masaya bıraktım. "Yemek yedin mi?" dediğinde başımı onaylar anlamda salladım ciğerlerime dolan sigara dumanını üflediğim sırada. "Bora ile yedik ya işte." Sonra durup yavaşça yana bakarak güldüm. "Karısı benden özür diledi." "Anlatsana, çatladım." dedi ve sigarasını parmaklarının arasına alıp balkon demirine dirseklerini dayayıp öne doğru eğildi. Gözleri gözlerimdeydi. "Nasıl geçti?" "İğrenç geçti." dedim gülerek. Ozan balkona çıkıp sandalyeye oturdu ve bira şişesini masaya koydu. Hızla gözyaşımı avcumun içine doğru bastırıp sildim. "İğrenç hissediyorum." Ozan şaşkınlıkla bana bakarken, hızla yerimden kalkıp içeriye geçtim. Balkon perdemi çekip derin bir nefes aldım. "Ben çok üzülüyorum." dedi Cenk. Yavaşça perdeye doğru kulağımı yakınlaştırdım ve onları dinlemeye başladım. "Sorma birader, ne yapacağız biz bu kızla?" dedi Ozan tedirgin bir sesle. "Yağmur, ne bileyim, biraz tehlikeli gibi geliyor. Yapacaklarının bir sınırı yok." "Adam bunu harcayıp atacak." dedi Cenk bıkkınlıkla. "Biliyor bunu, buna rağmen pes etmiyor." Hızla perdeyi açıp gülümseyerek onlara baktım. Gözlerimden şaşkınlık ve öfke akıyordu. Yavaşça masadaki kahvemi elime aldım. Onlara bakmadan içeriye geçtim ve derin bir nefes aldım. Ardından gözler yumuldu, ağızlar kapandı. Birkaç şey düşünüldü. Akla yattı mı, tartışılır. Denemekten bir zarar gelmeyeceğini biliyordum. Ne de olsa kaybedecek bir şeyim yoktu. Benim olmayanı kaybetmem imkansızdı. Yaren ile görüntülü sohbet edip giyeceklerime karar verdik. Altıma siyah, yüksek bel mini bir dar etek giydim. Üzerime ise göbeği hafif açık, askılı bir bluz geçirdim. Bedenim alev alıyordu. Dışarıda sağanak vardı. Dizimin üzerine gelen siyah çizmelerimi giyip aynada kombinime baktım. Yaren onaylayınca çalışma masama geçip makyaj malzemelerimi çıkarttım ve minik aynamda makyaj yaptım. Gözlerime açık kahve far, dudaklarıma pembe parlatıcı sürdüm. Yanaklarıma kahve tonu hafif bir allık sürüp üzerime parfümümü bocaladım. Siyah deri ceketimi giyip aynada son bir kez Yaren'e gösterdim. Heyecanlandığında keyiflenmiştim. Saçlarımı tarayıp hızla çıkışa yöneldim. "Nereye böyle?" dedi babam mutfakta kendine rakı koyarken. "Çok şıksın." "Şey, Yarenler ile çıkacağız. Belki onda kalırım." dedim heyecanla. Ardından üzerime baktım. "Güzel miyim, baba?" Babam rakı kadehini alıp bana bakarak gülümsedi. "Çok güzelsin, güzel kızım." dedi ve bir an kaşlarını çattı. "Senin sevgilin falan yok, değil mi?" "Yok baba!" dedim telaşla. "Senden önce Cenk döver beni." "Aman, iyi." dedi ve gülümseyerek çantasından bana para uzattı. "Al, dursun." "Vardı," dedim yavaşça. Elindeki parayı hızla elimin içine koydu. "Teşekkür ederim." "İyi eğlenceler, dikkat et." dedi ve rakısından bir yudum alıp salona geçti. Hızla çantama alacaklarımı koyup evden çıktım. Derin bir nefes aldım. Ozan, Ve Diğerleri Yağmur : aşk bahçem bora ile içtikten sonra sende kalayımmı Yaren : sorman hata annem kızıyo zaten niye hiç gelmiyon diye Yağmur : timammmm Bülent : Vay! Yağmur. Bora Bey ile içmeye mi gidiyorsun? Yağmur : evet enişte sence heycanlı mıdır benle çıkcağı için Ozan : yağmur bora sana sana tektaş almaya gitmiş en son kuyumcular sokağında görmüşler onu Yaren : AKFJSDKAFHSFDJSJFDJDSFKASF Bülent : Vallaha görmedim, bir bakınayım. Yağmur : yok beni almaya gelcekti zaten aşağıdadır :p Yaren : KIPSSSSSSSSSSS Bülent : Hah! Süper! Güzel eğlenin, Yağmur. Bora Bey'e selamlarımı ilet. Gezin dolaşın bakalım. Çok içmeyin, lütfen. Cenk : bülent klavyeyi kullanan parmaklarını sikeyim Ozan : AMK ÇILDIRCAM BÜLETN YETER AMK NORMAL YAZ Bülent : Ben normal yazıyorum, sizler çok değişik yazıyorsunuz asıl. Bülent : Dünkü maçta yattık mı? Cenk : yattık da ters çevirip siktiler üstüne öyle yattık üç gün kalkamayız Ozan : patladık bülent o maçta götümüzden kan aldılar kardeşim Bülent : Hay, Allah! Neyse, bir dahakine bakarız. Yaren : kocammmmmmm güzel paralar kazan daha saçımı ombre yaptırcaz Ozan : af buyur ne yaptırcanız yenge Cenk : ombre diyo cahil saçını boyatma demek git bana çiğdem getir salondan Ozan : yarramı da yemek ister misin Cenk : bebeğim sus insanların içinde anlayacaklar Ozan : o zaman ben seni ta götünden sikim Yaren : pis pis konuşmayın iğrenç mahluklar Bülent : Beyler hanımlar var ya... Cenk : biz bunlara karı gözüyle bakmıyoruz raat ol Yağmur : kesin be ucube yaratıklar bora gelmemiş hala Ozan : ekti mi seni len zortingen Yağmur : bilmiyorum ki akşam gelirim demişti gece oldu peki doğum günüme borayla girmem şaka mı Yaren : of çok romantik reşit olcan bu gece verebilirsin yani legal Yaren : yarın akşam için ne ayarlıcaz cidden gençler Cenk : arasana adamı yağmur aptal mısın dikiliyon kapıda Yağmur : yok arayamam utanırım ne dicem arayıp Yağmur : bekliyim en iyisi sessiz sessiz Yaren : aşkım bekle trafik vardır belki Yağmur : hava sıcak ama ben titriyom heyecandan Ozan : hava buz götün karpuz Cenk : çiğdem nerde kaldı bebeyim Ozan : geliyor aşkım Yaren : ??????????????????????????????????? Bülent : Yaren bu erkekler arasında bir konuşma tarzı. Gerçek değil. Makarasına sık sık yaparız böyle. Yaren : gizli geyler diye yorumladım kocacım Ozan : on götüm olsa birini cenke vermem Cenk : :(((((((((((( "Çocuk?" dediğinde titreyen bacaklarımla apartmanın önünde sigara içiyordum. Hızla başımı telefonumdan kaldırıp büyük arabasına baktım. Yüzü düzdü, ifadesizdi. "Gel, bakalım." Hızla önünden dolaştım. Arabasının farları üzerime çarparken, bana baktığını düşünerek utanmıştım. Koşar adımlarla yanındaki koltuğa oturup derin bir nefes aldım. "Merhaba." "Merhaba." dedi gülümseyerek. Sesi şefkatliydi. Gözleri kısıldı gülümsediğinde. Göz çevresinde çizgiler belirdi. Ona bakarak derin bir nefes aldım. Hayranlıkla baktım gözlerine. "Çok beklettim mi?" "Yok, şimdi inmiştim." dedim ve çantamı yavaşça bacaklarımın üzerine koydum. Kemerimi bağlayıp geriye doğru yaslandım. "Ne güzel, çiseliyor." "Sever misin yağmuru?" dedi arabayı yola çıkartırken. Gözü benim tarafımdaki aynadaydı. O an sıkıca ona sarılıp yanağını öpmek istemiştim. Küçük, tekdüze, ürkek vuruşlar Sokaklarda seller ağlaşır Bulutlar karardıkca zerrelere bir Bir soğuk gölge çevreyi bürür, Söner şimdi, görünürken demin Açılmaz ne bir yüz, ne bir pencere; Geçer boş sokaktan, hayalet gibi O sıra, andığım gece, solgun ve bitkin, Saçaklarda kuşlar - acıdır bu pek! - Oter ruhumun kulağında boş bir inilti, Küçük, istek dolu, inci gibi damlalar -Tevfik Fikret "Umut gibi damlalar." dedim yavaşça gülümseyerek. "İnsan umutlanıyor onları gördükçe. Bir de papatyalar öyle. Papatyalara aşığım." "Papatyalar neden öyle?" dediğinde yan profiline baktım. Gözleri yoldaydı. Yolda baktığı her yer sanki yeşilleriyle süsleniyordu. "Çirkinliklerimi güzelleştiriyorlar." dedim ve hafif güldüm. "Çocukların çirkini olmaz." dedi ve geriye doğru yaslanıp bir elini direksiyona sıkıca tutup, diğer elini vitese götürdü. Belirgin kollarına baktım. Gömleğini yırtıp kollarının çıplaklığını görmek istedim. "Neden hep başkalarının cezasını öderiz, Bora Bey?" diye sordum yavaşça. Gözlerim vitesi kaplayan elindeydi. "Başkaları kendi gerçekleri ile yüzleşemeyecek kadar korkak olduğu için." dedi ve elini vitesten çekerek yavaşça direksiyona götürdü. Direksiyonu kavradı sıkıca. "Sen kimin cezasını ödüyorsun?" "Korkakların." dedim ve gözlerimi camdan dışarıya çevirdim. "Sağanakların cezasını ödüyorum." "Sağanaklar korkak mı?" dediğinde yavaşça camı aşağı indirip avuç içimi camdan dışarıya çıkarttım. "Korkaklar." diyerek avcuma düşen sağanakları hissettim. Avcum ıslanırken, gözlerim huzurla bakıyordu. "Adınızın anlamını biliyor musunuz?" "Senden duyayım." dediğinde yavaşça başımı ona çevirdim. Yan profiline baktım. Hafif gülümsemişti. Gülümsemesi ile dudağının yanında ince bir çizgi belirdi. "Bora estiğinde hemen peşinden sağanak gelir." dedim ve başımı tekrardan camdan dışarıya çekip elimi arabaya geri soktum. Camı yavaşça kapatıp sırtımı arabanın büyük ve rahat koltuğuna yasladım. "Sağanaklar korkak olmasa, bora rüzgarı sonrası belirirler miydi?" "Bora rüzgarından mı korkuyorlar?" dediğinde başımı koltuğa yaslayıp yavaşça ona çevirdim. "Hayır, bora rüzgarını kovalıyorlar. Kaçıp gitmesin, diye. Onu yakalayamamaktan korkuyorlar." Bedenim, ölü bir sigara izmaritiydi. Donuk, ölmüş, soluksuz. Ruhumun ise yere dökülmüş külleri. Kara, hassas, donuk. Seni istiyorum, Bora. Neden, Bora? Bilmiyorum bile, çoğu şeyi. Seni. En sevdiğin renk ne? Sabahları uyandığında neşeli misin, yoksa kızgın mı? İlk kaç yaşında içtin alkolü? Annenin adı ne, Bora? Anneni sever misin? Ona en son ne zaman onu sevdiğini söyledin? Bir şeylere alerjin var mı? İlk aşkının adı neydi, Bora? Onu özlüyor musun hala? Sen ciğerlerimi küle dönüştürmek istediğim sigaralar gibisin. Seni dinlemek, seni okumak istiyorum. Senin sellerinde boğulmak, sağanağında ıslanmak istiyorum. Bora bir içki dükkanında durup arabadan indi. Arabada dörtlüler ile baş başa kalmıştım. Onu izliyordum. İçeri geçti ve adam ile sohbet edip birkaç şey aldı. Elindeki siyah poşet ile arabanın kapısını açıp içeriye oturdu. Poşeti çantamın yanına, bacaklarımın üzerine koydu. Poşeti iki elimle sıkıca tuttum. "Nereye gidiyoruz?" dedim heyecanla. Ardından poşeti açıp içine baktım. "Bana bira mı aldınız?" "Hayır, sana meyve suyu aldım. Ama on ikiden sonra bir tane içebilirsin, büyüdün ya artık." dediğinde hızla elimle poşetin içindekileri inceledim. Bora arabayı yola çıkartıp karanlıkların içinde yavaşça İzmir'in yokuşlarını çıkmaya başladı. Şaşkınlıkla etrafı izliyordum. Etrafı ağaçlarla dolu, boş bir arazide durdu. Gözlerim etrafı incelerken, yavaşça ona döndüm. Bana bakıp gülüyordu. "Korkma, kesmeyeceğim seni." dedi sırıtarak. İstemsizce dudaklarımı birbirine bastırıp güldüm ve hızla poşeti alarak arabadan indim. Karanlığın içinde etraf güzel bir papatya tarlası gibi kokuyordu. Kocaman bir nefes aldım gözlerimi kapatarak. Etraftaki tek ışık yıldızlardı. Ay, bulutlarla kapalıydı. Çiseleyen azalırken, yavaşça yeri inceledim. Hava soğuk değildi. Karanlığın sessizliği ürpertti beni. Binlerce bembeyaz papatya vardı. Şaşkınlıkla Bora'ya döndüm. "Bora Bey, papatyalara bakın!" dedim ve heyecanla papatyaların arasında dolaşmaya başladım. Karanlıkta renkleri koyu, ancak kokuları yoğundu. Bora arabanın arka koltuğundan ceketini aldı ve boş arazinin ortasına doğru geçip kumaş ceketini yere serdi. "Otur bakalım." dediğinde hızla ceketine oturdum. Bacaklarıma seyrek bir şekilde çiseleyen damlalar damlıyordu. Mutluluktan ağlayacak gibi oldum. Elindeki kutuyu yavaşça bana uzattı. "Çok acele söyledin, güzel bir şey alamadım." dediğinde yavaşça hediye paketini elinden aldım. Derin bir nefes aldım. Şaşkınlıkla ona baktım. "Benim için mi?" dedim gözlerim dolarken. "Senin için." dedi gülümseyerek. Gülmesiyle ölmek isterdi kuşlar. Tüyleri dökülür, kanatları çırpamazdı. "Teşekkür ederim." dedim ve derin bir nefes aldım. Paketi yavaşça açıp kolyeye baktım. Gözlerim parladı. Minik bir yağmur damlası şeklinde, zarif bir kolyeydi. "Beğendin mi?" dediğinde hızla gözümdeki yaşı dilip başımı onaylar anlamda salladım. "Gel takayım." Saçlarımı ellerimle toplayıp havaya kaldırdım. Açıkta kalan boynuma yavaşça kolyeyi doladı ve arkaya uzanarak kolyeyi taktı. Avcumun içi ile kolyemi tuttum. Bedenimi yavaşça geriye bıraktım ve papatyaların içine uzandım. Gözlerime birkaç çiseleyen çarpınca, gözlerimi kırpıştırdım. Bora yanıma büyük bedenini bıraktı ve ellerini dizlerine bağlayarak başını bana çevirdi. Saçlarım papatyaların arasına karışmış, gözlerim mutlulukla parlıyordu. Elim kolyemin üzerinde duruyordu. Bora eğilip bir papatya kopardı ve bana doğru uzattı. Yavaşça elimi kaldırıp papatyayı aldım ve avcumun içine koyup sıkıca kapattım. "Bir keresinde küçük bir oğlan bana papatya vermişti, ama o papatyayı koruyamadım." dedim gülümseyerek. "Annem onu yere atıp ezmişti." "Neden?" dediğinde bana verdiği papatyayı korumak adına sıkıca avcuma sıkıştırdım. "O yaşta öyle şeyler yapılmazmış." dedim gülümseyerek. "Sonra beni dövmüştü. Çok kalabalık bir yerdeydik, kimse de beni kurtarmamıştı. Herkes bakıp geçmişti. Papatyama sahip çıkamamıştım." Bora yanıma doğru uzandı ve sırtını papatyalarla birleştirdi. Eliyle yavaşça avuç içimi açıp papatyayı avcumdan aldı. Gözlerim parlayarak onu izliyordum. Elime dokunması ile bir anda kalbime düşen sağanaklar bedenimi delmeye başladı. Papatyayı alıp yavaşça kolunu saçlarıma götürdü ve kulağımın arkasına papatyayı koydu. Büyük kolu gözlerimin önündeyken, yavaşça kokusunu içime çektim. Üst bedenini biraz havalandırdı ve uzandığı yerden bana baktı. Huzur bedenimi kapladı, gözleri saçlarımı öptü. Uzandığım papatyaların içinde, Bora hafif tepemde bana bakarken, arkasında yıldızlar parlıyordu. Çiseleyenler siyah saçlarına doğru dökülüyordu. Yeşilleri kahve gibi görünüyordu karanlıkta. "Sen de benim verdiğim papatyayı korursun, olmaz mı çocuk?" dedi ve yavaşça gözlerime bakarak gülümsedi. "Saat on ikiyi geçti." dedim yavaşça ona bakarak. "Artık çocuk değilim." "İyi ki doğdun." dedi gülümseyerek. "Hala çocuksun ama." "Hayır, değilim." dedim korkuyla. "Kanıtlayabilirim." Gözlerine baktım korkuyla. Korkudan ağlayacaktım. Çok korktum, cesaretim yoktu. Cesaretim vardı. Nefesimi tuttum. Hızla doğrulup bir anda dudaklarımı dudaklarına dokundurdum. Başımı o kadar hızlı kaldırmıştım ki, bir anda dudaklarımız birbirine çarpmıştı. Gözlerimi sıkıca kapattım ve dudaklarına dokunan dudaklarımın zarafetini bedenime doğru akıttım. Dudakları soğuktu. Bedenim yanıyordu. Birkaç saniye sonra yavaşça geri çekildim ve afallayarak dudaklarımı yaladım. Kokusu buram buram içimdeydi. Teni tenime dokunmuştu. Dudaklarının tadını yutmak istiyordum. Tadını emmek istiyordum. "Özür dilerim, çok özür dilerim." dedim gözlerim kocaman açık bir şekilde. Nefesimi tuttum. "Asıl ben özür dilerim, çocuk." dedi yavaşça. "Neden?" dedim sertçe yutkunurken. O kadar çok kasılmıştım ki, sakinleşmek için yavaşça kolyemi tuttum. "Sağanaklarımdan korktuğunuz için mi?" "Hayır," dedi gözleri gözlerime bakmayı bir an bile kesmezken. "Sağanaklarından kaçacağım için." Gülümsedim. Gülümsedi. Torbadan bir bira çıkartıp ona doğru uzattım. Birayı büyük eliyle kavrarken, diğer birayı kendime alıp birasına yavaşça vurdum. "Koşabildiğin kadar hızlı koş o halde." dedim yavaşça, gözlerimden akan hırsla. Birkaç saniye bana bakıp ağır bir şekilde güldü ve üzerimden çekilip yanıma uzandı. Gözleri yıldızlardaydı. Yüzü gülüyordu. Başımı ona çevirip papatyalara yanağımı sürttüm. Gözlerimi sıkıca kapattım ve derin bir nefes aldım. Sana söz, Bora. Bırakmayacağım seni. Ölü ruhumdaki lekeleri kazıyarak temizleyebileceğine inandığım tek güçsün. Sen benim saklayacağım en öfkeli papatyasın. Hey! Esebildiğin kadar sert es, Bora. Peşinden geliyorum. Seni bırakmayacağım. Kaç, kaçabildiğin kadar. Seni yakalayacağım. Senin sağanağın olacağım.
|
0% |